Kayıt Ol

Şeytan İmgesinin Kısa Tarihi

Çevrimdışı darrel standing

  • **
  • 51
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Şeytan İmgesinin Kısa Tarihi
« : 28 Ekim 2015, 22:28:22 »
 

Al Pacino’nun başrolünü oynadığı Şeytan’ın Avukatı oldukça tartışılan bir yapım. Pacino, John Milton isimli bir sıra dışı bir avukat kılığında görünen “Şeytan”ı oynuyor. Film, Şeytan’ı karizmatik bir karakter olarak gösterdiği için dindar çevreler tarafından eleştiriler aldı. Bunun anlaşılabilir bir şey olduğunu söyleyebiliriz çünkü Şeytan’ı mutlak kötülüğün imgesi olarak biliyoruz. Ancak semavi metinlerde kötü, kibirli ve aşağılık bir varlık olarak tasvir edilen, Ortaçağ’da vebanın ve salgın hastalıkların kökeni olarak bilinen Şeytan’ın bir fenomene dönüşmesi üzerinde durulması gereken bir konu.
Pacino’nun oynadığı karaktere adını veren John Milton’ın kaleme aldığı Kayıp Cennet (Paradise Lost) ve Goethe’nin bir Avrupa söylencesinden yararlanarak yazdığı Faust bir konuda örnek gösterilecek temel edebi metinler olarak kabul edilebilir. Şeytan’ın yoldaşlarıyla birlikte Tanrı’ya karşı direnen bir özgürlük savaşçısı olana kadar birçok aşamadan geçtiğini söyleyebiliriz.

Yeryüzündeki Yasak Elma

            Dünyevi yaşamın ve zevklerin Şeytan ile özdeşleştirilmesi bütün semavi öğretilerde mevcut. Bu fikir bazı Hıristiyan öğretilerinde kapsamlı bir şekilde yer alıyor. Cizvitler, maddenin ve Dünya’nın tamamen Şeytan’a ait olduğuna inanırlar. Gökler âlemi Tanrı’nın, yeryüzü ise Şeytan’ın kontrolündedir ve buraya ait bütün zevklerin kaynağı o’dur. Bu anlayışın diğer Hıristiyan öğretilerinde ve semavi inanışlarda da aynı olduğunu biliyoruz. Çünkü ölümlü ve dünyevi yaşam Âdem ile Havva’nın yasak elmayı yemesiyle başlıyor. İnsanlık tarihi Cennet’te başladığı hâlde Âdem’in soyundan gelenlerin dünyevi hayatlarını burada olmayı hak edecek biçimde yaşamaları gerekiyor.

            Reform hareketlerinin Şeytan imgesine farklı bir yorum kattığını da görmekteyiz. Protestanlık düşüncesinin temelinde “sola scriptura” ilkesi yatar. Bu tabir Latince’de “yazıldığı gibi” benzeri bir anlam ifade eder ve dinin ancak İncil’deki metne göre yorumlanabileceğini belirtir. Kaldı ki Luther’in amacı reformize edilmiş bir din yaratmak değil, kendi düşüncesiyle İncil’i ve dini ruhban sınıfının tahakkümünden kurtarmaktı. Bu durumda Şeytan imgesinin olduğu gibi kabul edildiğini görmek mümkün.
Ancak Luther, Calvin gibi din adamlarının Şeytan’a ve cehenneme getirdikleri farklı bir yorum vardı. Bu düşünceye göre Tanrı, evrenin mutlak sahibidir ve var olan her şey onun bilgisi, kontrolü dâhilindedir. Şeytan, insanoğluna Tanrı tarafından sunulan düzenin parçasıdır. İnsan Tanrısından uzaklaştığında Şeytan’ın alanına girecek ve üzerindeki bütün gazaplar Tanrı tarafından onaylanacaktır. Bu durumda Şeytan’ın mutlak kötü bir karakterden var olan dengenin doğal bir parçasına dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Şeytan’ın Etkisini Yitirmesi

            Avrupa’da ve Amerika’daki kolonilerde cadılara duyulan inanç Şeytan’ın popülerliğini uzun süre korumasını sağladı. Hastalıklar, salgınlar, tarlalardaki verimsizlik, doğal felâketler ve diğer olumsuzluklar Şeytan ile anlaşmaya yaptığına inanılan ve çoğu kadın olan kişilere bağlanıyordu. Paganların, Heretiklerin hatta Katharlar, Bogomiller gibi Hıristiyan toplulukların Şeytan ile ilişkilendirilmiş olduğunu biliyoruz. Bu durum 1600lü yılların sonlarına kadar kendini göstermeye devam etti. Cadı olduğuna inanılan kişiler mahkemelerde yargılanıyor ve şeytan ile anlaşma yaptıkları ispat edilirse –sara krizi geçiren birinin gördüğü kâbuslar bile kanıt olabilirdi- halka açık bir yerde yakılmak da dâhil olmak üzere çeşitli yollardan infaz ediliyorlardı.

            Pozitivist ve materyalist dünya görüşlerinin yaygınlaşması, cadılara olan kör inancın etkisini yitirmeye başlaması Şeytan figürünün popülaritesini epey düşürdü. Zira artık kötülük olgusu farklı bir şekilde ele alınıyordu. Voltaire’in deizmini buna örnek gösterebiliriz. Deizm düşüncesinin önde gelen isimlerinden biri olan V0ltaire, bir Tanrı’nın varlığına inanıyor ancak “kötülük” meftumunun insanın doğasından kaynaklandığını düşünüyordu. Kötülük, insan doğasının bir parçası olarak görülüyor, hatta Rousseau gibi bazı filozoflar toplum sözleşmesinin temel amaçlarından birinin insanların doğalarında bulunan kötülüğü uygulamalarını engelleyerek adil bir düzen kurmak olduğunu söylüyorlardı. Kötülüğün insanileşmesi ise Şeytan’ı saf dışı bırakıyordu.

“Mephistopheles”in Romantik ve Özgürlükçü Olarak Yükselişi

            Fransız İhtilali yaklaşırken, din yalnızca reddedilen değil nefret duyulan bir olgu hâline gelmişti. Bunun temel sebebi kralların, senyörlerin ve sermaye sahiplerinin dini kullanışlı bir araç olarak görmeleri ve özgürlük fikrine kapılan kişileri Şeytan ile özdeşleştiriyor olmalarıydı. Marquis de Sade’ın eserlerinde bunu fazlasıyla görebiliriz. Tanrıya Karşı Söylev kitabında dine ve din adamlarına karşı yoğun bir öfke vardır ve Sade bu öfkeyi doğrudan onların ardına sığındığı Tanrı’ya yansıtmış, ona meydan okumuştur. Din doğası gereği egemen sınıfın aracı hâlini alınca şeytan ile özdeşleştirilen kişilerin onu bir sembol hâline getirmeleri anlaşılabilir.

            Anarşist şair-müzisyen Léo Ferré’nin dizelerinde Bastille’in alınışı için Şeytan’a teşekkür etmesi boşuna değil. Kilise ve kralcılar, dönemin entelektüellerini, devrimcilerini ve kendi otoritesine karşı çıkan liberal Protestanları Şeytan ile işbirliği yapmak ile suçluyorlardı. Ancak Şeytan kişiliğini kaybetmiş ve kiliseye tepkili olanların simgesi hâline gelmişti. Öyle ki idealist filozof Soren Kierkegaard bile kötülüğün insandan kaynaklandığını ve Şeytan’ın artık tamamen gereksiz bir figür olduğunu belirtiyordu.

            Şeytan’ın romantik bir karakter olarak tasvir edilişine 18 ve 19.yüzyıllarda yazılan birçok eserde rastlayabiliriz. William Blake’ten Lord Byron’a kadar birçok şair/yazar eserlerinde Şeytan’ı insani, romantik bir karakter olarak yansıtmıştır. Ancak belirtildiği gibi bu figürü ele alan iki spesifik eser üzerinde durmak gerekiyor.

Kayıp Cennet ve Faust’ta Şeytan

            Milton’un Şeytan’ı, 18 ve 19.yüzyılda kiliseye ve dine tepkili olan entelektüeller, romantikler tarafından benimsenmiş bir figür. Kayıp Cennet, Şeytan’ı ilkeli ve romantik bir özgürlük savaşçısı olarak tasvir ediyor. Ancak Milton’ın bu eseri yazarken Şeytan’ı yüceltmek ve onu romantize etmek gibi bir amacı yoktu. John Milton koyu bir Hristiyandı ve Paradise Lost’u yazarken temel amacı ilk günahın özgür düşünceden çıktığını anlatmaktı. Tanrı’ya karşı mutlak bir itaatin gerekliliğine inanan Milton, Şeytan’ı romantize etmekten çok özgür düşünceyi şeytanileştirmek peşindeydi.

            Bilindiği gibi, Kayıp Cennet Şeytan’ın cennetten kovulmasını anlatıyor. Şeytan, yoldaşlarıyla bir araya gelerek kendisinden Âdem’in önünde secde etmesini isteyen Tanrı’ya karşı bir mücadele veriyor. Bu cüretini ise yoldaşlarıyla birlikte cehenneme hapsedilerek ve kötülüğün kaynağı hâline gelerek ödüyor. Milton’ın Paradise Lost’u tarihlerde seküler/materyalist düşünceler hızla yayılıyordu. Dolayısıyla dinin toplum üzerindeki etkisi de yavaş yavaş azalmaktaydı. Şeytan ile özgür düşünce arasındaki ilişkiyi ve Milton’ın bunu eserinde yansıtmasını buradan anlamak mümkün.

            Goethe’nin Faust eseri eski bir Avrupa söylencesine dayanıyor. Faust, Orta Çağ ile Yeni Çağ arasındaki döneme tarihlenen bir söylence. Dr.Faust, felsefe, tıp, doğa bilimleri alanında araştırmalar yapan ve akademik dereceler alan bir öğretmendir ve sahip oldukları ona asla yetmeyecektir. Bir insanın ulaşabileceği en son sınırlara ulaşmasına rağmen sahip olduğu bilgi kendisine yetmez ve büyük bir bunalıma düşer. Bu bunalımdan kurtulmak için tek çaresi de Şeytan’a ruhunu satmaktır. Şeytan, yaptığı anlaşma karşılığında Faust’u içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtaracak, ona gençliğini ve hayatının aşkını verecektir ancak tüm bunlar elinde sonunda Faust’u bir felâkete sürükler.

            Faust ve Paradise Lost, Şeytan’ın neden romantik bir karakter hâline getirildiğini anlamak için oldukça önemli. Zira iki eserde de şeytan akıl, bilgi ve özgür düşünce ile özdeşleştiriliyor. Paradise Lost’ta özgür düşünce şeytani bir icat ve ilk günahın kaynağı olarak gösterilirken Dr.Faust’un bilgiye olan tutkusu yüzünden Şeytan’ın ağına düştüğüne inanılıyor. İki kurgunun da dinin tartışmalı hâle geldiği zamanlara tarihlendiğini düşününce imgedeki değişimin kökenlerini anlamak mümkün.

Kaynakça:
*  Jeffrey Burton Russell, Mephistopheles Modern Dünyada Şeytan, Kabalcı Yayınları, Çeviren: Nuri Plümer, 1999 İstanbul
* Gerard Massadie, Şeytan’ın Genel Tarihi, Çeviren: Işık Ergüden, Kabalcı Yayınları, 1998 İstanbul
*John Milton, Kayıp Cennet, Çeviren: Enver Günsel, Pegasus Yayınları, 2007 İstanbul