DENGE - BÖLÜM III
KILIÇ ve KADER
(Devam Bölümü)

Kapının önünde üstadları belirdiğinde, Xen ve Furian yerlerinden sıçradılar. İkisi de uyuya kalmıştı ve kendilerini odaya bırakılmalarının üzerinden yıllar geçmiş gibi hissediyorlardı. Eklemlerini oynatıp esneme hareketleri yaparak üzerlerindeki bu ilginç yorgunluğu atmaya çalıştılar. Bu çok saçma geliyordu Xen’ e. Taş çatlasa yarım gün silah odasında kalmışlardı. Nemli mağara havasından olmalı diye düşündü ve önemsemedi. Üstad makul bir süre beklediğine kanaat getirip, ikisinin de kendisini izleyeceğinden oldukça emin arkasını döndü ve yürümeye başladı. ‘Yolumuz uzun’ dedi ve mağara duvarlarında yankılanan bir ses ile elindeki su tulumlarını öğrencilerine uzattı. Furian esneyerek su tulumunu kafasına dikip koca bir yudum aldı. Geceyi çölde geçirmiş gibi susamıştı. İlk molalarını verdiklerinde hala yerin altındaydılar ve bu Xen’e hiç mantıklı gelmiyordu. Silah odasına gitmeleri bu kadar uzun sürmemişti. ‘Üstad neden şehrimize hiç uğramadık. Neden bu yoldan gidiyoruz.’ Dedi Xen şüphe ile.
‘Gideceğimiz yer, yani sizin son sınavı vermek için karşılaşacağınız rakiplerinizden bazıları yeryüzünden ulaşılamayacak bir yerde yaşıyorlar. Şimdi bu soruları bırakıp dinlenmenize bakın akşam güneşi battığında turnuva alanında olmamız gerekiyor.’
Ne Furian ne de Xen yolun geri kalanı boyunca ağızlarını açmadılar. Ne de olsa sabırlı olmak ve her türlü olaya hazırlıklı olmak için yıllarca eğitim görmüşlerdi. Zaman kavramı yerin altında olduklarından oldukça karışmıştı. Furian’ın canı çok sıkkın görünüyordu. Kasvet içlerine kadar işlemişti.
İki günlük zorlu bir tempoda yürüyüşlerinin ardından, nesillerdir damarlarında dolanan miras sayesinde havadaki en ince değişimleri bile fark edebilen Xen, basık ve rutubetli mağaranın daha geniş bir oyuğa açıldığını hemen fark etti. Eli kılıç kemerinde duran paslı ve oldukça eski kılıcına gittiği sırada mağara tavanının olağanüstü genişliğine bakmaktan kendini alamadı. Bu kadar büyük bir boşluk nasıl olur da gökyüzüne açılmadan burada öylece durabilirdi ki? Dar mağara koridorundan çıkmaları ile birlikte bir ayak boyunda gri renkte parlak taşlarla özenli bir şekilde döşenmiş köprünün geniş yuvarlak bir arenaya açıldığını fark etti. Arenanın dış kısmında seyirciler, satıcılar, savaşçılar, resmi kıyafetli kişiler, diplomatlar… Kısacası her kesimden insan vardı. Çeşitlilik göz kamaştırıcıydı. Soğuk mağara duvarının granit taşlarının oluşturduğu cansızlık arenadaki ırkların, karmaşık birbirine geçmiş ve kendine özgü hareketleri ile tam bir tezat oluşturuyordu. Furian da neşe ile etrafı izlemekteydi ki dikkatleri derinden gelen büyük bir gong sesi ile dağıldı. Alanda birden bir koşuşturmaca başladı ve sanki önceden planlanmışcasına herkes arenanın etrafında kendilerine yer buldu. Daha da yaklaşıp onlar da izleyici saflarında yerlerini alınca karşılarında manzara onları şok etti. Arenanın ortasındaki iki figüre anlamsız anlamsız bakıyordu Xen. Biri en fazla 1.20 boylarında her yerlerinde savaş boyası olan mavi saçlı ufak bir bayan –tabi bayan demeye bin şahit isterdi- , diğeri ise hava ırkının nesillerdir en büyük düşmanları sayılan kılıç dövüşü konusunda kendilerine denk gördükleri tek ırk olan kara elflerin erkek bir üyesiydi. Bu ne saçma bir eşleşmeydi böyle bu kara elf rakibini anında yenecek gibi duruyordu. Derinden gelen gong sesinin tekrar duyulması ile kalabalık çılgın bir tezahürata başladı. Dediklerinden hiçbir şey anlaşılmıyordu ama Xen içinde kabaran coşkunun çoktan esiri olmuştu. Furian’ın nasıl da gülümsediğini ve şu an dövüşenlere imrenerek baktığını bilmek için onun suratına bakmasına gerek yoktu.
Müsabakanın başlaması ile yüzünde savaş boyaları olan gnome ileri doğru hızlı bir takla atıp iki elinde tuttuğu ufak kılıçlarını yanlara doğru açarak kara elflerin klasik dıştan içe doğru kapanan saldırı fırtınasını önlemeyi başardı. Daha kara elf ikinci saldırısına başlamadan bir takla atıp kara elfin ayaklarının dibinden arkasına geçti ve kılıçlarını sapladı. Kara elf her ne kadar şaşırmış olursa olsun zamanında kılıçları uzaklaştırmak için inanılmaz bir hızla mücadele etti. Rakibini hafife almasının bedelini şimdi ayağından aldığı ufak kesikten akan kızıl kan ile ödüyordu. Elindeki kılıçları fırtınayı andıran bir hızla sağdan soldan üstten ve alttan karmaşık bir hareketler dizisi ile rakibine saldırdı kara elf, fakat rakibi normal bir dövüş üstadının yapacağı gibi hamleleri kılıçları ile karşıladıktan sonra ikinci kılıcı karşılamıyor bunun yerine sürekli kaçıyor ya da taklalar atarak uzaklaşıyordu. Bu da kara elflerin alışık olduğu arka arkaya gelmesi gereken saldırı taktiklerinin hemen hemen hepsinin boşa gitmesine sebep oluyordu. Fakat drow pes etmeye niyetli değldi inanılmaz bir el yatkınlığı ve neredeyse 4 yaşından beri silahlarla yatıp kalkmasının verdiği tecrübe ile birbirinden farklı savaş taktikleri denedi. Sinsi bir hareketler dizisi ile gnomu kaçacak yerin kısıtlı olduğu arenanın köşesine doğru sürüp rakibinin bir anlık dikkat dağınıklığından yararlanan kara elf, gnomun omzunda derin olmayan bir çizik bırakmayı başardı. İkisi de birbirinden uzaklaşıp birer nefes alıp rakiplerini tekrar tarttı. Gnome birden rakibine işve ile göz kırptı. Yarasına baktı ve resmen çılgına dönmüş gibi birden kılıçlarını yüksek saldırı pozisyonuna getirip rakibine doğru koşmaya başladı. Bu çok saçmaydı. Bir araya toplanmış ork orduları bile böyle bilinçsizce ve bu kadar açık bırakan bir saldırıya girişmezlerdi. Bu gnomun derdi neydi böyle? Kara elf kılıçlarını aşağıdan yukarı doğru hareket etmek üzere savunma pozisyonu aldı. Sonuçta bu oldukça zayıf bir saldırıydı. Kılıçlarını bir kez yukarı doğru savuşturduktan sonra karın boşluğuna atacağı tekmeyi ileri atılıp iki kılıç darbesiyle tamamlayacak ve kolayca bu savaşı kazanabilecekti. Son saniyede yerdeki parlak taşlar üzerinde kayarak duran gnomun, kılıçları alttan yukarı doğru savunma yapan drowun kılıçları ile buluştuğu anda gnome iki kılıcını da bırakıp belinde duran iki hançeri çekti ve boyunun avantajı ile erişilemeyecek kadar alçak bir mesafeden rakibinin karın boşluklarına saldırdı. Seyirciler bu hamle ile birlikte irkildiler. Drowdan gelen koyu kırmızı kan hançerlerin saplı olduğu yerlerden fışkırıyordu. Bütün seyircilerden gelen bir inanmazlık nidası ile yere serilen kara elfin yanına gelen gnome tekrardan işve ile göz kırptı ve silahlarını saplı oldukları yerden çıkarıp seyircilere abartılı bir reverans yaparak uzaklaştı.
Furian neredeyse keyiften ölmek üzereydi. ‘Bu inanılmazdı!’ diyebildi sadece ve gnomu alkışlamakta olan seyircilere büyük bir şevkle katıldı.
Üstadları arkasını döndü ve ikisine takip etmelerini işaret etti. ‘Yarın bu alanda sizler dövüşüyor olacaksınız. Şimdi gidip dinlenin ve son hazırlıklarınızı yapın. Birer kılıç ustası olup yolunuza devam etmek ve yerde yatan şu kibirli drow gibi ölmek arasındaki ince çizgide duruyorsunuz. Yaşmala ölüm arasındaki o ince çizgide...' son cümlesini havadan gelen buz gibi bir esinti karşıladı ve Furian ve Xen'in şüphe ile titremesine sebep oldu.