Üç Damla
Uzun saçları hafif rüzgar esintisiyle savrulurken, Nela gülümsemekten hiç gocunmuyordu. Aslında gülümseme aşamasını çoktan geçmiş, artık suratına koca ve manyakça bir sırıtış yerleştirmişti. Temiz ve yumuşak yüzünde ince dokunuşlar yapan saçları ona tam bir katil havası veriyordu. Doğuştan gelen en sevdiği özelliği, dudaklarının kan kırmızısı olmasıydı ve bu tarz durumlarda, sırıtışını daha da etkili kılmak için bundan daha iyi bir ödül olamazdı.
Karşısındaki varlıklar acı çekmiyordu. Acınası diyordu Nela hep. Varlıklara her zaman acırdı ve bu yüzden hiçbirinin acı çekmesini istemezdi. Onları öldürmek için beklemez, bıçağını boyunları doğrultusunda çekiverirdi. Şimdi ayaklarının altında iki ceset, karşısında korkmuş, dişlerini zangırdatan bir adam ve karanlık gecede, ay ışığının altında kendini göstermekten onur duyan bir kara kediyle birlikte zamanın getireceklerini düşünüyordu. İşini düşünmeden yapmayı severdi, ama karşısındaki beyaz giysili adam, o kadar korkmuştu ki, kaçmaya bile yeltenemiyordu. Nela, insanların neden öldüklerini düşünmek zorunda hissetti kendini. Madem ölecekler, neden huzurlu yaşamak gibi bir varsayımsal amaçla dünyaya geliyorlardı? Sol elinden akan bir kan damlası, ayaklarının altındaki kan nehrine düştüğünde kendine gelmişti. Kara kedi patilerini kırmızı kanla kirletmekten hiç korkmadan beyaz giysiler içindeki adama doğru yürüdü.
Yeşil gözlerini adama hiçbir heyecan belirtisi olmadan dikti kedi. Aslında normal zamanda düşünmekle işi olmazdı. Ama karşısındaki beyaz giysili adam o kadar korkmuştu ki, kendisini kovmaya bile yeltenmiyordu. Kedi o zaman düşünmenin zamanının geldiğini anladı. İnsanoğlu olmasa o şu evrimsel noktada nasıl yaşıyor olurdu? Bu lanet yaratıklar onların gelişimini ne yönde etkilemiştiler? İleriye mi gitmişti kediler insanoğlunun çöplerini karıştırarak, yoksa geriye mi? Arkasında duran kırmızı dudaklı ve apaçık tenli kadının parmağından damlayan bir damla kan, ayaklarının altındaki kan nehrine düştüğünde kedi kendine geldi.
Kedi aniden sıçradı ve kara patilerini utanmazca gürleyen gök gürültüsüyle birlikte, korkmuş adamın gözüne geçirdi. Adam o anda çığlığı koymuştu çünkü kırmızı dudaklı kadın bıçağı karnına saplamıştı. Nela’yı tanıyordu. Bir insanı zorunlu olmadığı sürece karnından bıçaklamazdı. Ancak yüzündeki keskin acı, ona bunun sebebini daha iyi yansıtıyordu. Acımasız bir katil, küçük bir kedi, iki ceset, lanet bir herif, koca bir dolunay, bu şartlar altında su bile yüz derecede kaynamaz, diye düşündü korkan adam. Genelde düşünmekle işi olmazdı Ama korku denen şeyin, aslında bilinmeyene olan istek ve bilinmeyenin bilinmemesine dair hüznün bir birleşmesi olduğu fikri de aklında o an çakmıştı. Ölürse diye korkuyordu beş dakika önce beyaz giysilerinin ceplerinde silahını ararken. Ama şimdi, ölümden sonra karşısına gelecek olan şeyin merakıyla dolmuştu. Kara bir kedi tarafından öldürülmenin verdiği utançla yanacak mıydı? Güzel bir kadının kırmızıya boyanmış elleriyle öldürülmenin verdiği gururla yükselecek miydi? Ölüm onu sardığında düşünceler sır olarak sonsuza karıştı.
Kara kedi, işini yapmanın verdiği mutlulukla köşeyi döndü. Ara sokaklarda çöp artıklarının olması klişesinden kurtulmuş bir şehirde, ana sokaktaki çöp yığınına doğru adımlar hızlanır, arkadan sessiz adımlarla uzaklaşan ve küfürler fısıldayan kırmızı dudaklar unutulurken, ayın önünden ince bir bulut geçti.
Son.
Pek fantastik değil aslında ama bilemedim. Kısa bir deneme, öylesine geldi