Künye:Adı: Epileptik
Orjinal Adı: L'Ascension du haut mal
Yazar ve Çizer: Pierre-François "David" Beauchard
Türü: Grafik Roman
Yayın Yılı: 1996-2003 (Altı Cilt), 2005 (Tek Cilt)
Türkiye Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 374
Türkçe Basımı: Karakarga Yayınları
Türkçe Çeviri: Zeynep Ece
Tanıtım:1960'lı yıllarda Fransa'nın Orléans kasabasında yaşayan Beauchard ailesinin hayatı oldukça sıradandır. Ebeveynlerin öğretmen olduğu ailede üç çocuk vardır. İsimleri de, büyükten küçüğe doğru, Jean-Christophe, Pierre-François ve Florence'dır. Yetişkinler kendi işleriyle uğraşırken çocuklar da kendi küçük dünyalarında zamanlarını geçirmektedir. 11 yaşındaki Jean-Christophe'un sara krizi geçirmesiyle hayatları altüst olur. Bundan sonra Beauchard ailesinin hayatı, epilepsi hastalığının gölgesinde şekillenecektir.
İncelemeFransız çizgi roman sanatçısı Pierre-François "David" Beauchard'un 1996-2002 yılları arasında 6 cilt olarak yayınlanan eseri, 2002-2005 yılları arasında İngilizceye çevrilmeye başlanmış ve 2005 senesinde tek cilt halinde basılmış. Aldığı övgülere kıyasla, kendisinden sonra yayınlanan Persepolis kadar popüler olamamış.
Bu karşılaştırmayı yapmamın sebebi Persepolis ile Epileptik arasındaki bağa dayanıyor. David B., Persepolis'le takdir toplayan Marjane Satrapi'nin bir dönem hocalığını yapıp, Persepolis'i yaratma sürecinde Satrapi'yi desteklemiş. Persepolis’in uzun metrajlı animasyon filmiyle ün kazanmasıyla, öğrencinin ünü ister istemez hocasını aşmış.
Persepolis ile Epileptik'i daha yakından inceleyince, "Boynuz kulağı geçmiş." gibisinden bir yorumun yersiz olacağı görüşündeyim. Persepolis daha basit bir anlatıya sahip. Hikâyesi empati sağlayacak anlara olanak verme açısından daha müsait. Epileptik'se görsel olarak daha iddialı. Art arda sıralanan birden fazla hikâyeye yer vererek katmanlılaştıkça katmanlaşıyor. İkisinin de apayrı meseleleri dert edindikleri ve bu meseleleri farklı biçimde işledikleri hesaba katılınca, birini ötekiyle kıyaslamak daha da abes kaçıyor.
Hikâyelerindeki hedeflerin farklarına rağmen, anlatım ve katmanlılık açısından Epileptik’in kalbimde daha özel bir yere sahip olduğunu belirtmeliyim.
Epileptik, birbirleriyle bağlantılı üç hikâye barındırıyor. Bunlar sırasıyla, abi ve hastalığının hikâyesi, tarihi boyunca farklı mücadeleler vermiş ailenin hikâyesi ve yazar-çizer olarak Pierre-François "David"in kendi hayal gücünün ve büyümesinin hikâyesinden oluşuyor.
İlk başta, otobiyografik özellikler gösterdiğinden daha içine kapanık ve anlaması zor bir eser olduğu izlenimi oluşabilir. Lakin anlatmak istenilenin anlaşılamaması gibi durumlar söz konusu olmuyor. Ki bu da biyografik çizgi romanların güzel bir özelliği; anı oldukları için, otomatik olarak daha fazla empati kurulabilecek durum içeriyorlar. Tabii David B.’de hikâyelerinin potansiyeliyle yetinmiyor. Kişisel anılarını ve aile tarihini, herkesin anlayıp üstüne düşünebileceği bir anlatıya dönüştürmek için gerekli dokunuşları yapıyor.
Anılar anlatılırken kurmaca eserlerin etkileyiciliği yakalanarak bambaşka konulara temas ediliyor. Bu, Epileptik'e mahsus bir meziyet değil elbette. Anladığım kadarıyla, biyografik çizgi romanları dikkat çekici hale getiren önemli bir unsur da bu.
Türün ilk ve önemli örneklerinden Art Spiegelman'in Maus'u mesela: Nazizmin uyguladığı soykırım süreci anlatılır. Paralelindeyse, tek amaç hayatta kalmakken bunu başarabilmiş, sıra kazandığı hayatı yaşamaya gelinceyse üstesinden gelememiş bir babanın oğluyla olan ilişkisi vardır.
Marjane Satrapi'nin Persepolis'inin başarısı da burada yatmaktadır: Olay örgüsünde İran Devrimi ve etkileri ön plandadır. Öte yandan, bir kadının büyüme süreci, birey olmanın zorlukları, gurbet ve yabancılık/yabancılaşma konu edinilir.
Bu türde okuduğum ilk iki grafik romanın sahibi Alison Bechdel'de özelini anlatırken genelin ilgisini de çekecek noktalara değinir: “Cenaze Evi Şenlik Evi” ve “Annem Sen Misin?” kitaplarında, çocukluğundan itibaren ebeyenleriyle olan ilişki, onları ve dolaylı olarak kendini tanıma gayreti vardır. Satır aralarındaysa, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir dünyada yaşamanın getirdiği psikolojik zorluklar, varolmak için takınılan rollerin yan etkileri ve kendi karakterini bulup, onu ortaya koy(ama)ma süreci gözlenir.
Başarılı biyografik çizgi romanlarda hikâyelerinden fazlası bulunur. Özge Samancı'nın Bırak Üzülsünler'inde de çocukluk anıları vesilesiyle Türkiye'deki eğitim sistemine değinilir. Biyografik-belgesel alanında, karikatürist ve gazeteci Joe Sacco'nun çalışmaları (İthaki yayınlarından çıkan, Filistin, Gazze'nin Dipnotları ve Güvenli Bölge Gorazde bunlardan bazıları) dikkate değerdir.
Epileptik de içerik zenginliği ve bu zenginliği aktarım açısından türünün gereklerini fazlasıyla yerine getiriyor. Başarılı türdeşlerinde olduğu gibi, "anı" olma çizgisinde yürürken farklı yorumlara imkân sağlayacak katmanlılığa ulaşıyor.
Beauchard ailesinin sıradan hayatı, ailenin en büyük çocuğu olan Jean-Christophe’un sara krizi geçirmesiyle tepe taklak olur. Epilepsi teşhisinden sonra, alie geri dönülemez bir sürecin içine çekilir.
Epilepsi nezdinde, bir hastalığın hasta ve hasta yakınları üzerindeki etkileri olduğu gibi aktarılır. Komedyen Cem Yılmaz'ın "Hasta ve Refakatçi" esprisinin merkezinde olan "hastayla birlikte hasta gibi davranma" zorunluluğunun ardındaki tatsız gerekçeler vardır.
David B'nin anıları ilerledikçe "hastalık" ve "hastalıklı olma" kavramları "şifa" ve "huzur" kavramlarıyla birleşir. Toplumsaldan bireysele doğru yeni yorumlara kapı aralanır. Hastalık ve onunla alakalı diğer şeyler farklı anlamlar kazanır. Ötekilik, yalıtılmışlık, mücadele, arayış, inanç ve ölüm gibi olguların da dâhil olmasıyla, bireysel, ailevi ve toplumsal görünümlü "hastalıklar" ve "sözde devaları" ortaya serilir.
Beauchard'lar hastalığın çelişkilerle dolu etkilerinden nasiplerini fazlasıyla alır; sağlıklıyken hastalıklıya dönüşürler.
Hastalık hayatlarına girmeden önce yabancıl ve kötücül (yani hastalıklı) olan şeyler, geçmiş savaşlardaki düşmanlar, kulaktan kulağa dolanan söylentilerin muhatabı olan mekânlar veya arada bir yüzünü gösteren göçmenlerden ibarettir. Hastalık ailenin hayatına yerleşinceyse, yabancılaştırılıp ötekileştirilen (hastalıklı olan) Beauchardlar oluyor. Aile de bu ötekileşme esnasında "epilepsi" denen kötücül yabancıya karşı savaş verir. Hasta olmadıkları halde hastalığın ceremesini çektiklerinden, ailenin şifa arayışı normalleşme arayışına döner.
Ebeveynler, dışlandıkları toplumun değerlerine göre modern tıbba başvururlar. İstedikleri sonuçları alamayınca dışlandıkları topluma geri dönme umutları da azalmaya başlar. Ebeyenlerin şifa arama yolculuğu, sosyal çevre ve inanç gibi ihtiyaçları da işin içine katarak yeni boyutlar kazanır. Kendileri gibi şifa ve huzur arayanlarla birlikte, şifa ve huzur dağıttıklarını iddia edenlerin kapısını çalar. Metaforlaşan "hastalık" kavramıyla paralel olarak, alternatif akımların, inançların, tarikatların ve yaşam biçimlerinin neden ve nasıl başladıklarına değinilir. Çelişkili geçmişleri, katılımcı bulmalarındaki sebepleri ve sonunda nasıl ve ne sebeple dağıldıkları ortaya serilir.
Alie bu süreçlerden geçerken, yazar-çizer Pierre-François'in çocukluktan yetişkinliğe doğru dönüşümü de sancılı olur. Zihnini şekillendirerek onu çizgi roman sanatçısına dönüştüren etmenler bir bir sıralanır.
Çocukluğundan gelme savaş ve zafer merakı, ailenin şifa arayışıyla beraber değişim geçirir. Hastalık illetinden kurtulup kendisini ve aile fertlerini koruma isteği başka olayların da etkisiyle, kaçış, nefret, kendini arayış ve kabulleniş sürecine dönüşür. Etki tepki sonucunda, Pierre-François'in abisi Jean-Christophe'a bakışı süreç içerisinde değişip durur. Bir bakıma kendi varoluş hikâyesinin mitolojik kahramanına dönüşür.
Örneğin, abinin kendi güçsüzlüğüne duyduğu öfkeyle Nazizme duyduğu sempatiye verilen tepkiye değineyim. Yahudilerin sevilmeyen ötekiler olması sebebiyle Pierre-François kendisine yeni bir isim seçer, "David". Bu seçim hiç de tesadüf eseri değildir. Çünkü "David" adı, efsanevi dev Goliath'ı yenen Yahudi kahraman-kralın da adıdır. Pierre-François de psikolojik ve sosyal olarak hayatına hükmetmeye çalışan efsanevi bir canavara karşı mücadele vermektedir. Bu aynı zamanda, önce ailesiyle beraber, daha sonra da ailesi içerisinde ötekileştirilip yok olma tehlikesi geçiren varlığını onaylamaya da yarar. Bir tür kimliğini geri kazanma çabasıdır yaptığı.
David B. ve ailesinin tecrübe ettiği sürecin taşıdığı anlam ve duygular, çizgi roman sanatının olanakları sayesinde daha anlaşılır ve canlı biçimde tasvir edilir. David B'nin çizim tarzında, olağan karakter tasvirleri bile belli ölçüde rahatsız edicilik taşır. Sanki bir "hastalık"tan muzdariplermiş gibi izlenim edindirirler. Çizimlerdeki bu hissiyat, "hastalık" mefhumunun farklı anlam ve durumlara dönüşür. Kitabın aynı zamanda David B'nin hayatını da anlattığı düşünülünce bu pek şaşırtıcı gelmez. Hatta altıncı bölümde, çizim tarzındaki bu rahatsız ediciliğe doğrudan değinilir.
Bazen durumu olduğu gibi aktarmak bile yeterli olabilir. Psikolojik ve duygusal yönü öne çıkarmak için çizgi romansal dokunuşlar devreye girer.
Bu konudaki en büyük yardımcı, kolayca anlaşılabilecek yapıdaki simgeselcilik olur. Örneğin epilepsi hastalığı, ailenin tamamını kendine esir etmiş ejderhayla tasvir edilir. Epilepsi gibi gizemlerle dolu bir hastalığın, efsanevi bir canavar kılığında tasviri "konu konuyu açıyor" mantığına uygun biçimde birden fazla meseleye değinilmesini sağlar. Hastalığın, önce aileye dadanan bir musibet; daha sonra onları toplumdan soyutlayan lanet; daha da sonra aileyi hem bir arada tutan hem de yıpratan güç olarak yorumlanmasına imkân sağlanmış olunuyor.
Canavarın, bir hastalıktan yıpratıcı güce doğru geçişinde görsel tasviri ters orantılıdır. Sadece bir hastalıkken, heybetli ve mücadele verilirse yok edilebilecek bir düşman olarak yer kaplar. Hastalıktan öte bir olguyken, varlığı imalarla resmedilen sinsi bir düşman olarak sahnelere gizlenir.
Yaşanan olaylar içerisinde hangi duygu ve düşünceye dikkat çekilmek isteniyorsa görsellik ona göre değişir. Sıradan hayatı temsil eden tasvirler ile abartılı, çarpıtılmış ve gerçeküstücü tasvirlerin aynı kare içerisinde kullanım oranı buna uygun biçimde değişiklik gösterir. Mesela, krizi geçiren Jean-Christophe ve ailesi her zamanki halleriyle çizilirken, etraflarını saran meraklı turistler rahatsız edici varlıklar olarak tasvir edilir.
Çeviri ve Baskı KalitesiÇeviri konusunda da herhangi büyük bir sıkıntıyla karşılaşmadım. Balonlamadaysa gözüme tek bir hata çarptı.
Baskı kalitesi de harika. Yurt dışındaki baskısı da böyle midir bilemiyorum ama siyah-beyaz çizimler arasındaki zıtlık, sayfa kalitesi sayesinde daha da belirgin hale gelmiş. Kâğıt kalitesinden dolayı, siyah ve sarı ya da siyah ve gri gibi çizgi roman atmosferini zedeleyen durumlar söz konusu değil. Yine Karakarga Yayınları'ndan çıkmış olan Tepe'deki gibi sayfa renginin atmosfere katkısını düşününce, bunun hiç de yabana atılacak bir ayrıntı olmadığını düşünüyorum. Hem baskı kalitesi sağ olsun, ele bulaşan siyah boya derdi de yok. Karakarga Yayınları grafik romanın hakkını veren bir iş çıkarmış.
Yazıyı BitirirkenYazının sonundayım ve Epileptik hakkında yazdıkça yazasım geliyor. Yazmak isteyip nasıl yazacağımı bilemediğim ayrıntılarda yok değil. “Yazıyı Bitirirken” başlığı altında daha ilerisine gidemeyeceğime göre Epileptik hakkında yazacaklarıma burada son veriyorum artık. Biyografik eserlerden hoşlanıyor ve çizgi roman sanatının farklı örnekleriyle ilgileniyorsanız Epileptik'e de bir göz atmanızı öneririm.