Bardaki buluşmaya ilk gelen Murat idi. Kemal'in eski sıra arkadaşıydı Murat. Okulda seneler boyunca hep aynı sırayı paylaşmıştılar. 100 yıldızlı bir otelde güvenlik şefi olarak görev yapıyordu Murat. O da Kemal gibi uçuk bir tipti ve çizgi romanlar, bilgisayar oyunları, fantastik romanlar konusunda kendini kaybedenlerdendi.
Murat bir de silah hastasıydı. Uzaktan da değil hani. Bir koleksiyoncuydu. Üstelik bazı koleksiyon parçaları da pek yasal sayılmazdı, o derece hastasıydı hani. Kemal onun bu aralar hafiften göbek yaptığını düşündü. Masa başı sorumlulukları artınca ve hareket azalınca bu normal diye kabullendi.
İkinci gelen Mehmet Ali idi. Mehmet Ali, söz konusu Türkiye normları olduğunda, daha ilk bakışta sıradışıydı. Küpeleri, dövmeleri ve giyinişi ile Mali tam bir Amerikalı film yıldızı gibi duruyordu. Mali bir siyahtı. Siyah derken zenci yani. Evet, bildiğiniz zenci ve Türk. Ataları Osmanlı sarayında kölelik yapmış ve haremağalığı görevinde de bulunmuş bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı Mehmet Ali. Yakışıklı ve çekici, çok zeki ve iyi eğitimliydi. Sosyal yanı gülüşü gibi ışıldıyordu.
Mehmet Ali bu arkadaş gurubunun en sevilen ve en nefret edilen üyesiydi. Çocukluğunun ilk yıllarında Mali ten rengi nedeniyle biraz zorluk yaşamış olsa da ergenlik ve sonra da üniversite döneminde zorluklar yerini nimetlere bırakmıştı. Mali kızlar arasında aşırı derecede popülerdi ve bu diğer arkadaşları için çok sinir bozucuydu.
Kemal, daha kapıdan içeriye adım atar atmaz bardaki hatunların yarısının ona doğru döndüğünü ve Mali'yi bakışlarıyla soyduğunu görebiliyordu. Bardaki hatunların diğer yarısı bunu yapmıyordu çünkü onlar henüz Mali'yi görmemişti.
Öyle işte.
"Kemo! Murti! Adamlarım benim!" diye içten bir gülümsemeyle konuştu Mali. İkisiyle de sımsıkı tokalaştı.
"Mali olm bırak bu Bronxlu zenci aksanıyla konuşmaları. Edirne'den daha Avrupa'ya geçmediğini ikimiz de biliyoruz. Kime hava atıyon? Kızlar zaten bir göz kırpmanı bekliyor kucağına atlamak için."
"Kalbimi kırıyorsun Kemalim. Sırf senin bu savını çürütmek için iki ay önce Fransaya gittim."
"Nasıldı lan?" diye sordu Murat. Kızlar nasıldı hacı demek istiyordu Murat. Murat'ın hayata bakışında kızlar, felsefesinin ve bütün eylemlerinin en temel odağıydı. Önce kızlardı Murat için.
"Fransa'da bir sürü siyah var. Bahse girerim işleri pek de öyle umduğu gibi gitmemiştir," diyerek güldü Kemal. Mehmet Ali de gülerek cevap verdi.
"Ben de aynen senin gibi düşünüyordum. Ulan orda rahat ederim, zaten bu memleketin hatunları tonla zenci görüyor diyodum. Abi inanmazsın, İstanbul'a gelene kadar ne Heidiler, ne Naomiler, Ne Evalar peşimden ayrılmadı. Her gece otele başka hatunla çıkmaktan utanmaya başladım. Resepsiyonist bayandı, ayıp oluyor gibi hissetim hep."
"Olm kolayı var. Türk misafirperverliğini ona da gösterseydin, üstelik seninki zenci ve damarlı," diye gevrek gevrek gülerek araya girdi Murat.
Kemal "Ayıboluyo..." diye gülerek kınadı Murat'ı. "Seviye ulan, seviyeyi koruyun," der gibiydi. Tamam eski dost ve çocukluk arkadaşı olarak konuşmaları süratle ergenlik muhabbeti dozuna inmeye çok müsaitti. Ama topluma açık bir yerde konuşmanın da bir adabı vardı, yan masadaki 6 hatunun yarısı bu konuşmayı dinlemek için kulaklarını on dört açmıştı.
"Ben de öyle yaptım Mırtık. Son iki gecemi Michelle'e ayırdım," diyerek güldü Mali. Murat da tebrikler eden bir omuz sıvazlamayla kahkayı bastı.
"Michelle?" diye sordu gülen Kemal.
"Resepsiyonist abla. 26 Yaşında. Sarışın, mavi gözlü, atletik, mizah duygusu gelişmiş ve çok ateşli. Bir de iç çamaşırı giymeyi pek sevmiyor."
"Haa, evet. Şimdi oldu." dedi Murat gülerek.
Bu esnada garson kız geldi. Genç bir hanımdı. Kumral bir ahuydu. Minyon ve çok güleç bir genç hanımdı. Buradaki garsonların giydiği beyaz gömlek ve bordo etekli kılık içinde de kesinlikle çok çarpıcı duruyordu. Kemal bu ablayı ilk kez görüyordu. Diğer kızları az çok tanıyordu. Murat ve Mali buranın müdavimleriydi ve genelde Kemal ile buluşma mekanları burasıydı.
"Ah, Tatlı Buse. Bana ve Murat'a her zamankinden. Sen ne içiyorsun Kemal?
"Portakal suyu lütfen. Buzsuz ama soğuk. Teşekkür ederim."
"Ah, hala yeşilaycı. İçkiye başlatamayacağız seni galiba. İçki yok, sigara yok, kızlar yok..."
"İçkinin tadını sevmiyorum biliyorsun. İçeceğim şey tatlı olmalı. Hamallık yapmayı sevmiyorum. Diğerlerine gelince, sigara..." diyordu Kemal. Murat bir sigara yakmıştı ve dumanını haince Kemal'e doğru üflüyordu. Kemal suratını buruşturdu. Murat güldü. İkinci nefesini Kemal'den uzağa üflerken sigarayı dumanı Kemal'e gelmeyecek şekilde diğer eline aldı. Murat severdi arkadaşlarını, arkadaşları için yapmayacağı şey yoktu. Yoktu.
"Sigara kokusuna çocukluğumdan beri dayanamıyorum."
"Murat o sigara yüzünden ceza kesilirse..." diyerek konuştu ve ucunu boş bıraktı Mali.
"Sana söylemeyi unuttum. Bu bölgeye yeni atanan Emniyet Müdürü bizim köylü. Dün kahvesini içmeye gittim. Çok hoşsohbet. Otele yemeğe davet ettim. Yanımızda iki çok hoş hanım da olacağı konusunda kendisine söz verdim."
"Rüşvetçi adi bir pisliksiniz Murat Bey. Sizinle muhabbeti kesmeliyim," dedi Mali.
"Geçen hafta az daha ehliyetini alıyolardı. Kim kurtardı lan seni, pis zenci?
"Peki, bazen kuraldışı vurmak gerekiyor diyelim," diyerek teslim oldu Mali. Birlikte güldüler.
"Eee, Kemo. Anlat bakalım hayat nasıl gidiyo?" diye sordu Murat.
"Gitmiyor."
"Nasıl yani? Sizin firmadaki abla meselesi ne oldu? Eda'ydı değil mi adı?" diye araya girdi Mehmet Ali.
"O konu, sorunlu," diyerek sustu Kemal.
"Sana bir kız bulalım." diye kurtarıcı bir üslupla araya daldı Murat.
"Abisi, afedersiniz s...cek hatun aramıyorum. Onu aramaya kalksam bizim de çevremizde bağlantıları olan tanıdıklarımız var. Üstelik kalitesini 5 yıldızdan tek yıldıza kadar parana göre ayarlarsın."
"Parayla demiyoz lan sibop, şen arkadaşlardan bir çevrem var, tanıştırırım. Beraber bi yerlere filan gideriz... Biraz eğleniriz. Parayla bişi diil," diye çıkıştı Murat.
"Hee lan. Ne parası. O iş için para vermem," dedi Mali
"Ben veririm, eğer verdiğim paraya değecekse," dedi Murat.
"Abisi o işe para vermek bana çok ters. Birilerinin zor durumundan faydalanmak gibi geliyor bana," diye konuştu Mali.
"Yok öyle bir şey. Üniversite mezunu olup ek iş ya da eğlence için bu işi yapanlar bile var. Düşmüşler kadar kendi isteğiyle bu yola girenler de var, atgözlüklülük etmeyin lan," dedi Murat.
"Bana ters," dedi Mali.
"Bana da," diye konuştu Kemal. "Eski bir şarkı vardı, belki hatırlarsınız. Mutaf söylüyordu. 'Sevmeden hayır, insanım ben' diyordu şarkı. Sevmeden hayır. Kalbimde bir şey duymadan bir hanıma sırf et açlığı ile el sürmek düşüncesi o hanımdan faydalanmak gibi geliyor. Bunu doğru bulmuyorum."
"Ya hanım bunu dert etmiyorsa ve o da halinden memnunsa. Onun da istediği buysa? Karşılıklı OK varsa nolcak, Kemal? Ya kimseyi kandırmıyorsak, her şey dürüstçeyse?"
Tam bu anda içkiler geldi. Murat ve Mali votka tonik ve tekila içerken Kemal'e portakal suyu gelmişti.
İçkiler içilirken konu hafiften dağıldı. Mevzu Kemal'in niye İstanbul'a geldiğine geldi. Kemal yuvarlak laflarla bir iş görüşmesi için geldiğini ve birkaç gün izin aldığını söyledi. Ayaküstü bir yalan uydurdu ama yalanının anlaşıldığının farkındaydı. Murat "çok da yedik, neyse yakında kokusu çıkar" diyen gözlerle bakıyordu. Mali "nasıl olsa ortaya çıkacak" diyen bir gülümsemeyle "tamam" diyordu.
"Eda?" diye sordu Mali yine. Arkadaşının duruşunun bu nedenle parçalı bulutlu olduğunu düşünüyordu.
"Bilmiyorum Memo. Bazen gözlerinde bir ışık görüyorum ve umutla doluyorum. Tam karşısına çıkma cesaretini topluyorum... Derken birden ışık gidiyor, karanlık ve soğuk geliyor, her yeri buzlar kaplıyor. Mesafe imkansızlaşıyor. Hem.."
"Hem ben zenciyim o beyaz, diyeceksin," diye araya öfkeyle girdi Murat.
"Aynen öyle."
"Bu mesele değil Kemal. Pek çok kız arkadaşım oldu. Çoğu gerçekten paraya o dediğin kadar önem vermiyordu." dedi Mali.
"Mali, yavrucuğum, eğri oturup doğru konuşalım. Samanlık seyran olur dönemi bitti. Hiçbirimiz kör değiliz. Ne olduğunu biliyoruz. Benim gözlemim; kızlar güvenlik ve rahatlık arıyor. Paralı koca arıyor. Bu onlar için aşktan, sevgiden daha önemli. Onları da suçlamak için söylemiyorum. İki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor. Dünya çok maddiyatçı bir yer oldu. Bırakın romantik masalları; Gerçek hayat öyle değil. Senin tuzun kuru, senin de Murat. Size bakan abla zaten baktığı adamların ne olduğunu görüyor. Falanca otelin Güvenlik Şefi; Film yıldızları, sanatçılar, işadamlarıyla aynı karede çıkan bir abi. Diğeri falanca otomobil fabrikasının parlak ve yükselen mühendisi. Siz zaten kızlar için potansiyel avsınız olm."
"Abartma be," dedi Murat. Rahatsız olmuştu. Salak değildi ve Murat da ciddi bir ilişki yaşayamamasının nedenlerini az çok biliyor ama hep bilmezden geliyor; Salağı oynuyordu.
"Hee be yavv, o kadar da değil," diye savuşturmaya çalıştı Mali de. Ama Mali kendisini bile inandıramadı. O da farkındaydı. Düzen bozuktu. Kızların çoğu ona kabuğundaki ışıltı için yaklaşıyordu, Mali'nin kalbini kaçı merak etmişti? Kaçı onun yüreğine dokunabilmişti? Onun bir yüreği olduğunu düşünmüş müydüler acaba? Gerçek Mali'yi bütün o renk ve ışıltıların ardında kaç kişi görmüştü? Belki sadece bir tanesi... Bir isim. Dört harfli o isim, hafızasındaki bütün hatun isimlerinden çok daha kutsal ve ağırdı Mehmet Ali için.
"Dünya çok g..t," diye homurdandı somurtan Murat.
"Dünya değil, düzen g..t," diye düzeltti Mehmet Ali.
"Aşk imkansız," diye bir diğer şarkıdan alıntı yaptı Kemal.
İmkansız aşkları hatırladılar. Hep birden gülümsediler. Beraber aşk acısı çekip geceyarılarına kadar birbirlerini teselli ettikleri lise yıllarına gittiler.
"Yılanlara içiyorum!" diyerek coşkuyla, tutkuyla kadeh kaldırdı Mehmet Ali. O da bir başka şarkıdan alıntı yapıyordu.
Murat da aynen coşkuyla, efkarla kadeh kaldırdı. Ne diziydi be. Ne sıcaktı. Nasıl da hasta olup izlemiştiler. Sonra çok şeyiyle dalga geçseler de, izlerken bile dalga geçseler de o dizinin hastasıydılar.
"Yılanın Hayat Hikayesine!" diyerek güldü ve arkadaşlarıyla kadeh tokuşturdu Kemal.
Üç kadeh havada defalarca tokuştu. Hüzün ve kahkaha kolkola girip kardeş oldu.
"Hadi kalkalım. Seni bir yere götürecem Kemal. Yeni keşfettik burayı. Aslan sayesinde. Aslan'ın yeni evinin komşusunu dinlemeye gidiyoruz. Adam bir üçlünün üyesi. Eski musikiden eserler çalıyolar. Bir dinle uçmazsan şerefsizim. Uçacaksın," demişti Mali ve hepberaber kalkmıştılar.
Kalkıp gittikleri yer Eski İstanbul meyhanelerinden kalan son meyhaneydi belki de. Tarihi bir yerdi. Geniş, loş ışıklı balıkçı meyhanesinin salaş salonu toplumun her kesiminden ve her gelir gurubundan, her sosyal katmandan insanla doluydu. Boş masa yoktu. Barba'nın Yeri hafta içinde yarı yarıya dolsa da, özellikle şu son haftalarda sahne alan Üçlünün etkisiyle, cuma akşamları hep hınca hınç dolu oluyordu.
Kemal arkadaşlarının rezerve ettiği masaya oturdu ve sırf ortama uymak adına önüne bir rakı bardağı çekti. Ama ağzına bile sürmedi. Salatadan ve mezelerden biraz atıştırdı. Sahne gibi yükseltilmiş kısımdaki bir masada biraz içip arada atıştıran ve çokca sohbet edip şakalaşan üç müzik üstadını arada bir gözlüyordu. Dostluklarının ve muhabbetlerinin ışıltısı güneş gibi aydınlatıyordu meyhaneyi.
Zaman ilerlerken bir noktaya geldiler ve masadaki üstadlar sandalyelerini biraz geri çekmeye ve beraberce meşk etmek için hazırlanmaya başladılar. Mekanın sahibi bu esnada gür ve kibar sesiyle meyhaneye seslendi.
"Değerli müdavimlerimiz, ilk kez gelenler, arada uğrayanlar. Hepiniz; Güzel insanlar. Hoşgeldiniz. Şimdi burada, bu gece bize Türk Musikisinden bir ziyafet sunacak üç kıymetli dostumu bir kez daha tanıtmayı diliyorum. Kanuni Arif Bey, namı diğer Çakır," Arif Bey adı söylenince mütevazi biçimde gülümseyerek elini kalbine koymuş ve meyhaneye göz gezdirerek selam vermişti. "Tamburi Cemal Bey, namı diğer Muhtar," derken aynı şekilde Cemal Bey de herkesi selamlıyordu,"ve Neyzen Eyüp Bey, namı diğer Sofu." Sofu da aynen diğer iki arkadaşı gibi selamlıyordu meyhanedekileri.
*****