Kayıt Ol

2012: Ölülerin İntikamı

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
2012: Ölülerin İntikamı
« : 18 Mayıs 2012, 23:30:07 »
22 Eylül 2011 tarihli bir öykümün girişi. Zombiler mi dedi birisi?


Kemal bir kargo şirketinin ana deposunda çalışıyordu. Öğle yemeği için kafeteryaya indiğinde başına geleceklerden habersizdi.

***

Her zamanki gibi yine arkadaşları ile buluşup öğle yemeği yiyecek, kafeteryaya gelen komşu bankanın güzel bankacılarını süzerek tatlılarını atıştıracaktılar. Her öğlen yaşanan bir törendi bu. Bu törenden sonra sıra Kemal'in bir bahanae uydurup 3. kata çıkmasına gelecekti. 3. Kat "beyazların" yani memurların katıydı. 2. kattaki Kemal ve arkadaşları "zenciler"di; İşçiler.

Üçüncü katta da zenciler vardı ama onlar çok daha klas zencilerdi, sınıf atlamış zencilerdi.

Üçüncü katta Eda vardı. Eda. Eda. Eda.

Şu son bir yıldır Kemal'in işe gelen ayaklarının biraz daha canlı olmasının ve sabahlara daha az küfretmesinin adı EDA idi.

Eda, simsiyah dalgalı saçları kuzguni bir ışıltıyla parlayan, mavi gözleri görenleri çarpan, kirpikleri yürekleri parçalayan, gülüşü güneşler yükselten bir güzeldi. Eda şıklıkta rakipsiz, güzellikte emsalsiz, çekicilikte bir taneydi. Yüzü mehtap gibi ışıldıyordu. Yürüyüşünü seyre doyum olmuyordu. Size bir kez gülümsemesi sizi esir almaya yeter de artardı; hayatınız kayardı. Kemal'in hayatı kaymıştı.

Firmada çalışıpta Eda'yı gördüğünde esaretle uzun uzun bakmayan tek bir erkek yoktu. Hatta hanımların tayfası bile ne zaman o yanlarından geçse-yanlarında olmasa ama görüşe girse hem hayranlık hem de kıskançlıkla hemen "Eda" demeye ve izlemeye koyuluyordu.

Eda, ilk başlarda Kemal'in sadece uzaktan beğendiği bir "ablaydı". Tamam Eda taş gibi hatundu ve çok tatlıydı ama Kemal'den birkaç gömlek büyüktü. Eda'nın peşinde "ne mühendisler, ne doktorlar" vardı ama kızla bir iki haftadan uzun süre çıkabilen olmamıştı. Eda sertliğiyle de ünlüydü. Mesafeli ve kuralcı, yaklaştıkça soğuk, kapalı ve zor. Tatlısert. Karşısına muhabbet kurmak çabasıyla çıkan kişiyi koridorda çok fena bozması birden fazla defa yaşanmış bir olaydı. Duruşu hem davetkar hem de kesinlikle caydırıcıydı.

"Abi bize hayatta bakmaz bu kız. Şu güzelliğe şu şıklığa bak, bizim aldığımız maaş sadece kılığına bile yetmez," konuşmaları zenciler arasında yaygındı. Beyazlardan arkadaşları ile taklılırken Kemal beyazların da aynı şekilde Eda'ya hayran olduğunu ama bir o kadar uzak durduğunu görmüştü.

Her şeye rağmen Kemal son altı aydır her iş gününde en az bir kez Eda'yı görmeden günün sonunu edemiyordu. Her şey binanın otoparkında tamamen tesadüfen yaşanmıştı. Tabii tesadüf diye bir şey var mı evrende bu filozofların ve bilim adamlarının uzun uzadıya tartışmasına müsait bir konu, bu ayrı bir hikaye... neyse... Biz hikayemize dönelim...

Tesadüfen... İş çıkışıydı. Eda otoparktaki arabasının bagajına doğru yürürken Kemal de oradaydı. Eda'yı gördüğünde yine karnında bir kelebek sürüsü uçuşmuştu. Eda yine bir kuğu gibi süzülüyordu. Topuklu ayakkabısının boş otoparkta çınlayan sesi müzik gibiydi. Bu daracık keten pantolonunun sardığı sıkı poposu insanı kesinlikle hipnotize ediyordu.

Kemal başını diğer tarafa çevirmek zorunda kaldı. Bakmanın da bir adabı vardı. Arkası dönük bile olsa bir hanıma bu kadar uzun süre ve bu kadar dik bakılmamalıydı...

Yine de geriye dönüp bir kez daha bakmaktan kendini alamadı. Ne güzeldi. Saçları, yürüyüşü, o kalçalar, bacaklar, yürüyüşündeki zarafet ve çekicilik...

Nazar. Nazar değmişti.

Eda'nın topuklu ayakkabısının topuğu kırılmıştı ve genç kadın yere yuvarlanmıştı.

Kemal'in yardıma koştuğu ve genç kadını nazikçe kaldırdığı o an çarpıldığı andı. Geri dönüşü olmayan biçimde kaderinin mühürlendiği andı. Orada başlamıştı her şey. Dökülen çantaları toplayıp Eda'ya arabasına kadar eşlik ederken olmuştu her şey. Bir kitap ile başlamıştı esaret. Çantadan aşağı düşen bir kitap...

"Harika bir kitaptır, sen mi okuyorsun armağan mı olacak?" diye sormuştu Kemal. Şaşkındı. Bir kızın bu kitabı okuması görülmüş şey değildi.
"Ben okuyorum," demişti gözleri sımsıcak ışıldarken gülümseyen Eda.

Eda ile gözgöze ne kadar kaldıklarını hiç bilememişti Kemal. Bir arabanın yaklaşan sesi ile kendine gelmişti ve ikisi de iyi geceler dileyerek kendi yollarına dönmüştü.. Kemal'in kalbi orada o kitapla beraber Eda'nın arabasına binmişti.

Sonraki günlerde çeşitli vesilelerle Eda'ya yaklaşmayı denemişti Kemal. Ama işler çok sıkışık bir döneme girince ve firmada stres katsayısı artınca, başından aşan işlerle birlikte fırsatların kıtlığı başlamıştı. Eda'yı şöyle uzaktan günde bir kez görebiliyorsa kendini şanslı sayıyordu. Haftalar akıyordu. Arada gözleri çakışıyor yani aslında Eda Kemal'in gözlerini kendi gözlerinde yakalıyordu ve günaydın-iyiakşamlarlaşabiliyordular ama ondan ötesi yoktu.

Eda bir buzdolabı halini almıştı ve iyice uzaklaşmıştı. Kemal zaten kendini bir prensese aşık olmuş bir köle gibi hissediyordu bir de prenses de böyle yıldızlar gibi uzak, buz gibi soğuk olduğunda.. Ölüm gibi sessiz olduğunda.. Kemal iyice umutsuzlaşmış ve kendi karanlığına, yalnızlığına gömülmüştü. Hiç umut ışığı, hiç şansı yoktu.

****

Kemal kafeteryada zenci ve beyaz arkadaşlarından oluşan gurupla yemeğini yemişti. Şimdi bu guruptan diğer iki arkadaşıyla oynadıkları online bilgisayar oyunu hakkında konuşup bankacıları ve şirketin güzel hanımlarını yan gözle kesiyordular.

"Abi yeni raid zindanı çok sakat.  İki tank olmadan ikinci boss geçilemez. Hem tam gearcheck diyolar. 350K HP gerek Blade Tank'a. Özellikle phase2 tam bir bela. İki tankın çok iyi koordine olması lazım yoksa debufflar şifacıların bütün manayı bitirir," diye anlatıyordu Savaş.
"Koordine derken, şu bankacı hatun Esma mıydı? Mavi minili olan, kızıl saçlı ahu."diye sordu Faruk
"Evet, Esma hanım. Çok hoş bir abla," diye cevapladı Kemal.
"Koordineyle ne alakası var Esma'nın?" diye merakla sordu Savaş
"Evli mi hacı?"
"Boşanmış,"dedi Savaş.
"Ben talibim," diye atılan Faruk idi.
"Ben de."
"Ben de!"
"Abi ben NEED atıyorum," dedi Savaş.
"Pass o zaman. Benimki GREED," dedi Kemal.
"Ben ısrarlıyım," diye konuştu Faruk.
"Senin şu üniversite öğrencisi yengemiz noldu? Ne ısrarı olm?" diye kaşlarını çattı Savaş. Rekabeti sevmiyordu.
"Abisi offspec için roll yapıyorum. Kız biraz uçuk,"
"WOW oynayan 35 yaşında bir müdür yardımcısısın, senden uçuk olamaz ya?"

Kahkahalar koptu gitti. World of Warcraft oynamayan birisi bu adamları dinlese ne kadarını anlayabilirdi bu konuşmanın, o bir tartışma konusu.

"Arkadaşlar esas duruşa davet ediyorum. Katil geçiyor. Saat 4 istikameti. Çok çaktırmayın lütfen," diye haber verdi Savaş.

Katil, Eda'nın bu üçlü içindeki şifreli adıydı. Kemal'in ona baktığını bildiklerinden diğerlerinin bakışları ve sözleri söz konusu Eda olduğunda epey bir derlenip toparlanıyordu.

"Yine kitle katliamı yaptı ve gidiyor," diye konuştu Faruk.
Eda gri bir etek giyiyordu. Pileli eteği dizden biraz yukarıdaydı. Kalça kısımı epey bir vücuda oturuyordu. Beyaz, daracık bir gömlek ve yüksek topuklu siyah deri ayakkabılarıyla Eda yıkıp geçiyordu. Saçları o yürürken dalga dalga dalgalanıyordu. Kemal bu manzarayı karnında uçuşan kelebeklerle izledi... Derin bir nefes çekti. Ah etti. Dişini ve yumruğunu sıkmış buldu kendini. Dünyaya lanetler yağdırdı. Öfke içinden bir yangın gibi yükseldi.

"Nuray hanım kızın içine düşecek. Demirleydinin lezbiyen olduğuna bahse girerim." diye söylendi Faruk.
"Ben seninle hiçbi şey için bahse girmem abisi. Hala bana bi takım elbise borçlusun?" diye sinirli sinirli, sitemle söylendi Savaş.
"Ne takım elbisesi be?!"
"Bak gördün mü. Adam bilmezden geliyor..."
"Yav başlarım şimdi senin..."

Diye ikisi atışırken ve Kemal Eda'yı dalgın dalgın izlerken bir şeyler olmaya başladı. 

Kemal içinde öfkeyle birlikte yükselen bir şeyi daha duyuyordu. Bir sesti bu. Yukarıya çıkıyordu. Kemal şakınlıktan dilini yutacak gibiydi. Ses birden çok sesti. Belki milyonlarca, belki milyarlarca farklı ses birleşip tek bir ses olmuştu. Kemal duyduğuna inanamadı. Ses onunla konuşuyordu. İlk başta kısa bir süre için anlaşılmaz bir gürültü gibiydi. Hem çok aşina hem de çok yabancı. Sonra alıştıkça aşinalık arttı ve ses de ona yaklaşıp daha duyulur ve dinlenir oldu.

Kemal sesin içinde hem tanıdığı hem de tanımadığı sesleri duyuyordu. Sadece insan sesi değil hayvanlar ve doğadan sesler de vardı burada... Kemal ayakta uyumadığından emin olmak için kendini silkeledi. Dikkatini toparladı ve çevresine göz attı. Ses o kadar barizdi ki başkasının onu duymuyor oluşu Kemal'i bir kez daha çok şaşırttı. Hayal görmediğini biliyordu, rüyada değildi, halüsinasyon görmüyordu... Ve kesinlikle delirmiyordu.

Keşke bunlardan birisi olsaydı ama hayır. Kemal ne duyduğunun gayet farkındaydı. Sesteki bir şey en katı gerçeklikten bile güçlü biçimde Kemal'i bilinçli biçimde sarmalıyor ve gerçek olduğuna ikna ediyordu. Hatta bir an için ses yükseldi ve diğer iki arkadaşı da bir şey duymuş gibi duraklayıp dinleyen yüz ifadeleri takındılar.. Kemal artık çok çok emindi. Bu ses gerçekti. Gerçek olduğunu ispatlamak için bilinçli biçimde reddedilmez bir çaba harcıyordu.

"Sofu..."  diyordu ses. Sofu. Tekrar tekrar söylediği şey buydu. "Sofu.. Sofu'yu bul. Sofu'yu bul. Bırakma."

Kemal, Sofu'nun kim olduğunu o an için bilmiyordu ama onu bulacağından emindi. İçindeki bu sesin fısıldadığı sözcüklerden sonra hayatının geri dönüşü olmaksızın değiştiğini hissediyordu. Daha şimdiden sesin içindeki fısıltılardan bir şeyler çıkarmaya başlamıştı ve kanı donuyordu. İçi hem heyecanla alev gibi yanıyor hem de korkuyla kararıp buz kesiyordu. Büyük bir şey geliyordu. Dünya değişecekti. Yakında.

Çok yakında.

*****
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
2012: Ölülerin İntikamı 2. Bölüm
« Yanıtla #1 : 19 Mayıs 2012, 20:49:57 »
*****

Kemal gece karanlığında tek başına oturuyordu. Sokak lambasının ışığını perdeleyen koca çınarın gölgesindeydi. Oturduğu banka adeta çakılıp kalmıştı. Saatlerdir buradaydı. Mayıs gecesinin serinliğini hissetmiyordu bile. Dalgınca ağacı, yapraklarını, gökyüzünü, bulutları, yıldızları ve aydedeyi izliyordu. Geçmişini ve şimdiyi düşünüyordu. Geleceği düşünüyordu.

Geçmişinden gelen karanlık ve acıyı ne kadar geriye iterse itsin kaçış yoktu. Dünyada hep bir yabancı gibi hissetmişti. Ait olma hissine hiçbir yerde bir türlü yaklaşamamıştı. En yakınındakileri bile sokmamıştı iç dünyasına. Yalnız yürümüş ve tek başına karşılamıştı hayatın ona attıklarını. Yenilgileri zaferlerinden fazlaydı. Yaraları her defasında derinleşip daha çok kanıyordu.

Yorgun ve bitkin Kemal yıllar boyunca gördüklerini düşündü. Bütün o haksızlıklar, adaletsizlikler, yanlışlar, kötülükler, umursamazlıklar, hırsızlıklar.. Hepsi tekrar tekrar aklından geçti. Nefret, hainlik, şiddet, düşmanlık, ayrımcılık, istismar, aldatmaca, delilik, savaş, cinayet, fesatlık, fitne, garez...

"Oysa şimdiye yıldızlarda olmalıydık," diye derin bir tutkuyla fısıldadı Kemal. Hala yeryüzüne çakılıp kalmış olmak, bu cefakar dünyanın canına okuyarak onun bütün kaynaklarını bir intihar gibi hoyratça çarçur etmek ne büyük bir günahtı. İnsan bu nimetin farkında değildi, insan kördü.

Dünya üzerinde insanın kendine uyguladığı şiddetin ve kötülüğün bir sonu yoktu. Kemal aklının içinde danseden imgeler, sesler ve duygularla birlikte çalkalanıp duruyordu. İçinde bir fırtına kopuyordu. Sesin söylediği şeyleri hem anlıyor hem de anlayamıyordu.

Bir bakıma her şey çok ortadaydı ve dilinin ucundaydı ama öte yandan her şey çok karmaşık ve anlaşılmazdı. Kemal'in aklı bilinmeyenlerle boğuşurken sadece tek bir bilgiye sımsıkı ve bütün inancıyla sarıldı: Büyük bir şey geliyordu.

Orada oturup acıyla kıvranırken, cevaplar ve çözüm ararken aklının içindeki ses yine fısıldadı.

"Acısız olmaz ... Hazırlan." diye konuşmuştu Sesler.

Hazırlan sözcüğü öylesine söylenmemişti. Aslında sesin söylediği hiç bir şey öylesine söylenmiyordu. Her bir harf ve hece, her bir ses ve hatta sessizlik bile imgeler ve seslerle, duygularla doluydu. Seslerin fısıldadığı çok yoğun bir mesaj fırtınasıydı.

O gece çok uzun ve karanlık bir gece oldu. Kemal parkta sabahladı. Üzerinde sabah ayazının kalıntılarıyla kendine gelirken yarı sarhoş ve zamanın içinde kayıp gibiydi. Ay batıyordu. Yanında bir sokak köpeği ve bir kedi oturuyordu. Kedi, köpeğin sıcak koynuna sığınmıştı. Kardeşçe oturuyordular. Banka bir karga konmuştu. Karga bir bekçi gibi Kemal'in etrafında hoplaya sıçraya gezinip sanki bir melek gibi onu koruyordu.  Ağaçta bir baykuş onu izliyordu ve "puhu puhu" diye arada bir ötüyordu...

Kemal ayağa kalktı ve yavaş adımlarla evine doğru yürümeye başladı.

Sabah güneşinin ışıklarıyla beraber içindeki sesin ona söylediklerini şimdi biraz daha iyi anlayabiliyordu. Sofu. Sofu şu anda kilit idi. Sofu'yu bulmalıydı. Sofu çok önemliydi. Neden bilmiyordu ama bu çok tartışmasız bir gerçekti. Aklında bu düşünce parlıyor ve yükseliyor, ona ne yapması gerektiğini söylüyordu. Düşünce ve imgeler, sesler ona yol gösteriyordu.

"İstanbul. Seni İstanbul'da bulacağım Sofu. Hazırlanmalıyız. Geliyor, Sofu. Büyük Fırtına geliyor. Dünya bir daha asla eskisi gibi olmayacak," diyerek cebinden anahtarını çıkardı, evinin dış kapısını açtı Kemal.

****************

Kemal ailesine sadece İstanbul'da daha iyi bir iş bulduğunu ve oraya gideceğini söyledi. Babası ve annesi buna sevindiler. Başta biraz garip bulsalar da, Kemal'in garipliklerine zaten alışık olduklarından, bu aniden çıkan yeni iş ve yeni şehir mevzusunu çok fazla kurcalamadılar.

Hal böyle olunca, aile işi aradan çıkınca, geriye sadece iş meselesi kalmıştı. İstifa ve diğer mevzu.. Eda.

İşten istifa konusu hiç sorun değildi. Müdür Yardımcısı olan "beyaz" Faruk işin evrak kısmını kılıfına uydurcaktı. Faruk ve Savaş burada Kemal'in en yakın arkadaşlarıydı ve ikisi için de bu ayrılık kararını duymak büyük şok olmuştu. Açıkçası çok duygusal anlar yaşanmıştı. Erkeklik hormonu çok gelmiş koca çocuklar olan üçlü birbirine çok sıkı bağlıydı.
"A...  ko..., Baykuş. Şimdi gitmenin sırası mıydı? Bir daha ne zaman görüşcez kimbilir," diye homurdandı Savaş. Savaş ile Kemal'in kavga dövüşü bitmeyen dostlukları çok sıkıydı.
"Ölmüyoruz abisi. Şehir değiştiriyoruz. Hem oyunda görüşürüz artık. Benim hunter DPSim olmadan o yeni zindanı bitiremezsiniz zaten. Sizi yüzüstü bırakmam."
"Sokt..mun hunteri. DPSini si..m. Özlicez lan seni," diye üzgünce konuştu Faruk. "Nerden çıktı bu iş be olm. Ne güzel tıngır mıngır gidiyoduk işte. Hem zaten 2012'ye ne kaldı. Zaten kıyamet kopcak. Takılsaydık o zamana kadar böyle yumuşak yumuşak..."
"Gençler ben de sizi seviyorum ama gitmem lazım. Zamanı gelince size daha etraflıca her şeyi anlatırım."

Eski arkadaşlardı bunlar. Okulu bırak, mahalleden çocukluk arkadaşıydılar. Aralarındaki bağ çok güçlü ve çok derindi. Çocukluk arkadaşlarından zamanla kopmak zorunda kalırdın. Ve yeni edindiğin yetişkinlik arkadaşlarının çoğu ile ise yakın bir arkadaşlık ve güven ilişkisi, sadakat bağı kurmak çok çok zordu. Aralarındaki bağı kıymetli yapan biraz da buydu. Çünkü bunlar kopmamıştı. Beraber ne günler görmüş, neler yaşamıştılar. Anılar çok güçlüydü. Hem neşe ve kahkaha hem de acı ve üzüntü vardı ortak geçmişlerinde.

Koca koca adamlar bebekler gibi somurtarak kucaklaştılar. Ayrılık koyuyordu doğrusu. Kemal en son böyle ne zaman üzüldüğünü hatırladı. Yıllar önceydi. Daha 5 yaşında bir veletken yine taşınmaları gerektiğinde arkadaşı için ağlamıştı. Hem de ne içli içli ağlamıştı.

Kemal'in sonraki durağı 3. kattı. Beyazların katı. Burada muhabbet ettiği bir iki arkadaşı vardı ve onlarla kısaca vedalaştı. Gözleri bir yandan da Eda'yı arıyordu. Eda ortalarda görünmüyordu. Kemal koridora doğru yürüdü. Biraz da diğer bölümlere bakayım diye düşünüyordu.

Eda ile koridorun ortasında karşılaştılar. Siyah dalgalı saçları omuzlarından aşağı şelale gibi dökülüyordu. Siyah, çok şık bir tekparça elbise giyiyordu. Kısa eteği ve uzun topuklu ayakkabıları dikkat çekiciydi. Üst kısımda çok dar olan elbisenin açık 3 düğmesinden görünen dekolte göz alıcıydı. Buğday rengi teni ışıldıyordu. Gözleri yine bir bakışta buz dağlarını eritiyordu. Genç kadın acelesi var gibi hızlı hızlı ofise doğru yürüyordu. Kemal'i tam karşısında görünce birden yavaşladı. Yürüyüşü normal hıza geçti ama bakışları genç adamdan kaçtı.

Kemal durdu ve Eda'yı bekledi. Bir kaç adım sonra Eda da yanındaydı ve Kemal ile yüzyüzeydi. Genç kadın durmuş ve genç adamla gözgöze gelmişti. Yüz ifadesi çok ketumdu. Kemal sessizce inledi. Eda ona hiç şans tanımıyordu.

Kemal onu gördüğünde ne söyleyeceğini defalarca tekrar etmiş ve defalarca yazmıştı aklında... Ama şimdi Eda karşısındayken her şey birden bire tepetaklak olmuştu. Kelebek sürüsü kalkışa geçmişti. Kalbi küt küt atıyordu. Nefesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Terlemeye ve üşümeye başlamıştı. Aklındaki bütün sözler uçup giderken yerine yeni sözler geliyordu ve onları çaresizce düzenlemeye, ağzından çıkarmaya çalışıyordu.

Sonunda Kemal teslim oldu. Bıraktı ağzından olduğu gibi çıksın. Yorulmuştu Kemal. Her şey bu kadar zor ve belirsiz olmak zorunda mıydı? Hayat niye bu kadar sert ve acımasızdı? Bir şeylerin olmasını neden bu kadar zorlaştırıyorduk? Hayat zaten zordu, bir de biz insanlar bunu diğerlerine neden bu kadar zorlaştırıyorduk?

Bıraktı sözcükleri. Azad etti kalbini, verdi dudaklarını kalbine. Acemice, kırık dökük sözcüklerle, saflıkla ve içtenlikle; yeni yürümeye çalışan bir çocuk gibi düşe kalka çıktı sözcükler dudaklarından. Öyle saftı ve el değmemişti hisleri.

"Eda... Bazı şeyler oldu... İşten ayrılıyorum. Benim gitmem gerek. Seni görmeden gidemedim... Şimdiye kadar.. sana bakışlarımdan bir şeyler anlamadıysan, şimdi gözlerime bak. Anla."

Kemal durdu. Derin bir nefes aldı. Bir çocuk gibi kırılganlaştı. Hayatının dönemeçlerinden birindeydi.

"Gitmeden önce... Benimle bir çay içer misin, Eda? Sadece bir çay?"

Bir süre sadece gözgöze sessizce durdular orada. Sözün bitip gözlerin konuştuğu noktadaydılar.

Kemal içinde uçuşan kelebekler ve fırtınalarla, sarsılan ruhuyla orada dikildi. Kalbi çılgın gibi güm güm atıyordu, nefesi derin ve güçlüydü. Sessizlik her geçen saniye daha da büyüyor ve korkunçlaşıyordu. Sessizlik canavarlaşıyordu.

"Bana bir şey söyleyecek misin Eda?" Kemal'in bir işarete ihtiyacı vardı. Biraz cesarete ihtiyacı vardı. Eda'nın da biraz ilgi duyduğuna dair bir işarete ihtiyacı vardı. O zaman zorluklar çok daha kolay olacaktı. Belki bir yol açılacaktı.

Ya da bir yol kapanacaktı, hayır bile kabul ettiği bir cevaptı. Duymaya ihtiyacı vardı. Burada duymalıydı.

Eda sessizdi. Genç kadının yüz ifadesinden bir şey okumak çok zordu. Gözleri berrak ve ifadesi durgundu. Gözlerinde çok çalışılmış bir sakinlik vardı. Eda sessizdi. Kemal genç kadının içindeki duygusal karmaşayı ve dışarıya karşı bu kadar sıkı biçimde kontrol edilmesini görüyordu. Eda'nın içinde kendi sırları ve acıları vardı. Herkesin lanetleri vardı ve Eda'nın lanetleri de onu sımsıkı tutuyordu. Kemal bir dokunabilseydi onun yüreğine...

Her insan bir evrendi. Keşke Eda'yı keşfedebilme şansı olsaydı. Ama genç kadın buna izin vermiyordu. Zaman buna izin vermiyordu. Belki de kader bile buna izin vermiyordu.. İmkansızlıklar dört bir yanı kuşatmıştı.

Kader, düşüncesi Kemal'in aklında ağırlaştıkça ağırlaştı. Kaldırılamayacak, taşınamayacak kadar ağırlaştı bu düşünce. Kemal'in omuzları bu ağırlık karşısında çöktü. Kırık ve yaralı kalbiyle geriye bir adım attı. Kılıcını bu imkansız kalenin kapısı önüne sapladı ve son nefesiyle son duasını söylemeye koyuldu. Kanının son damlasına kadar çarpışmıştı, daha fazlası elinden gelmiyordu.

Dudaklarından "Elveda Eda," diyerek bir veda cümlesi söylemeyi istedi. Eda'yı ve Eda'yı seven Kemal'i oraya gömmeyi istedi. Ama içindeki Ses birden yönetimi ele almış gibi kuvvetle; dudaklarından çıkan kelimelere yeniden şekil verdi.

"Tekrar görüşene dek, hoşça kal."

Kemal arkasını döndü ve yürüdü. Kemal giderken kalbi hala Eda'daydı. Kalbi geri gelmemek üzere Eda'da kalmıştı.

*******
[/b]
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı
« Yanıtla #2 : 19 Mayıs 2012, 20:55:15 »
Daha önce de söylediğim gibi aynı hikayeye yeni bölüm yazdığınızda yeni konu açmıyoruz. Bunun yerine hikayeye yeni mesaj şeklinde yeni bölümü ekliyoruz. Zaten yeni mesaj yazarken başlığı değiştirme seçeneğine sahipsiniz. Lütfen bölüm bölüm yayınladığınız öyküleri aynı konu altında toplayınız.

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı 3. Bölüm
« Yanıtla #3 : 20 Mayıs 2012, 21:46:12 »


Bardaki buluşmaya ilk gelen Murat idi. Kemal'in eski sıra arkadaşıydı Murat. Okulda seneler boyunca hep aynı sırayı paylaşmıştılar. 100 yıldızlı bir otelde güvenlik şefi olarak görev yapıyordu Murat. O da Kemal gibi uçuk bir tipti ve çizgi romanlar, bilgisayar oyunları, fantastik romanlar konusunda kendini kaybedenlerdendi.

Murat bir de silah hastasıydı. Uzaktan da değil hani. Bir koleksiyoncuydu. Üstelik bazı koleksiyon parçaları da pek yasal sayılmazdı, o derece hastasıydı hani. Kemal onun bu aralar hafiften göbek yaptığını düşündü. Masa başı sorumlulukları artınca ve hareket azalınca bu normal diye kabullendi.

İkinci gelen Mehmet Ali idi. Mehmet Ali, söz konusu Türkiye normları olduğunda, daha ilk bakışta sıradışıydı. Küpeleri, dövmeleri ve giyinişi ile Mali tam bir Amerikalı film yıldızı gibi duruyordu. Mali bir siyahtı. Siyah derken zenci yani. Evet, bildiğiniz zenci ve Türk. Ataları Osmanlı sarayında kölelik yapmış ve haremağalığı görevinde de bulunmuş bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı Mehmet Ali. Yakışıklı ve çekici, çok zeki ve iyi eğitimliydi. Sosyal yanı gülüşü gibi ışıldıyordu.

Mehmet Ali bu arkadaş gurubunun en sevilen ve en nefret edilen üyesiydi. Çocukluğunun ilk yıllarında Mali ten rengi nedeniyle biraz zorluk yaşamış olsa da ergenlik ve sonra da üniversite döneminde zorluklar yerini nimetlere bırakmıştı. Mali kızlar arasında aşırı derecede popülerdi ve bu diğer arkadaşları için çok sinir bozucuydu.

Kemal, daha kapıdan içeriye adım atar atmaz bardaki hatunların yarısının ona doğru döndüğünü ve Mali'yi bakışlarıyla soyduğunu görebiliyordu. Bardaki hatunların diğer yarısı bunu yapmıyordu çünkü onlar henüz Mali'yi görmemişti.

Öyle işte.

"Kemo! Murti! Adamlarım benim!" diye içten bir gülümsemeyle konuştu Mali. İkisiyle de sımsıkı tokalaştı.
"Mali olm bırak bu Bronxlu zenci aksanıyla konuşmaları. Edirne'den daha Avrupa'ya geçmediğini ikimiz de biliyoruz. Kime hava atıyon? Kızlar zaten bir göz kırpmanı bekliyor kucağına atlamak için."
"Kalbimi kırıyorsun Kemalim. Sırf senin bu savını çürütmek için iki ay önce Fransaya gittim."
"Nasıldı lan?" diye sordu Murat. Kızlar nasıldı hacı demek istiyordu Murat. Murat'ın hayata bakışında kızlar, felsefesinin ve bütün eylemlerinin en temel odağıydı. Önce kızlardı Murat için.
"Fransa'da bir sürü siyah var. Bahse girerim işleri pek de öyle umduğu gibi gitmemiştir," diyerek güldü Kemal. Mehmet Ali de gülerek cevap verdi.
"Ben de aynen senin gibi düşünüyordum. Ulan orda rahat ederim, zaten bu memleketin hatunları tonla zenci görüyor diyodum. Abi inanmazsın, İstanbul'a gelene kadar ne Heidiler, ne Naomiler, Ne Evalar peşimden ayrılmadı. Her gece otele başka hatunla çıkmaktan utanmaya başladım. Resepsiyonist bayandı, ayıp oluyor gibi hissetim hep."
"Olm kolayı var. Türk misafirperverliğini ona da gösterseydin, üstelik seninki zenci ve damarlı," diye gevrek gevrek gülerek araya girdi Murat.
Kemal "Ayıboluyo..." diye gülerek kınadı Murat'ı. "Seviye ulan, seviyeyi koruyun," der gibiydi. Tamam eski dost ve çocukluk arkadaşı olarak konuşmaları süratle ergenlik muhabbeti dozuna inmeye çok müsaitti. Ama topluma açık bir yerde konuşmanın da bir adabı vardı, yan masadaki 6 hatunun yarısı bu konuşmayı dinlemek için kulaklarını on dört açmıştı.
"Ben de öyle yaptım Mırtık. Son iki gecemi Michelle'e ayırdım," diyerek güldü Mali. Murat da tebrikler eden bir omuz sıvazlamayla kahkayı bastı.
"Michelle?" diye sordu gülen Kemal.
"Resepsiyonist abla. 26 Yaşında. Sarışın, mavi gözlü, atletik, mizah duygusu gelişmiş ve çok ateşli. Bir de iç çamaşırı giymeyi pek sevmiyor."
"Haa, evet. Şimdi oldu." dedi Murat gülerek.

Bu esnada garson kız geldi. Genç bir hanımdı. Kumral bir ahuydu. Minyon ve çok güleç bir genç hanımdı. Buradaki garsonların giydiği beyaz gömlek ve bordo etekli kılık içinde de kesinlikle çok çarpıcı duruyordu. Kemal bu ablayı ilk kez görüyordu. Diğer kızları az çok tanıyordu. Murat ve Mali buranın müdavimleriydi ve genelde Kemal ile buluşma mekanları burasıydı.

"Ah, Tatlı Buse. Bana ve Murat'a her zamankinden. Sen ne içiyorsun Kemal?
"Portakal suyu lütfen. Buzsuz ama soğuk. Teşekkür ederim."
"Ah, hala yeşilaycı. İçkiye başlatamayacağız seni galiba. İçki yok, sigara yok, kızlar yok..."
"İçkinin tadını sevmiyorum biliyorsun. İçeceğim şey tatlı olmalı. Hamallık yapmayı sevmiyorum. Diğerlerine gelince, sigara..." diyordu Kemal. Murat bir sigara yakmıştı ve dumanını haince Kemal'e doğru üflüyordu. Kemal suratını buruşturdu. Murat güldü. İkinci nefesini Kemal'den uzağa üflerken sigarayı dumanı Kemal'e gelmeyecek şekilde diğer eline aldı. Murat severdi arkadaşlarını, arkadaşları için yapmayacağı şey yoktu. Yoktu.
"Sigara kokusuna çocukluğumdan beri dayanamıyorum."
"Murat o sigara yüzünden ceza kesilirse..." diyerek konuştu ve ucunu boş bıraktı Mali.
"Sana söylemeyi unuttum. Bu bölgeye yeni atanan Emniyet Müdürü bizim köylü. Dün kahvesini içmeye gittim. Çok hoşsohbet. Otele yemeğe davet ettim. Yanımızda iki çok hoş hanım da olacağı konusunda kendisine söz verdim."
"Rüşvetçi adi bir pisliksiniz Murat Bey. Sizinle muhabbeti kesmeliyim," dedi Mali.
"Geçen hafta az daha ehliyetini alıyolardı. Kim kurtardı lan seni, pis zenci?
"Peki, bazen kuraldışı vurmak gerekiyor diyelim," diyerek teslim oldu Mali. Birlikte güldüler.

"Eee, Kemo. Anlat bakalım hayat nasıl gidiyo?" diye sordu Murat.
"Gitmiyor."
"Nasıl yani? Sizin firmadaki abla meselesi ne oldu? Eda'ydı değil mi adı?" diye araya girdi Mehmet Ali.
"O konu, sorunlu," diyerek sustu Kemal.
"Sana bir kız bulalım." diye kurtarıcı bir üslupla araya daldı Murat.
"Abisi, afedersiniz s...cek hatun aramıyorum. Onu aramaya kalksam bizim de çevremizde bağlantıları olan tanıdıklarımız var. Üstelik kalitesini 5 yıldızdan tek yıldıza kadar parana göre ayarlarsın."
"Parayla demiyoz lan sibop, şen arkadaşlardan bir çevrem var, tanıştırırım. Beraber bi yerlere filan gideriz... Biraz eğleniriz. Parayla bişi diil," diye çıkıştı Murat.
"Hee lan. Ne parası. O iş için para vermem," dedi Mali
"Ben veririm, eğer verdiğim paraya değecekse," dedi Murat.
"Abisi o işe para vermek bana çok ters. Birilerinin zor durumundan faydalanmak gibi geliyor bana," diye konuştu Mali.
"Yok öyle bir şey. Üniversite mezunu olup ek iş ya da eğlence için bu işi yapanlar bile var. Düşmüşler kadar kendi isteğiyle bu yola girenler de var, atgözlüklülük etmeyin lan," dedi Murat.
"Bana ters," dedi Mali.
"Bana da," diye konuştu Kemal. "Eski bir şarkı vardı, belki hatırlarsınız. Mutaf söylüyordu. 'Sevmeden hayır, insanım ben' diyordu şarkı. Sevmeden hayır. Kalbimde bir şey duymadan bir hanıma sırf et açlığı ile el sürmek düşüncesi o hanımdan faydalanmak gibi geliyor. Bunu doğru bulmuyorum."
"Ya hanım bunu dert etmiyorsa ve o da halinden memnunsa. Onun da istediği buysa? Karşılıklı OK varsa nolcak, Kemal? Ya kimseyi kandırmıyorsak, her şey dürüstçeyse?"
Tam bu anda içkiler geldi. Murat ve Mali votka tonik ve tekila içerken Kemal'e portakal suyu gelmişti.

İçkiler içilirken konu hafiften dağıldı. Mevzu Kemal'in niye İstanbul'a geldiğine geldi. Kemal yuvarlak laflarla bir iş görüşmesi için geldiğini ve birkaç gün izin aldığını söyledi. Ayaküstü bir yalan uydurdu ama yalanının anlaşıldığının farkındaydı. Murat "çok da yedik, neyse yakında kokusu çıkar" diyen gözlerle bakıyordu. Mali "nasıl olsa ortaya çıkacak" diyen bir gülümsemeyle "tamam" diyordu.

"Eda?" diye sordu Mali yine. Arkadaşının duruşunun bu nedenle parçalı bulutlu olduğunu düşünüyordu.
"Bilmiyorum Memo. Bazen gözlerinde bir ışık görüyorum ve umutla doluyorum. Tam karşısına çıkma cesaretini topluyorum... Derken birden ışık gidiyor, karanlık ve soğuk geliyor, her yeri buzlar kaplıyor. Mesafe imkansızlaşıyor. Hem.."
"Hem ben zenciyim o beyaz, diyeceksin," diye araya öfkeyle girdi Murat.
"Aynen öyle."
"Bu mesele değil Kemal. Pek çok kız arkadaşım oldu. Çoğu gerçekten paraya o dediğin kadar önem vermiyordu." dedi Mali.
"Mali, yavrucuğum, eğri oturup doğru konuşalım. Samanlık seyran olur dönemi bitti. Hiçbirimiz kör değiliz. Ne olduğunu biliyoruz. Benim gözlemim; kızlar güvenlik ve rahatlık arıyor. Paralı koca arıyor. Bu onlar için aşktan, sevgiden daha önemli. Onları da suçlamak için söylemiyorum. İki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor. Dünya çok maddiyatçı bir yer oldu. Bırakın romantik masalları; Gerçek hayat öyle değil. Senin tuzun kuru, senin de Murat. Size bakan abla zaten baktığı adamların ne olduğunu görüyor. Falanca otelin Güvenlik Şefi; Film yıldızları, sanatçılar, işadamlarıyla aynı karede çıkan bir abi. Diğeri falanca otomobil fabrikasının parlak ve yükselen mühendisi. Siz zaten kızlar için potansiyel avsınız olm."
"Abartma be," dedi Murat. Rahatsız olmuştu. Salak değildi ve Murat da ciddi bir ilişki yaşayamamasının nedenlerini az çok biliyor ama hep bilmezden geliyor; Salağı oynuyordu.

"Hee be yavv, o kadar da değil," diye savuşturmaya çalıştı Mali de. Ama Mali kendisini bile inandıramadı. O da farkındaydı. Düzen bozuktu. Kızların çoğu ona kabuğundaki ışıltı için yaklaşıyordu, Mali'nin kalbini kaçı merak etmişti? Kaçı onun yüreğine dokunabilmişti? Onun bir yüreği olduğunu düşünmüş müydüler acaba? Gerçek Mali'yi bütün o renk ve ışıltıların ardında kaç kişi görmüştü? Belki sadece bir tanesi... Bir isim. Dört harfli o isim, hafızasındaki bütün hatun isimlerinden çok daha kutsal ve ağırdı Mehmet Ali için.

"Dünya çok g..t," diye homurdandı somurtan Murat.
"Dünya değil, düzen g..t," diye düzeltti Mehmet Ali.

"Aşk imkansız," diye bir diğer şarkıdan alıntı yaptı Kemal.

İmkansız aşkları hatırladılar. Hep birden gülümsediler. Beraber aşk acısı çekip geceyarılarına kadar birbirlerini teselli ettikleri lise yıllarına gittiler.

"Yılanlara içiyorum!" diyerek coşkuyla, tutkuyla kadeh kaldırdı Mehmet Ali. O da bir başka şarkıdan alıntı yapıyordu.
Murat da aynen coşkuyla, efkarla kadeh kaldırdı. Ne diziydi be. Ne sıcaktı. Nasıl da hasta olup izlemiştiler. Sonra çok şeyiyle dalga geçseler de, izlerken bile dalga geçseler de o dizinin hastasıydılar.

"Yılanın Hayat Hikayesine!" diyerek güldü ve arkadaşlarıyla kadeh tokuşturdu Kemal.

Üç kadeh havada defalarca tokuştu. Hüzün ve kahkaha kolkola girip kardeş oldu.

"Hadi kalkalım. Seni bir yere götürecem Kemal. Yeni keşfettik burayı. Aslan sayesinde. Aslan'ın yeni evinin komşusunu dinlemeye gidiyoruz. Adam bir üçlünün üyesi. Eski musikiden eserler çalıyolar. Bir dinle uçmazsan şerefsizim. Uçacaksın," demişti Mali ve hepberaber kalkmıştılar.

Kalkıp gittikleri yer Eski İstanbul meyhanelerinden kalan son meyhaneydi belki de. Tarihi bir yerdi. Geniş, loş ışıklı balıkçı meyhanesinin salaş salonu toplumun her kesiminden ve her gelir gurubundan, her sosyal katmandan insanla doluydu. Boş masa yoktu. Barba'nın Yeri hafta içinde yarı yarıya dolsa da, özellikle şu son haftalarda sahne alan Üçlünün etkisiyle, cuma akşamları hep hınca hınç dolu oluyordu.

Kemal arkadaşlarının rezerve ettiği masaya oturdu ve sırf ortama uymak adına önüne bir rakı bardağı çekti. Ama ağzına bile sürmedi. Salatadan ve mezelerden biraz atıştırdı. Sahne gibi yükseltilmiş kısımdaki bir masada biraz içip arada atıştıran ve çokca sohbet edip şakalaşan üç müzik üstadını arada bir gözlüyordu. Dostluklarının ve muhabbetlerinin ışıltısı güneş gibi aydınlatıyordu meyhaneyi.

Zaman ilerlerken bir noktaya geldiler ve masadaki üstadlar sandalyelerini biraz geri çekmeye ve beraberce meşk etmek için hazırlanmaya başladılar. Mekanın sahibi bu esnada gür ve kibar sesiyle meyhaneye seslendi.

"Değerli müdavimlerimiz, ilk kez gelenler, arada uğrayanlar. Hepiniz; Güzel insanlar. Hoşgeldiniz. Şimdi burada, bu gece bize Türk Musikisinden bir ziyafet sunacak üç kıymetli dostumu bir kez daha tanıtmayı diliyorum. Kanuni Arif Bey, namı diğer Çakır," Arif Bey adı söylenince mütevazi biçimde gülümseyerek elini kalbine koymuş ve meyhaneye göz gezdirerek selam vermişti. "Tamburi Cemal Bey, namı diğer Muhtar," derken aynı şekilde Cemal Bey de herkesi selamlıyordu,"ve Neyzen Eyüp Bey, namı diğer Sofu." Sofu da aynen diğer iki arkadaşı gibi selamlıyordu meyhanedekileri.

*****
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı 4. Bölüm
« Yanıtla #4 : 22 Mayıs 2012, 00:14:11 »
*************

Müziğin ilk melodileri ısınma tadında, karşılıklı Üstadların kısa geçişleriydi. Kısaca giriş yaptılar, seslerini açıp bir duyguyu yakalamaya çalıştılar. Bıraktılar doğaçlama biçimde ne çalacaklarına birbirlerine cevap vererek bulsunlar.

İlk girişten sonra Kanun öne çıktı. Kanunun tellerinden havaya saçılan sesler güzel ve engindi. Seslerde hayata duyulan sevgi ve varlığın zarafetine duyulan hayranlık vardı. Güzellik ve iyiliği kutsayan bir yürekle kanunun telleri havayı coşkuyla titretiyordu.

Tamburun tellerine vuran yürek deryasının dalgaları tutkulu ve zarifti. Dalgalardan doğan melodi bir deniz gibi engin ve berraktı. Ezginin varlığı hakim ve doluydu. Adım adım müzik akarken tellerden havaya yayılan seslerde artan bir gerginlik ve yoğunluk vardı. Üstadın yüreği müzik olup kanunun tellerinden havaya saçılıyordu. Yürekte gerçeklik vardı. Yürekte hüzün ve sitem vardı. Sitem kocamandı. Çünkü sevgi kocamandı. Bütün dünyaya; İnsanlara, yaşama, varoluşa ve yaratılışa duyulan sevgi bu büyük sitemin özüydü.

Ney üflemeye başladığında ilk sesle beraber yürekler bir yangınla tutuştu. Neyin sesi öyle içliydi ki üstadın kalbinden akan kanlı yarayı duymamak elde değildi. Kanayan yürekte gözyaşı vardı. Neyden yayılan nefeste güçlü bir öfke ve isyan vardı. Bir başkaldırı ses olup havaya saçılıyordu. Neyde  keder vardı. Adamın canına okuyan bir kederdi bu; Kişinin gözyaşlarında boğulmasına yol açacak kadar güçlü bir keder...

Çakır ve Muhtar dönmüşler ve Sofu'ya bakar olmuştular. Ney öyle içli, öyle hüzünlü bir taksim geçmişti. Ney durulduğunda alçak sesle kendi aralarında bir iki laf edip gülümsemiştiler. Neyzen gülümseyip başını sallamış ve bir iki kelime ederek tekrar üflemeye başlamıştı.

Tamburi ve Kanuni şimdi "heh, şimdi oldu" der gibi gülümsüyordu. Neyzenin yeni ezgisi gitgide ışıldıyordu. Meyhanedeki hava güçleniyor ve ışıldamaya başlıyordu. Keder arkada kalıyor ve neşe ile sevgi öne çıkıyordu. Ezgiler ışığın kutlu ve güçlü ışıltılarıyla renklenip parlıyordu. Hayat, sevgi, neşe ve aşkla doluydu bu yeni ezgi.

Dinleyenleri alıp götürmüştü bu yeni tema. Ruhlar adeta kanatlanmış ve bedenlerini bırakıp farklı bir varoluşun göğüne aşkla, sevgiyle, saflıkla yükselmişti. Yükselen sevdalı ruhların uçuşu kısa sürmedi. Kanun, tambur ve ney kutlu rüzgarlar olup ruhları sevgiyle kucakladı, onları kollarına alıp yukarılara kaldırdı. Yıldızlar daha yakın, güneş daha sıcak oldu. Enginlik özleri oldu. Bir, oldular.

***************

Aslan daha birkaç hafta önce taşındığı koca konak evinin büyük salonunda, tezgah başındaydı. Aslan'ın tezgahı bir düzineye yakın irili ufaklı ekran ve yarım düzineye yakın klavye ile yaklaşık üç düzine kocaman bilgisayar kasasından oluşuyordu. Bunlara ilave olarak bir dolu yan donanım vardı ama onları sayma zahmetine girmiyorum. Aslan bilgisayar ve internet işindeydi. Web işleriyle derin bir biçimde haşır ve de neşirdi.

Kendi işinin efendisi olan Aslan, siberalem denen bu dijital dünyada oldukça alçaktan uçup çok az radara yakalanan önemli abilerden biriydi. Bu internet ve programcılık işlerinden büyük paralar kazandığı gibi hatırı sayılır bir çevre de edinmişti. Yine de Aslan en çok da çok gizliydi. Kim olduğunu hatta varolduğunu bilenler çok sayılıydı.

"Aslan!" diye seslendi kapının eşiğinde görülen yarı çıplak Rus lolitası! Aslan'dan yarım karış uzun sarışın Rus afeti minicik bir havluya yarım yamalak sarılıydı. Rönesans heykeli kıvamındaki vücudu ıslaklığıyla ışıldıyordu. Banyodan yeni çıkmış Tatyana çok kızgındı. Sesi kendini hemen ele veriyordu. Bu fotoğrafçı ve fotomodel Rus güzeli Türkçeyi mükemmel konuşsa da böyle tepesi attığında Rus aksanı çok sert biçimde öne çıkıyordu.
"Ne var yine! Çalışıyorum burda Hayatımın Aşkı! Bi rahat ver be!"
Tatyana cevap olarak ayağındaki terliklerden birini öfkeyle çekip isabetle Aslan'ın kel kafasına fırlattı.
Aslan acıyla inledi ve 110 kiloluk ağır ve topsakallı gövdesini ayağa kaldırdı.
"Datlım gıymatlım, bak şimdi oraya gelip ağzını yüzünü dağıtcam! Noldu gene ya!!!"
"Şampuanımı bitirmişsin!" diye inledi ağlamaklı konuştu Tatyana. Sesi çocuksulaşmış ve kırılganlaşmıştı. Sömürü yapıyordu. Aslan'ın buna dayanamadığını biliyordu.
"Canımın içi, Fındıklı kurabiyem. Bir Tanem. Ben senin şampuanını kullanmıyorum ki. Kel kafam için zeytinyağlı köy sabunu kullanıyorum. Neden Kızıl Sonja'ya sormuyorsun?"

Kızıl Sonja lakaplı Melek, bu ikisiyle aynı evi paylaşan bir dansçı ahuydu. Lakabını fazlasıyla hak eden Melek, kızıl saçları ve dansçı vücuduyla her erkeğin fantezilerinin kraliçesiydi. Son üç senedir bu üçü aynı evi ve ilginç bir arkadaşlığı-ilişkiyi paylaşıyordu.

"Melek benim şampuanımı kullanmıyor. Onunki çilekli!" diye yine yaygarayı basarak konuşmaya başladı Tatyana.

Aslan yine kızmaya başlıyordu. Bu kızsal konular son zamanlarda yine sabrını zorlamaya başlamıştı. Kızların azgınlık dönemi yaklaştıkça etraflarına saçtıkları kızgın elektrik de başa bela oluyordu.
"Hayatım, ben senin şampuanını HİÇ kullanmıyorum. Bana niye kızıyosun anlamadım!?"

"Tekila!" diye seslendi Tatyana.
Önce bir şey olmadı. Sonra üst kattan bir kıltopu, merdivenleri deprem gibi bir gürültüyle indi. Kocaman bir Saint Bernard cinsiydi bu köpek.
"Tekila, git ona" diyerek Aslan'ı işaret etti. Tatyana.
Tekila hemen, hevesle Aslan'ın yanına gitti, ayaklarının dibine masum, şapşal ve sevimli bir suratla oturdu. Aslan şu anda bu köpekten çok nefret ediyordu. Şimdi hatırlıyordu. Dün gece epey bir içtikten sonra Tekila'ya banyo yaptırdığı gibi bir rüyayı hatırlıyordu... Sırf uyuzluk olsun diye Tatyana'nın şampuanı ile yıkamıştı kuçuyu. Rüya aslında pek rüya değil gibiydi. En azından Tekila öyle değilmiş gibi kokuyordu. Pire torbası, diye masum köpeğe küfretti Aslan. Tekila onun yüzünü her zamanki gibi sevgiyle yalayıp salyaya buladı.

"Kokuyu alıyor musun, hayatım?" derken kasıtlı olarak sert bir Rus aksanıyla sormuştu Tatyana. Aslan kokuyu alıyordu, hem de nasıl. Bu bela kokusuydu. Tatyana canına okuyacaktı. Aslan bir kez daha içkiyi azaltması gerektiğini kendine hatırlattı. İçmek son zamanlarda epey baş ağrıtıcı olmaya başlamıştı.

Tam böyle konuşurlarken içeriye Melek girdi. Dün geceki dans gösterisinden sonra epey bir yorgun ve geç saatte eve gelmişti. Anlaşılan 24 saatlik uykusundan daha yeni kalkmıştı. O da yarı çıplaktı. Yatarken giydiği giysiler zaten hep minicikti ve çok inceydi.

"Kavga mı var?"
"Biraz," dedi Tatyana. Somurttu.
"Barışcak mısın?" diye hevesle sordu Melek. Bu evde barışmalar hep çok sıcak ve eğlenceli olurdu.
"Bilmiyorum."
"Kızlar, cidden çalışmam gerek," diye inledi Aslan...
Kızlar tam aralarına alıp Aslan'ı barışma için uygun kıvama getirmeye başlayacakken kapı uyarısı geldi.

Evin çok gelişmiş güvenlik sistemi, bahçe kapısını çalan yüzleri duvardaki dev ekranda gösteriyordu.
"Ah, misafirler var. Tam zamanında. Kızlar, hadi gidip giyinin."
"Biz çok giyiniğiz," diye çıkıştı Tatyana.
Tatyana ile tartışmanın yararsızlığını bir kez daha hatırladı Aslan. Derin bir nefesi bıkkınlıkla verdi...

Kapıdaki karşılama çok içtendi.
"Baykuşum Kemalim! Canım benim! Hoşgeldin." diye karşıladı Aslan. Diğer iki serseriyle de candan tokalaşıp hepsini içeri aldı.
"Hoşbulduk, Aslanım benim," diye gülerek tokalaştı ve arkadaşına sarıldı Kemal. Sekiz aydır görüşmüyordu Aslan'la.

"Kemal!!!" diye bağırarak koştu Tatyana. İçtenlikle atılmıştı boynuna. Neredeyse üzerindeki havlu düşecekti. Öyle şiddetli bir kucaklamaydı Lolita'nınki.
"Nasılsın!"
"Tatyana! İyiyim seni peri kızı! Sen nasılsın!"
"İyi! Ama bu arkadaşın beni çok üzüyor!"
"Olamaz!!! Aslan! Sen ne yaptın!" diye öfke ve sitemle bağırarak sordu Kemal!
Aslan bu her zamanki takılmalardan biri karşısında yine sıkkındı. Üstelik Tatyana'nın onu kızdırma çabaları birkaç cepheden aynı anda başarı ile yürüyordu.
"Aile mücevherlerimizi bu kadar bonkörce sergilemen biraz teşhircilik değil mi hayatım?" diye sinirli sinirli sordu Aslan. Tatyana'nın havlusu kucaklaşma sonrası daha bir sağa sola kayıp daha az yeri örter olmuştu.
"Bu çirkin adamdan ne zaman sıkılırsan, seni bekleyen bir aşığın olduğunu sakın unutma, Tatyana," diyerek Aslan'ı kızdıran klasik şakalarını tekrar etti Kemal.
Aslan bıkkınca öffffledi. Ne haliniz varsa görün diyen bıkkın bir biçimde arkasını dönüp bilgisayarlara yürüdü.
"Sana bir kız buldum Kemal," diye heyecanla ve kızsal bir coşkuyla gülerek anlatmaya başladı Tatyana."Anlat ona Melek," diyerek Melek'ten de yardım istedi Rus güzeli. Melek da Kemal'e yapışmış gülümsüyordu.
Kemal "Kızlar, yapmayın ama, lütfen.." diye yalvarıp inlerken Melek anlatıyordu. İki güzel ve yarı çıplak çöpçatan Kemal'in kollarına girmiş, bıdı bıdı konuşarak sürüklüyordu.
"Kız yolda Kemal. Gemiyle geliyor."
"Karadenizde bi yerde olmalı şu aralar. Tatilini burada geçirecek."
"Bir fotomodel. Tam bir afet."
"Çok iyidir, çok tatlıdır. Tapacaksın..." diye ateşli ateşli ve neşeyle gülerek, heyecala anlatıyordu Melek ile Tatyana. İki kız bu çocuğa bu kez kesin bir hatun bulduklarına inanıyordular!

Kemal'i bu kuşatmadan kurtaran şey sadece çetenin diğer iki üyesinin de gecenin bu geç saatinde gelip onlara katılması oldu.

Bu arkadaş gurubunun diğer iki bayan üyesinden biri olan sarışın ve minyon güzel, bilgisayar dahisi Serap, yani namı diğer Matross(matrix-macross) ilk gelendi. Matross da Aslan gibi radarın altında uçan bir siber alem neferiydi. Matross dehşet bir programcı, bir net efsanesiydi. Sessiz, sakin, çekingen mizaçlı ama işinde en iyilerden biriydi. Matrix filminin ve Macross animesinin hastasıydı.

Taksici ile ücret pazarlığı daha doğrusu ücret kavgası yapan diğer kız ise Duru'ydu. Zisi  ya da Zihni(!) Duru. Zihni Sinir Duru. Uçuk, kaçık ve bir mucit olan Duru zengin babasının paralarını acayip icatlar ve projeler peşinde harcayan şımarık bir tek çocuktu. O da ufak tefek bir şeydi ve minyonlara has mükemmel hatlara sahipti. Beyaz tenli ve siyah saçlı bir çıtırdı. Çapkınlığı da arkadaş çevresinde çok ünlüydü.

Gecenin geç saatine rağmen arkadaş gurubu şen kahkahalar ve hoşsohbet ile koca bir yumak olup yedi ve içti. Haftasonunun büyüsü ile sabaha kadar neşeyle eğlendiler. Laptoplarının ve Aslan'ın bilgisayarlarıın başına oturup WOW oynamaya başladılar.

Sekiz kişilik gurup, sürekli online olan diğer iki arkadaşlarının da yardımıyla, 10 kişiyi sorunsuzca tamamladı ve yeni bir raid zindanı olan Ateşin Gazabı Derinlikleri'nde üçüncü seferine başladı. Önceki günlerdeki ilk iki denemeden elde ettikleri deneyimi ve son konuştukları taktikleri kullanarak süratle ilk Boss'u indirdiler.

İkinci Boss biraz daha zordu. İki tank ile zor ve çok tüketici bir kavgayı vermelerine rağmen zafer yine onlarındı. Üçüncü ve Dördüncü Bosslar nispeten kolaydı. Gurubun uyumu çok yüksek seviyedeydi. Birbirlerini çok iyi tanıyordular. Ne zaman, ne olduğunda kimin ne tepki vereceğini, neyi yapıp neyi yapmayacağını çok iyi biliyordular. Defalarca wipe olmaktan kurtuldular, diğerlerinin açıklarını süratle kapatıp son boss a kadar gelmeyi başardılar. Uyum ve takım çalışması anlayışları çok iyiydi.

Beşinci ve son Boss için durma kararı aldılar. Sabah ezanı okunuyordu ve içlerinden bazılarının cumartesi günkü oyun maratonları için biraz uykuya ihtiyacı vardı. Mola verenler birkaç saat uyumak için üst kattaki sessiz odalara çekilirken Kemal de bir bahane ile bir süre evden dışarı çıktı.

Aslan'ın komşusu olan Sofu'nun eski, taştan köşküne doğru yürüdü. Bahçe kapısı kolayca açıldı. Bakımlı ve nefes kesen güzellikteki bahçeden içeri nefesi kesilmiş halde yürüdü. Sarhoş gibi yürüdü Kemal.  Bahçeden içeri kapıya doğru giden adımları başka bir alemde adımlar gibi hissettiriyordu..

Elini uzattı zile. Tereddüt etmedi ama bir an için durdu. Derin bir nefes çekti.[/b]

**********
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı 5. Bölüm
« Yanıtla #5 : 25 Mayıs 2012, 21:47:36 »
*******************

Eyüp Hulusi Akpınar ya da namı diğer Sofu için söylenebilecek çok şey vardı ama bunlar arasında "ihtiyar" kelimesi yoktu. Evet Sofu yaşlıydı ama onun geniş omuzlarını ve dinç yürüyüşünü gören birisi kesinlikle bu adamın 60 yaşından büyük olduğuna inanmazdı. Eyüp Hulusi kaslı vücudundaki dövmeler ve kulağındaki küpesi ile ihtiyar bir neyzenden ziyade yıllanmış kaşar bir Harley & Davidsoncuya benziyordu.

Yaşlı ama hala muktedir üstad sabah namazını kıldıktan sonra şimdi çayını demliyor ve yeni güne hazırlanıyordu.

Sofu sabah serinliğine karşı tutuşturduğu şöminesinin karşısındaki koca koltuğuna yerleşti ve neyini eline aldı. Aklının biraz huzura ihtiyacı vardı. Dün gece yine o Sesler gelmişti.

Hayır delirmiyordu. Aklı başındaydı. Seslerin gerçek olduğunu biliyordu. Sesler üçüncü kez gelmişti. Bu defa tam da orada Çakır ve Muhtar ile fasıl ederken gelmişti sesler.. O iki kelime gece boyunca kulağında çınlayıp durmuştu. O iki kelime hala kulaklarında çınlıyordu.

Çınlama sesi bir anda kapı ziline dönüştü. Bu saatte hayırdır inşallah diye düşündü Sofu. Seri adımlarla yürüdü ve kısa sürede kapının önündeydi.

Sofu yaşlıydı ama salak değildi. Tedbirli biçimde kapının gözetleme deliğinden baktı. Tek başına bir genci gördü. Kılık kıyafetine, saçına başına da baktı. Ama en çok yüzüne ve gözlerine baktı. Aklındaki süzgeçten geçti delikanlı. Sofu daha fazla beklemeden yine hayırdır inşallah ve besmele çekerek kapıyı açtı.

"Buyur delikanlı?" diyerek karşıladı Neyzen.

Kemal ne diyeceğini bilemez haldeydi. Sofu işte karşısındaydı. Ona ne diyecekti? Bunun düşünmüş, düşünmüş ve düşünmüştü ama sonuçta içine sinen bir konuşmayı bir türlü biraraya getirememişti.

Kemal orada sıkıntı ile kıvranıp ne söyleyeceğini bulmaya çalışırken Sesler bir kez daha fısıldadı.
"Tanrı Misafiri..."

Bu fısıltının içinde binlerce renk, yüzlerce imge, sayısız ses ve duygulardan bir derya doluydu. İki kelimenin içinde anlatılan şey kitapları doldururdu.

"Adım Kemal. Ben, ...tanrı misafiriyim," diyerek konuştu Kemal. Bu sözler, Sesleri duyduğu anda ağzından kendiliğinden dökülmüştü. Kendisi de şaşkın ama aynı zamanda her şeyin; Sözlerin anlamının, Sofu'nun da bu sesi duyduğunun, aynı yolun yolcusu olduklarının farkındaydı...

Gece boyunca kulağında esip, yüreğinde yankılanan bu iki kelime, karşısına et ve kandan bir delikanlı olup dikilmişti. Sofu gülümsedi. Hiç tereddüt etmedi. Kaderin ona getirdiklerine karşı Sofu hep açık yürekli ve cesur olmuştu.
"Benim adım da Eyüp. İçeri gel, Kemal. Yeni çay demledim."
"Selamün aleyküm," diyerek kapıdan içeriye ilk adımını attı Kemal.
"Aleyküm selam," diyerek onu evine kabul etti Eyüp Hulusi.

Demleniş çaydan ilk bardakları sessizce içtiler. Bu rahatsız edici bir sessizlik değildi. Daha ziyade sakin ve dingin, biraz da rahatlamış bir sessizlikti.

"Çayın güzelmiş, eline sağlık," diyerek saygılı ve samimi bir tonda konuştu Kemal.
"Afiyet olsun," diyerek bu güzel sözleri kabul etti Sofu.
"Çok güzel bir evin var, Eyüp Üstad," diyerek gerçekten de muhteşem bir müzeyi andıran ve aynı anda da sıcak bir Eski İstanbul Konağı olan ev için beğenilerini söyledi.
"Teşekkür ederim. Baba yadigarıdır. Arkadaşlarım bana Sofu der, Kemal. Şakayla karışık bir isimdir bu.  Senin bir ikinci adın var mı?" diyerek merakla sordu Sofu.
"Baykuş derler bana da. Uğursuz ve felaket tellalı olduğumu söylerler."

Sofu şimdi ona daha dikkatli ve çok daha kılı kırk yaran zeki gözlerle kısaca baktı. Aklındaki çeşit çeşit ve yılların tecrübesiyle oluşmuş süzgeçlerden geçirdi delikanlıyı. Üçüncü bir gözle baktı Kemal'e adeta. Gülümsedi.
"Belki öylesin, belki değilsin. İnsanlar anlamadıkları ve bilmedikleri şeyden çok korkar, rahatsız olur. Bilmek bu devirde pek, revaçta değil. Yani korkunun çağında, cehaletin çağında yaşıyoruz. Hem, Gerçek, pek öyle herkesin kaldırabileceği bir şey değil artık," diyerek konuştu Sofu.

"son çağrı yakında... kendini hazırla..." diye onların konuşmasını bölerek yine ikisine birden fısıldadı Ses.

Sofu ve Kemal göz göze gelip iliklerine kadar ürperdiler bu sesle. Bu sesin ve sözlerin tonu çok ciddi bir uyarı ve aciliyet dolu bir telaş yüklüydü.

İkisi de bu sözleri ve sözlerle gelen bütün duyguları, ağır imgeleri iliklerine kadar duymuştu. Kemal içinde değişimi hissediyordu.. Arzularını ve rüyalarında yaptıklarını düşünüyordu. İçindeki dürtülerin onu ittiği yönde içinde yeni bir şey uyanıyordu ve hemen şimdi, burada bu olay bir ilahi tezahür gibi yaşanıyordu.

"Tanrı misafiri. Bu yolun sonuna dek birlikte yürüyeceğiz galiba. O halde arkadaşlığımız hayırlı olsun inşallah," diyerek konuştu Sofu. Ayağa kalktı ve eliyle Baykuş'u davet etti.
"Yukarda boş bir sürü oda var. Bir tanesini beğen Baykuş. Benim önerim çınar dallarına komşu olan oda. Çocukluk odamdı. Dolunaylı yaz gecelerinde odaya ayışığı dolar. Ay ve bulutların dansını izleyerek uykuya dalmak gibisi yoktur," diye konuşarak önden yürüdü Sofu.
"İyi satış yapıyorsun, Sofu"
"Aileden tüccarız. Şarap işindeyim."
"İlginç," diye cidden şaşırarak konuştu Kemal. Namazla şarabın yanyana oluşu ilginç gelmişti.
"Gerçekten de öyle. İnsana çok farklı bir bakış açısı kazandırıyor.." diye gülümseyerek, sohbet ederek  üst kata çıktılar.

Arkadaşlıkları işte böyle başladı. Tarih 22 Mayıs 2011 idi.


*****************

Aylar sonra... Bir Ekim günü... 27 Ekim 2011...

Kemal yastığa başını vururken gecenin daha çok erken saatleriydi. Güneş daha yeni batıyordu. Sarhoş gibi hissediyor ve çok ağır düşünebiliyordu. Tepkileri neredeyse içgüdüsel boyuta inmişti.  Gün boyunca durgun ve yorgun gibi, uykulu, miskindi ama şimdi resmen ayakta uyuyordu. Kafası sarhoş gibi uyuşuk ve uçuştaydı.

Zorlukla kendini eve attı. Üst kata çıkışı ise çok daha zordu ve kendini yatağa atışını hiç hatırlamayacaktı.

Güneşin batışından itibaren hiçbir şey kolay değildi. Uyku Kemal'i yuttuğu andan itibaren Baykuş kanatlarını açmış ve bir fırtınanın içine dalmıştı.

Fırtına kocamandı ve bütün göğü kaplıyordu. Karanlık ve soğuk her yeri kaplamıştı. Yağmurdan tokatlar ruhunu acımasızca dövüyordu. Şimşekler karanlığı yırtıp can yakan bir ışık kıyametini mızraklar gibi karanlığın böğrüne savuruyordu.

Kemal duyguların girdabında soluksuz savrulup duruyor, boğuluyor, yıkılıyor ve kavruluyordu.

Acı vardı. Acı hep oradaydı. Acı değişmez bir sabitti. Sonra yalnızlık vardı. Derken karanlık ve soğuk. Küçüldü, küçücük kaldı. Ayakta durmaya çalıştı ama ağırlık çok fazlaydı. Yere yıkıldı.

Yılgınlık ve teslimiyet hisleri çok baştan çıkarıcıydı. Onlara teslim olmak çok kolaydı.

Kemal kolayı seçmedi.

İsyan içini sardı. Öfke içinden yükseldi. Öfke ne kadar da tanıdık ve tatlıydı. Öfke kendini bildi bileli içinde duyduğu en yakın arkadaşıydı. Körlüğe, aptallığa, kolaycılığa ve kötülüğe karşı duyulan bir koca öfke...

Kemal'in içi fırtına ile çalkalanıyordu. Öfke ve isyan ile birlikte içindeki acı da büyüktü. Dünya ve insanlar kötülüğün pençesinde büyük acılar çekiyordu. Açlık, susuzluk, açgözlülük, kıtlık, kibir, oburluk, düşmanlık, fesatlık, hırsızlık, adaletsizlik, kandavası, anlayışsızlık, fitne, garez... Kemal dünyayı sevmiyordu. Kemal insanların teslim olmuşluğunu ve kaybolmuşluğunu sevmiyordu. Kemal bu umutsuzluk ve kabullenmişlik cehenneminden nefret ediyordu.

Bütün bu duygular yüzlerce imge ve sesle karşısına çıkıp Kemal'i acımasız bir kucaklama ile işkencelere salıyordu. Kemal uzun süre bu duyguların ve imgelerin cehenneminde kayboldu. Ruhu kamçılandı ve dövüldü, hırpalandı, kesildi ve biçildi; İçi acı ve kanla yıkandı.

Sonra bir başka ses yavaş ama kararlı biçimde yükselmeye başladı.

Ses önceleri neredeyse duyulmayacak kadar zayıf, belirsiz ve silikti. Sonra ses toparlandı. Ses kendi iç karmaşasını aştı ve yükselmeye başladı.

Kemal'in iç karmaşası ve karanlık fırtınası bu sesten akan güçle dağılmaya başladı. Bu ney sesiydi.

Neyden üflenen sesin ezgisi adeta Baykuş'a bir çift fazladan kanat gibi gelmişti. Baykuş şimdi çok daha güçlüydü. Baykuş yalnız değildi. Melodi rüzgar olup kanatlarını dolduruyor ve ruhunu yükseklere taşıyordu. Ruhu fırtınanın ve acıların çok üzerine doğru yükseliyordu. Kemal uçuyordu. Kemal yıldızlara kanatlanıyordu.

*****

Sofu gecenin içinde kendi karmaşası ile yüzleşmişti. Güneşin batışıyla birlikte üzerine kara bir canavar gibi çöken karanlığa karşı neyini bir silah gibi kullanmıştı. Neyden yükselen ruhunun ezgileri karanlığı yavaş ama çok kararlı bir biçimde savuşturup parçalamıştı. Sofu bu sınavı aştıktan sonra içinde duyduğu kabaran endişe hissine kulak vererek Kemal'in odasına bakmaya gitmişti.

Kemal'i kanter içinde yatağında yüzerken görmüştü. Genç adam sanki işkence çekiyor gibi uykunun kollarında kıvranıp inliyor ve acıyla kasılıyordu.

Sofu genç arkadaşının yatağının ucunda yere bağdaş kurup neyine üflemeye başlamıştı.

***********

Kemal sabah olurken güneşin ilk ışıklarıyla birlikte yeni güne gözlerini açtı. Ruhunda ve kulaklarında Sofu'nun neyinden yükselen ezginin teması şakıyordu.

Neyden yükselen ses çok kutluydu. Sesler ışıktandı adeta. Umut ve güç vardı orada. Tazelik ve kıvılcımlar saçan bir enerji vardı. Kemal seslerdeki bilgeliği ve idrak edilmiş ama adı konmamış gerçekliği duyabiliyordu.

Sofu şimdiye kadar hiç üflemediği kadar yüksek bir temayı üflüyordu. Bu tema Kemal'in ayaklarını yerden kesiyor ve ruhunu geleceğe dair muhteşem bir enerji, bir arayışla dolduruyordu. Temada umut ve barış vardı. Tema birliğe ve gerçeğe dönük bir temaydı. Burada göğe kanatlanan bu ezginin içi ışık ve sevgi, anlayış ve kucaklama doluydu.

Kemal elinde olmadan güçlü bir sıçrayışla ayağa kalktı. Yüzünde canlı, hayat dolu, umut dolu bir gülümseme vardı. İçinde bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. Değişim sürüyordu. Değişim sürecekti. Dünya değişmişti ve yolun önündeki engellerin çoğu artık çok daha az göz korkutucuydu. Kemal artık daha güçlüydü. Farkında olmadan bu düşünce içindeki öfkeyi ve tepkiyi, içindeki isyanı da tetikledi.

İsyan duygusu da en az umut ve sevgi kadar güçlüydü. Belki de isyan sevgiden doğduğu için bu böyleydi.

Neyin sesi kesildi. Yavaşça neyi dudaklarından uzaklaşırken Sofu gülümsedi. Saatlerdir kapalı olan gözlerini ışıldayan sabaha açtı.

"Günaydın, Baykuş," diyerek selamladı.

"Günaydın, Sofu" diyerek aynı gülümsemeyle selamladı Kemal.

"Gece biraz sert geçti," diyerek laf attı Sofu.
"Evet, hissettim," diyerek geceki olağanüstü deneyimin paylaşıldığını anlamış olarak konuştu Kemal.

Sofu konuyu bir anda değiştirdi. Kemal şaşırmıştı buna.
"Eda'yı en son ne zaman gördün?"

Kemal çınar dallarının arasından süzülen sabahın ilk güneşine baktı. Çılgın bir mavilik gökyüzündeydi. Gördüğü en güzel bulutlar bu deli mavi üzerinde şaşalı bir geçit resminde sanki onu selamlıyordu.
"Sanki yıllar oldu. Ama... Gerçekte sadece birkaç ay oldu. İşten ayrıldığımdan beri onu görmedim."
"Salaklık ettiğini düşünmüyor musun?" diye dobraca ve itham etmeden, arkadaşca sordu Eyüp Hulusi.
Kemal kaşını kaldırarak şaşkın ve birazda sitemli sordu.
"Nasıl yani?"
"Salaklık etmişsin," diye başladı Sofu. "Daha ısrarcı olmalıydın. Açık bir hayırdan başka bir cevabı kabul etmemeliydin. Sen tutup hemen küsmüşsün. Kolay mı geldi hemen kendine acımaya ve ezikliğe sığınmak?" diye çomak sokarak sertçe konuştu Neyzen.
"Kolay? Kolay? Kolay!" diye şaşkınlık ve öfkeyle inledi Kemal'in sesi.

"Kolayca kendime acımaya ve ezikliğe mi sığındım?" diye yıllardır içinde bastırılmış ve kimseye söylenmemiş bir sitemle konuşmaya başladı Baykuş. "Hayatım kendimi bildim bileli kocaman imkansız bir kavga. Bütün yollar tutulmuş, bütün taktikler tükenmiş, bütün köprüler yıkılmış, gemiler yakılmış. Hayatım uzun bir son savunma. Bitmeyen bir kuşatmanın içinde bir hayatta kalma kavgası. Hayatım bir özgürlük kavgası. Üzerime atılan her şeye rağmen, defalarca yıkılmama rağmen hayattayım. Ayağa kalkmak için kendimi parçalayıp duruyorum. Teslim olmuyorum, köle olmuyorum, pazarlık etmiyorum. Altın ve mücevherli bir gerdanlık gibi sunulan kölelik tasmasını reddediyorum. Ölene kadar pes etmeyeceğim. Sen ne diyorsun be Sofu! Sen ne diyosun! Karşıma geçip bana ne diyorsun!? Ne kolayından bahsediyosun?!"
"Biraz umut ışığı görseydim yine de başımı bu kuşatmadım çıkarırdım bunu bil. Buluşmak için bütün ateşleri göze alıp koşardım. Ama bu işin tek taraflı olmadığını sen de bilirsin Neyzen. İki taraf da yanmayı göze almadan kavuşma olmaz."

Sofu aldığı tepki karşısında gülümsedi. Memnun bir gülümsemeye çok benzeyen bir gülümsemeydi bu. Ama Kemal'in öfkeli ve hüzülü, düşünceli hali bu gülümsemeyi görecek halde değildi.

"Hem, sen kimin tarafındasın?" diye hala öfkeli ve gözü bir şeyi görmezce konuştu Kemal.
"Adaletin."
"Bazen insanın gerçek ne olursa olsun, adalet ne olursa olsun, arkadaşının tarafında olması gerekir Sofu. Bu, bir arkadaşın yapmak zorunda olduğu seçimlerden biridir."
"Evet. Ve bazen de insanın arkadaşının iyiliği için adaletin tarafında olması gerekir. Adalete ihtiyacın var Baykuş. Haksızlık etme ona. Onun ne durumda olduğunu bilmiyorsun."

Peki o benim ne durumda olduğumu biliyor mu diye bağırmak istedi Kemal. Ama bağıramadı. Ağzını açamadı. Baykuş sadece düşünceli biçimde sustu.
Sofu ayağa kalktı ve elini dostça Baykuş'un omzuna koyup konuştu.
 "Allah yardımcın olsun. İnşallah kavuşun."

*********************
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı 6. Bölüm
« Yanıtla #6 : 27 Mayıs 2012, 21:45:36 »

21 Kasım 2012 günü... Bütün arkadaş gurubu toplanmış Aslan'ın evinde eğleniyordu. Şey, yani, ilk başlar eğlenceliydi. Ama sonra akın ters gitmeye başladı. Oyuna yeni eklenen zindan epey zorluydu ve dahası herkes biraz sarhoş gibiydi. Hatalar üst üste gelmiş ve defalarca wipe olup mezarlığa dönmüştüler. Eğlence kısa sürede işkenceye dönüşmüştü ve bir mola vermeye karar vermiştiler.

Geyiğin bini bir paraydı. Gırgır şamata gidiyordu. İçlerinde bir tek Aslan mutlu değildi. Aslan yapı olarak zaten genelde tam bir Huysuz Şirin idi. Bir de Tatyana ile kavga ettikten sonra iyice çekilmez oluyordu. Dalaşacak yer arıyordu. Bulmakta hiç geçikmedi, zaten bu konuda hiç zorluk çekmezdi Aslan.

"...Lan Baykuş, sen de tepemi attırıyosun zaten. Hani lan?! Hani her şey güzel olacaktı? Bize nutuk atıyodun, Matross'la çevirdiğin dümenleri ve yazdığın blogları da biliyorum, sürüyle eposta saçıyosun etrafa! 2012 geliyordu? Bu Maya takviminin sonuyla dünya yeni bir çağa girecekti? Daha önce hiç yaşanmamış bir döneme girecekti hani dünya? Nerde? Nerde aydınlanman? Nerde güzel günler? İyi insanlar parlayacak ve bize yeni bir çağa doğru yol gösterecekti? Bak 2012 bitiyor? Hala ortada bi b...k yok!. Nasıl olcak bu iş? Hee? Nasıl !?"

Kemal her şeyin farkındaydı. Aslan'ın stres atmaya çalıştığının farkındaydı ama bu fırsatı bir kaç nedenden ötürü kaçırmayacaktı.

"Beni hep kulağınla değil başka bi tarafınla dinledin Aslan," diye gülümsedi Kemal. Aslan'ı severdi. Bazen çok öküz olsa da Aslan'ı severdi. "Beni hala dinlemiyosun, Aslan. Ben hiç 2012 demedim. Ağzıma ve kalemime o tarihi hiç almadım. 28 Ekim 2011 dedim. 2012 diyenler diğerleri."

"Oha lan!!" diye hemen çıkıştı Aslan. Ateşli ateşli söylendi. "Sen kendi ağzınla yakalanıyosun. 2012 diyorum sen 2011 diyosun. Neredeyse 2013'e giriyoruz. Nerde lan senin değişimin? Hani her şey çok güzel olcaktı? Yeni bir çağa girecektik? Dünya kurtulacak ve daha iyi bir yer olacaktı."

"Değişmeyen tek şey değişimdir," diyerek başladı Kemal. Diğerleri de bu ikisinin arasındaki atışmayı ilgiyle dinliyordu. "Sürekli değişiyoruz. Bazılarımız bunu daha çabuk farkedecek. Bazılarımızın hissetmesi zaman alacak. Biz, çoktan değiştik,  Aslan. Evrenin enerjisi bizi çoktan buldu. Bizi işliyor, şu anda bile bizi işliyor. Seçimlerimizi çoktan yaptık. Sonuçları yakında görmeye başlayacağız," derken bu sözleri öyle söylemişti ki, bunları öyle inanarak söylemişti ki...

Kemal bu son cümleyi öyle bir tonda söylemişti ki hepsinin tüyleri ürpermişti. Bir anda ortamdan koca bir gölge geçip gitmişti sanki. Sanki bir an için hepsi kendi içlerindeki bir boşluğu ve hatırlayamadıkları anıları hissetmişti.

Bu duygu o an için çoğuna çok rahatsız edici gelmişti. Kısa bir sessizlik ve rahatsızlık anından sonra ortalığı yine Kemal hareketlendirmişti.
"Abur cubur isteyen var mı? Ben biraz baharatlı cips alıyorum,"
"Yoğurt sos istiyorum!" diye bağırdı Matross.
"Ben de!" diye ona neşeyle katıldı Zisi.
"İstekleriniz benim için emirdir hanımlar. Uçuyorum hemen," diyerek güldü Kemal. Kahkahalarla gülüyordu. Bulaşıcıydı kahkahası...

************

Kemal yüzüne vuran rüzgarı ve yağmuru hissetti. Etrafında akan havayı tattı. Sonra sırılsıklamlığın içinden dışarı çıktı ve etrafındaki karanlık aydınlandı. Güneşi yeniden gördü. İşte batıyordu. Sonra gitgide serinlik arttı. Ama sorun değildi. Devam etti. Daha daha daha yukarı. Daha yukarı. Daha yükseğe. Havanın inceldiğini hissetti. Ama sorun değildi. Sonunda daha önceki seferlerde hiç yükselmediği kadar yükseldi.

Burada hava yoktu ama olsundu. Bu manzara her şeye değerdi. Bu güzellik nefes kesiciydi. Kemal gözyaşlarına engel olamadı. İçindeki coşkuya hakim olamadı. Gözyaşı hemen buz tuttu. Elbiseleri de buz kesmişti. Ellerine baktı. Elleri buzla kaplıydı. İçinde olduğunu daha önce hiç bilmediği cevaplar şimdi sorularının karşısında içgüdüsel ya da otomatik biçimde ortaya çıkıyordu. Üzerindeki gizli ışımasını görülür kıldı ve ışıma çapını genişletti. Koruyucu ışımasının içindeki alanda gözyaşı eridi, elbiselerindeki, tenindeki buzlar çözüldü.

Her defasında daha ileri gidiyor ve her defasında daha çok şey öğreniyordu. Kemal güldü ve alçalmaya başladı. Dünyanın onu kucaklayan kollarını hissetti. Yerçekimi. Kendini kontrollü biçimde ona bıraktı. Koruyucu ışımasını güçlendirdi ve iniş açısını yine şaşkınlık verici bir isabetle, içgüdüsel biçimde ayarladı. Bu açı onu tam İstanbul'un üzerine götürecekti!!! Uzaya bir dahaki çıkışını şimdiden dört gözle bekliyordu Kemal!

*************

Gün boyunca Kemal ortalıkta yoktu ve gece olurken de Sofu genç adamın sesini hiç duymamıştı. Arkaç bahçede çiçekleriyle uğraşırken gelip gelmediğini öğrenmek için üst kata çıktı. Odanın kapısının önünde durdu ve Kemal odada olduğunda kapıdan dışarı yayılan müzik sesini duymak için dinledi.

Odadan yayılan bir ses yoktu. Tek kulağına gelen beş on dakika önce başlayan çok şiddetli bir sağanak yağışın sesiydi. Balkon kapısı ve pencereler açıktı anlaşılan. Sofu "evi sel götürmesin şunları kapatayım," diye düşündü. Kapıyı açmadan evvel yine de kapıyı tıklattı ve seslendi.
"Kemal, içerde misin? Evi su basmadan balkon kapısını kapatsak iyi olacak," diye içeri seslendi. Bir besmele çekti ve elini kapıya uzatıp kapının kolunu çevirdi.

Akşam üzeriydi. Güneşin son ışıklarından az önce gelen kalın bulutlarla her yer iyice kararmıştı ama bulutların gerisinden hala ışık sızıyordu.Gökte şimşekler çakıyor ve iri taneli sert bir yağmur yeryüzünü dövüyordu.

Sofu içeri girdiğinde bir şimşek çaktı ve oda gün gibi aydınlandı. Oda bomboştu ve rüzgarla beraber tül perdeler içeriye doğru şişip dalgalanıyor, içeriye yağmur zerreleri uçuşup yüzüne vuruyordu.

Eyüp Hulusi tekrar süratle kararan odada ilerledi. Daha bir iki adım atmıştı ki balkondan koca bir gürültü geldi. Sanki koca bir kaya yere gürültüyle inmiş gibi bir sesti bu!

"Hayırlar olsun, inşallah," diyerek süratle balkon kapısına doğru yürüdü Sofu.

Yerde sırtüstü yatan Kemal'i gördü. Kemal'in yüzünde bir gülümseme vardı. Çok dolu ve çok aydınlık bir gülümsemeydi bu. Ağzı kulaklarına varıyordu. Sofu adamın gülümsemesinde en çok da dinginliği ve huzuru gördü. Bu, bu genç arkadaşının yüzünde şimdiye kadar hiç görmediği bir şeydi.

"Baykuş? İyi misin sen?" diyerek yanına gitti Sofu. Gördüğü kadarıyla Kemal gayet iyiydi. Sırılsıklamdı ve elbiselerinin büyük bölümü paramparça ve hatta kısmen yanıktı ama Kemal gayet mutlu ve sağlıklı duruyordu. Sofu bunu çok net biçimde, çok garip biçimde hissedebiliyordu. Kemal iyiydi.

"Çok iyiyim Sofu. Çok çok çok iyiyim. Ne kadar iyi olduğuma inanamazsın," diye gülerek konuştu Kemal ve az sonra gülümsemesi kahkahaya dönüştü. Kahkaha gittikçe büyüdü ve derinleşti. Kemal kısa süre içinde neredeyse katıla katıla kahkahalarla gülüyordu. Yattığı yerde kahkahalarla kıvranıyordu. Tepede şimşekler çakıyordu.

İlk başta bu Sofu'ya çok garip geldi ama kısa süre içinde Sofu da gülümsüyor ve gülüyordu. Hem de kahkahalarla gülüyordu. Yağmur tepelerinden aşağıya bardaktan boşalır gibi yağarken ve sırılsıklam ıslanırken iki arkadaş sadece katıla katıla güldüler.

Yağmur ve kahkaha ikisini de şefkatle yıkadı, üzerlerindeki birikmiş soruları, belirsizlikleri , karanlığı ve hüznü, kederi alıp götürdü. Kahkahalar daha bir parladı ve içleri neşeyle yandı.

Sofu ne kadar güldü hiç bilemedi ama epey bir güldükten sonra ağrıyan karnıyla birlikte gülümseyerek döndü ve içeri yürüdü.

"Çok kalma o mermerde. Hem ıslaksın hem de gece serinliyor," diye arkadaşça öğüt verdi Neyzen. "Kurulan da yemeğe in. Bu gece akın var biliyorsun, geç kalmayalım. Şu Boss yine benim göğüs zırhını düşürmezse bu defa ağlayacağım," diye gülümseyerek konuştu Sofu.

Sofu da artık çeteyle birlikte oynuyordu ve şifacı karakterini iyi de oynuyordu doğrusu. Bir noktadan sonra bu çocuklara katılmak için güçlü bir duygu onu itip durmuştu, iyi de olmuştu. Bu gençleri tanımak ve onlarla takılmak Neyzen'in bu zamana ve bu zamanın insanlarına bakışını daha bir umutla doldurmuştu. Hem bu çocuklar çok şen ve güzel insanlardı. İyi arkadaşlar bulmak bu zamanda çok zordu.

Kemal güldü. Ayağa kalktı.
"Sana o zırhı alacağız Sofu. Merak etme. En iyi Şifacımızı üzmeyeceğiz," diye gülerek konuştu.
"Yemek 15 dakikaya hazır, şey... 20 olsun. Benim de kurulanmam gerek, " dedi gülen Eyüp Hulusi ve arkasından kapıyı kapatarak gitti.

***************

Sofu odadan çıktıktan sonra Kemal uzun süre pencere önünden yavaşlamaya başlayan yağmuru ve kısmen aralanan karanlık, gri bulutları izledi. Aklında ve yüzünde koca bir gülümseme vardı. Sonra yine bir görüntü ile hüzün de geldi. Eda... Eda'yı hatırladı yine. Bir şimşek çaktı uzakta. Gece aydınlandı. Yağmur yine hafiften hızlandı ve Kemal'in ıslak yüzünü iri damlalarla dövmeye devam etti.

Aklında düşünceler, yüreğinde duygular çalkalandı durdu. İçi içini yedi. Kıvrandı durdu. Derin ve sıkıntılı nefeslerle soluyup acıyla yumruğunu sıktı.

"Eda," diye düşündü. Saçma buldu her şeyi. Bir yandan çok saçmaydı. Eda'yı ne kadar tanıyordu ki? Günaydın ve iyi akşamlardan başka kaç kelime konuşmuştu onunla. Gerçekten hakkında ne kadar az şey biliyordu?

Bir yandan onu hiç tanımıyorsa diğer yandan da kalbi onu çok iyi tanıyordu. Gözleri çakıştığında etrafa saçılan kıvılcımlar sadece Kemal'in hayalgücü değildi. O kıvılcımlar gerçekti. Bir şansa ihtiyaçları vardı. Belki de asla elde edemeyecekleri bir fırsata ihtiyaçları vardı. Bu şans, bu fırsat bir kez kaçmıştı. Şimdi her şey yeni bir renge bürünürken ve zaman yeni bir dönemeçten dönüp dünyayı değiştirmenin eşiğine gelirken... Bir fırsatları daha olacak mıydı?

Kemal bunları düşünürken, yağmurda ıslanıp yıkanırken, gökte orada burada şimşekler düello ederken... Sesler olan Ses yine kulağına fısıldadı.

"Fedakarlık yoksa zafer de yok..." diye fısıldadı Ses. Bu defa sesin içinde o olağanüsütü duygu ve imge yükü yoktu. Sadece Eda'nın bir görüntüsü parlıyordu Kemal'in aklında.

Ses çok daha sade ve belirsiz çıkmıştı. Ses daha katıydı sanki. Sanki zaferin duygulardan daha önemli olduğunu söylüyordu. Sanki bu dava kurban istiyordu. Sanki Kemal'den bir cevap bekliyordu.

Kemal bu söze karşı dimdik durdu. Bu defa Kemal de çok kararlıydı. İçindeki asi yine öne çıkıyordu. Kararan gecenin içinde, çakan şimşeklerin ve sağanak yağmurun altındaki genç adam çok kararlıydı.
"Sevgi yoksa zaferin anlamı yok," diye dümdüz söyledi Kemal. Bütün kalbiyle söylemişti bu sözü. Ses'in buna karşı çıkıp çıkmayacağını ya da bunun sonuçları olabileceğini düşünmemişti. Kalbindeki o doğruluk pusulasının haykırdığı şekilde konuşuyordu. Sonuçları omuzlamaya hazırdı.

Ses bu söze karşı gülümsedi. Ses, sımsıcak sarmaladı Baykuş'u.
"Zafer zaten Sevgi," diye güneş gibi parlayarak ve Eda'nın gülümseyen bir görüntüsüyle süsleyerek konuştu Ses. Ses için ulaşılacak en tepe nokta sevgiydi. Sevgiye giden yolda acı çekmek ödenmesi gereken kaçınılmaz bir bedeldi.

Ses ve Baykuş adeta ağlayarak içiçe girdi; Kucaklaştı, karıştı, eriyip bir ve tek oldu ikisi.

********************
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı 7. Bölüm (SON)
« Yanıtla #7 : 29 Mayıs 2012, 21:34:25 »
Aralığın ortalarıydı. Hava buz gibi soğuktu. İstanbul sokakları hem soğuk hem de ıslaktı. Bulutlar gökte kayadan bir kubbe gibi çok katı ve sert duruyordu. Şehir üç gündür yağmurların kuşatmasındaydı sanki. Bu çok iç karartıcıydı.

Neyse ki bugün biraz daha sakindi ve elektrik kesintisi olmadan atlatılcak gibiydi. Aslan'ın evi jeneratörler ve güneş panelleriyle elektrik sıkıntısı çekmiyordu ama İstanbullular için durum sıkıntı verici olmanın çok ötesindeydi son günlerde. Bu durm tam bir cehennemdi.

Aslında cehennem daha yeni başlıyordu. Daha açık söylemek gerekirse, cehennem geri gitmemek üzere geliyordu.

Sabahın erken saatlerinde gurup kendi evlerinde bilgisayar başı yaptığında ve akın için hazırlanmaya başladığında her şey güzel olacak gibiydi. Pazartesi sendromunun bu defa ne korkunç bir şekilde vuracağını hiçbirisi hayal bile edemiyordu.

Bir iki eksik dışında herkes online olmuş – bilgisayar başına geçip oyuna girmişti. Kulaklıklar takılmış ve mikrofonlar açılmıştı. Muhabbet gürlemeye daha yeni başlıyordu. Daha ilk dakika dolmadan ortada bir söylenti yayılmaya başladı. Uzakdoğuda bir şeyler oluyordu.

İlk başta çoğu kimse bunu önemsemedi. Bu kış koala gribinin etkili olacağı ile ilgili bir haber son günlerde patlamıştı ve herkes bu haberi koala gribine bağlamıştı bile. Birilerinin durumu abarttığıyla ilgili şakalar yapılıyor ve durumla dalga geçiliyordu.

Bir salgındı sözü edilen. Bu salgının koala gribi ya da domuz gribi ya da kuş gribi ya da ne bileyim bilmem ne bela gribiyle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bu salgın adamı öldürmekle kalmıyordu. Ölüleri de ayağa kaldırıyordu!

Aslan mikrofonun ucundaki arkadaşıyla konuşuyordu. Adamın sesi dehşet içindeydi. Japonya'daki işyerinin tuvaletinden Ipone6'sı ile konuşuyordu.
"Clicker!! İnanmıyorum. İnanamıyorum!! Neler olduğuna hala inanmıyorum! Lanet olsun! Lanet olsun!! Clicker! Patronumun kafasını patlattım!!!"
"Sakin ol Turbo! Ya bi Sakin ol! Sakinleş! A... k.. Turbo bi yavaşla yaa!!!  Bi sakinleş! Turbo! Turbo! Adam gibi konuş benimle adamım! Sakinleş ve konuş benimle!"
"Clicker, tuvalette mahsur kaldım, kendimi buraya kilitledim. Bütün fabrikayı ele geçirdiler..." diye anlatıyordu ve anlatıyordu Aslan bir yandan onu dinliyor bir yandan da internetten ne çekebilirse çekip ne olduğuna dair daha çok bilgi toplamaya çalışıyordu.

Oyun için kanallar, ventrillo ve chat ortamı da karışıyordu. Dalga geçip gülenler kadar haberler ve televizyondan, internetten bir şeyler izleyip de durum karşısında paniğe düşenler de vardı..

Karmaşa her yere hakimdi. Televizyonlar uzakdoğudan ve yakın asyadan haber verirken orada da şaşkınlık ve kaos vardı. Salgın hastalık kadar kudurmuş insanların insanlara saldırdığı toplu olaylardan da bahsediliyordu. Bazı videolar ve haber görüntüleri inanılmaz şeyler gösteriyordu.

Vent ortamında seslerden biri baskın çıktı.
"Zombiler mi?" diye kahkahayla gülerek konuşuyordu loncanın afacan çocuğu, "ya saçmalamayın abi ya bu ne böyle? Birisi interneti mi komple hekledi? Kim yaptıysa helal olsun. Olm bu çok iyi ya! Her yerde bunlar var. Yalnız zombiler çok klişe olmuş. Efektler de biraz zayıf, pek gerçekçi durmuyo zaten. Başka bir şey uydursaydı yemin ediyorum kimse bunu altı haftadan önce temizleyemezdi..." diye gülerek gevrek gevrek alay ediyordu Leeroy.

O böyle konuşurken bu sabah güneşin doğuşuyla tetiklenen hadise su yüzüne çıkıyordu. O anda Aslan da inledi. Bir his içini sardı. Kocaman bir duygu içinde kocaman şişti ve onu yutup içine aldı. Aslan bu duygunun içinde boğuldu. Duygu onu kucakladı ve ikisi bir oldu. Sonra o duygu yumağı kendi içine çöküp kendi içine emilmeye başladı. Bir koca karanlık her şeyi sardı ve Aslan kaybolduğunu hissetti.

Kaybolmuşluk hissi hem çok uzun hem de çok kısa sürdü. Sonra koca bir ışık geldi ve ışık bir anda bütün gözleri açtı. Sanki akıllarına bir güneş doğdu. Aslan kendine yavaş yavaş gelirken başağrısı ilk başlarda korkunçtu. Gittikçe zayıflasa da o ilk anlarda başağrısı kesinlikle öldürücüydü. Burnundan kan gelmişti. Aslan ayağa kalkmaya çalıştı ama başı dönüyordu. Ayağa kalkamadı. Vücudu titriyordu. Yere düştü. Bir titreme ve kasılma nöbeti kısa süre için onu sardı ve sonra bıraktı.

Aslan yerde bir müddet öylece yattı. Sonra kendine geldi. Ayağa fırladı. Sanki içine yeni bir güç, yeni bir enerji gelmiş gibi hissdiyordu şimdi. Kendinde içsel bir güç ve hayata karşı yeni bir duruş hissediyordu. Sanki adeta aklının gözü her şeyi daha farklı görmeye başlamıştı. Bu sanki ilahi bir vahiyin gelmesi, bir tezahürü yaşamak gibiydi.

Üzerinde düşündükçe, şu geçmiş aylarda yoğunlukla gördüğü ama bir türlü hatırlamadığı rüyalarını gördü. Rüyasında yaptığı şeyleri gördü. Hepsini hatırladı. Aklını bir şaşkınlık ve karmaşa doldurdu. Ne kadar çok soru vardı. Bazı cevaplar aklından süratle doğum sorularının karşılığı olarak yerini alırken Aslan farkında olmadan inliyordu. Sesi şaşkın ve aynı anda da heyecanla korku karışımıydı.

"Hass...tir!!! Kızlar! Kızlar! Kızlar, başımız dertte!

*****************

"İşte başlıyor..." dedi Ses. Seste hem ölümler için derin bir yas hem de doğumlar için umut vardı.

"Başlıyor," diye konuştu Kemal.
Sofu başını sallayarak hüzünlü bir biçimde onu onayladı. Sabah haberleri netten duymaya başlamadan önce Kemal bunu hissetmişti ve Sofu da Kemal'den bunu hissetmişti.
"Evet, işte başlıyor. Sonumuz ne olacak Kemal? Ben göremiyorum, bilmiyorum. Ne düşüneceğimi bilemiyorum," diye konuştu Sofu.
"Kurtarabildiklerimizi kurtaracağız. Yolumuza devam edeceğiz. İşte hepsi bu. Bunu biz başlatmadık Sofu, ama bunu bitirmek elimizde. Haydi, bir an önce işe koyulalım."
"Haydi," diyerek onu onayladı Neyzen.
"İlk önce diğerlerini toplamalıyız, sonra beraberce ne yapabileceğimize bakacağız,"
"Anlaştık. Başlayalım."

********************

Kardanadam yani namı diğer Mehmet Ali yanında uyandığı esmer bombaya bir göz attı. Hoş kız diye düşündü Mali. Yatak ve oda darmadağındı. Otel odası ter ve içki kokuyordu. Üstünde kızın tırnaklarının açtığı çizikler ve kurumuş kan lekeleri vardı. Epey ateşli bir gece geçirmiştiler anlaşılan.

Başı çatlayacak gibi ağrıyor ve her adımda beyni zonkluyordu.
"İçmiyorum a...k.. İçmiyorum. Şu hale bak ya," diye söylenerek banyoya girdi.
"A..k... Şu hale bak. Kız her yerimi parçalamış. Abi ne salağım ben ya. Nerden buldum bunu, nedir, kimdir, nasıl tanıştık. Buraya nasıl geldim lan ben? Olm ya bunlar organ mafyasından olsaydı? Ya zenci böbreğimin peşinde olsalardı? Ya var ya harbiden öküzüm ben. Hem ya prezervatif kullanmadıysam. Prezervatif diye bi şey de görmedim odada.. Ya var ya bi gün bi hastalık kapacam Allah korusun," diyerek duş kabininin pvc duvarına tahtaya vurdu Mehmet Ali.

Üstünü başını sabunladı ve kurumuş kan lekelerini ovaladı. Bir güzel temizlendi. Tam suyu kapatacakken bir anda sarsıldı!

Tezahür anıydı bu...

Mali suyun altına çöktü, oturdu kaldı.

Aklında dans eden rüyaları, hayalleri, istekleri, duyguları ve aklındaki sorulara dökülen cevaplar ile öyle kalakaldı.

Dakikalar geçti o duş kabininde. Suyun altında dalgınca, kendi içine kapanmış halde öyle durdu, durdu, durdu.

Sonra dudaklarından bir isim döküldü.
"Baykuş."

Iceman derlerdi ona. Serinkanlı ve cool bir adamdı Mali. Kendini yine toparladı. Kardanadam olmanın hakkını verdi. Kurulandı ve giyinmek üzere odaya yürüdü.

Esmer bomba uyanmıştı ve çıplak bir halde odanın kapısının önünde duruyordu. Hatun harbiden de hoştu hani. Balıketli, ele avuca gelir, çok kışkırtıcı bir hanımdı. Sanki daha bir solgun mu duruyor diye düşündü Mali. Eyvah belki de kız hastaydı, hastalanmıştı, ulan gece ona da mı bulaşmıştı yoksa...

"Hanfendi," diyerek, gülümseyen nazik bir sesle arkadan nazikçe yaklaştı ve kızın omzuna dokundu Mali.

Esmer bomba ona döndü. Yeşil yeşil parlayan kara gözleri ve yırtıcı duruşlu açılmış ağzıyla kızı gören Mali şaşkınlıkla vurulmuştu ama çabuk toparlandı.
Kardanadam hızlı tepkisi sayesinde boynuna atılan o güçlü çeneden kaçabildi ama dişler koluna geçmişti ve kızın tutuşu da inanılmaz derece güçlüydü.
Mali kızı silkeleyip kendini kurtarmaya çalıştı ama acımasız tutuşu çok güçlüydü.
"Bu ne Allahın cezası böyle!!!" diye içinde feratlar yükselirken aklına bir cevap geldi.. Cevap parlıyordu. Bu Mali'nin sonuydu. Bu ölümdü. Mali hayatında sadece birkaç kez yaşadığı bir dehşetle sarsıldı. Böyle korkunç bir ölüm düşüncesi bütün bilincini yakıp dağlarken içinden bir isyan yükseldi.

Mali can havliyle artık bir "ŞEY" olan "kızın" kafasına vurdu. Damarlarına akan zehiri hissettiği anda içinde bir yangının uyanmaya başladığını da hissetti. Kanı alevleniyordu. İçini bir korku sardı.

Mali kendini duvara savurdu. Kızın kafasıyla birlikte kolunu defalarca duvara vurdu. Her yer kan içindeydi. Odanın duvarları, yüzü gözü ve çarşaflar kan içinde kalmıştı. Kızın kanı ve Mali'nin kanı. Sonunda kızın kafası dağıldığında oda bir mezbaha gibi görünüyordu.

Mali'nin kolu zehirle yanıyordu. Bedeni tepkiyle titriyordu. İçgüdüsel bir tepkiyle bir emir verdi Mehmet Ali. Kendine şaşırırken koluna alevlenmesini emretti. Koluna yumruk yapmasını emretmek gibi doğal bir biçimde verilen bu emir, aynı doğallıkla vücudu tarafından uygulandığında, Mali rüyalarını ve tezahür anını bir kez daha yaşadı.

Önce bütün bedeni alev aldı. Vücudu alevlerle kaplandı. Bu hiç canını yakmıyor ve hatta hoşuna bile gidiyordu. Ama bu otelin yangın alarmını tetikledi.

Bütün otelde bir anda yağmurlama sistemi devreye girmiş ve alarmlar çalmaya başlamıştı. Bu Mali için de bir uyarı oldu ve ateşini durdu.

Kendini soğutmayı düşünürken soğuma ileri gitti ve soğuk bedeninden odaya kadar yayıldı. Bedeni buzdan bir dış deriyle kaplandı adeta. Yağmur buz kesti, Oda dondu. Kolu kanamıyor ve sanki süratle daha iyileşiyordu. Mali şaşkınlıkla gölgeli biçimde gülümsedi.
"Daha neler," diyerek acı acı güldü.

Gülüşü kısa sürdü. Her yer kan içindeydi. Az önce ölümün kıyısından dönmüştü ve bunun için geceyi beraber geçirdiği bir kızın kafasını patlatmıştı. Daha kızın adını bile bilmiyordu. Kolunu tuttu farkında olmadan. Hatırladı. İçindeki zehrin yok olduğunu biliyordu ama arkadaşları aklına gelince içi sanki yeniden tutuştu. Önündeki cesede ve az önce yaşadığı olaya geri döndü. Yaşadığı tezahür anını ve oradaki duyguları bir kez daha tarttı. Kendini kontrol etmeye çalışsa da bir gerginlik içinden büyüdü. Vücudu elektriklenmeye ve şimşekcikler saçmaya başladı.

Kendini kontrol altına alıp süratle giyindi Mali.

"Elementler. Bu ilginç olacak," diye kara kara fısıldayarak koridora çıktı.

Koridorda ıslanmış insanlar koşturuyordu. Asansör devredışıydı. Merdivenlerden inerken alt katlara gittikçe sesler yükselmeye başladı. Bunlar panik sesleriydi. Çığlıklar ve silah sesleri de vardı. Mali yukarda yaşadığı olayı hatırlayınca bunun sadece bir başlangıç olduğuna hükmetti. Daha her şey yeni başlıyordu.

***************

Şok çok ortadaydı. Her şey gözlerine sokulmuş gibiydi. Gözlerine inanıyordular ama inanmak istemiyordular. Bir anda dünya tepe taklak olmuştu. Alınan haberler ve insanların kendi çevrelerinden gördükleri şey kaçınılmaz biçimde bir kıyameti gösteriyordu.

Yaşanan tezahür anından sadece bir saat sonra İstanbul ve Türkiye sokaklarında karmaşa patlamıştı. Mezarlıklardan ve hastanelerden, morglardan taze ölüler uyanıyordu. Bazı insanlar o tezahür anını hiç hissetmezken bazıları da ölmüş ve sonra süratle değişim geçirip yaşayan ölüye dönüşmüştü. Manzara korkunçtu. Sokaklarda anarşi hakimdi. Sokaklarda dehşet ve ölüm kol geziyordu. Gerçekten sokaklarda ölüm geziyordu. Panik yüzünden bütün GSM şebekeleri ve telefon hatları kilitleniyordu. Netin kopmaya başlaması an meselesiydi.

Uyananlar koyu gri korkutucu tenleri ve yeşil ışıltılı gözleriyle kanı donduruyordu. Ağızlarından kanlı salya akarak yeni kurbanlar arayan güruhlar şehir sokaklarında geziyordu. Isırıp öldürdükleri onlar gibi süratle kararıyor ve ak gözlü zombilere dönüşüyordu. Sonradan ölen bu zombiler diğerleri gibi değildi. Bunlar daha hızlı hareket eden bir çeşitti.

Aslan bilgisayar başında arkadaşlarıyla durum değerlendirmesi yapıyordu. Karşısında oturduğu bir düzine bilgisayar ekranındaki onlarca pencerede haberler, açıklamalar, canlı yayınlar, videolar akıp duruyordu. Bilgisayar ekranlarında amatör kamera çekimleri ve canlı yayınlar inanılmayacak şeyleri gösteriyordu. Bu manzara bütün zombi filimlerinin toplamı ve tekrarı gibiydi!!!

"Bakın ne olduğunu tam biliyoruz diyemeyiz ama sokaklardakilerin yaşayan ölü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ve öldürdüklerinin de onlara dönüştüğünü görüyoruz. Mümkün olduğunca korunaklı ve kapalı yerlerde kalın."
"Bulunduğunuz yerleri güçlendirin. Sokağa çıkmayın ve onlardan uzak durun. Onlarla karşılaşmaktan kaçının. Sayıları insanlar salakça ortalıkta koşturdukça hızla artacaktır. Çok dayanıklılar ve ne polisin ne de askerin şu aşamada etkili bir karşı koyması yok. Kimisi çok yavaş ama bazıları neredeyse koşuyor. Tek bir çeşit değiller. Dikkatli olun!"
"Isırıklara dikkat edin. Birbirinizi kollayın. Barikatlar kurup kendinizi koruyun. Anayollar şimdiden kilitlenmeye başladı. Arabanızla çok fazla uzaklaşamazsınız, sağlam sığınaklar bulup kendinizi kapatın. Bu ilk şok anlarının geçmesi ve ülkelerin sokaklarına tekrar hakim olması zaman alabilir.." Bunlar Aslan'ın son sözleri oldu.

Telefon hatları kesildi. Karasal bağlantı koptu. GSM şebekeleri kapandı. Uydu bağlantısı bile koptu. Aslan en çok da buna şaşırdı. Uydu kanallarının aşırı yükten etkilenmesine karşı yedekte tuttuğu bir iki önlemi vardı ama onlar bile iptal olmuştu. Burada garip bir şeyler vardı. Tamam, ölülerin uyandığı bir günden daha garip ne olabilir diyebilirsiniz ama gerçekten burada bir gariplik vardı...

"Ne yapcaz Aslan?" diye sordu Melek. Korkmuştu açıkçası. Elinde Aslan'ın ona doğum gününde hediye ettiği eski bir Japon katanası vardı. Melek Kendocuydu. İyi de sallıyordu o kılıcı. Öğretmeninin gözde öğrencilerinden biriydi hani.
"Diğerleriyle buluşmalıyız. Hepsine Zombikalips planını uygulayacağımızı söyledim. Umarım online yakalayamadıklarımız da Zombikalips planını hatırlıyordur," diye sinirli sinirli güldü Aslan.
Zombikalips planı bir geceyarısı yarı içkili ve bolca keyifli oldukları sırada düşündükleri bir şeydi. Hep beraber güzel  ve hızlı bir akından sonra yiyip içerken bir şakadan yola çıkıp bu planı yapmıştılar. İstanbul'da zombi vakası patlasa halimiz ne olur? Sorusuna cevap aramıştılar. Epey bir eğlenerek ve ciddi ciddi plan  yapmıştılar.
"O halde yola çıkalım. Otele kadar uzun bir yolumuz var," diye baskın Rus aksanıyla konuştu sarışın Lolita.
"Kritik malzemeleri alalım. Bir daha ne zaman buraya dönebiliriz bilmiyorum," dedi Aslan.
"Bir daha buraya dönebilir miyiz ki, Aslan?" diye biraz umutsuzca sordu Melek. Üçü de tezahür anını yaşamıştı. Bundan çok fazla konuşmak istemeseler de bir şeylerin geri dönüşü olamamacasına değiştiğinin farkındaydılar.

Onlar değişmişti. İnsanlar değişmişti. Dünya değişmişti.

**************

Öyküye bir son dokunuş yapmayı istemiştim. Sonsöz niteliğinde bir küçük bölüm daha olacaktı. Olamadı. Vefat oldu, yas oldu. Bu öyküye bir daha elim varmadı. Belki birgün... Ya da böyle kalsın. Kalsın işte. Böylesi daha iyi belki, herşey için.
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı
« Yanıtla #8 : 24 Temmuz 2012, 22:50:23 »
Öykünüzü okurken en başlarda eğlendiğimi söyleyebilirim. Özellikle ilk bölüm biraz "Ali Desidero" havasındaydı. Lakin sadede çabuk gelememeniz, bu desidero havasının devam etmesi ve sürekli giysi tasviri biraz sıkıcı oldu. İkinci bölümün ortalarında bıraktım.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: 2012: Ölülerin İntikamı
« Yanıtla #9 : 25 Temmuz 2012, 01:09:27 »
Hikaye gerektiği hızda ve uzunlukta ilerledi. Bazen bir hikayenin kendini inşa etmesi zaman alır ve çok sıkıcı bile olabilir ama bu hikayenin bütünlüğünü sağlamak için tutulması gereken bir yoldur; Hikayenin hakkını vermek zorundasınız, temeli sağlam atmalı ve hikayeyi dayandırdığınız temelde malzemeden çalmamalısınız. Baştaki kısım öykünün düşünce temellerinin dayandığı kök kısımdır ve dikkatli bir okuyucunun seçkin dikkati öykünün tamamındaki ipuçlarından bu bütünlüğü kolaylıkla yakalayacaktır. Okuyucu beğenmeyip yarıda bırakabilir bu ayrı bir konu.
Sürekli giysi tasviri dediğiniz şey iki yerde geçen ve gerekli bir anlatım idi. Bu olmaksızın hikaye eksik ve havada kalacaktı.
Olanca saygımla söylemek zorundayım, eleştirilerinizi yerinde bulmuyorum.
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)