4. kitabı yeni bitirdim. 5. ye geçmeden -öyküleri sona saklamam fısıldandı
- okuduğum kitaplar için genel duygu ve düşüncelerimi belirtmek istedim.
Ama önce Le Guin övmek istiyorum. Kendisini Hainli Serisiyle tanıyıp sevdim. Övgüm, Yerdeniz çıkışlı olarak genel hayranlığımı içermektedir:
Yerdeniz dünyasında sihrin ve varoluş kaynağının, varlıkların taşıdıkları asıl isimlerine dayanmasının; konu edindiği kavram, duygu ve düşünceleri kelimelerin gücüyle anlatmaya çalışan sanat dalında anlatılmasını nasıl yorumlamalı? Cümle içinde doğru kullanılan her kelimenin, okuyucunun zihnini meşgul edecek gizli tılsıma sahip olmasıyla karşılaştırmalıyım belki de. Yerdeniz Büyücüleri isimleri bilerek varlıklar üstünde etki ediyor. Le Guin ise kelimeler yoluyla, hayatın içinden olup da fark edilemeyeni ya da henüz fark edilemeyecek olanı tanımlamaya çalışıyor. Başka zihinlerde ölçülüp biçilmelerinde yardımcı oluyor.
Şimdi, okuduğum kadarıyla kitaplara kısaca değinebilirim:
Yerdeniz Büyücüsü Le Guin'in de amaçladığı gibi başından sonuna bir büyüme hikayesi. O evrende Ged'in yerinde olsam benzer duyguları tecrübe ederdim. Onun kadar cesur davranabilir miydim, orasını bilemiyorum ama. Eh bu da onu, kendi dünyasında söylenen şarkılara konu olan kahramana dönüştürüyor. O şarkıları duymuyor olabiliriz belki. Lakin onlar gerçek kırıntıları içeren abartılar içerirken, bizler asıl hikayeye tanıklık ediyoruz.
Büyücülük sisteminin nasıl işlediği ve o dünyadaki varlığı gökten inme değil. Bir çocuğun büyümesini fantastik sosta işlenmek gibi bir niyet yok. Hikaye illaki bir yerde geçecek, illaki insanlar ve efsaneli yaratıklar olmalı ve illaki aksiyon için havalı büyü numaraları olsun sıkılganlığında tasarlanmamış. "illaki" diye başladığım şeyler zaten gerekli. Başka türlü okuyacak ne bulunacak zaten. Anlatmaya çalıştığım, yamalı bohça gibi iliştirilmedikleri. Büyü sistemine kökenlik eden güç, Yerdeniz dünyasının özünde yer alıyor. O dünyanın varoluşu, düzeni, işleyişi, efsaneleri ve tarihi büyünün kökenleriyle iç içe. Büyü gücü yeterli değil, varlıklar sakladıkları asıl ismini de bilmek gerek. Büyü yada küçük numaralar yapabilmenin de belli başlı sorumluluk ve dikkat edilmesi gerekilen tarafları var. Ged'in oyun olsun başlayıp keçi sürüsünce sarılması bunun en masum örneği. Tabii ne Ged ne de ben durumun ciddiyetinin farkında değildik. Ged bunu zor yollardan öğrendikçe ben de onunla beraber öğrenmiş oldum. İkimizde, neden herkesin büyücü olamadığını, dengeyi ve büyülerin neden savurganlıkla yapılmadığını daha iyi anlamış olduk.
Büyümek, anlayamadığın; anlayamadığın için inkar ettiğin; inkar ettiğin için budalaca davrandığını kavrayabilmek. Meydan okuma, kendini ispatlama, herşeyi bilebilme ve biricik olduğun arzusuyla yola çıkılır. Felaketlerden sonraysa, geri çekilme, kendine güvensizlik, bilemediklerin için korkuya kapılma ve özel olmadığın gerçeğiyle yüz yüze gelme. Ged'in ki gibi bir dünya da değiliz ve onunki gibi sorunlarla karşılaşmadık. Satır aralarında hissettiği ve düşündüklerini kendi hayatlarımızla karşılaştırınca, oldukça tanıdık ama aynı oranda fark edilmesi güçleşebilen benzerlikler ortaya çıkıyor. Yani Ged öğrendi, ben farkına vardım. İkimizde bir şeyler öğrendik yine.
Tabii Ged sayesinde, Yerdeniz dünyasıyla; denizlerini, deniz yolculuklarını, cadı ve büyücülerinin yaptıkları ve yapamadıklarını, batıya göçmüş ejderhaları, dönüşüm büyüsüyle karşılaşmaktan gına gelmiş sıradan insanlarla, tanışabilme fırsatı buldum.
Atuan Mezarları Bu seferki bambaşka bir büyüme hikayesi. Kadın ana karakterimiz, kendisine empoze edilen hayatın içinde büyüyor. Ailesinden küçükken kopartılmış ve kutsal geleneklerden ötürü, kendine ait olmayan bir adı, bir belleği, bir tarihi ve bir bilinci taşıyacak biçimde eğitilen Tenar var.
Etrafını çevreleyen rahibelerin güç vadettiği, inanıp inanmadıkları belli olmayan bir saygıyla hazırladıkları Tenar, getirilmek istendiği makamca ele geçirilmeye uğraşılıyor. Kurallar hatırlatılarak, nezaketler edilerek, Tapınak sistemi, yüzyıllardır tekrar ve tekrar sahnelenen bir oyunu sürdürmek için insanlar toplanmış. Oradaki herkes, yıllar öncesinden yazılmış roldeki insana dönüştürülüyor, dönüşüyor, dönüştürüyorlar. Kurbanlar aynı zamanda adı konulmamış suçların azmettiricileri gibiler. Teslimiyet ve gelenekleri uygulama, özgür irade, yeni fikirler ve yapılması gereken maskesindeler. Uygulayanların bile farkına varamadığı veya varsa da umursamadığı sinsi bir düzen var.
Tenar’ın sorumluluğuna verilen mağara, ikili anlamlar taşıyor. Keşfetmesine izin verilen kısımlar ona dayatılan bilinç; bir başka kişi ve geçmiş. Keşfetmeye çalıştığı bölümlerse, içgüdüsel olarak kendi öz bilincini -kendini- arama yolculuğu gibi. Mağara, başkası olmaya yönlendirilirken kendisi olmayı da bulabileceği bir mekan. Mağaranın bir yeniden şekilleniş ve doğuş mekanı olması gibi bir durum da var. Tenar o mağaraya her girip çıkışında bilinci de şekilleniyor. Sistemin uygun gördüğü biçimde dönüştüğü sürece bunun sakıncası yok. Özetlemeye çalışırsam, mağara bir taraftan zihni temsil ederken bir taraftan da rahmi (doğumun ve doğamamanın (ölümün)) temsil ediyor.
Tenar’in içinde sürüklendiği girdapta yabancı olanla (mahrem ve kötü olanla, öteki olanla) münasebeti kilit rol oynuyor.
Hikaye olarak durduğu noktaysa şu yönden dikkatimi çekti; genel yapısı itibariyle, büyük bir maceranın yan öyküsü olarak kısaca bahsedip geçiştirilebilirdi. Le Guin yan karakterin hikayesini merkeze alıp romanlaştırmış gibi. İkinci planda olan (ya da ikinci plana itilen) karakterlerin de dikkate değer olduklarının altı çiziliyor. Kadın karakterin içinde bulunduğu durum ve kendisine biçilen genel ve özel rolle de örtüşüyor. Roman her yönden anlatmaya çalıştıklarına dikkat çekiyor.
En Uzak Sahil Belirtildiği gibi ölüm kavramının bilinmezliği kitaba işlemiş. Umutsuzluk içinde umut arayışı var. Ana karakterlerden genç Prensin bakış açısında yabancılık, gizem ve şüphe kol geziyor. Büyü gücü ve büyücüler sorgu altındalar. Prensin yol arkadaşı Baş Büyücü ister istemez bu tutumdan nasibini alıyor. Hayat deneyimi çok olan da az olan kadar bu yolculuğun nereye varacağını kestiremiyor. Ölüm ve yaşam birlikteliği ve aralarındaki dengenin önemi, Yerdeniz dünyasının kalbindeki akıl sır ermez güçte dengesizlik olarak yansıyor. Büyü gücü ve büyünün yer aldığı dünya arasındaki bağın organikliği, ölüm konusunda tekrar masaya yatırılıyor.
Tehanu Yaşlanmak. Kaybetme. Utanç. Hayattaki değerini sorgulama. Bir önceki kitap olan En Uzak Sahil’de, kahraman iyi dileklerle şereflendiriliyor ve Yerdeniz’de dolanan şarkılara konu olacağını hissedilerek bitiyordu. O kadar. Sonuçta büyüdü, olgunlaştı ve ölümle yüzleşti. Ondan bekleneni yapmıştı. Bundan sonra adının ve yaptıklarının şarkılara konu olması yeterliydi. Bizim için kahramandı, özeldi. Yolculuğu bitti. Bizim kahramanımız olmasını sağlayacak gerekçeleri de tükendi. Ya kendi için? Yapabileceğini yapmış, gidebileceği noktaya gidebilmiş kahramanlar/insanlar için bu ne anlam ifade ediyor?
Tehanu, dikkatten kaçan bu konuyu merkezine alıyor. Yerdeniz’in kötü zamanlarının bitimiyle yeni çağının başlangıcı arasında geçiyor. İlk üç kitap zaten farklı hava ve tatlardaydı. Bu da öyle. Bu sefer büyücüler üzerine değil. Kahramanlık üzerine de değil. Yerdeniz’in kaderiylen de fazla bir alakası yok. Kadınlık ve erkeklikten bahsetse de, onlardan geçmişte kullanılan kimlikler olarak bahsediyor. Yaşlılık, kaybetme, utanç ve değerini sorgulama; dördünü birlikte konu ediniyor. Hataları ve başarılarıyla, ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyduktan sonra ortada kalanların hikayesini anlatılıyor bu sefer. Anneler, Evlatlar, Krallar, Büyücüler, Kadınlar, Erkekler hepsi bu noktaya bir biçimde varıyorlar. Ha tabii aynı zamanda bitişlerin ardından yeni başlangıçları da müjdeliyor. Yeter ki deneme fırsatı olsun.