Kayıt Ol

Boş Konuşan Adam

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #15 : 09 Eylül 2010, 00:10:35 »
  ''Ben anlamıyorum abi seni. En iyi dostların en sevdiğin işlere 'boş iş' diyor. En çok muhabbet ettiğin insanlar senin düşüncelerinin tam zıttını fanatik bir şekilde savunan adamlar. Sürekli takıldığın yerler 'dürüst değil' dediğin insanlarla dolu. Ama hepsiyle de anlaşıyorsun bir şekilde, hepsinde bir yerin var. Üstelik hiçbir ortamda da şöyle dobra dobra konuştuğunu duymadım. Nasıl yapıyorsun bunu allah aşkına ya?''

  Adam kafasını kaldırıp havaya baktı. ''Yağmur yağacak.'' dedi ilgisiz bir sesle. Dönüp masadaki sigara paketine uzandı, bir dal alıp ağzına koydu. ''Ateş versene.'' dedi gülümseyerek karşısındaki arkadaşına. Arkadaşının ağzı istemsiz bir şekilde açıldı, olabilecek en şaşkın ifadeyle bakarak karşılık verdi bu isteğe. ''Vereyim de, sen sigara içmezsin ki?'' Adam gülümsedi.

  Arkadaşının geçirdiği şoka aldırmadan cebinden bir çakmak çıkarıp sigarasını yaktı adam. Derin bir nefes çekti, çakmağı masanın üzerine koyup geriye yaslandı. Kendisine bakan yüzdeki ifade karşısında bir kez daha gülümsemeden edemedi.

  ''İnsanların kendileri hakkında bilmedikleri birçok şey var. Herkesin kendisine çizdiği bir yol, kendi kuralları, bilmedikleri öncelikleri var. Hassas olduğu bir konuda söylediğin yanlış bir söz karşındaki insanın hiç görmediğin bir yüzünü ortaya çıkarabilir mesela.'' Çayının son yudumunu da içti. ''Ben bunu bir zayıflık olarak görüyorum.''

  Arkadaşı ağzını kapatmayı ancak akıl edebilmiş kendisini dinliyordu şaşkın bir ifadeyle. Gözleri hala adamın elinde rüzgarın kısalttığı sigara dalına takılmıştı. Onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu adam. Binlerce yıldır olduğu yerde duran bir duvarın saniye saniye çöküşünü izlemek gibiydi. 'Kesin' olduğunu düşündüğü bir düşüncenin yıkılışıydı karşısındaki manzara.

  ''Aynı anda hem laik hem dindar olabilirsin. Hem batıyı hem doğuyu taklit edebilirsin. Hem rock hem klasik müzik dinleyebilirsin. Aynı anda yalan söyleyip dürüst olabilirsin. Ama bunların bir tanesini bile yapmaya çalıştığında ya taklitçi damgası yersin ya da güvenilmez. Benim felsefem ise şu; madem insanların tamamı kendi kurallarına göre oynuyor, hem o kurallara uyup hem kendi kurallarını yazabilirsin.''

  Arkadaşının gözlerindeki şaşkınlık azalmış gibiydi, daha çok anlayış vardı artık o bakışlarda. Sorusunu sorduğuna pişman olmuş gibi değildi, bir şeylerin farkına varmış olduğunu belli eden bir suskunlukla dinliyordu karşısındaki adamı. Şu anda saygı duyuyordu ona, o farklıydı çünkü. Kendisi gibi veya tanıdığı diğer insanlar gibi değildi, en başından beri bunu söylüyor olsa da gerçekten anlıyordu şimdi bunu. Adam konuşmasına devam etti.

  ''En iyi dostlarım 'boş iş' olarak gördükleri en sevdiğim uğraşlara her zaman destek oldular, çünkü bunun benim kararım olduğunu ve severek yaptığımı biliyorlar. Bu yüzden onlar benim en iyi dostum zaten, hem benim fikirlerime saygı duyup hem kendi düşüncelerini olduğu gibi söyledikleri için.''

  Arkadaşı bunun gereksiz olduğunu bile bile kafasını anlamış gibi yukarı aşşağı salladı. 'Acaba ben de o dostlardan birisi miyim?' diye düşünmeden de edemedi aynı zamanda. Adam kendine has düz ve sakin ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu.

  ''En çok muhabbet ettiğim insanlar benim ufkumu açan insanlar. Karşındaki insanın ne düşündüğünü önemsemeden konuşursan o konuşmadan hiçbir şey kazanamazsın. Acı olan şey ise şu; asla konuşurken karşımızdakinin ne düşündüğünü önemsemeyiz. Eğer önemsiyorsak zaten o konuşma kısa sürer. Öyle ki, uzun ve samimi konuşmalar yalnızca aynı doğrultuda düşünen insanlar arasında gerçekleşir. Ama eğer karşındakinin düşüncesine cevap vermek yerine dinlemeyi tercih edersen, o insan senden cevap alma ihtiyacı hissetmez, sonuna kadar konuşur. İşte o zaman karşındakinin aslında ne demek istediğini tam olarak anlayabilirsin ve birşeyler öğrenirsin.''

  ''Şu günlerde dürüst bir insan bulmak öyle zor ki, dürüst değil dediğim insanlar aslında birçok kişinin 'iyi adamdır' dediği kimseler. Dürüst olmamak bir eksi sayılmıyor, yalanlarla beslenen bir sistemde yaşıyoruz. Açıkça söyleyebilirim ki, ben de dürüst bir insan sayılmam. Fakat dürüst olmadığım konusunda dürüstüm, ve bence en önemlisi de bu.''

  'Jack Sparrow.' diye düşündü arkadaşı gülümseyerek. 'Gene de doğru bir söz.'

  ''Görüyorsun ya, insanlar kendi prensiplerine öyle bağlı ki diğerlerininkini çiğnemekten çekinmiyor. Kendi düşüncelerini tartışmadan dinletebilecekleri bir insan bulmayı kim istemez?'' Gülümsedi, rüzgarın süngere kadar indirdiği sigaranın son nefesini çekti ve kül tablasına bastırdı. ''Dinlemek.'' dedi arkadaşının gözlerine delen bir bakış atarak. ''İnsanların tek eksiği bu.''

  Sandalyesinin arkasına astığı montunu alıp ayağa kalktı. Yağmur atıştırmaya başlamıştı.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #16 : 12 Ekim 2010, 23:20:24 »
Uzun zamandır bir şeyler yazmak istiyorum fakat yazamıyorum. Sevgili günlük; bir derman bul şu halime!

Sıkıldım. Hayattn değil, yanlış anlama günlükcüm. Oturup bir parça kağıtla konuşmaya mecbur eden halimedir benim isyanım. Sıradanlıktan sıkıldım sevgili çizgili defter parçası, aynı şeyleri replay etmekten sıkıldım ben. Hikayelerin her zaman hikaye olarak kalmasından dert yanıyorum sana. N'olurdu bizim savaşımız da binlerce kişinin A'dan B'ye gitmeye çalışmasına karşı değil de kötü olduğunu bildiğimiz bir düşmana karşı olsaydı? İyinin iyi olduğunu bildiği, kötünün kötülük yapmak için var olduğu bir dünya çok mu büyük bir istek?

Neyse kağıt, sen bakma bana. Bu ara insanlar sürekli sinirlerimi bozuyor, ondandır bu garip düşüncelerim. Anlayamadığım çok şey var bu ara, gerçi hiç anlayamadım ya, yeni yeni düşünmeye başladım bu konularda herhalde. Mesela neden bahsediyorum, şöyle bir şey gördüm geçen gün.

Sevgili aşırı milliyetçi bir arkadaşımla gezerken bir 'mevzu'sunu anlatmaya başladı bana. Birkaç kafadar arabaya atlamışlar boğaz kıyısında bir iki tur atmak için. Hani maksat muhabbet olsun falan derken, gecenin bir yarısı oluyor bu olay tabi, kaldırımda yürüyen iki kişi görmüşler kendi yaşlarında, genç yani, geçerken aralarından biri demiş ki sürücü koltuğunda oturana; ''Şunlara bi hareket çeksene.'' O arkadaş da gaz tabi, basmış kornaya, el hareketi yapmış durup dururken yoldan geçen adamlara. Adamlar da istiflerini bozmamışlar tabi, karşılık vermiş içlerinden biri gayet sakin bir şekilde, normal bir şeymiş gibi. Bu daha vahim bir durum benim parmak basmaya çalıştığım noktadan da neyse, devam edelim. E arabada üç kişiler ya, onlar iki kişi, karşılıklı el hareketleri de çekildi, bari tam olsun demişler ve kenara çekmişler arabayı. Ve inip durup duruken çocukların üzerine saldırmışlar koşa koşa.

Şimdi şöyle bir bakıyorum da bana bunu anlattığında niye suratına tükürmedim diye düşünüyorum. Neyse.

Efenim kaldırımda patlak veren kavga tabi ki öyle 5 10 dakika sürmemiş, bir iki yumruk, tekme, tokat derken adamlardan biri atmış elini arka cebine, çekmiş yanında taşıdığı bıçağını. Bakınız; ikinci bir vahim vâka. Bu kafadarlar da görmüşler bıçağı, tamam demişler ''sakin olun hiç gerek yok.'' Adamlar da üstelememiş, kavgadır olur biter maksat kardeşlik derken bizimkiler atlamışlar tekrar arabalarına ve arkalarında anlatacakları bir hikaye ile devam etmişler gezmeye.

Şimdi milliyetçi ne alaka diyeceksiniz, haklısınız, en azından şimdilik. Oraya da geleceğim fakat önce şunu bir belirtmek istiyorum.

Birkaç genç bir araya gelip araba kiralıyor ve boğaz kıyısında gezmeye çıkıyor. Normal bir durum. Kaldırımda yürüyen tanımadıkları bir adama hareket çekme isteği duyuyorlar; işte bu anormal. İstek duydunuz tamamda, bir de gerçekleştiriyorlar bu eylemi; anormal. Adamlar istiflerini bozmayarak karşılık veriyorlar, ne bir şaşırma ne başka bir şey. Yoldan geçerken birinin size hareket çekmesini normal karşılamak; anormal. Suçlu olan taraf kendilerine karşılık verilince kavga etmek çin arabayı kenara çekiyor; anormal. Sokakta yürüyen adam kendisine saldırılınca cebinden bıçak çıkarıyor; anormal. Herşey bir yana, başlamış olan bir kavgada bıçak çıkınca iki taraf kan kardeş oluyor bir anda ve iş tatlıya bağlanıyor, buna anormal demeyeceğim çünkü hafif kalıyor.

Ve bu arkadaşım daha sonra siyasetle ilgili açılan bir tartışmada hararetli bir şekilde Türklüğü ve sadece kanının bile birçok şeyden üstün olduğunu savunuyor, bu millete ait olduğu için kendini herkesten üstün görüyor, diğer milletlerden olan insanları kendisinden aşşağıda görerek tartışıyor ve aynı haklara sahip olmalarını bile kabul etmiyor, karşı çıkıyor. Bunların üzerine bir de avrupadaki hayat standardından, Amerikadaki iş hayatından, insanların nasıl sistemli olduğunda vesaire bahsedip duruyor. Sessizce dinliyorum kendisini, aram bozulmasın diye bir şey söylemiyorum. Fakat aklımda kalan öyle çok şey oluyor ki, bir parça kağıda karalamak zorunda hissediyorum kendimi.

Damarlarındaki asil kanı cebinde bıçak taşıyarak koruyan ata evladı, sen değil misin başka dostun yokken Türk'e saldıran? Sen değil misin savunduğun değerleri savunduğun ülkende ayaklar altına alan? Sen değil misin dürüstlükten doğruluktan bahsedip, atalarının canını verdiğinden söz ederek şahlanıp da, bir parça metal görünce 180 derece çark eden kendi eylemlerinden? Sen değil misin kendi ülkenin huzurunu bozan eylemleri benimseyen sonra utanmadan başka ülkelerde yaşamak güvenli diyen?

Herşeyi geçtim de, ne zaman atalarımızın yaptıklarından övgüyle bahsedip kendi göğsümüzü havayla kabartmak yerine kendi torunlarımıza gerçekten övünecekleri bir şeyler vereceğiz? Sıkılıyorum sevgili günlük, bağlayamayacak kadar sıkılıyorum sözümü. Düşünüyorum ki sıkılıyorum, sıkılıyorum ki bazı şeylerin yanlış olduğunu hatırlayayayım. Düşünmek zorunda olmadığım bir hayatı işte bu yüzden istiyorum.

Bağlamak kolay değil tabi, neyse.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #17 : 20 Ekim 2010, 14:05:38 »
Bu facebook denen meretin iyi bir yanı varsa o da ne hale geldiğimizi görebilmemizdir herhalde.

''g'' harfinin suçu ne? diye bir grup açsam adını çaldığı dizi kadar popüler olur mu diye merak ediyorum.

---

Gençlik kavramından her zaman nefret ettim. Ergen isyanları, haksız olduğunu bile bile keyfine uyduğu için yapılan saçmalıklar, gereksiz yere dövüş, kavga, tartışma, heyecan olsun diye etrafa zarar vermeler, huzursuz etmeler. Ne kadar pislik varsa 'gençlik' adı altında toplanmış, bu ismin arkasına sığınmış günümüzde. ''Gençtir canım boşver.'', ''Delikanlı adamsın lan olacak tabi!'', ''Genciz abi ne var?'' ve benzeri cümlelerin suçlu durumlarda bir mazeret gibi gösterilmesi, üstelik utanılması gereken bir çok durumda göğüslerin gerilmesi de doğru gelmiyor bana.

Bu genç kesim her şeye isyan eden bir modda olup genelleme yaptığımızda hayatı boyunca okuduğu kitap sayısından çok kişiyle çıkmış ve hepsini sevmiştir. Her sevgiliden ayrılındığında bir iki haftalık üzüntü, 'ben sensiz yaşayamam' tripleri veya duruma göre değişmekle birlikte 'hep seni seveceğim' tarzı yalanlara herkes inanmaktadır. Her ayrılıktan sonra arkadaş grubunda 'üzgün üye' ünvanını kazanırlar ve bir süre hiç kimse üzerlerine gitmez, hatta bazıları farkında olmadan da olsa bu durumdan faydalanıp normal zamanda söyleyemeyeceği şeyleri söyler, yapamayacağı hareketleri sergiler. Çünkü o depresyondadır, o 21. yüzyılın 'delidir ne yapsa yeridir' atasözündeki karşılığıdır, o ayrılık acısı çeken gençtir. O kendi haline bırakılmalı, üzerine gidilmemelidir.

Bu genç insanlar bir araya geldiklerinde kendilerine özel bir dil de icat etmeyi başarmışlardır. Bir çoğunun bildiği tek dil olan Türkçe onlara göre yeterince havalı olmadığı için bu dili modifiye etme yoluna gitmişlerdir. Bunun örneklerini internette sıklıkla görebileceğimiz gibi, bu iş için deneme alanı haline gelen 'Facebook' adlı site bunun en somut kanıtıdır. Neler var peki bu yeni dilde?

G harfinin modasının geçmiş olduğunu biliyor muydunuz? Artık modern insanlar G kullanmıyor, eğer gençseniz ya da kendinizi genç hissediyorsanız yeni 'trend' olan 'q' yu kullanmalısınız. Çünkü 'Q' daha pratiktir, 'k' yerine kullanılabilir, her yerde şık durur, paslanmaz, bekleme yapmaz. Kanka yerine qanqa, gördüm yerine qördüm, kes! yerine qes! diyerek Türkçe'yi iki hamlede yok edebilirsiniz. Kaçırmayın, kampanyası var. Almayanı dışlıyorlar.

Y harfinin kullanımdan kaldırıldığını da söyleyelim, gereksiz harflerle kelimeleri kalabalıklaştırmaya hiç gerek yok çünkü. Hızlı yazma devrindeyiz kardeşim! El yazısı normal insanlar tarafından okunamayan bir kişinin klavye başındayken üç sayfa word dosyasını 10 dakikada doldurabildiği bir zaman dilimi bu. Fazlalıklara yer yok, çünkü vakit nakittir, ne kadar çok vakit kazanırsanız harcayacak o kadar boş vaktiniz olur. Boş vakitlerinizi ne kadar hızlı geçirirseniz ileride daha fazla boş vakit kazanma şansına sahip olursunuz! Ne diyorduk, ha evet. Y kullanmıyoruz, pardon, kullanmıoruz. Eğer çok 'ihtiaç' olursa g ya da ğ yerine kullanabilirsiniz tabi. Meğer yerine meyer, değil yerine deyil kullanın.

S yerine Z kullanabilirsiniz ayrıca bu dilde, ya da Z de kullanmayıp dolar işareti ($) koysanız da bir şey olmaz canım, herkes anlar yani eşşek değiller ya. Sesli harflere ihtiyacınız olmadığında bunları da kullanmayabilirsiniz, kelimeleri değiştirebilirsiniz, İ yerine E kullanarak kendinizi tatmin ederken bir yandan da havalı olabilirsiniz. Türkçe size verildi, tepe tepe kullanın.

Bir araya gelinen bu toplu katliam, ehm pardon, sosyal paylaşım sitelerinde zaman zaman yeni akımlar da görülmekte. Mesela dünya üzerinde meydana gelmiş ve medyanın ilgisini çekmiş olan bir olay anında buraya yansır ve gerektiğinde kınanır, gerektiğinde gruplara katılmak suretiyle birlik olunup sesler yükseltilir, gerektiğinde ise ''tüm dünya qörsün TÜRKün qücünü!!1! hadi 1 milyon üye!!'' adlı bir grubun çatısı altında toplanılıp milletin gücü dünyaya gösterilir. Genelde ülkemizdeki üzücü olaylar da en çok rağbet gören olaylar olur bu tarz yerlerde, terörist saldırı sonrası herkes terörü lanetler, uluslararası bir gerilim sonrası profiller bayraklarla donatılır. Üç gün gösterimde kalıp daha sonrasında vizyondan kalkar bu film de tabi. İşte gençliğimizin o deli kanı, o içindeki güç böyle gösterir içindeki duyguları. Böyle ifade eder kendisini etrafına ve dünyaya, böyle tatmin eder kendini.

Daha çoooook devam edecektim de, dayanamıyorum. Yuh be. Yuh!
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #18 : 20 Ekim 2010, 14:24:21 »
Bu bölümü seviyorum. Genelde güzel yazılar yayınlanıyor. Ama nedense şimdiye kadar birşeyler yazmamışım okuyup okuyup çıkmışım ayıp etmişim. Ellerine sağlık keyifle takip ettiğim bu bölüm için...

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #19 : 04 Kasım 2010, 17:17:47 »
Başlangıçta insan vardı.

Fakat doğa hiç bir zaman bize ait olmadı.

Bugün sokakta aylak aylak yürürken insanların günlük hayatta neredeyse hiç yapmadığı bir şey yapmak geldi aklıma. Kafamı kaldırıp etrafıma baktım.

İnsanların neden bunu asla yapmadığını anladım.

Yalnızca yapay renklerle süslenmiş, dev, ruhsuz binalar. Ağzına kadar dolmuş metal çöp kutuları. Asla bitmeyen bir gürültü. Sağımda beton duvarla çevrilmiş bir park, içinde parlaklığını kaybetmiş ezik çimenler ve kuru bir ağaç. Solumda bir sitenin otoparkı, onlarca büyük metal yığını ve kapladıkları metrelerce boş alan.

Kafamı kaldırdım manzaradan uzaklaşmak için. Bize mavi diye öğrettikleri gökyüzünün gri olduğunu fark ettim. Sokak lambalarının uzun direkleri engelledi görüşümü. Dört yanım göğün özgürlüğüne karşı çıkarcasına yükselen apartmanlar tarafından kuşatılmış, kısılmış hissettim kendimi.

Eğdim kafamı.

Gökyüzünden grisi de varmış. Daha kara, daha soğuk, daha ruhsuz. Asfalt! Sağımda ve solumda düzleştirilmiş yeryüzüne karşı koyan birer basamakla çevrelenmiş, up uzun bir asfalt yol. İleride sağa dönüyor, daha sonra sola, ama hiç bir yerde rengi değişmiyor. Belki biraz daha soluk, braz daha cansız, fakat her yerde aynı siyaha yakın gri; asfalt!

Ağzında kadar dolmuş bir çöp tenekesinin yanından ilk kez bizim elimizden çıkmamış bir varlığın geçtiğini gördüm. Bir sokak kedisi, turuncu ve gri tüylerle bezenmiş, mükemmel bir hayvan. Ufak bir gülümseme yerleştirecektim ki suratıma, fırsat olmadı. Kuyruğu olması gerekenin yarı uzunluğundaydı, kim bilir hangi gereksiz aceleyle dikkatsizce koparılmış başka biri tarafından. Kafamı çevirdim gene, kara asfalt daha güzel göründü gözüme.

Fark ettim ki aslında hiç biri bize ait değil. Ne yaprağı kalmamış ağaçlar, ne rengi atmış gökyüzü, ne üzerine bir mikrop gibi yayıldığımız yer yüzü. Yerin metrelerce altında, insanlardan saklanmış olan karanlığı yer yüzüne çıkarmışız biz, her yeri bunula kaplıyoruz göz göre göre! Taşların şekillerini değiştiriyoruz, kendimize icatlar üretiyoruz, vücuda yayılan virüslerden hiç bir farkımız yok dünya üzerinde. Fark ettim ki aslında hiç biri bize ait değil, fakat her şeyi değiştirme hakkını buluyoruz biz bir yerden.

Fark ettim ki artık insan olmaktan utanıyorum.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Deadman107

  • **
  • 347
  • Rom: 3
  • ---AmOrTeNtİa---
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #20 : 04 Kasım 2010, 17:29:21 »
Dünyanın en uzak noktasına gitsek dahi orada bile bizi yalnız bırakmayacak nahoş insan manzaraları. İnsan olmak zordur. Eline sağlık güzel bir çözümleme olmuş.
Güneş doğacak, açacak çiçek...

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #21 : 24 Kasım 2010, 21:57:44 »
Yazmak isteyip yazamadığınız yazılar vardır. İzlemek isteyip izleyemediğiniz filmler, adını duyup kendisine rast gelmediğiniz şarkılar. Bir de sürekli aradığınız halde hiç bulamadığınız insanlar vardır. Hayallerde yaşarlar, ''keşke gerçekten var olsa'' dersiniz. Kişilikleriyle, fizikleriyle, düşünceleriyle, yansıttıkları değerlerle, hiç bir şekilde içinde bulunduğumuz dünyaya gelmeyecek olanlar. Bazen bir filmde görürsünüz bu karakterleri, bazen bir kitapta, bazense yalnızca hayal edersiniz. Milyonlarca farklı karakter olmasına rağmen hepsinin ortak bir özelliği vardır; gerçek olmalarını istersiniz.

Yukarıdaki paragrafı neden yazdığım hakkında hiçbir fikrim yok. Aslında bu yazıda yapmak istediğim şey düşündüğüm fakat hayata geçiremediğim birkaç hikayeden bahsetmekti. Gerçi bunu yapınca hayata geçirilmiş oluyorlar bir nevi, insan ikilemde kalıyor böyle durumlarda. Neyse, listeye geçelim.

İlk karakterimiz; mavi şortuyla, sol köşedee- ehem...

İlk karakterimiz hastane bahçesindeki kantinde oturan 20li yaşlarda bir kız. Sarı dalgalı saçlara ve parlak  yeşil gözlere sahip. Bütün gün elindeki kırmızı kaplı deftere birşeyler yazıp çiziyor. Kullanmayı en sevdiği araç ise ironiktir ki kalem değil; silgi. İnsanlarla konuşmayı sevmediğini düşünüyor herkes fakat yanılıyorlar. Yanılıyorlar çünkü insanlar onun bir çeşit akıl hastası olduğunu düşünüyor ve hiç kimse deli bir kızın yanına oturupta onunla muhabbet etmeye yanaşmaz. Bunu yapacak olan ilk kişi zaten o kızın aslında deli olmadığını, hatta dünyada yaşayan milyarlarca insandan çok daha akıllı olduğunu keşfedecektir. Onun, hiç kimsenin dikkat etmediği ayrıntılara hayati derecede önem verdiğini öğrenecek. Hayata farklı bir bakış açısı ile bakmaya başlayacak, kendini hiç düşünmediği sorunlara çözüm ararken bulacak. Ayrıca eğer şanslıysa derin felsefi tartışmalara girecek ve her defasında altta kalacağını bile bile tartışmaya devam edecek. İşte böyle bir insan ilk karakterimiz, nam-ı değer sarı saçlı kız. Kendisini felsefik sorunlarla boğuşan bir karakterin hikayesinde görebiliriz belki, zaman gösterecek.

İkinci karakterimiz ise okuldan atılmış bir lise öğrencisi. Geçmişinde öğretmenlerinin en gözde öğrencisi ve arkadaş gruplarının sessiz ama vazgeçilmez bir parçası olmasının yanı sıra, kimsenin bilmemesi için oldukça özen gösterdiği bir hayatı daha var. Her kavgada bir rezervasyonu, her problemin çözümünde imzası var aslında. Fakat en yakınındaki birkaç dostu hariç herkes onu sakin yapılı, zeki ve kendi halinde geçinen bir insan olduğunu düşünüyor. Kendisini özetleyen söz; saman altıdan su yürütmek. Okuldan atılışı ise gene en yakınındaki dostları hariç hiç kimsenin haberdar olmadığı uzun bir olaylar dizisine dayanıyor. Öğretmenlerin, ailesinin ve okuldaki küçük büyük tüm öğrencilerin üzerinde şok etkisi yaratan bir karar aşaması ve 'okuldaki son günü' bulunuyor. Herşeye rağmen hayatından memnun olan karakterimiz liseli kavgalarıyla, sınav stresiyle, aile sorunlarıyla ve hayata bakış açısıyla, yaşadığımız dünyada kolay kolay bulamayacağımız bir kişi. Kendisini herhangi bir yerde herhangi bir zaman görmemiz mümkün.

Üçüncü karakterimiz şu an yazmayı istemediğim bir karakter, kendisini başka bir yazıya ertelemek istiyorum eğer gocunmazsa. Kendisini tanıyorsam, ki tek tanıyan benim, gocunmayacağını da söyleyebilirim zaten. Bu karakterleri bir gün bir yerlerde buluşturmayı da düşünmüyor değilim, ama önce bir iki fobimden kurtulmalıyım sanırım.

Hepsinden alakasız olarak;

Eski klasikleri tekrar izleyin. Haftanın tavsiyesi; Matrix üçlemesi ve Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi(Extended Versiyon).
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #22 : 24 Kasım 2010, 22:21:46 »
İlk paragraf çok hoşuma gitti doğrusu. Üşenmeyip iki üç kez tekrardan okuduğumda daha lezzetli geldi hatta. Sonra birden bambaşka bir olaya atlayınca ters yüz olmuş gibi oldu. Karakterler, kurgular falan. Bu üç karakterin tek bir kurguda kullanılması ilginç olurdu doğrusu, okumak isterdim. Hiç Matrix izlemedim (evet bunu utanmadan söylerim ) fakat bu kadar hayran kitlesine sahipken bakmadan geçmek ayıp olur sanırım. Netice itibariyle ne kadar birbirine geçmiş bir yazı olsa da okumak keyif verdi. Ellerine sağlık :)

(Yazı bu kadar dağınık olunca yorum da öyle oluyor haliyle ;D )
Spoiler: Göster

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #23 : 29 Kasım 2010, 00:25:32 »
Reklamlarda hep insanların mutlu olduğu anlar gösterilir. Güneşin doğuşu veya batışı gibi etkileyici manzaralar fonda kullanılır, arkadaki müzik rahatlatıcı ya da ilgi çekicidir. Hatta pazarlanan üründen ziyade o reklamın insanda yarattığı his ön plana çıkar. Bu anlık manzaralara, etkileyici sahnelere dalarasınız bazen, özellikle de canınız sıkkın olduğunda hoşunuza gider bir anlık ferahlık hissi. Elbette bu yalnızca reklamlar için geçerli değil. Bazı fotoğraflar, resimler, videolar vb. bu hisleri uyandırabilir gene. Ama bir süre sonra bu ferahlık hissi yerini boşluğa bırakır. Çünkü farkına varırsınız; o mutluluk yalnızca reklam bitene kadardır.

Aynı şeyi uzun vadeye dökerseniz benim 'genel film kurgusu' adını verdiğim olayı da görebilirsiniz. Fakat burada bir ekleme ve bir çıkarma vardır. O anlık hissi sıfırdan yaşatmak reklamlara veya kısa görüntülere nazaran daha zor olduğundan dolayı, ilk önce sizi sıkan bir şeyin olması gerekir. Yani eşşeği bulmak için önce kaybettirmeleri lazım gelir. Genel film kurgusu dememin sebebi adından da anlaşılacağı gibi çoğu filmin senaryosunun bu iskelet üzerine kurulmuş olmasındandır. Şöyle ki; başlangıçta başkarakterin başına bir olay gelir veya çözülmesi gereken bir sorun anlatılır, akabinde gelişen olaylar da mutlu sona ulaşmak içindir. Yani tüm film aslında o kısa reklamlarda yaşanan duygunun verileceği an içindir. Final sahnesi için.

Örneğin bir aksiyon filminde ailesi bir katil tarafından öldürülmüş bir adamın intikam savaşını anlattıklarında bütün kurgu bunun üzerine kurulur ve filmin sonunda intikamın alınacağı o sahne beklenir. Arada geçen olaylar her ne kadar filmin kendisini oluşturuyor olsa da en akılda kalıcı sahne gene final bölümü olur. Çünkü başlarken hedef belirtilmiştir ve oraya gidene kadar oluşan olaylar yalnızca ayrıntıdır. Ha, tabi ki bunu bozan yapımlar var. Çünkü bir süre sonra baygınlık veren bu kısır döngüyü fark etmiş olan ve bunu kırmak için çabalayan yönetmenler olmuştur. Yaratıcılık burada devreye girmiş, zincirler kırılmıştır. Ve buna cesaret edenlerin çoğu zaten isimlerini duyurmuş kişiler olma yoluna girmişlerdir.

Şimdi geliyorum asıl konuma. Bu genel film kurgusunu hayatta sürekli olarak tekrarladığımızı söylesem?

[*]İlkokul ve öncesini atlıyorum, insanın kendini keşfettiği dönemden sonrası için konuşuyorum.[/*] Ortaokulda çalıştığınız bir sınav vardır ve amacınız bellidir. İyi bir liseye girmek. Bunun için çabalarsınız, çalışırsınız, bazı şeylerden ödün verirsiniz ve sonunda o sınava girersiniz. Tüm bu süre zarfında her sınavı en büyük angarya olarak görür ve sonrasının hayalini kurarsınız, böylelikle sıkıntının üstesinden gelebilirsiniz çünkü. Ve sınavdan çıktığınızda içinizden çığlık atmak gelir; 'Özgürüm!' diye. Fakat bir hafta sonra fark edersiniz ki yalnızca yeni bir çembere dahil olmuşsunuzdur. Önünzde yeni bir sınav uzanmaktadır ve o mutluluk, hayalini kurduğunuz tatil dönemi yalnızca kısa bir reklam filmi kadardır.

Sonrasında üniversiteye giriş için başka bir sınav olduğu söylenir size. Bu seferki daha önemlidir, telafisi zordur. Hayatınız şekillenecektir, zenginlik ya da fakirliğinizi kendiniz belirleyeceksinizdir, itibarlı biri olmak ya da sokaklarda yaşamak arasında bir seçim yapmanız gerekecektir adeta. Ve tüm bunları kendinizi tanımaya başladığınız o en sarsıntılı dönemde söylerler. Artık yeni hedefiniz bellidir fakat aklınızda o dönemin getirdiği binlerce soru vardır. Bu yeni çemberden mutlu şekilde çıkabilirseniz ne ala.

İyisiyle kötüsüyle bunu da atlatırsınız bir şekilde, ve sıra gelir o beklediğiniz ana. Reklamlar! O kısa hazzı hissedersiniz sınavdan çıktığınızda tekrar. Özgürsünüzdür, ya da öyle düşünürsünüz. Fakat içten içe bilirsiniz artık, bunun sonu da yakındır. Ve tekrar eder bu döngü sürekli; üniversite, iş, aile diye. Hayatınızın sonundaki 'The End' yazısını görene dek aynı filmin içinde oynamaya devam edersiniz. Bir finalden diğerine koşarak, arada geçirdiğiniz zamanı ayrıntı kabul ederek. Sonunda çoğu kişinin sizden yana hatırladığı tek şey ise finaliniz olur.

Bu mudur peki hayat? Her gün aynı şeyleri yaparak, her finalde anlık mutluluklar yaşayarak, kendi kısır döngümüz içinde sürekli film değiştirmek midir? Hayır. Karamsar kişiliğime rağmen bu kez savunmuyorum yazdığım kötü kurguyu, çünkü biliyorum ki o akılda kalan filmlerin yönetmenleri bir şeyin farkına varmışlar. Bir şeyleri değiştirme çabasına giren insanlar onlar, kendi çektikleri filmde kalıplaşmış olan kurguları kırabileceklerinin farkına varmış olanlar. Aynısını bizim de yapmamamız için hiç bir sebep yok. Kendi filmlerimizin bütçesini biz ayarlayamıyoruz belki, fakat oyuncuları biz seçiyoruz. Senaryonun yapısı belli olabilir, fakat akılda kalan ayrıntıları biz ekliyoruz. Ve filmin sonunda, arkamızdan yapılan eleştirilerin finalden ibaret olmayışı da tamamen kendi elimizde.

Öyle ya da böyle finale giden yoldayız. Bu yolda çekeceğimiz film ya çığır açacak ve değer verdiğiniz eleştirmenlerin favorisi olacak, ya da diğer milyonlarcası gibi unutulup yok olacak. Senaryo sizin elinizde.

Kestik!
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #24 : 12 Aralık 2010, 07:28:11 »
Akan düşünceleri böylesi akıcı anlatman harika, eline sağlık.

Çevrimdışı Larien

  • **
  • 133
  • Rom: 0
  • Söyle dost..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #25 : 15 Aralık 2010, 15:41:07 »
Mükemmeller. Kalemine, düşüncelerine, ruhuna sağlık. Bütün yazılarını etkilenerek ve yeni düşünceler edinerek okudum, daha nicelerini yazmanı dilerim...
Why, the Past should ever be forgot?

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #26 : 29 Aralık 2010, 21:51:09 »
''Yapmak zorunda olduğunuz şeylerden sıkıldığınızda, hayatı anlamaya başladınız demektir.''

En beğendiğim felsefe olan 'sen = sen, başka hiç kimse değil.' felsefesi beni bir şeyi sorgulamaya itti. Sanırım.

Hayatımızın kontorlü bizim elimizdedir değil mi? Kendi kararlarımızı kendimiz veririz, kiminle anlaşıp kiminle anlaşamayacağımızı tahmin ederken istediğimiz kişiyle konuşur istediğimizle konuşmayız. Arkadaşlarımızı kendimiz seçeriz, istediğimiz takımı veya siyasi partiyi tutar istediğimiz kadar savunuruz. Özgür bir ülkede yaşayan özgür insanlar olduğumuz sürece, demokrasi ile yönetildiğimiz sürece, hayatımız kendi ellerimizdedir.

İşte; aslında hiç de öyle değildir.

Ebeveynlerimizi kendimiz seçemediğimiz sürece hayata önyargılarla gelmişiz demektir. Kucakta taşınırken etrafımızdaki insanların tüm hareketleri, tüm konuşmaları, tüm davranışları istesek de istemesek de bize bir şeyler katmıştır. Öyle ki hayatımız boyunca kullanacağımız dilimiz bile etrafımızdaki insanlara göre şekillenir. Şivemiz bulunduğumuz ortamdan gelir, bize öğretilen şeyler çevremizin düşüncesine bağlıdır, hatta belki tutacağımız takımı bile babamıza göre seçeriz. Bize bırakılan seçimler ise alacağımız oyuncağın yeşil renk mi yoksa sarı renk mi olacağı gibi hiç bir şeyi etkilemeyecek olan ufak şeylerden ibarettir. Hangi okula gideceğimize biz karar veremeyiz, ortamımızı ilk etapta biz seçemeyiz, kendi duygu ve düşüncelerimizi açıklayacak kıvama gelene kadar hayatımızı yönlendiren hiç bir olaya müdahale etmemiz mümkün değildir aslında. Şimdi soruyorum; biz özgür müyüz?

Türkiyede ya sağcı ya da solcusunuzdur. Babanız sağcı ise ve sizi kendi bildiği kriterlerden ödün vermeden büyütüyorsa siz de sağcısınızdır. İsteseniz de istemeseniz de. Ancak ve ancak belli bir noktanın ötesine geçebildiğinizde değiştirebilirsiniz bazı şeyleri. Gene de değiştirdiğiniz şeyler temel değildir, size öyle de gelse. Aynı şekilde fanatik bir babaya veya yakına sahipseniz ve sürekli etrafınızda aynı renkler bulunurken büyürseniz ister istemez o takıma yönelirsiniz. Bunun örnekleri çoğaltılabilir elbette, sosyal bir anneye sahip olmak komşu çocuklarla tanışmanızı sağlayıp özgüvenli veya kendinizi ifade edebilen bir insan olmanızı sağlayacağı gibi tersi bir durumda içine kapanık bir insan olabilirsiniz hayatınızın kalanında. Bu ve buna benzer onlarca olay gençlik dönemine gelene kadar kontrol eder sizi.

Ergenlik döneminde sıkıntılı dönemler yaşanması belki de en çok bunlardan dolayıdır. Hayatı öğrenmeye başladığınızda ve size öğretilen şeylerden başkalarını da seçebildiğinizi anladığınızda bocalarsınız ve bazı şeyleri sorgulamaya başlarsınız. Bu dönemin sakatlığı da buradan gelmektedir, nereye gideceğinizi konusunda hiç bir fikriniz olmadan geniş bir kavşağa bırakılmış gibisinizdir çünkü. Geri dönüş ise çok zordur, zira tüm yollar tek yöndür ve bir yolda ne kadar ilerlerseniz geri dönmeye çalışırken size çarpacak olan kişi sayısı da o kadar fazla olacaktır.

Demem o ki; özgür değiliz. Kendimizi bildiğimizi düşünüyorsak şöyle dönüp bir bakalım geriye; yaşadığımız ülkeyi, sokakta nasıl yürüyeceğimizi, kiminle konuşup kiminle konuşmayacağımızı, neye inanıp neye inanmayacağımızı biz mi seçtik gerçekten? Yoksa doğduğumuzdan beri sürekli olarak bazı yerlere yönlendiriliyor, sürekli kişilerin ve düşüncelerin etkisi altında mı kalıyoruz? Gerçekten kendi kararlarımızı vermekte özgür müyüz, yoksa önümüze konan seçeneklerden birini mi işaretliyoruz sadece?

Düşünün. Sonuç değişmeyecek olsa bile düşünün. Madem ilerlemekte olan bir trendeyiz, en azından hangi vagona oturacağımıza kendimiz karar verelim.

Ve hayır, anarşist bir insan değilim.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Boş Konuşan Adam
« Yanıtla #27 : 28 Ocak 2011, 23:11:02 »
En sevdiğim ve en sevmediğim yazıların aynı köşede toplandığını fark ettim. Şöyle tekrar baştan okuyunca anladım ki ruh halim bu köşenin başında yazmış oluduğum gibi sürekli değişiyormuş gerçekten de. Yazmaya başladığımda yalnızca kafamdakileri nasıl aktaracağımı düşünürdüm başlarda, artık yeni yeni şeyler eklemeye çalışıp elimdekini de dağıtıyorum. Dikkat dağınıklığımın arttığı şu dönemde yeni bir şeyler yazmayı istiyor olsam da elimden çıkacak olan eseri beğenmeyeceğimi adım gibi biliyorum. Sanırım bırakma zamanı geldi.

Alıntı

Düşünceler bana ait değildir ama aynı zamanda benim üzerime kayıtlıdır. Hani beyninizin ne dediğini anlayamadığınız bir kısmı vardır ya, onun tercümelerinden kesitler bunlar. Yarı günlük şeklinde, farklı konularda, belki iğneleyici belki sakin bir dille, kişiliği derece türünden hava sıcaklığı kadar değişken bir adamın aklından geçenlerin toplaması zaman zaman yansıyacak buraya. Ha birde, buraya koyacağım yazılar hep bir anda esip yazılmış yazılar olduğundan hatalar veya farklı olaylar çıkabilir, adamın deliliğine yorun...
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.