Kayıt Ol

Kehanet

Çevrimdışı Ceren Oktay

  • *
  • 15
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Kehanet
« : 24 Eylül 2010, 20:24:13 »
1. Bölüm

Aslında ben böyle değildim. Zaman geçtikte değişmeye başladım. Bir tür evrim geçirmiş varlık gibi.
Linda Sia.


    Elimdeki kitabı okumayı bırakıp sağımda bulunan masaya bıraktığımda derin bir iç çektim. Konteli’nin ölmesi beni bayağı yaralamıştı. Onsuzluğa kolay kolay alışamayacaktım. Sanki o Nis’in sevgilisi değildi de benim sevgilimdi.
    Sevgili kaybetmek nasıl bir duygu hiç bilmiyorum. Daha önce binlerce kez çıkma teklifi almama rağmen hepsini reddettim. Kabul etmemi sağlayacak bir his doğmadı içimde çünkü. Ailemin geçmişindeki insanların bir tür hisse dair güçleri vardı ve bu bana da aktarılmıştı. Karşımdaki kişi iyi mi kötü mü hemen anlayabiliyordum.
    İçlerinde en yakışıklısı Natai’di. Sarışındı ve altın sarısı gözlere sahipti. İnsan gibi görünmesine karşın vampir olduğunu biliyordum. Bembeyaz teninin altında gizlenen iğrenç canavar, beni avlamasını söylediğinde reddettim hemen teklifini. Çevreme bakınıp kimsenin bizle ilgilenmediğini anlayınca fısıldayarak, “Sen vampirsin Natai. Üzgünüm ama bu olmaz. O kötü şey beni istiyor. Beni avlamanı ve öldürmeni. Benden sana tavsiye: Hemen pılını pırtını topla ve git buradan!”
    Natai, bana hırlayacak gibi olduysa da sadece tek bir dokunuşla, hislerini kontrol altına alabildim. Daha önce böyle bir şey yapabildiğimi fark etmemiştim. Nasıl olmuştu da bunu yapabilmiştim? Belki de hisleri algılayabildiğim gibi kontrol etmesini, o kişinin kişiliğini değiştirmeyi başarabiliyordum.
    Natai, arkasını dönüp gittiğinde rahatlamıştım. Kızlar ile bir çay bahçesine gidip dedikodular yaparak yaklaşık dört saat oturmuştuk sonrasındaysa.
    Şimdi bütün bunların hiç biri olamaz. Ben eskisi gibi değilim. Farklı olduğumu biliyorum ve bunu çevreme yansıtmamalı, vampir –aslında vampirin evrim geçirmiş türünün lideriyim- olduğumu belli etmemeliyim. Eğer ki bu belli olursa, eğer ki bunu anlarlarsa beni öldürmek yada melez yapmak isteyebilirler. Bu düşünce bile tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyor.
    Zilin çalması ile düşüncelerimden sıyrıldım. Kapıya doğru yürüdüm ve delikten baktım kimin olduğuna. Elinde silah tutan kişinin silahı ateşleyecek olduğunu önceden fark ettiğimden hemen eğildim ve vampirlere özel hızımla çok çabuk bahçeye çıktım. Beni vurmak isteyen kişi kapıyı kırmıştı ve arkamdan gelmişti.
    Kendimi bahçemdeki havuzun içine attığımda havuzun içine mermiler girmeye başladı. Kimsenin bilmediği, sadece benim bildiğim bir yer vardı böyle anlara özel havuzun içinde. Mermerlerin arasındaki minik düğmeye dokundum ve parkeler kayarak sağa çekilmeye başladı. Vücuduma mermilerden birisi isabet edince acıyla haykırdım. Bayağı su yutsam da ölümsüz olmam beni kurtarıyordu. Kan kaybına ise acil çözüm bulmalıydım.
    Açılan yerden hemen geçtim ve geçtiğim yerin içinde yer alan şifre paneline şifreyi girerek parkelerin geri kapanmasını sağladım. Artık tehlike olmadığını düşünmeye başlamışken o kişi yere ateş açmaya başladı. Sanki bunun beni durduracağını sağlayabilecekmiş gibi! Ah ne aptalca!
    Ağzımdan kan geldiğinde sağ elimi ağzıma götürdüm ve kanı elimin tersiyle sildim. Yürümeye başladım hızlı adımlarla. 1 kilo metre kadar yürüdükten sonra sağa dönüp yukarıya çıkmamı sağlayacak merdivenleri tırmandım ve Didi’nin evinde aldım soluğu.
    Didi bir iyileştiriciydi. Doğaüstü varlıkları iyileştirmede bir numaraydı.
    Didi, beni kanepenin üstünde bitkin bir yüzle görünce üzüntüye kapıldı. İkimizin arası oldukça iyiydi. Şimdiye kadar herhangi bir problem olmamıştı aramızda ve olmaması için dua ediyordum. Gerçi Tanrı benim dualarımı kabul eder miydi? Bu bilinmezdi ama.
    Sırtımdaki kan akan yere dokunduğunda  Didi, acıyla haykırdım. Canım çok ama çok yanıyordu. Mermiler normalde vampirlerin canını acıtmazdı ama bu mermide bambaşka bir şey vardı.
    “Yaran çok derin,” dedi başını iki yana sallayıp. “Kurşun omiriliğine yakın bir yerde duruyor. Tanrı’ya şükürler olsun ki, seni sakatlayacak şekilde omiriliğine isabet etmemiş. Şanslısın.”
    “Şanslı mı?” dedim şaşkınlıkla. Yüzüne baktım ve bakar bakmaz dürüst olduğunu anladım. Demek ki, gerçekten de şanslıydım.
    Sırtımdaki kurşunu çıkarmasını sağlayacak teknik malzemeleri getirdikten sonra üstümdeki kıyafetlerin hepsini çıkarmak zorunda kaldım. Eline aldığı adını bilmediğim bir şey ile sırtımı kesip derimi açtı. Eti de başka bir şeyle kestikten sonra, “İşte burada,” dedi rahatlıkla. Bir şey ile kurşunu tutup çekti. Sonrasındaysa bana gösterdi.
    Bu kücücük şey mi beni bu kadar rahatsız etmişti? Çok komik. Gerçekten çok komik. Bu kurşunu alıp Çalı’ya götüreceğim. İnceleyip neden yapılmış olduğunu söyleyebilir bana. İncelemesinin çok uzun süreceğini sanmıyorum.
    Didi, etimi ve derimi diktikten sonra üzerine boya kokusu gibi bir kokusu olan sıvı kole döktü. Kole, doğaüstü varlıkların yaralarını kapatırdı. Hiçbir şekilde dikiş izleri bile belli olmazdı.
    İplikler kendiliğinden sırtımdan çözüldüğünde sıçradılar ve kendilerini yere attılar. Etimi kaplayan iplikler ve çıkabilmişti. Bunun ise nasıl olduğuna dair bir fikrim yoktu.
    Ayağa kalktım ve ipleri atmak üzere olan Didi’ye endişeli bir sesle, “Şey Didi… Kokum…” dedim. Beni anladı ve iplerin üzerine üfledi. Artık iplerin üzerinde benim kokum yerine onun kokusu vardı.
    “Sana ne kadar teşekkür etsem bilemiyorum,” dedim mutlulukla. “Lütfen ne istiyorsan bana söyle.”
    “Senden bir şey istemiyorum. Irkına iyi bak. Bu yeterli.”
    “Emredersiniz komutanım,” dedim ve ikimiz kahkahalara boğulduk. Didi mutfağa gidip kendisine kahve yaptı, bana da mikrodalgada ısıtmış olduğu kanı getirdi. Konserve kanlardan nefret ederdim ama yapabilecek başka bir şeyim yoktu. Bu kanı mecburen içmeliydim. Güç kaybetmiştim.
    “Kanı galiba çok seviyorum,” diye mırıldandım. Her ne kadar insan kanı kadar tatmin edici olmasa da idare ederdi.
    “Sevmelisin,” dedi Didi. “Sizin yaşamınızın tek kaynağı kan.”
    Başımla onayladım. “Haklısın. Kan olmadan yapamıyoruz.”
    Gülümsedi.
    Eski zamanlarımı hatırlayınca buğulu gözlerle baktım Didi’ye. Ne kadar şanslıydı. Bir sıradandı ama bizim gibi zorlu bir hayatı yoktu. Üstelik hiçbir tür onu öldürmezdi. Ona çok ihtiyaçları vardı. İstediği gibi yiyor, içiyor ve giyiniyordu. Biz ise sadece kan ile besleniyor, deri kıyafetler giyiyorduk. Deri dışında her türlü şey tenimizi yakıyordu.

    “Hayırdır Linda?” demesiyle Didi’nin düşüncelerimden sıyrıldım. “Sorun nedir?”
    “Düşünüyordum da ne kadar şanslısın.”
    Gülümsedi. Dostça bir gülümsemeydi bu ama aynı zamanda anaçtı da. Annenin gülümsemesi kadar sıcacıktı.
    Oradan buradan sohbet etmeye başladığımızda zil çaldı ve Didi ayağa kalkıp kapıyı açmaya gitti. Kokuyu aldığımda hemen dışarıya doğru fırladım. Kaçmalıydım. Her neresi olursa. Yoksa ölecektim. Gelen beni vuran kişiydi …
.