Aslında paylaşma niyetinde değildim bu yazıyı, epey kişisel. Ama hoşuma gitti sonradan da.

“Aysel Hanım Teyzelerin evine yeni taşınanları gördün mü?” dedi arkadaşım. Çok önemli bir konuya temas etmiş gibi gözlüğünün üstünden bakarak ciddi bir hava vermeye çalışıyordu kendisine.
“Gördüm.” dedim. “Biz yaşlarda bir kızları var.”
“Tanışırız yakında.” dedi ve kendi adını verdiği oyuncak bebeğiyle konuşmaya başladı. “Seni de tanıştırırım Cansu. Nuri seni de tanıştıralım mı?” diye de bir soru yöneltti kucağımdakine.
Nuri mahallemizin kedisidir. Üç yıldır bizimle. Daha çok benimle. Aramızda duygusal bir bağ var. En azından benim tarafımdan yani. Diğer çocuklar onun tembel bir kedi olduğunu, sürekli uyumaktan başka bir şey yapmadığını söyleyip duruyorlar. Ama onların kucağında uyusa bundan şikayet etmezlerdi muhtemelen.
Cansu’yla yeni taşınanlar hakkında konuşurken otuzlu yaşlarında bir kadın ve elinden tuttuğu mavi gözlü sarışın kız yanımıza geldiler. Bunlar onlardı. Yeni taşınanlar…
“Merhaba kızlar. Bu kızım Gözde. Hemen şuradaki evde oturuyoruz.” dedi kadın az ilerideki dört katlı yeşil binayı göstererek. Kıza dönerek, “Bak Gözdeciğim. Arkadaşlar varmış burada da. Oynarsınız güzel güzel.” dedi. “Değil mi kızlar?” diye de onaylamamızı istediği soruyu Cansu’yla bana yöneltti hemen arkasından. Bizden oluru alınca kızı bırakıp gitti kadın.
Gözde’yle tanıştık. İyi bir kıza benziyordu. Önce biraz çekingen davranmıştı ama çabuk alıştı. Nuri’yle tanışması beklediğimden de çabuk oldu. Bu kedi uyurken kulağına parmağınızı soksanız bile uyanmaz. Her zamanki gibi kucağımda uyuyordu ve Gözde ona dokundu. Sarışın kızın tek bir dokunuşuyla uyandı bizimki. Daha şaşkınlığımı üzerimden atamamışken benim kucağımdan onunkine geçti üstelik. Fazla tepki vermedim. Şaşkındım sadece.
Hava kararıncaya kadar sokakta oynadık. Bu arada diğer arkadaşlar da gelip Gözde’yle tanışmışlardı. Akşam evlere dağıldık.
Ertesi gün hayatımın en kötü günüydü.
Cansu beni dışarıya çağırdı. Genelde o çağırır. Değişik bir şey değildi bu. Her zamanki gibi parka gittik. Buraya kadar her şey normaldi. Ama bizim Nuri ortalarda yoktu. Olacak iş değildi. Emre’yle Onur biz parka gelmeden önce oradaydılar. Onlara soralım dedik. Sorduk, “Görmedik bugün hiç.” dediler. Kedinin nereye gitmiş olabileceğini tartışırken kucağında Nuri’yle, Gözde çıkageldi.
“Merhaba.” dedi gülümseyerek. Ama ben karşılık vermemiştim. Çoktan asmıştım yüzümü.
“Neredeymiş Nuri?” diye sordum biraz sert çıkarak
“Benimleydi.” dedi gayet sakin. “Dün bize götürdüm onu. Birlikte uyuduk.”
Kan beynime sıçramıştı. Nuri kimseye ait değildi. Onunla benim kadar ilgilenen de yoktu ve üç yıldır aramızda duygusal bir bağ vardı. En azından benim tarafımdan yani. Ama buna rağmen ben bile bir gün olsun eve almamıştım Nuri’yi. Bu kıza n’oluyordu şimdi? Nuri’yle tanışalı daha iki gün olmuştu. İki günde onun sahibiymiş havalarına girmişti. Kedilerin nankör olduklarını falan söylemeye kalkmayın şimdi. Bunu yaparsanız da annemin arkadaşı Figen Teyze’nin anlattığı dişi köpeğin kuyruğuyla ilgili bilgiyi paylaşabilirim elbet. Olsa olsa donuk mavi gözleri ve küçük yuvarlak ağzıyla bir akvaryum balığını andırdığı için Nuri’ye yemek gibi görünmüş olabilirdi.
Çok sinirlendim. “Gitti bok gibi kızlara sarıldı.” şeklinde ağıt yakmak için eve gittim hışımla. Kapıyı annem açtı. “Sana bir haberim var.” oldu ilk cümlesi. “Hiç sırası değil anne.” dememe kalmadan kötü haber kulaklarımdan zınk diye girip beni koridorun orta yerine çakmıştı bile. “Babanın tayini çıktı. Gözün aydın, Antalya’ya taşınıyoruz.”
Nasıl bir durumdu bu böyle? Lanetlenmiş olabilir miydim? O an ölmek istedim. Nuri’yi yanımda götüremeyeceğimi çok iyi biliyordum. Buna hayatta izin vermezlerdi. Ne olacaktı şimdi? Meydan o sarışına mı kalacaktı? Bu bir kabus olmalıydı. Bunları düşünürken içerden gelen ses, kafa seslerimi susturdu. Soko benim için söylüyordu: “I’ll kill her.”