Angela & Michael
Bölüm II
Michael
Dünyaya kalın bir sis perdesinin arkasından bakan siz insanlara bazen acıyorum. Hep mi böyleydiniz yoksa sonradan mı bu büyük inkarı seçtiniz bilmiyorum, ama yüzyıllardır benim gördüklerim –yani gerçekler- sizin gözleriniz önünde çarpıtılmış birer Polyanna hikayesine dönüşüyor.
-----0-----
Saçlarım her zamanki gibi dağınık ve yine dolabımda duran kıyafet benzeri kalitesiz şeylerden bir koleksiyonu üzerime geçirmiş vaziyette, kapımın önünde tam yarım saattir bekliyorum. Angela sanırım uyuya kaldı. Normalde benim durumumdaki biri bu gecikmeden endişelenirdi ama ben bunun önemsiz bir geç kalkma sorunu olduğunu bilecek kadar Angela’ yı tanıyorum.
Cep Telefonumu çıkarıp hemen ortak arkadaşımız olan John’un numarasını çevirdim. ‘’ Selam. Nasılsın?... Eee senden bir iyilik isteyecektim. Ben ve Angela biraz geç kalktık. İlk derslere gelemeyeceğiz bizim yerimize yoklama kağıdını imzalar mısın? .... Çok teşekkürler sana bir yemek borcum var.’’ Telefonumu kapatıp cebime attım. O sırada Angela’ nın oturduğu dairenin kapısı hızla açıldı. Angela her zamankinden dağınık bir şekilde geç kalmanın telaşı kıyafetlerindeki her bir zerreden yansıyarak bana tosladı. Hemen yere eğilip dağılan kitaplarını topladım ve ona çaktırmadan bir güzel kokladım. Behh… Yine o güzel parfümü sürmüştü. Bunun neresi kötü diyebilirsiniz. Size şöyle açıklamaya çalışayım. Diyelim ki sessiz bir sahilde, en ufak böceklerin bile çıkardığı sesleri duymak amaçlı dikkat kesilmiş bir yandan da dalgaların sesini dinliyorsunuz. İşte tam bu anda 1 metre ötenize bir yolcu uçağı düşse çıkan ses sizi nasıl rahatsız ederse işte bu koku da beni öyle rahatsız etti. Bu parfüm aynı zamanda tehlike olup olmadığını kontrol etmemi de engelliyordu. Defter ve kitapları düşmeden önceki sırası ile Angela’ ya uzatırken gülümsedim. Asansörün kapısını açıp önden onu buyur etmeden önce asansörü birkaç kez koklayarak kontrol ettim. Tehlike yok gibiydi.
Asansöre girdiğimize derin bir nefes aldım. Ufak iblisciklerin nerden çıkacakları son zamanlarda gerçekten belli olmuyor. Neyse ki bu asansörü koruma alanıma dahil edeli uzun zaman oluyordu. Halatları gümüş tellerle örülü üzerlerine kutsal su dökülmüş titanyum kaplama bir asansör şimdilik yeterliydi güvenlik açısından. Angela bana gülümseyip nefes verip rahatlamam ile ilgili bir soru sordu. Umursamadan geçiştirdim şimdi onu korumak gibi daha önemli işlerim vardı. Sizin o kör gözlerinizle baktığınız dünya, aslında gerçekten tehlikeli bir yer ve Angela sandığınız sıradan bir geçten daha kırılgan.
Her neyse 14. yüzyıllardan kalma saçma bir alışkanlıkla düşüncelere dalmış aklım reverans yapan bedenime engel olamadı. Eh herneyse kibar birkaç söz ve bir gülümseme ile işi espiriye vurdum ve Angela’nın ders ile ilgili sorduğu soruya
‘Aksine o kadar farkındayım ki John’ dan benim ve senin yerine yoklamaya imza atmasını istedim bile. Eee kahvaltıyı nerde yapmak istersin. Kurt gibi acıktım ve ilk 3 derse girmek zorunda bile değiliz artık’ dedim ve onu dışarıya çıkması için teşvik ettim. Her zaman söylerim. Dünayda bir üniversite kadar tehlikeli yer yoktur. Bu yüzden Angela’ya kahvaltı teklifinde bulunmuştum. Ama o her zamanki parlak yeme odaklanmış bir balık gibi saçma bir fast food dükkanına doğru ilerlemeye başladı.
Kasada duran şirin kız görünümündeki çalışanın, benim algısı yüksek gözlerimle bakıldığında sivri dişlerinden yeşil asitler akan, kocaman sarı gözlere sahip küçük bir iblis olduğunu bilse eminim şoka girerdi. Onu nazikçe ve şakayla karışık omuzlarından tuttum ve güvenli olduğunu bildiğim açık büfe bir salata restoranına doğru çekiştirdim.
‘Sabah sabah böyle şeyler yememelisin. Daha sağlıklı bir yerler seç lütfen’ dedim ve gülümseyerek iki tabağı da ağzına kadar sağlıklı olduğunu sandığım yemeklerle doldurdum. Aslında neyin sağlıklı olup olmadığını anlama konusunda biraz zayıfım. Sonuçta yemek yemeye ihtiyacım yok.
Vaktimizin çoğunu konuşarak ve kahkaha atarak geçirirken etrafı düzenli aralıklarla kokladım ve bir sorun olup olmadığını kontrol ettim. Bugüne güzel başlamıştık. Şimdilik bir tehlike yok gibiydi. Bu durum benim keyfimi oldukça arttırdı ve esprileri ardı arkasına patlattım. Angela gülümsediğinde yanaklarında oluşan gamzelere bayılıyordum.
Güzel geçirdiğimiz vakitler çabuk geçti ve o iblis yuvası olan üniversiteye dönmek zorunda kaldık. Sadece tek bir dersi Angela’dan farklı alıyordum ve o yine gidip benim tanımadığım önceden kontrol etmediğim biriyle tanışmayı başarmıştı bile. Bu kızın tehlikeye atılmaktaki bu başarısı gerçekten inanılmazdı. Karşısında duran yakışıklı adamı gözlerimle inceledim pek bir sorunu yok gibi duruyordu. Tam zararsız ve nezaketen yapılan bir konuşma olduğunu düşünmeye başlamıştım ki Angela birden Charles adındaki adamı bizimle eğlenmeye davet etti.
‘Evet. Aramıza katılmanı gerçekten çok isteriz’ dedim istemeyerek de olsa.
Charles ‘ Çok isterim akşam 8 gibi işlerim bitiyor. Sizi cep telefonundan arayıp haberdar ederim.’ dedikten sonra gülümseyerek anfiden dışarı çıktı.
Bu çocuğun gülümsemesinde bir şeyler vardı ama tam olarak çözemiyordum. Aklımın bir köşesine bu Charles denen adama karşı dikkatli olacağıma dair not düştüm.
‘ Bir kere de yeni tanıştığımız insanlara karşı bu kadar kaba olmasan ne olur sanki?’ dedi Angela biraz sinirlenerek.
Üniversite yıllarında okuyan bir genç ne cevap verirse ona benzer bir cevap verdim ve onun gönlünü almak için şakayla karışık ‘ Evet sanırım öyle davranıyorum ama yine de beni çok seviyorsun değil mi?’ dedim ve ona sarıldım. İşte oradaydılar. Yine o inanılmaz gamzelerini bana bahşetmişti.
-----0-----
Akşam buluştuğumuzda içkilerimizi içip Angela’nın yeni almış olduğu karaoke oyununda oldukça eğlendik. Charles çok da sevimsiz bir tip değildi ve kısa zamanda bize ayak uydurdu. Fakat hala içimi gıcıklayan bir his vardı ona karşı. Pes ettim ve ne olur ne olmaz diyerek Angela’nın buzdolabına doğru seğirttim ve daha önceden gerekirse diye koyduğum ufak büyülü bir karışımı el yordamıyla dolabın arkasından çıkardım. Gerekli sözleri söyledim ve Charles’a doğru karışımın üzerinden çıkan dumanları üfledim. İşte ne olduysa bundan sonra oldu.
Charles daha karışımın dumanları üzerine gelmeden atik bir hareketle masadan kalktı ama yine de geç kalmıştı. Koluna değen koku bulutunun tek zerresi ile üzerindeki sahte görünüm eriyip giderken ortaya uzun tırnakları olan, 2 metre boyunda, sivri dişleri ağzından çenesine kadar uzanan, kapkara parlak derili bir üst düzey iblis ortaya çıktı.
Telepatik olarak ona ‘Buradan sessizce uzaklaş ve seni öldürmeyim pis yaratık’ dedim.
Dişlerinin gerisinde kalan dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve aynı şekilde bana ‘Ben bildiğin o aptal iblislerden değilim Michael ve buraya bir görev için gönderildim. Senin aşık olduğun bu ufaklığı ait olduğu yere göndermek için’ dedi ve uzun tırnaklı ellerini Angela’ya doğru uzattı.
‘Artık bu kadarı fazla!’ dedim bağırarak. ‘Ainor kan du tia amen!’ büyülü sözleri büyük ve sert vurgularla söylerken görüntü değiştirme büyümün eriyip, sırtımdan kanatlarımın çıktığını ve omzuma asılı duran iki elli büyük kılıcımın tenimde bıraktığı soğukluğu hissettim.
Anında ileri atılıp önümdeki yaratığın Angela’ya doğru uzattığı pis elini uzaklaştırdım. Yumruk üzerine yumruk atıp odanın gerisine doğru ittirdim onu ve Angela ile arasına girdim. Yaratık sakince gülümseyip kendi kocaman bir sarkıta benzeyen kılıcını çekti ve bana doğru hamlede bulundu. Eh başka çarem kalmamıştı o ünlü kılıcımı çekip nefretle saldırdım.
Biraz bu şekilde dövüşünce ikimiz de anladık ki eşit güçlere sahip yaratıklardık ve ikimiz de kılıç kullanma konusunda iyiydik ve bu genelde oldukça uzun savaşlara sahne olurdu. Ama bu iblisin bilmediği bir şey vardı. Ben onun aksine Gülünce suratında gamzeler açan, sabahları geç kalkıp darmadağın topladığı saçlarıyla gönlümü fetheden Angela’ yı koruyordum. Kılıcımı hızla sallayıp beni Angela’dan ayırabileceğini düşünen bu salak iblise büyük bir güçle saldırdım. Omzuna ve göğsüne kutsal suda dövülmüş kılıcım ile büyük yaralar açtı. Her yarayı alışında büyük ve iğrenç bir tıslama ile asit dökülmüş gibi yanan bedenini acı spazmları kavurdu.
. ‘Lanet olasıca defol git buradan!’ dedim bağırarak ve iblis sendeleyerek daireyi terk etti.
Durum çok kötüydü. İnsanların o körü körüne inandıkları doğrulara güvenerek bu dövüşü onun gözünün önünde yapmıştım. Varlığımıza inanmayan ve dünyayı sadece görmek istedikleri gibi gören Angela’nın bu sahneyi de görmemiş olmasını deli gibi istiyordum. Bir yanım da; artık beni olduğum gibi görüp, aptal davranışlarımın aslında aptalca değil de sırf onun için olduğunu anlamasını istiyordu.
. ‘Bunca yıldır neden bana söylemedin?’ dedi hıçkırıklarının arasından.
Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibiydi. Görmüştü! Sonunda beni görmüştü. Ne olduğumu, neler yapabileceğimi ve onun için neler hissettiğimi… Kelimeler boğazımda düğümlendi ve hiçbirşey söyleyemedim.
‘Bana aşık olduğunu neden daha önce söylemedin Michael?’ dedi Angela suratında aptal bir gülümseme ile.
‘Hayır.. Bu olamaz…’ dedim, kendimi yere bırakırken. O saf ve bir o kadar da kör gözleri benim iblisle dövüşümü görmemişti. O sadece karşısında kıskançlıkla kavga eden iki kişi görmüştü. Sarsılmıştım ve yere kendimi çok güçsüz bırakmış olmalıyım.
Bana dönüp : ‘Hadi biraz dışarı çıkıp hava alalım’ dedi ve kapıya doğru elimi tutarak ilerledi.
Boş ve aptal bakışlarla ne diyorsa yaptım. Dışarıda duran taş banka oturduk ve ben oturur oturmaz başımı ellerimin arasına aldım. Eh dedim kendi kendime benim kim olduğumu bilmese de onu sevdiğimi biliyor en azından…
Angela oturduğu yerden hafifçe kıpırdandı ve kucağıma oturup kafamı elleri arasına aldı. Gözlerimin içine bakıp gamzelerini tekrar bana bahşetti ve birden beni dudaklarımdan öptü…
Bunca güç ve yetenek ile dolup taşan bedenim şahlandı ve hiç tatmadığı yepyeni bir dünyaya açıldı.
-----SON-----