Güneş tüm şiddetiyle Dünyayı kavurmaktayken Mukan da okuldan çıkıyordu. Bu sıcağın altında evine kadar yürümek zorundaydı.
Mukan Heftazya ülkesi yaşamaktaydı. 15 yaşında, kapkara saçları ve kapkara gözleri olan bir çocuktu. Her çocuk gibi okula gidip gelmek, derslerine çalışmak, sınavlarından iyi notlar almak zorundaydı.“ Hayatın sıkıcılığından bunalmıştı. Robot olmaktan, hayatını yaşayamamaktan bıkmıştı. Franz Kafka’nın bir sözü vardı. Tam hatırlayamasa da “Hayatı anlamanın ilk belirtisi ölme isteğidir.” Gibi bir şeydi. O da ölmek istiyordu bir an önce. Anlamaya başlamıştı herhalde ya da çoktandır anlıyordu. İnsanlardan iğrenmeye başlamıştı. Her şeyin amacı paraydı. Hayır! Her şeyin amacı para değildi. Para bir tanrıydı insanlara göre. Ve etrafı ibadethanelerle doluydu. Okulların amacı bile para kazanan bireyler yetiştirmek olmuştu. Öyle olmasa bile her öğrencinin amacı buydu. Kimse ne öğrendiğini umursamıyordu. Sadece meslek sahibi olup para kazanmak için okuyorlardı.” Okuldan evine giden uzun yolda bunları düşünüyordu Mukan. Düşündükçe daha derine düşüyordu dipsiz kuyunun içinde. Hiç var olmamayı diledi sonra. Sonra da birkaç küfür savurdu sessizce. Ağlayacak kadar hüzünlenmiş ve sinirlenmişti. Birkaç sivilce dışında pürüzsüz olan yanağından akan bir iki damla gözyaşını da gizlice sildi. Tüm düşüncelerinden sıyrılıp anlamsızca yürüdü sonra.
Mukan kendini değişik hissediyordu o gün. Ara ara gözleri kararıyor nereye gittiğini bilemez hale geliyordu. Zorlu bir yürüyüşün ardından evine ulaşmıştı. Evde sadece annesi vardı. Onunla da hiç konuşmadı. Suskun bir çocuktu Mukan. Kendisinin de anladığı bir gerçek vardı “Git gide deliriyordu.”.
Bir süre sonra annesi onu yemeğe çağırdı. Ekmeğini batırarak yedi çorbasını. İsteksizce… Yemekten sonra hiç laf etmeden odasına gitti. Kapıyı kilitledi ve müzik dilemeye başladı. Sesi çok açmış olmalıydı ki kulakları ağrıyordu. Yattığı yerden kalkıp müziğin sesini kıstı. Ama kulağının ağrısı daha da artmış dayanılmayacak hale gelmiş. Elleri kulaklarında ayakta duruyorken gözlerine bir karanlık inmeye başladı. Yavaşça yere yaklaştı ve yattı. Gözlerini kapatmıştı. Elleri ise hala kulaklarındaydı.
Acılı geçen iki üç dakikadan sonra rahatlamıştı. Kulaklarında o korkunç ağrıyı hissetmiyordu artık. Kendini çok yorgun hissediyordu sadece. Yavaşça gözlerini açtı ama gözlerini açıp açmadığından emin olamadı. Gözü kapalıyken de aynı karanlığı görüyordu. Gözlerini tekrar kapattı. Bu sefer gözlerini açıp açmadığı eliyle kontrol etti. Gözlerini açıyordu ama her yer karanlıktı. Eliyle yerden destek alarak ayağa kalktı. Etrafında hiçbir şey yoktu. Yürümeye başladı. Burası hakkında bilgi sahibi olabilmek için etrafı araştırıyordu. Ama hiçbir şey bulamadı. Boşluktaydı. Yürüyecekti ama bir şey bulma umuduyla sonsuza kadar yürümekten korktu. Sonunda pes edip yere uzandı. Düşünmeye başladı. Buranın neresi olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu ama Dünya denen cehennemden çıkıp bir cennete geldiğini fark etti. Burası daha iyiydi. Burası onun yeriydi ve yalnız olmak istiyordu. Ve oldu da… Yalnızlığın kralı olarak tahtında uzanmıştı.