Pipo ile ilgilenmeye başladığım döneme denk gelip meramımın üzerine cila çekip hızla bitirdiğim dizidir. Birinci Dünya Savaşı sonrası geçen bir İngiliz gangster öyküsünü anlatıyor bize. Sezonu altı bölümden oluşan oldukça dolu ve kaliteli bir yapım. BBC para kesesin ağzını açmış ve bana kalırsa bu TV kirliliği içinde hak ettiği tahtı sahiplenememiş bir dizi henüz.
Cillian Murphy karşıma ilk çıktığı an dejavular dejavular… Sonradan Cold Mountain’deki o derbeder asker kaçağı görüntüsü aklımda belirdi ve böylece içimde gitgide büyüyen ‘kim bu yaa?’ sorusu dizinin ilk birkaç dakikasında çözüldü. Sonradan dizide Tom Hardy’de karşımıza çıkıyor. Penny Dreadful’dan kötü kadın, pis cadı olarak aklımıza yer etmiş Helen McCrory de dizinin hakiki karakterlerinden biri.
Pipomuzu yaktık, -dizide de elbet birileri bir şeyler tüttürüyor o sıra-, gecenin karanlığında loş ışıkta dizimizi izlemeye başladık ve kulağımıza birden Nick Cave şarkıları esti. Gerçekten güzel... Dizi müzikleriyle fazlasıyla konuşuluyor ve bu oldukça normal. Nabza göre şerbet deyimi bu dizinin müzikleriyle birebir uyuşuyor. Bir yerden sonra İngiliz aksanıyla küfürler edip, şapkanıza jiletler yerleştirir halde buluyorsunuz kendinizi.
Sadece bir gangster değil onun aile içi yaşamı ve diğer çetelerle olan sorunlarını da ele alıyor dizi. Dizide anlatılan bir suç babasından ziyade bir aile ve o dönemdeki İngiliz yaşamı ve kültürü. Fabrikalar yüzünden sürekli hava puslu, bir yerde birileri demiri işliyor, başka bir yerde bahisler, at yarışları, komünistler, greve çağrılan işçiler… Aslında İngiltere’nin o zamanlardaki kaotik yapısı beni büyüledi, western yapımlarda alamayacağınız bir tat var.
Şiddetle tavsiye ediyorum. Üç beş çoluk çocuk, vasat bir senaryo ile dizi çekilen bu dönemde ilaç gibi gelir.