Evet çoooooook uzun bir aradan sonra ikinci bölümü yazdım. Biliyorum sizleri çok beklettim ve biliyorum bu kadar beklemeye değecek bir bölüm değil ama elimden geleni yaptığıma emin olabilirsiniz. Sizi temin ederim ki İlk KIlıcın İmtihanını (ki şu anda adı Hırs oldu) yazdığım günden bu yana aklıma gelmediği üzerine düşünmediğim günlerin sayısı vücudumuzdaki parmakları geçmez. (Ayaklar da dahildir.
) Hadi afiyet olsun.
Bölüm 1 Korku
Alacakaranlık henüz çökmüştü vadinin üzerine. Yaşlı masalcı, her seste irkilerek, korkak adımlarını ard arda atıyordu. Dışarıdan bakan birisi kaçtığını söyleyebilirdi. Sürekli dönüp arkasını kontrol etmesi, sıkı sıkı tuttuğu asasını dövüşe hazır bir şekilde kaldırıp indirmesi, bu kanıya delil olabilecek nitelikteydi. Korku doluydu gözleri, dehşete düşmüş gibiydi hareketleri.
Acaiptir ki bu korku onu yolda tutan şey gibi gözükmekteydi. Başka herhangi bir ölümlünün muhatap olsa yerde sancılar içinde kıvranmasına neden olacak bu korku, Onu ayakta tutan bir ilaç gibiydi. Günler süren çabası nihayet onu bir sonuca ulaştırmıştı. Kimilerinin “Korku Sığınakları” olarak adlandırdığı şehirlerden birisi tam karşısındaydı. Üzerinde bulunduğu geniş araba yolu, kıvrıla kıvrıla kaleye vasıl oluyor, Onu da arkasından sürüklemeye çalışıyor gibiydi. Burçların yüksekliği, duvarların kudreti, içindeki korku sisini biraz dağıtır gibi olmuştu. Eee sonunda, sadece güvenliği sağlamakla görevli insanların, güvensizlik oluşturduğu bir yerde sayılırdı.
Masalcının vücudu, derin bir spazm geçirir gibi sarsılmaya başladı. Hemen sağındaki, bir köstebeğin yuvasına benzemesinden dolayı, Köstebek Mağaraları olarak adlandırılan kovuklardan gelen davetin çılgınlığı, Masalcıya korkusunu bile unutturdu. Ki bunun her yiğidin harcı olmadığını söylemek oldukça doğru olacaktır. Sürüklenir gibi yürüdü mağaralara doğru. Annesinden doğarken hangi delikten çıkacağını bilen bir çocuk gibi emindi, hangi kovuğun onu çağırdığından.
Mağaranın içi, kesif bir ölüm kokusuyla dolmuştu. İçinde, derinlerde bir yerde, son gücünü kullanarak bağıran, haykıran beyni Onu bunu yapmaması, o mağaraya girmemesi için uyarmaya çalışıyordu, var kuvvetiyle. Lakin o aklı ile güdüleri arasındaki kararını yıllar önce vermişti.
Ve güç arayışında olan korkusunun, Onu yönlendirdiği sona doğru süründü.
Uzun bir yürüyüşün ardından, mağara geniş bir açıklığa ulaştı. Açıklığın merkezinde, eski olduğu her halinden belli olan bir demirci ocağı duruyordu. Hemen önünde bembeyaz, ölüm renginde bir iskelet, sol eline doğru sırıtıyordu. Hemen iskeletin biraz ilerisinde ise farklı zamanlarda öldürülmüş, yüzlerce ceset yatıyordu. Bunların hiçbirini fark edemedi Yaşlı Masalcı. Onun ilgisini çeken tek şey, henüz tazeliğini koruyan genç bir kadının elindeki kan kırmızısı kılıçtı. Kılıcın ona seslenişini duyar gibi oldu. Onu çağırışını ona vaadlerini. Gitmedeki o yüce tutkuyu, damarlarına kadar hissetti Masalcı. Çok da uzun sayılmayan bir süre önce geçmiş olan korkusu yeniden yükselmeye başlıyordu. Ayakları onu kılıca doğru sürükledi. Beli onu kılıca doğru eğdi. Elleri kılıca doğru uzandı. Ve parmakları yavaşça kılıcın kabzasını kavradı. Bu kavrayış pürasa korkuyla doldurdu ruhunu. Hiç bu kadar güçlü hissetmemişti daha önce. Kılıcın düşündüğü her şeyi sezer gibiydi. Birkaç an sonra ise kılıç hakkında daha yüksek bir anlayış seviyesine yükselmişti. Kılıcın herhangi bir düşüncesi yoktu. Aklı normal çalışmıyordu, neden ve sonuç mantığı yoktu. Sadece farklı baskınlıklarda ki güdüleri ile doluydu Kılıç. Ve şu anda Masalcının lehinde olabilecek bir ikilemdeydi. Masalcı her ne kadar bunu fark edebilecek seviyede olmasa da Kılıç Yaşlı Masalcının belki de tüm hayatını etkileyecek bir karar vermek üzereydi. Gitmeyi özlemleyen bir tarafı, kanı özlemleyen diğer tarafı arasında bir türlü karar veremeyen Kılıç, bir süre kararsızlıktan sonra gitmeyi seçti. Bu onun için ilkti. Masalcının güdüleri altında sildiği aklından olsa gerek, Kılıç bu tıfıl Masalcıyla birlikteyken hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu kendisini. Buna artı olarak kendisine karşı çıkma hususunda en düşük akli durgunluğu da Masalcıda tatmıştı. İhanet ettiği yaşlı, yorgun, sevgiye aç babası bile bu kadar zayıf değildi.
Kılıç her güç sahibi gibi gücünü göstermek, fark edilmek istiyordu. Belki de Masalcının hayatını kurtaran buydu. Masalcı itaat etmekte hiç sorun yaşamadı. Mağarayı terk ederken arkasından sürüdüğü Kılıcı takip ediyordu İhtiyar. Eski korkusundan eser kalmamıştı içinde. Kılıç onu güdüyor. o ise sakin bir şekilde gözün baktığı yerleri inceliyordu. Artık masalcı kalmamıştı ve ihtiyar bunu hiç itirazsız kabullenmişti.
Mağarayı terk etmesinin üzerinden çok geçmemişti ki Kılıcın yardımıyla hasseleri katbekat gelişen İhtiyar, gelen nal seslerini duymakta gecikmedi. Süvari ona doğru yönelmişti büyük ihtimalle. bu hızla çok da sürmeden yanından geçerdi diye düşündü şimşek gibi bir hızda. Kılıç şehvet titremeleriyle kasılmaya başladı. Yaşama dönebilmesi, idrak sahibi olduğu kadar iktidar sahibi de olabilmesi için muhtaç olduğu insanları, ilk yapıldığı günden beridir aşağılardı. Bir çok düşünür bunu, "reddedilmiş zayıflık" olarak yorumlayabilirdi, ancak Kılıcın buna yaptığı yorum, insanlığın gerçekten basit olduğuydu. Ve bu inançla, Masalcının tecrübelerini hiç ciddiye almadan savaşa hazırlandı. Çok geçmeden karşıdan gelen Süvari, görüş alanına girdi. Savaş pozisyonu aldı Kılıç. İçgüdüsel olarak bu koşan yaratığa karşı nasıl savaşacağını biliyordu. Ondan kaçamazdı kendisinden katbekat hızlıydı. Asla yerinden kımıldamayacak ve üzerine gelmesine izin verecekti. Süvari bir süre İhtiyarı hiç ciddiye almadan atını sürmeye devam etti. Kılıç kaçacağından şüphelenmeye başlamıştı, buna izin veremezdi. Avına doğru gerilen bir panter gibi gerildi, doğru anı beklemeye başladı. Çok geçmeden süvari de kılıcını çekti. Sol eliyle taşıdığı kılıçla, İhtiyarın soluna doğru yöneldi, sessizce. Kılıç süvarinin solda daha avantajlı olacağını fark ederek, yol kenarındaki kayaları soluna aldı. Süvari buna hiç aldırış etmeden Atını sürmeye devam etti. İhtiyar sağ açığına doğru iyice gerilmişti. Süvari kılıcın erim mesafesine geldiğinde, İhtiyar savaşın ateşine kapılmış bir barbar gibi çığlık atıyordu. Kılıç kan şehvetiyle dolmuştu, atın bacaklarına doğru hamle yapmak üzere gerildiği anda, bir şeylerin onu aşağı çektiğini hissetti. Bir an sonra ise masalcının gördükleri, Kılıcın idrak seviyesine ulaştı. Süvari son anda atından atlamış, havada zarafetle dönmüş ve arkasında kaybolmuş gitmişti. Bir an sonraki hisse İhtiyarın acısıydı.
Süvari Masalcıyı başından başlayarak ikiye ayırmıştı, mükemmel bir düzgünlükle.
Kılcın üzerine iki damla kan sıçradı, iştiyakla tattı kılıç kanı. Ve tekrar başladığı yere döndü. Kanlar içindeki bir kullanıcının elinde, hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Ancak bu sefer bundan sorumlu olan kendisi değildi. Sebeb başında bekiyordu.
Kolcu, Masalcıyı biçtikten sonra hiç umursamadığını hissettirircesine çağırdı atını, yol beklerdi. Tembellik etmek olmazdı. Yağmayla ilgilenecek zaman değildi. Tüm bu düşünceler kafasından yıldırım hızıyla geçmekteydi ki, büyük bir şokla hissetti Kılıcın kudretini. Bu kadar büyük bir güç, kendisine hizmet edebilirdi. Eğildi ve aldı kılıcı zarafetle.
Uzaklardan bir dev çığlığı yükseldi göklere doğru. Acı, pişmanlık ve şehvet dolu. Bunu duymadı bile Kolcu. O dizlerinin üzerinde titremekteydi.