Kayıt Ol

Ölüm Günlükleri

Çevrimdışı The Dying

  • *
  • 1
  • Rom: 1
  • Every living organism dies
    • Profili Görüntüle
Ölüm Günlükleri
« : 09 Temmuz 2012, 20:54:47 »
Ayrılığa Dair


Bu bölümde sizlerle sürekli olarak bir şeyler paylaşmak zorunda olmayacağım. Sizler de zaten her yazdığımı okumak zorunda olmayacaksınız. Bazen aylar geçecek hiçbir şey yazmayacağım, bazen bir günde iki yazı birden yazacağım – ki o gün bu gün değil. Adil bir anlaşma.

Yazmakla ilgili vardığım kesin bir yargı varsa, o da her zaman yapılabilecek, ancak yalnızca duyguları yoğun yaşadığınız zamanlarda 'güzel' yapılabilecek bir şey olmasıdır. Sırf yazıyor olmak için yazdığım zamanlarda, istekli bir şekilde yazdığım zamanlara oranla daha az verim aldığımı son birkaç yıllık yazarlık tecrübem neticesinde rahatça fark edebiliyorum. Örnek vermek gerekirse, liseye gittiğim zamanlar edebiyat sınavlarında karşımıza çıkan kompozisyonlardan felaket notlar aldığım olmuştur. Gerek konunun bir öğrenciye göre fazla bıkkınlık verici olması, gerekse o an edebiyattan çok stresle uğraşmanız buna neden oluyor sanırım. Ve bu konuda pek çok yazar arkadaşımın da bana hak vereceğine inancım sonsuz.

Hali hazırda konumuz liseden açılmışken, yazı yazmakla ilgili söylediklerimi bir kenara ataraktan, bu yazıyı asıl yazma sebebine geliyorum.

Ayrılık.

Onun için pek çok kez şiirler yazıldı, şarkılar söylendi. Ayrılık ve aşk acısı gibi şeylerin bana göre olduğunu düşünmesem de, o tarz şarkıları dinlemek ya da o tarz şiirler okumak hep hoşuma gitmiştir. Bunun sebebi yoğun yaşanan her türlü duyguya olan saygım ve ilgimdir sanıyorum. Fakat bu tarz temalarla sürekli uğraşırsanız, gerçekten de onları yaşamış gibi hissedersiniz. Bunun açık bir örneğiyim ben de ve hayır, bununla kesinlikle gurur duymuyorum.

İlk kez lisede bu duyguyla karşılaşmıştım. O zamanlar okulun gerçek anlamda potansiyel bir ineğiydim ve aşkla meşkle işim olmazdı. Ama sınıftayken bazı sulu göz kız arkadaşların durup dururken ağlamaya başladığını ve sebebini sorduğumuzda hiçbir mantıklı açıklamada bulunmadan sadece dışarı çıkıp hava almak istediklerini hatırlamaktayım çok iyi. Üniversiteye başladığım zaman bu sorunla hiç karşılaşmadım, nedendir bilinmez. İşin tuhaf kısmı, bu kızların ağlama sebebini de çok iyi biliyorduk ama belki de saygıdan, belki de formalite icabı, hep “Neyin var?” diye de soruyorduk. Kadınlarla ilgili öğrendiğim önemli bir şey varsa, o da ayrıldıklarında ağlamalarıdır.

Ve erkekler içinden ağlayanı hiç görmesem de, kafeteryada otururken morali bozuk bir şekilde kıyıya köşeye yerleşmiş, iç çekenine çok kez rastladım. Ve onlara anlamsızca bakıp duruyordum. Anlamıyordum o ağlayan kızları, üzülen erkekleri.

Ve yağmurun şarıl şırıl yağdığı bir kış sabahında, notlarımı almış, çalan zil üzerine sınıfa doğru yürümekteyken, tam dört yıl aynı sırayı paylaştığım bir sınıf arkadaşım bana bir şey söyledi. Cümleyi aynen alıntılıyorum:

“Lan bir gün başına öyle bir şey gelecek, bu ayrılık olayı yüzünden senin de hayatının içine edilecek.”

Ve evet doğruyu söylediğini ben ancak o günden yıllar sonra, bugün anlayabiliyorum. Sevgilimden ayrılmadım – ki bunu söylemekten utanıyorum ama bugüne kadar ayrılacak bir sevgilim olmadı zaten daha – ama değer verdiğim, yıllarca aynı yolda yürüdüğüm pek çok arkadaşımı özlüyorum. Onlarla ayrıldığım gün, belki artık lise bittiği ve mezun olduğum için, belki de iyi bir diploma derecesinin ailem üzerinde yarattığı sevinçten ötürü ben de sevinerek, yeterince üzülememiştim. Ama şu anda ayrılığın ne demek olduğunu iyi biliyorum. Ve bunu bilmek hoşuma gitmiyor.

Liseyi özetleyen kelime şu an için "ayrılık" dersem yeridir sanırım. 1 yıl geçti, ayrıldığım gerçeğiyle şu an yüz yüze kalıyorum.

İronik...
Nothing is less than nothing.

Nothing is nothing.