Bu güzelce isimlendirilmiş kitap, sanırım bir peri masalı. Çünkü içinde periler yahut peri olarak adlandırdığımız yaratıklar var. Periler herkese görünür olmamasına rağmen kendilerini görmeyen ya da kendilerine inanmayan insanların hayatlarını etkileyebiliyorlar. Bir bakıma onlar modern endüstriyel İngiltere'de geçmiş folklordeki rollerini oynamalarına rağmen bir perinin nasıl görünmesi gerektiğine dair benimsediğimiz görüşlere uymuyorlar: Periler, sizi tepenin altına taşıyacak uzun, adil yaratıklar olmadıkları gibi Victoria döneminde aşık olunan küçük sevimli cinler de değiller, Tinker Bell gibi olmadıkları da bir gerçek. Walton'un betimlemeleri, büyük ressam Arthur Rackham'ın perileri görebilen çok az sayıda insandan bir olduğunu akla getiriyor: "Meşe ağaçlarının el şeklinde yaprakları ve palamudu, fındık ağaçlarının fındığı ve hafif kıvrımlı yaprakları olduğu gibi, perilerin çoğu da yamru yumrudur; gri, yeşil veya kahverengi olabilirler ve çoğunlukla bir yerlerinde tüylü bir şeyler vardır. Bu peri ise gri ve oldukça boğumluydu ve kesinlikle çok çirkindi."
Hikayenin başkahramanı ve anlatıcısı Mori perilerin var olduğunu bilip onları görebilmesine rağmen, perilerin Tolkien'in elfleri gibi olmalarını istiyordu. Fakat periler güçlü ve nazik değillerdi. Aksine sinir bozucu, aykırı, gölgemsi yaratıklardı. Bazıları büyük ihtimalle hayaletti. Yabani, barbar ve tahmin edilemezdiler. Çoğunlukla Gal dilini konuşurlardı. Hiçbir isme cevap vermemelerine rağmen uygun bir dille istendiğinde dilekleri gerçekleştiriyorlardı. Vahşi hayatın bir parçası gibiydiler, sadece ormanlık alanlarda yaşayıp insanların terkettiği yerlere dadanıyorlardı: eski parklar, sanayi öncesi işlenmemiş topraklar, kasaba ve tarlaların yanından geçen unutulmuş yollar.
Fakat Ötekiler Arasında klişeleşmiş yaban hayatı büyüsü üzerine kurulmamış, hikayede oldukça sıradan görünen birçok insan da doğaüstü güçlere sahip. Bir periyle dileğini gerçekleştirmesi için nasıl konuşacağını bilmek bir büyü türü, fakat başka tür büyüler de var, çok daha kötü büyüler.
Olağanüstü olayları sıradan modern hayatın içine sokmak -bu kitap için Oswestry 1979- bir romancı için kolay bir iş değil. Realistler bize fantazinin sadece çocuklar hakkında veya çocuklar için olduğunda kabul edilebilir olduğunu düşüncesini benimsettiler. Fakat doğal olanla doğaüstünün kesişmesinin, doğası gereği çocuksu hiçbir tarafı yoktur ve yetişkinler için yazılan birçok roman, realizmin altın çağındakiler de dahil bu kesişimi içerir. Aklıma ilk gelen örnek keskin ve göz alıcı Tilki Olan Kadın (Lady into Fox). Pek çok hikayedeki gibi David Garnett'in hikayesinde de doğaüstü unsurlar basitçe varlar; açıklanmamış, tartışılmamış- güzel bir estetik hile- eğer tartışılsaydı yazar hem inandırıcılık hem de nedensellik problemleriyle doğrudan uğraşmak zorunda kalırdı.
Birçok fantazi eseri, modern bir romanda imkansızı inanılabilir kılma şansından, sihire gerçekçi bir sistemde sorumluluk vermekten yahut büyüye ahlaki ve duygusal ağırlık vermekten kaçınır. Jo Walton bu iki kat zorlu meydan okumayı kabul edip, bu durumla cesaret ve yetenekle yüzleşiyor. Bir sihrin etkilerinin nasıl kolaylıkla gürülüp açıklanabileceğini, sebep olduğu her değişikliğin bedelinin ödenmesi gerektiğini gösteriyor. Walton'un üç dilek dünyasında bedel ödeme gerekliliği Newton'un üçüncü yasası("Her etkiye karşılık eşit ve zıt yönde bir tepki vardır.") kadar kesin.
Kitaptaki anlatıcı, Mori'nin 15 yaşındayken yazdığı günlük fakat yetişkin Mori de dolaylı olarak kitabın içinde ve bu durum kitabı büyük ölçüde zenginleştiriyor. Mori bir tarzla yazıp tutkuyla okuyor. Çoğunlukla bilimkurgu okumasına rağmen şans verdiğinde Plato'yu da Heilein ve Zelazny gibi istekle okuyup, bir çırpıda bitiriveriyor. Yaşının getirdiği enerjik samimiyetle sunulan eleştirel notlarını okumak bir zevk. TS Elliot'un "kral" olduğunu öğrenmek çok hoşuma gitti.
Zihinsel ve fiziksel çok büyük acılar çekmiş olan Mori kitap okumayı bir çeşit telafi olarak görüyor. Aslında kitaplar onun tutkulu ve korkusuz zekasının, sanat ve düşüncenin daha büyük gerçeklerine ulaşmasını sağlıyor. Kitaplar, neredeyse sevdiği herkesten ayrı düşmesinin acısının üstesinden gelmesine yetiyor; parçalanmış bir leğen kemiğinin acısı, çok saygıdeğer ve garip halalarının yolladığı yatılı okuldaki kızların boğucu baskısı ve deli bir cadının -annnesinin- esrarengiz saldırıları. Fakat sonunda, hayatındaki arkadaşlık ve bir insanın sıcaklığını hissetme arayışında kitaplar bile yetersiz kalınca, çareyi büyüye başvurmakta buluyor.
Ötekiler Arasında son anına kadar eğlenceli, özenli, keskin ve merak uyandırıcı bir öykü, fakat büyü kısmında bundan çok daha fazlası. Mori'nin yeni arkadaşlarının dostluklarını kendi istekleriyle değil de, üzerlerine yaptığı büyü sebebiyle ona sunmuş olabileceklerini farkettiğinde hissettiği manevi ızdırap, gücün sorumluluğuyla dürüstçe yüzleşebilen birinin çektiği ızdırabın aynısıdır ve bu yakın zamanda veya kolaylıkla çözülebilecek bir ikilem değildir.
Kitabın kalbi Gal tepelerinde Mori'nin ölülerin ruhlarının öteki tarafa geçebilmeleri için perilere yardım ettiği sahnede yatıyor. Mori'nin sakatlanıp ikiz kardeşinin öldüğü kaza sonunda Mori'nin kardeşinin ruhu karanlık geçide tutunup kalmış ve Mori'nin kendisini bırakmasına izin vermemektedir. Ketumluğuna ve sanatsallığına vurulduğumuz bu sahnede, kayıp ve gereksinimin elemi dayanılmayacak bir şekilde bir araya gelip, tıpkı eski baladlarda olduğu gibi sessiz ve gerçekçi anlatım, açıklanamaz deneyimi derinleştirerek tuhaflığı gerçeğe dönüştürüyor.