The Lost Boys | Kritik

LostBoys

Batman ve Robin, Batman Forever, Telefon Kulübesi, Operadaki Hayalet ve 23 numara gibi filmlerin yönetmeni olan Joel Schumacher’in yönettiği 1987 yapımı bir film Lost Boys.

Film, anne babası boşandığı için annesiyle Santa Carla’ya, büyükbabasının evine yerleşen iki kardeşin hikayesi gibi görünse de aslında kardeşlerden büyük olanın yani Michael’in hikayesi…

Santa Carla, dünyanın cinayet başkenti diye anılan bir şehirdir. Uyuşturucu kullanan ve tüm hayatını eğlenceyle geçiren gençlerin, oldukça fazla cinayetin ve her köşe başında asılı kayıp ilanlarının hakim olduğu bir şehir… Ve Michael bu şehirde, belki de hoşlanması gereken son kızla ilgilenmeye başlar.

LostBoys 2

Michael, sürekli etrafında dolandığı Star’ın dikkatini çekmeyi başarır fakat Star’ın takıldığı David adlı tehlikeli genç, Michael’ın hiç de tahmin etmediği türden biridir. Sonunda ne olduğunu bile anlamadan kendini David ile bir motor yarışı yaparken bulan Michael’ın hayatı aslında tamamen değişmektedir.

Onların mekanlarına giren ve yaşamlarını gören Michael, David’in ona verdiği şeyi içer ve sonunda o dönüşü olmayan yola girer. Artık onlardan biridir. Yani bir vampir…

Yönetmen Joel Schumacher, bu noktadan sonra seyirciye evinde, yatağında uyanan Michael’ın geçirdiği değişimleri göstermeye başlıyor. Duyduğu sesler, bedenindeki bazı farklılıklar, aydaki görüntüsü ve elbette ki kan arzusu…

LostBoys 3

Michael, elbette ki kan arzusuyla beraber kendisine en yakın olan kişiye, erkek kardeşi Sam’e yöneliyor. Kardeşi ise Michael’e neler olduğunun farkına varıyor ve önceden kendisini uyaran çizgi romancı çocuklardan yardım istiyor. Bu durum Sam’in kendini, dalga geçtiği korku çizgi romanlarından birinin içinde bulması gibi de değerlendirilebilir aslında.

Film, Michael’in kendini çözme çabaları ve Star’a olan duygularıyla ilgili olarak devam etse de aslında arka planda David ve arkadaşlarının işledikleri bazı cinayetlerin kokuları burnumuza gelmeye başlıyor.

Abisinin tehlikeli bir vampir olmadığına inanan bir kardeş var karşımızda. Sam, abisini kurtarabileceğine inanıyor ve bu yüzden de ona gerçekleri gösterebilecek tek kaynağa, vampir çizgi romanlarına sığınıyor. Çizgiromanlar, başvampir öldüğünde yarıvampirlerin eski hallerine döneceğini söylüyor ve Sam de, çizgi romancı arkadaşları Edgar ve Alan ile başvampiri bulmak ve yoketmek gibi bir misyon üstleniyor.

LostBoys 4

The Lost Boys, döneminin en iyi vampir filmlerinden biri. Bir gençlik filmi olmasından dolayı, kan ve vahşet yerini daha hafif aksiyon sahnelerine ve biraz da epriye bıraksa da, film orijinal vampir mitine sadık kalıyor. Sarımsak ve kutsal sudan etkilenen, aynadaki yansımaları bulanık olan, sivri dişli vampirler var karşımızda. Güneş ışığında alev almaları da cabası… Beslendikleri anda vampire dönüşen yarı vampirler ise, güneş ışığına çıkabilseler bile bu durum onları rahatsız ediyor. Filmde, gerçek vampirleri izliyor olmak oldukça hoş.

Filmde hoşuma giden ikinci bir noktada hiç şüphesiz ki Frog kardeşlerdi. Edgar ve Alan isimlerinin Edgar Allan Poe’ya açıkça bir saygı duruşu şeklinde kullanılması filmi sevmemdeki etkenlerden biriydi.

Filmde Michael’ı, Kardeş Gibiydiler, Hız Tuzağı 2 ve Tanrının Vadisinde gibi filmlerden tanıdığımız Jason Patric canlandırırken, Sam’i ise serinin ikinci filminde de oynayan ve Tetikçi 2: Yüksek Voltaj’da da boy gösteren Corey Haim oynuyor. Başvampir David rolünde ise, 24 dizisinin Jack Bauer’ı olarak tanıdığımız Kiefer Sutherland mükemmel bir performans sergiliyor.

Film, her ne kadar 1987 yapımı olmasından dolayı teknolojik açıdan çok sağlam olmasa da, kurgu ve oyunculuk açısından olduk.a başarılı. Dönemin kült filmi haline gelen ve hala kendi türünün demişbaşlarından biri olarak geçen The Lost Boys, eğlenceli bir seyirlik.