Bu yıl 27.si düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’na gitmemiş daha doğrusu gidememiş ve oradaki ortam hakkında birazcıkta olsun bilgi sahibi olmak isteyen arkadaşlarımız için hazırlıyorum bu yazıyı. Fuarda hisettiğim duyguları bir nebze olsun sizlere aktarmaya çalışacağım lakin yine de kendi gözlerinizle görmüş olmanızı dilerdim…
Elbette sizlere fuarı tamamı ile anlatamam. Bizim buradaki konumuzla alakalı olan kısmı ile ilgili bir kaç şey yazacağım. Fantastik Kurgu anlamında neler vardı, kimler ön plana çıkmıştı, stantta görevli olanların müşterilere yaklaşımları nasıldı vs. vs. her türlü soruya cevap vermeye çalışacağım.
Ayrıca her yayınevini -fantastik edebiyat ile ilgili her yayınevini- ayrı ayrı başlıklarda inceleyelim ki sizler de yazı sonunda aralarındaki farkları kendiniz belirleyin. Yazıyı okuduktan sonraki duygularınızı da yorum olarak ekleyebilirsiniz böylece bizler de fantastik anlamda bu yıl fuara damgasını vurmuş olan yayınevini hep birlikte seçmiş olalım. Gitmiş olanlarda az çok bu düşüncelerime katılacaklardır.
Saatler 10:45’i gösteriyor. Salon kapılarının açılmasına on beş dakika var. Kalan süreç içerisinde elimdeki katalogdan yayınevlerinin hangi standlarda olduğunu öğreniyorum. İlk olarak İthaki’ye gideceğimden 3. salon kapısındaki kuyruğun arkasına takılıyorum. İnsanlardaki heyecan birbirlerine geçiyor adeta. Saat 10:57. Artık sesler yükselmeye başlıyor, ortam biraz geriliyor. Neyse ki daha da fazla kargaşa çıkmadan kapılar gösterişli bir şekilde açılıyor. O anı bekleyen çok heyecanlı bir kaç kişi alkışlamaya başlıyor, dayanamıyorum ben de katılıyorum bu gruba ve yanımdakiler. Millet içeri girmeden bir bütün olarak alkışı sona erdiriyor. Gözlerim hemen Yapı Kredi Yayınları’nın meşhur logosuna kayıyor. Madem gördüm bir gireyim diyorum, hem Harry Potter olduğundan bir nebze Fantastik sayılır değil mi diye de düşünmeden edemiyorum. Girişimle çıkışım arasındaki süre saniyeleri geçmiyor. Stand çok gösterişli ama boş -benim için-. Eh ordan çıkıp diğer yayınevlerinedeki kitaplara da şöyle bir göz attıktan sonra İthaki Stand’ı ile karşılaşıyorum.
İthaki Yayınevi
Öncelikle gideceğim yer tabiiki de bugüne kadar fantastik edebiyat anlamında önemli gelişmeler katetmiş, bizlere çeşitlilik anlamında oldukça uzun bir liste sunmuş, zamanında Türkiye’nin en büyük fantastik kurgu yayınevi niteliğini taşıyan İthaki diyorum. Standı boş gördüğümde nasıl desem, biraz hayal kırıklığına uğruyorum. Kare şekline hazırlanmış olan standın iki bölümünün fantastik kısım için ayrıldığını görüp seviniyorum. Dikkatle baktığımda hepsininde fantastik olmadığını anlıyorum.
Hoş bir bayan karşılıyor beni. Standın boş olmasından yakınıyorum, yeni açıldı gelirler yavaş yavaş diyor. Biraz muhabbet ediyoruz. İthaki’nin artık eskisi gibi olmadığını, yayınevinin büyüdükten sonra diğer türlere kaydığını ve fantastik edebiyatın zamanındaki önemini kaybettiğinden dem vuruyorum. Gülümsüyor, şu anda fantastik kısmın biraz düşüşte olduğunu kabul ediyor ama önümüzdeki aylar için güzel projeleri olduğunu da ekliyor. Biraz rahatlama hissediyorum. Standda gözüme takılan en büyük olay ise Zaman Çarkı serisi için yapılan özel indirim. Fiyatları tam olarak hatırlamasam da on iki ciltlik kitabın piyasa fiyatının yarısı gibi bir indirim görüyorum tabii bu bile bütçem için fazla geliyor ki gelmeden önce hazırladığım alınacaklar listesinde de bulunmadığından, bakmakla yetiniyorum.
Fuarda konuştuğum bayan dışında bir bayan ve iki bay daha görüyorum. Baylardan biri ile konuşma girişimlerinde bulunuyorum fakat nasip mi desem kader mi desem olmuyor. Böylece bu standdaki işimin bittiğini anlayıp, bir diğer standa gitmek için yola koyuluyorum.
Altın Kitaplar Yayınevi
3. salonda gezmeye devam ediyorum, bir yandan kitaplara, yayınevleri isimlerine bakmaya çalışırken bir yandan da kataloğa göz atmaya çabaladığımdan işler iyice karışıyor. Bu, sonu neredeyse rezil olmaya varacak olaydan Altın Kitaplar kurtarıyor beni. Aslında bir bakıma Brisingr kurtarıyor demeliyim. Altın Kitaplar’a bakma nedenimin Orkun Uçar olması dışındaki sebep olan Brisingr tamamı ile aklımdan çıkmış oluyor o an. Standda duraklıyorum. Gözlerim Orkun Bey’i arıyor, göremiyorum. Yaşıtlarıma yakın (ki bu yirmi oluyor) bir görevliye Orkun Uçar’ın nerede olduğunu soruyorum. Önce bir etrafına bakıyor, sonra “Bugün gelecek miydi?” diye bir soru yöneltiyor şahsıma. Standdaki görevlinin ben, müşterinin o olduğu hissine kapılıyorum bir an. Neyseki evde dersime çalıştığımdan “Evet, gelecekti.” yanıtını veriyorum. “Birazdan burada olur o zaman.” yanıtını verdikten sonra yan bölüme öyle bir geçiş yapıyor ki, müşteri patlaması oldu galiba diye bende o tarafa bakıyorum.
Sekiz dokuz yaşlarında iki çocuğun kitaplara ellemesini engellemek için oraya geçtiğini anladığımda ki başka yetkilierin orada olmasına rağmen konuştuğu birisini yüz üstü bırakıp gitmesine anlam veremiyor, Orkun Uçar’a mı sinirli acaba diye düşünüyorum. Eh beni ilgilendirmez değil mi diyerek ve daha da fazla beklemeyerek ileriye doğru yaptığım yürüyüşümü hiç durmamış gibi devam ettirmeye çalışıyorum. (Resim çekmek için oyalandığım bir-iki dakikayı saymazsınız herhalde?)
Artemis Yayınları
Altın Kitaplar’dan ayrıldıktan sonra kataloğa bakma işlemini tamamı ile bırakıyorum çünkü talihin yüze iki kez güleceğini pek zannetmiyorum. Aralarda bazı yayınevi yetkililerinin “Buyrun efendim!”, “Buraya bakmaz mıydınız?”, “%25lik indirimde olan kitaplarımız var, buyrunuz.” gibi teklifleri ile karşılaşıyorum. Kendimi İstanbul Kitap Fuar’ında değil de çarşıdaki bir dönercinin önünden veya pazarda bir meşrubat satıcısının önünden geçer gibi hissediyorum. Adımlarım hızlanıyor, pek de fazla gidemeden frenlemek zorunda kalıyorum. Karşıma Artemis çıkıyor. Şu yay tutan adam şeklindeki logosuna nedenini bilmediğim bir hayranlıktan, olduğum yerde bir süre bakınıyorum.
Sıra kitaplara gelince logodaki hayranlığın verdiği tat damağımda kalıyor. Acaba bu yayınevi fantastik basmıyor muydu? Ben mi yanlış hatırlıyorum gibi bin bir türlü soru aklımı çelerken sadece iki sıralık fantastik kitap serilerini görmem ile bir oh çekiyorum. Buna da şükür değil mi? Ya hiç olmasaydı?
Phoneix Yayınevi
Fuar turuma devam ederken aklıma hiç gelmemiş olan Phoneix şu günlerde Siyasal Kitabevi olarakta anılan yayınevi ile karşılaşıyorum. Eskilerden bu yayınevininde fantastik kurgu kitapları çevirdiğini duyduğumu hatırlayıp duraksıyorum, o anda da yanılmadığımı anlıyorum.
Okuma listemde olan birkaç kitabın burada olduğunu görünce seviniyorum. Birkaç keyifli dakikayı bu standın önünde kitapların tanıtım yazılarına bakarak geçiriyorum. Aklıma bir şeylerin eksik olduğu geliyor, ne diye düşünürken tabii yaa, görevli ortadan kaybolmuş diyorum kendi kendime. Aslında kaybolmaktan çok diğer standlarda bi yerlerde olduğunu ve o anda kendi standına da arada bir göz attığını -müşteri gelirse diye- hissedebiliyorum. Ama adamın rahatını bozmamak için birazcık daha oyalanıp yavaş adımlarla ayrılıyorum.
Metis Yayıncılık
3. salondaki gezişime devam ediyorum, artık sıkılmaya başlıyor, diğer salonlara da göz atmak istiyorum. Girişin yakında olduğunu görüp ayrılmaya teşebbüs ederken o meşhur karga ile yüz yüze geliyorum. Sanki bana “Heyy! Buraya uğramadan nereye?” der gibi bakıyor. Talihime bir kez daha sevinip stand alanına doğru kalabalık arasından kendime yol açmaya çalışıyorum. Burasının diğer standlardan farklı bir yanı olarak, sadece masa şeklinde değilde dört tarafının fuar içine fuar oluşumu izlenimi verecek bir şekilde hazırlandığını görüyorum. Büyük bir hevesle giriyorum tabii, ama hala büyük hevesle bir yerlere girmenin kötü şans getirdiği düşüncesine inanmadığım ve bu yüzden hep afalladığımının örneğini bir kez daha burada yaşıyorum.
Alanın en tenha köşesine konulmuş iki-üç LOTR kitabının yanı sıra birkaç Belgariad ve Maloryn kitabı gözüme çarpıyor. Perg Efsaneleri kitaplarına bakmak için uzattığım elim yarı yolda duraksıyor. Kitap üzerinde anlayamadığım mavi-lacivert tonda bir sıvı görünüyor. Bir arkadaki kitaba uzanıyorum, o da hani bu fantastik dünyamızın içinde meşhur bir söz vardır; “Tozlu raflar” diye, hakikaten de bu toz ne böyle diye öksürmeye başlıyorum. Bir ara görevliler arasında bir tartışma oluyor hissiyatına kapılıyorum. Neyse bu da benim sorunum değil, değil mi diyip her şeye rağmen iki kitap alıyorum. Kasada duran hanımın tavırları hoşuma gidiyor, kitap yanında Metis Yayınları’nı tanıtıcı bir dergi ve ayraç da veriyor. Salon 3’teki mühletimin dolmuş olduğunu anlayıp, geriye kalan tek yayınevi olan Laika için 2. salona doğru yavaş ama emin adımlarla ilerliyorum.
Salon 2’ye gitmeden önce yemek gibi temel ihtiyaçlarımı karşılıyor ve bir üst kata çıkma kararı alıyorum. İlk gördüğüm boş koltuğa oturup, beş saat boyunca ayakta kalmanın etkilerini hissetmeye başlıyorum tabii. Eh zaten zamanı geldiğinde yeterince dinleneceğiz diyip aklımda okuduğum bazı fantastik kitapların bölümleri ile yazı için hazırlanacak son standın yolunu tutuyorum.
Laika Yayınevi
Hani asslolist derler ya, bu da aynen öyle oluyor, en iyisi en sonda çıkar durumu. Kocaman salonda bir yayınevinin bulunmasının zor olduğunu düşünüp artık meşhur olmuş kataloğu tekrar elime alıyorum. Bir yandan Laika’nın olduğu yeri ararken bir yandan da gitmiş olduğum yayınevleri isimlerine birer işaret koyuyorum. Ne şanstır ki kafam eğik şekilde gittiğimden Unutulmuş Diyarlar’dan yeni çıkmış olan İki Kılıç kitabının kapağını aniden görme sebebiyle ne olduğunu anlamadan diğer FR ve DL kitapları ile karşılaşınca daha doğrusu o kadar fantastik kurgu kitabını ve bakın sadece fantastik kurgu kitaplarını bir arada görünce katalog ve elimdeki diğer poşetin düşmemesi için tam zamanında aklımı başıma topluyor ve karşıma bakıyorum.
Yayınevi standına doğru gidişinizde sizleri üç adet poster karşılıyor. Bunların ilki, standın Laika yayınevi ve alt kademesinde başka hangi yayınevlerinin kitaplarını sergilediğini gösteren poster. Ve sıra geliyor ortada bulunan ikinci postere. Çok değil, bundan iki hafta önce çıkmış olan Kayıp Tarihçeler Serisi 1. Kitap “Cüce Derinlikleri Ejderhaları”. Resimde sizi nekadar etkiliyor bilmiyorum ama orada sanki yanan bir evin içindeki dumandan kaçıp, dışarıda bulunan tertemiz havayı içime çekmişim gibi hissediyorum. Son olarak da Unutulmuş Diyarlar’dan “İki Kılıç” posteri ile karşılaşıyoruz. Bir de standın içinde yere sabitlenmiş, Ravenloft serisinin üçüncü kitabı olan Ben Strahd; Azalin’le Savaş posterinin heybetinide söylemeden geçemeyeceğim.
Laika’da diğer yayınevlerinde bulunan çekingen davranışlarımın sonu geliyor çünkü stand görevlileri olarak bulunan kişilerle yüz yüze olmasa da tanışıyoruz. Yayınevi editörü Kayra Küpçü ve çevirmen Egemen Görçek hararetli bir şekilde çalışıyorlar. Sonrasında Egemen ile nasıl olduğunu anladamadan (daha doğrusu nasıl olduğunu hatırlamıyorum o anki durumdan olsa gerek) keyifli bir sohbete başlıyoruz. Kitaplar hakkında bilgiler veriyor. Ve konuşmaya Kayra da katılıyor. Ayrıca Resif Yayınevi yetkililerinden Emre Yerlikhan ile de geçmiş ve bugün hakkında tatlı bir muhabbete giriyorum. Gelecek günlerde bilimkurgu hakkında yapacakları bir kaç projeden bahsediyor. İşte burasını diğer yerlerden ayrıan en önemli özellik bu oluyor kanaatimce. Herkesle tek tek, arkadaş canlısı bir şekilde, fikirlerini belirterek vede olayı bilerek konuşmaları, kendilerine artı üzerine artı puan kazandırıyor.
Konuşmamız kitapların durumları, yenilikler ve gelecek projeler hakkında devam ediyor. Cüce Derinlikleri ve İki Kılıç’a olan ilgi kendisini belli ediyor. Ayrıca fuara gelemeyenlerin yahut o anda parası yetmeyen arkadaşların frpkitap.com‘da fuara yakın indirim oranlarıyla satış yapıldığınıda belirtiyorlar.
Satın alacağım kitapların Laika’da olması ve ayaklarımın stand çevresinden beş metre ileriye gitmemesi sebebiyle uzun bir süre orada kalıyorum. Hatta bazı arkadaşlar beni görevli sanıp soru soruyorlar. Diğerlerine bakıyorum çok işleri var, bozmuyorum cevapları veriyorum. Arada yaptığımız konuşmalara kitap almak için gelenler de katılıyor. Görevliler gelenlere bayağı iyi niyetli ve arkadaş canlısı yaklaştığından kimse yabancılık çekmeden rahatça akıllarında bulunan soruları soruyorlar. Konuşmaların birinde “Cüce Derinlikleri Ejderhaları” kitabını almayan arkadaşların neden almadığı ortaya çıkıyor. Serinin tamamlanmasını bekeyip o şekilde alacaklarını, şu anda alırlarsa sonunu meraktan bekleyemeyeceklerinden yakınıyorlar. Bu konuya da hemen bir açıklık getiriliyor. Kitap zaten halihazırda bulunan Güz Alacakaranlığı Ejderhaları ile Kış Gecesi Ejderhaları arasında geçiyor. Gelecek ikinci kitabın ise bununla alakalı olmadığını başka seriler arasında geçeceğini dile getiriyorlar.
Merakla beklenen Amber ve Kan‘ın hala matbaada olduğu bilgisinide alıyoruz. Yanı sıra Ravenloft serisinin yakın zamanda çıkacak olan “Şeytanla Uyumak”ın haberini alıp ayrı bir sevinç içine giriyoruz. Sislerin Vampiri’nin tekrar basılacağı bununla beraber “Scholar of Decay” ve “Tapestry of Dark Soul” içinde çalışmalara başlandığı bilgisini ediniyoruz.
Son olarak kendime on kitap alıyorum. Gitme zamanı yaklaştığından Laika’da bulunan herkes ile teker teker vedalaşıyorum. Fantastik Edebiyat için canla başla çalışan bir yayınevinin, gelecekte Türkiye’nin fantastik edebiyat anlamında ilk sırada olacağı belli olan yayınevin yanından ayrılmak zor geliyor ama zaman doluyor.
Kısaca bu şekilde güzel birkaç saat geçirdikten sonra evimin uzak olmasından gelen bir zorunluluk nedeni ile öğleden sonra üç buçuk gibi fuar alanını terk ediyorum. Yolun uzunluğuna, çıkan bazı aksaklıklara rağmen böyle bir oluşumu, böyle bir cenetti kaçırmadığım ve istediğim kitapların da artık elimdeki poşetlerin içinde olmasının verdiği mutluluk ile evimin yolunu tutuyorum. Teşekkürler Tüyap : )