YÜZÜNCÜ HABER
KOMİSER TAHSİN
ALPER KAYA
-ÖN OKUMA-
Rüzgar, üst geçide pek de adil davranmıyordu.
Kaldırımda veya en kötü ihtimalle merdivenlerde sadece insanı okşayıp geçmekle yetinen rüzgar; üst geçitte olanca şiddetiyle boy gösteriyor ve yerdeki kitapların sayfalarını hışırdatıyordu. Uçurmaya gücü yetmiyordu zira pek çoğu üstünden geçirilmiş bir iple, yere serilmiş olan brandaya sabitlenmişti. Diğerleri ise bir zamanlar müşterilerin incelemek için ellerine aldıkları fakat nedendir bilinmez geri bıraktıkları kitaplardı. Kapakları açılıyor, sayfalar birer ikişer uçuşuyordu ancak kitapları uçuracak kadar güçlü değildi rüzgar.
Daha bir mahzun yatan, yer yer de uçuşan kitaplara; iki cansız beden eşlik ediyordu: Suyun iki yana ayırdığı kavuşamayan aşıklar gibi birisi kitapların önünde, diğeri arkasındaydı. Birisi satacaktı kitapları, birisi ise alacaktı. Alıcı değil, bakıcı mıydı? Kim bilir! Öldükten sonra hiçbir şeyin önemi kalmıyordu ki…
Cebinde paran var mıydı, yok muydu; sokağa niçin çıkmıştın, evde bekleyenin var mıydı… Bunun gibi bir ton soru, yaşayanlar için önemliydi sadece. Ölünce, sadece sen önemli oluyordun: Neden öldün?
O da bir yere kadar.
Rüzgarın kıpırdatmaya gücünün yetmediği bir beden olmak, zordu. İki beden? Daha zordu. Bir de çözülmesi gereken bir cinayet varsa; en zoru da oydu!
“İki…” diye düzeltti içinden Komiser Tahsin. Kendi düşüncelerinin arasında bulduğu felsefi yaklaşımlardaki hataları bazen düzeltirdi. Bazen de düzeltmeyip, kendi hallerine bırakırdı. Hatta bazen yanlışlıkları bulamazdı bile…
Yerde yatan cesetlere bakarken pardösüsünün iç cebindeki sigara tablasını çıkardı. Günde dokuz sigara limiti koymuştu kendisine. Her gece uyumadan, tablaya dokuz tane sigara dizerdi özenle. Yorgunluktan zaman zaman bitap düşen elleriyle, dokuz tane cesedi torbaya yerleştiriyor gibi hissederdi sıkça.
Katillik ve polislik arasında ince bir çizgi olduğunu düşünmüştü her zaman. Onu polis yapan şey, başkasını katil yapardı. Başkasını katil yapan şey de, onu polis. Eğer mücadele edebiliyorsan, katil olurdun. Edemiyorsan polis.
“O” da, öldürme güdüsüydü. Ölümün kokusuydu.
Rüzgarın burnuna kadar getirdiği kan kokusuna eşlik eden ölümü iliklerine kadar duyumsuyordu komiser. Dört tane sigarasının kaldığını üzülerek fark etti ve içlerinden birisini çekip dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmağı da, tablayı çıkarttığı yere geri koyarken iç cebinden alıp tek hamlede sigarasını yaktı.
Kaşını kaldırıp, sigarasından bir nefes çekerken, yerde yatanlara tekrar baktı. Olay Yeri Ekibi hummalı bir çalışma yapıyordu. Yerde iki adam vardı.
Hedef tekti, iki tane kurban olmuştu.
“Ve sayısız mermi kovanı…” diye düzeltti tekrar içinden Komiser Tahsin. Sigarasını içine çekerken üst geçitte, bilhassa kitapçının derme çatma tezgahının olduğu yerde, yoğunlaşan boş mermi kovanlarını süzdü.
Kendisinin de bulunduğu, metro istasyonunu üst geçide bağlayan kısımdan ateş edildiği çok netti. İstemsizce geri döndü ve turnikelerin olduğu bölüme baktı. Gözünün önünde beliren halüsinasyondan bozma flu karakter turnikelerden atladı, koşar adım kendisinin olduğu yere geldi, arkasından çektiği tabancaya mermileri sürüp dur durak dinlemeden ateş etti. Belki altı, belki yedi el. Sonrasında birbirine karışan ve çığlık çığlığa koşturan kalabalığın tam tersi yöne, yani komiserin karşısında duran ve kaldırıma inen merdivenlere doğru, koşturmaya başladı.
Düşüncelerine sessizce eşlik ederek merdivenlerin başına yürüyen komiser, aşağıda parlayan otobüs durağının yanında beliren siyah camlı bir araba görür gibi oldu. Tabancasını beline geri sokan katil, kendisini bekleyen arabaya binip uzaklaşıp gitti.
O an sarsılarak, bulunduğu zaman dilimine döndü komiser. Dudaklarının arasındaki sigara bitmiş, filtresi alev topuna dönmüştü. Dudağının içindeki tatlı yanık hissi, onu ayıltmış olmalıydı.
Ülkenin en çok okunan ve tartışılan gazetecilerinden birisi, İstanbul’un en işlek üst geçitlerinden birisinde öldürülmüştü. Atalay Demirsoy’un ölümü, ülkenin fail-i meçhul davalarından birisi daha olabilirdi. Olmaması için elinden geleni yapacak birisi varsa o da üstgeçidin parmaklıklarına sırtını dayamış bir şekilde, yerdeki iki cesedi inceleyen komiserden başkası değildi.
O esnada komiserin bulunduğu kısmın karşı tarafında kalan merdivenlerden birisi hızlı adımlarla çıkmış, üst geçitte boydan boya ilerleyerek komiserin yanına gelmişti. Soğuktan dolayı etkilenerek deri ceketinin yakalarını hafifçe kaldırmıştı komiserin yanında durduğunda.
– E, amirim; nedir olayımız?
Komiserin yıllardır yanında yetiştirdiği Necip’ten başkası değildi tabii gelen. Komiser, bildiği kısıtlı bilgiyi de bir çırpıda Necip’e aktarmıştı ki Olay Yeri Ekibi’nin şefi Yasin yanlarına gelmişti. Komiser ve Necip gözleri ile kulaklarını Yasin’e dikip dinlemeye koyuldular.
– Amirim, size söyleyebileceğim ekstra bir şey yok. Saldırı üst geçidin en kalabalık saatlerinden birinde olmadığı için sadece iki tane görgü tanığımız var. Birisi şu köşedeki tinerci.
Yasin’in eliyle işaret ettiği yere baktıklarında üst geçidin Necip’in geldiği yönünde kalan sıska, kısa boylu bir çocuğu gördüler.
– Ancak tahminimiz, katilin metro yönünden gelip peş peşe ateş ettikten sonra aşağıya inip gözden kaybolduğu yönünde. Nitekim aklı biraz daha çalışır durumda görünen ikinci görgü tanığımız bu tezimizi onaylıyor.
Yasin’in eliyle işaret ettiği diğer tarafa baktıklarında orta yaşlarda bir güvenlik görevlisini gördüler. Metro istasyonunun üst kısmında görevli olan güvenlik görevlisi olmalıydı bu.
Komiser anlatılanları anladığını göstermek istercesine hararetli bir şekilde başını salladıktan sonra konuştu:
– Tamam Yasin, teşekkürler. Dikkatlice araştırmanızı istiyorum her şeyi… Üstelik bu kez öldürülenlerden biri ünlü ve sıra dışı bir gazeteci! Hata yaparsak ipimizi çekiverirler.
Komiserin sözü bittiğinde Yasin tekrar olay yeri çalışmasına dönmüş; komiser ve yardımcısı da güvenlik görevlisinin yanına gitmişti.
Otuz-otuz beş yaşlarında, kafasının üst kısmı hafif kelleşmiş; sıska fakat yere sağlam bastığı duruşundan bile belli olan birisiydi güvenlik görevlisi. Üstündeki turuncu tulumun içinde adeta kaybolmuş, avuçlarının arasında tuttuğu pet bardaktan süzülen buhara bakılırsa sıcak bir içecek içerek soğuğa karşı direnmeye çalışıyordu.
– Merhaba, öncelikle geçmiş olsun. Siz de ucuz atlattınız sanırım? diyerek söze girdi komiser
Adam ağzındaki sıvıyı yuttuktan sonra başını olumsuz anlamda sallamıştı.
– Yok, bana yönelik hiçbir şey olmadı aslında. Günün o saatinde çok az yolcu gelip geçtiği için bu geçene dikkat edebilmiştim. Deri bir ceket giymişti, elinde de spor bir valiz vardı. Sonra metronun üst geçitteki çıkışına geldiğinde valizin içine elini daldırıp bir silah çekti. Kitapçıya doğru ateş etmeye başladı. Hiç arkasını dönmeden doğrudan merdivenlere gidip kaçtı… Sonra da bir araba sesi duydum, her şey geçip gitti…
Bir çırpıda olayı anlattığında komiser teorisinin doğru olduğuna sevinse mi üzülse mi bilememişti. Komiser düşünürken Necip soru yöneltmişti:
– Peki ya katilin boyunu, cinsiyetini; kısacası şeklini-şemâlini bize aktarabilir misiniz?
Güvenlik görevlisi başını olumsuz anlamda salladı bir kez daha.
– Maalesef! Karanlıktı… Ama kafasında siyah bir bere vardı, elinde de deri eldivenler. Boyu ise tahminen 1.70, bilemedim 1.75’ti. Zaten dedim ya, doğrudan geçip gitti turnikelerden!
Komiser de Necip de güvenlikçiden başka bir bilgi alamayacaklarını anlamıştı. Teşekkür ederek klasik “Aklınıza bir şey gelirse bize ulaşın” temennisini ilettikten sonra yanından ayrıldılar. Ayakları geri geri gitse de diğer görgü şahidiyle de konuşmak zorundaydılar. Üst geçidi boydan boya ilerleyip elinde güvenlikçinin elindekine benzeyen bir pet bardak tutan tinercinin yanına gelmişlerdi.
Tiner kokusu o kadar yoğundu ki, komiserin ve Necip’in gözleri yaşarmıştı. Komiser, en fazla on beş yaşında olan çocuğa doğru eğilip çocuğun kendisine bakıp dikkat kesilmesini bekledikten sonra sorusunu yöneltti:
– Merhaba! Olaya dair bir şey gördün mü?
– Abi…
Necip, “Amir” diye düzeltecekken Tahsin elini kaldırıp susmasını işaret etti ve tinerci çocuğun cümlesini beklemeye koyuldu. Çocuk, burnunu çektikten sonra kaşlarının hareketine engel olamadığı bir mimik takınmıştı. Neyse ki komiseri fazla bekletmeden cümlesini tamamladı:
– Abiii! Kız çok güzeldi be abi!
Tahsin, dudaklarını ısırarak doğruldu. Necip’in kulağına eğilerek “Bundan hiçbir şey çıkmayacak maalesef…” diye homurdanıp tinerci çocuğa teşekkür ederek üst geçidi tekrar boydan boya kat edip, metronun tersi yöndeki merdivenlerden aşağı inmeye koyuldu. Necip de olay yerindeki cesetlere doğru eğilmiş, cinayet mahallini incelemeye başlamıştı.
Aşağı indiğinde birkaç saniye duraksadı Tahsin. Gözünü hafifçe kapatıp, rüzgarın yüzünü yalayıp gitmesine izin verdikten sonra bir anda gözünü açıp gelen siyah aracı gördü. Akabinde yanından geçip giden deri eldivenli, siyah bereli katilin aracın arka koltuğuna atladığını ve aracın gazlayıp gidişini izledi.
O an gözü ileride duran MOBESE kamerasına takılınca istemsizce gülümsedi. Ancak benzeri durumlarda araçların genelde çalıntı çıktığını hatırlayınca gülüşü soldu. Tekrar aracın duraksadığını varsaydığı otobüs durağının önüne doğru baktığında durağın içinde bir hareketlilik sezince merakı kabardı.
Durağa yaklaştığında bu hareketliliğin müsebbibinin bir sokak kedisi olduğunu fark edince tüm gerginliğine rağmen uzanıp kediyi sevmeye çalıştı komiser. Kedi de uysal bir şekilde kendisini sevdirmeye başlayınca “Keşke sizin diliniz olsa da konuşsanız” diye içinden geçirmişti.
İçinden geçeni anlamış gibi iri yeşil gözlerini komiserin gözlerine dikmişti sarman kedi. Belli belirsiz bir “Maoov!” sesi çıktı. Kedinin kaldırdığı çenesinin altını okşadıktan sonra durağın yanından ilerledi ve etrafı kolaçan etmeye başladı komiser. Durağın arkasında bir karartı fark edince de temkinli bir şekilde durağın arkasına geçti. Yerde duran bir kabarıklıktı bu karartıyı oluşturan. Ayağıyla hafifçe dürtünce bunun durağın arkasına “yuva” yapmış bir evsiz olduğunu anlamıştı komiser. Olası bir görgü tanığı bulmuş olduğunu düşünerek sevinmişken dürttüğü vücudun hareketiyle tüm ümidi kayboldu.
Adam ölüydü.
Leave a Reply