Yiğit Değer Bengi ile Röportaj

yigit deger bengi 1

İlk başta bizleri kırmayıp söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için sonsuz teşekkürler. Sizin gibi önemli bir yazar ile röportaj yapmak mutluluk verici. İsterseniz hemen sorulara geçelim.

  • Klasik ama bilmeyenler için oldukça önemli bir sorudan başlayalım. Yiğit Değer Bengi’yi kısaca kendisinden dinleyebilir miyiz? Kimdir, nedir, ne yapar?

Öncelikle ben teşekkür ederim, Hakancım. Kim olayım işte an itibarıyla 33 yaşında, çeviren, yazan, okuyan, tarih seven, ve bu arada doktoraya girip müzmin öğrenciliği kabullenmiş, müzik, fantastik, çizgi roman, bilim-kurgu ve bilumum çocuk kalmış insanlara mahsus –ecnebice nerd(ish) tabir edilen- meşgalelerle alakadar bir insandır, siz de tanıyorsunuz işte.

  • Çevirirken ya da daha önemlisi yazarken size motivasyon sağlayan şeyler nelerdir? Ya da ne düşünürsünüz?

Çevirirken insana motivasyondan ziyade disiplin lazım, tahmin edersiniz. Yazı içinse adını sık andığım, İskender’in Seferi’nin yazarı ve Türkçe’ye çevrilmesinde katkıda bulunduğum Romalı bir yazar olan Arrianos’un şu sözünü çok severim. Der ki: “Yazı benim vatanımdır.” Yazmadan duramamak gerek, bir motivasyondan söz etmek zor ama sanırım beni en çok kamçılayan şey insan ve insanın halleri. Zaafları, tutkuları, aslında, gerçekte ve nihayetinde hiç de mükemmel filan olmayışı, kendisi de kusurlarla dolu doğanın bir çocuğu olan, kusurlu ve bu haliyle bana çok güzel gelen insan.

  • Bazı temalar üzerinde yazmak için “tecrübe”nin olmasını şart görenlerden misiniz, yoksa sadece hayal etmek yeterli mi?

Bir tema bulma işi ya da yaratıcılık tecrübe ve birikim gerektirir elbette. Yaratıcılık her ne kadar sanki kişiye has bir marifet gibi görünse de aslında yıllar içinde gelişen bir şey. Yaşadıklarımız, okuduklarımız, izlediklerimiz, tanıdığımız kişiler, şahit olduklarımız hepsi, hepsi hayal gücümüzü güçlendiren etmenler. Ama asıl yazmak denen işin bir de zanaat dairesi vardır ki o mutlaka tecrübe, çalışma ve azim ister.

  • Size göre fantastik edebiyatı besleyen unsurlar neler? Ya siz, nelerden besleniyorsunuz?

Aslında bu noktada biraz ukalalığı göze alacağım izninizle. Bu işin “bana göre”si pek yok. Fantastik edebiyatı besleyen unsurlar tüm dünyada çok bariz şekilde belli. En başta içinde inançları, kültürleri, mitolojisi ve edebiyatıyla, şiiriyle, masallarıyla gaibe kadar uzanan kocaman bir medeniyet tarihi gelir. Kısacası Gılgamış’tan, Homeros’a, oradan upuzuuun bir yoldan Neil Gaiman’a, kendi memleketinizde de Yaşar Kemal’e kadar gelmek, bir fikir sahibi olmak gerek en azından. Kulağa biraz retrospektif mi geldi? Öyle değil, bazı bilimler de, özellikle psikoloji fantastik edebiyat için bir ilham kaynağı ya da duruş belirleyici bir temel olmalıdır. Jung’un arketiplerine az mı gönderme vardır Fantastik edebiyatın tarihinde? Kimileri fantastiğin dogmatizme yatkın olduğunu, bilim-kurgunun bu bağlamda fantastikten üstün olduğunu söyler. Ben böyle olması gerekmediğine inanıyorum. Pozitif bilimlerden beslenerek ve çok sağlam bir gerçekçilik temelinde durarak da fantastik metinler üretmek mümkündür. Bunu bize gösteren o kadar çok yazar var ki.

  • Türk ve dünya edebiyatından örnek aldığınız yazarlar kimler? Mutlaka okunması gerektiğini düşündüğünüz kişiler var mı?

Biraz önce de söyledim ama bu soru her gelişinde zevkle uzun uzun sayarım Hakancım, seni neden kırayım? Ben Jack London’ı çok severim. Bana göre keskin sosyalist ve materyalist yapısıyla bir yandan da insanın gizemli hallerini bunca dokunaklı biçimde anlatması mükemmel bir birleşim. Ayrıca Star Rover(Yıldızlar Korsanı) ve Adem’den Önce gibi eserleriyle de modern fantastik kurgunun çok önemli ilham kaynaklarından. En başta da Conan’ın yaratıcısı Robert Erwin Howard’ın esini olmuş. Onlar dışında Michael Moorcock ve Roger Zelazny bu türde en sevdiğim yazarlardan ikisi. Türkçe yazanlardan ise bir efsane olan Yaşar Kemal var, Ağrı Dağı Efsanesi’ni okumadan nasıl olacak? Zor… Murathan Mungan, Ahmet Ümit, İhsan Oktay Anar en başta aklıma geliyor. Bir fantastik edebiyat okurunun(özellikle de öykü sevenlerin) mutlaka okuması gereken kitaplar listem ise şimdi geliyor: Dost Körpe(Günah Yiyen), Doğu Yücel, Barış Müstecaplıoğlu, Saygın Ersin, İzzet Yasar(Özel Sektör İmamı), İnci Aral(Ruhumu Öpmeyi Unuttun), Murathan Mungan(Cenk Hikâyeleri), Sadık Yemni(Muska) ve İhsan Oktay’ın bilumum eserleri. Kendi neslime biraz iltimas geçmiş gibi oldum, kusura bakmasınlar artık.

  • Herhangi bir yerde, sadece kâğıt ve kalem ile yazabilenlerden misiniz, yoksa kendi belirlediğiniz noktalar dışında kalemi elinize almaz mısınız?

El yazım berbattır. İmza günlerinden köşe bucak kaçarım. Ama defterler dolusu not alırım. Sadece kendim okuyabildiğim için kendinden menkul bir şifreleme sistemi gibi olmasından dem vurup bunu geçiştireyim ama evimde, odamda, kitaplarımın arasında, yalnız başıma yazmayı her zaman tercih etmişimdir ama askerdeyken nöbette de not aldığımı bilirim.

yigit deger bengi 3
Soldan; Barış Müstecaplıoğlu, Yiğit Değer Bengi, Sadık Yemni
  • Klasik bir soru daha. İlham mı size gelir, yoksa siz masa başına oturduğunuzda o zaten orada mıdır?

Yok, güzel soru ama cevabım da klasik olacak: İlham ceza yayının dışından iyi vuran bir sağ açık dinamo değildir ki gelsin gitsin. Birçok yazar yazıyla ilgili tavsiyeler verirken bu konuya değinirler. İlhamı beklerseniz çok beklersiniz, avucunuzu yalarsınız kabilinden konuşurlar. Ortak kanaat gözlem, azim, emek ve birikim sahibi olmayan kişilerin beklediği hayali bir varlık olduğudur ilhamın. Mitolojideki Muse’ler gibi. Ama çok ukalalık yapmadan konuya dönmek gerekirse ben öykülerin kurgusunu oluştururken genelde ayakta dolanırım.

  • Anadolu’nun tarih açısından ne kadar zengin bir yapıya sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki siz, Anadolu topraklarının birçok kültürünü içeren öyküler yazan biri olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz? Anadolu’da geçen hikâyeler yazmanın size kattığı bir heyecanı ya da farklı bir hissiyatı var mı?

Ayen öyle. Tabii ki var. Anadolu o kadar zengin ki. Üzerinden gelip geçen kültürler o kadar çeşitli ki, düşünün Keltler bile burada bir krallık kurmuş, onlar bile izlerini bırakmışlar. Yani Anadolu’da geçen bir Keltik kahramanlık öyküsü, druidik bir hikâye bile çıkarılabilir. Bu haliyle çok heyecanlı. Ama bu çeşitlilik ne kadar saygı görmüş, günümüze ne kalmış, derseniz, işte bu da işin üzücü kısmı. Bunca kültürün bir zenginlik olarak görülmemesi, çekilen acılar, onlarca kültür havuzunun çölleşmesi gerçekleri de Anadolu’unun kederli bir tarafı. Çift yönlü, kardeşlik ve düşmanlık iç içe. Herkesin ağzında sakız, yetmiş iki millet bir olsun ama olabilmiş mi? Bazen… işte Çift Başlı Kartal biraz bunları anlatıyordu. Biraz da insanı…

  • Çift Başlı Kartal adlı öykü derlemenizde özellikle “Höyük” adlı hikâyeniz dikkat çekiyor. Bu eserin çıkış öyküsü var mı? Varsa paylaşabilir misiniz?

Açıkça görülebileceği gibi Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’ndaki “Karayılan” parçası ve tabii Karayılan türküsü o öykünün çıkış temasıdır. Bir yanıyla da Yaşar Kemal’e de bir saygı duruşudur. Aslında öykünün içinde şiirden çok daha fazla alıntı vardı ama yayınevi azaltmamı istedi. Oysa ben mesela Borges’in ve Eco’nun kendi okumalarını metinlerinin içine katmalarını çok seviyorum. Hem de bir yazar olmaktan önce iyi bir okur olmak gerekir diye düşünüyorum. Yazarın okuruyla kendi okuduklarını paylaşması yazı dediğimiz vatanın evlatları olarak aramızda bağ kuran samimi bir şey. Kafamızı kitaplarla bozmuş olmamız doğal değil mi? Bu bağlamda Zoran Zivkoviç tavsiye ederim. Yine mi konu dışına çıktım?

  • Hikâyelerinizin geçtiği toprakları gezmişliğiniz var mıdır? Eğer gezdiyseniz orada görüp de “İşte ben burası için yazmalıyım!” dedirten bir şey oldu mu? (Antep, İzmir vb…)

Çok güzel bir soru ama cevabı biraz hayal kırıcı olabilir. Çoğunu gezmedim. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı sorusunun cevabından da emin değilim mesela. Gitmediğimiz yerleri yazabiliriz diye düşündüğüm için bilim-kurgu’yu da seviyorum. Yaşamadığım zamanları yazmaya çalışıyorum… ama tamam tamam kendimi de savunmayayım, gitmek görmek lazım, demin de dedim ya o kültürlerin ölmesine izin vermişiz, bari ören yerlerini gezelim, belki ilham gelir birileri yine bir şeyler yazar, çizer hatta film çeker, ne güzel olur.

  • Bilgisayar Mühendisliğini bitirdikten sonra Eski Çağ Tarihi Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmak nereden aklınıza geldi? İkisi birbirinden çok uzak bölümler, sizi bu konuda yüksek lisans yapmaya iten ne oldu?

Aslında doğru soru “Neden bilgisayar mühendisliği okudun, be adam?” olacaktı. Tarih, edebiyat küçük yaşlardan beri içine düşüp boğulduğum bir kazan. Mühendisliği ise her ne kadar çok kısa bir süre yapmış olsam da gelecekten korktuğum için okudum ama sonra daha da korkutucu bir şey yapıp yol değiştirdim. Saptım…

  • Çift Başlı Kartal öykülerinin üç adet olması ve birbirinden bağımsız öykülerden oluşmasının bir hikâyesi var mıdır? Yoksa tamamen o anki ruhunuzun yansıması ve İthaki Yarışmasından sonra verilen bir karar mı?

Kitabın bütün sırlarını ifşa ettik birer birer… Öyküler birbirinden çok da bağımsız değil aslında, ya da ben öyle sanıyorum. Yani ikilik, kardeşlik, çift yönlülük ve çift başlı kartal gibi… İthaki yarışmasında dereceye giren öyküm aralarında ilk yazılan oluyor tahmin ettiğiniz gibi.

  • 1002. Gece Masalları gibi bir derlemeyi yapıp kitap haline getirme fikri nereden aklınıza geldi? Kitabın ortaya çıkışı konusunda ki kilit isim olarak yazarların bir araya gelmesi ve seçilmesi nasıl oldu?

yigit deger bengi 4Hey gidi, kitabı 2004 yılında yaptık, yirmi küsur yol arkadaşı. Yolun farklı yerlerindeydik elbette… Altı sene oldu ve hala aynı cevabı vereceğim. Biraz üzücü ama fantastik edebiyat çevresi çok dağınık, bir dergisi bir derneği, bir ödülü bile yok. Ben de elimden geldiğince Türkçe bir fantastik edebiyatın varlığını vurgulamak için bir şeyler yapmak istedim, hala isterim. Yazarların bir araya gelmesi ise arkadaşlık, dostluk, ahbaplık dışında biraz da gençlere “Haydi, Voltran’ı oluşturalım artık,” ustalara da “lütfen, hocam lütfen, bir öykü medet,” tarzı bir yaklaşımın ürünü diyebilirim. Hem de öykülerin çoğu güzeldi… Sadık Abi’ye tekrar öykü yazdırmayı başardık, şimdi durdurulamıyor. Nazlı Eray’la tanışmış olmaksa bir ayrıcalıktı. Fantastik edebiyatın kraliçesidir o, nokta… Ama özellikle Orhan Duru’nun belki de yazdığı en son öykülerden birini aldık. Orijinal, imzalı metni hala bir hazine gibi saklıyorum.

  • Şu anda sadece size ait yeni bir derleme ya da roman durumu var mı? Öykülerinizi okuduktan sonra birçok kişinin merak ettiği sorulardan bir tanesi bu çünkü.

Öykülerim birikiyor, belki gene bir öykü kitabı olur ama şimdi bir romanla uğraşıyorum, epeydir de uğraşıyorum, fazla bir şey söylemek de istemiyorum, bitince ilk duyanlardan biri olursun zaten, Hakancım.

  • Peki 1002 Gece Masalları ile gelen başarı ve övgülerden sonra yeni masalların bizlerle, yine sizin editörlüğünüzde, buluşma ihtimali var mıdır?

Vardır ama bu konuda çok konuşasım yoktur. Bir çalışma var ama sadece bana bağlı olmadığı için müjde gibi söylemem doğru olmaz ama olursa çok daha zengin ve farklı bir ikinci kitap olacak.

  • Şu anda Türk Fantastik Edebiyat camiasını nasıl görüyorsunuz? Eskiye göre bir ilerleme var mı yoksa daha mı kötüye gidiyor?

Of. Dağınık görüyorum. Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da hatta Avustralya’da bile cemiyetler, dernekler, dergiler hatta televizyon programları ve kanalları var camiayı bir arada tutan. Hatta yakın zamanda İran’da bile olduğunu gördüm. Fantastik biraz böyle bir şey. Yani bir yeraltı edebiyatı değil, görkemli, eğlenceli, bir araya gelmeli, çok mecralı, popüler bir tür. Bizdeki bu hali normal değil. Bu konuda ustalarımızı suçluyorum. Hepsini çok severim ama Bülent Somay, Ferhan Ertürk ve tabii Sönmez Güven ağzımıza kocaman bir kaşık balı çalıp kaybolup gittiler. Bize Gandalf(lar) lazım. Yurt dışında hep efsane editörler atmıştır büyük adımları. Bizde de varlar ama çekildiler kenara. Birer birer sorsanız onlar da piyasadan, yayınevlerinden şikâyetçiler ama benim de şikâyetim bu. Kitabım çıktığında Sönmez Güven değerlendirsin istiyorum mesela ya da bir öykü yazdığımda Bülent Somay’ın dergisinde yayınlansın istiyorum… çok mu? Buradan da Bülent Bey’e bir mesaj mı gitti ne?

  • Sizce bu türün daha ileriye taşınması ve farklı camialar tarafından iyice benimsenip olgunlukla yaklaşılması için birey ya da topluluk olarak yapabileceğimiz şeylerden kısaca bahsedebilir misiniz? Özellikle yayınevlerine bu konuda bazı yükümlülükler düştüğünü söyleyebilir miyiz?

Zevkle bahsederim. Dernek(ler) gerekiyor, ödül verecek bir dernek. Amerikan Fantastik ve Bilim-Kurgu yazarları gibi yazarları(çizerleri, çevirmenleri, editörleri de) buluşturacak bir dernek belki… Nebula gibi Hugo gibi ödüller gerek. Belki okurlar da dernek üyesi olup oylar, belki bir yüksek jüri kurulur orasını bilemem ama dergiyi de dernek çıkarır, ödülü de verir başka etkinlikler de yapar. Açıkçası küslükler de var ama aşmak gerek. Bu konuda Altay Öktem’den, Sevin Okyay’a, Hikmet Temel Akarsu’ya kadar çok kişiyle konuştum herkes hemfikir ama uğraşmak gerek. Gençler uğraşacak ama ustalar da varlıklarıyla orada olacak, bir arada tutacak, böyle bir şey gerek. Hiçbir onur veremeden Orhan Duru’yu kaybettik, çok üzülüyorum… Biz sahiplenmeliydik türümüzün babasını.

  • Şu anda çevirmekte olduğunuz fantastik, bilimkurgu gibi kitaplar bulunuyor mu? Eğer varsa bizlerle paylaşabilir misiniz?

Şu an elimde birkaç çeviri var ama hiçbiri fantastik değil maalesef. Tarihi bir şeyler var.

  • Son olarak yazar ve çevirmen adayları için birkaç kelamda bulunabilir misiniz? Okurdan çok yazarın türemeye başladığı şu günlerde, bu işte gerçekten bir şeyler yapmayı planlayanlar için neler önerebilirsiniz? Aynı şekilde çevirmen olmak isteyen arkadaşlarımız kendilerini geliştirmek için ne yapabilirler?

yigit deger bengi 2Yazar olmak değil de, yazmaya çalışan bizler bunun bitmeyen bir okul olduğunu unutmamalıyız derim öncelikle. Öğrenci olmak hep iyidir, insanı zinde ve günde tutar. Okurdan çok yazar olması durumu gerçekten de tatsız. Bu konuda kesinlikle emin olduğum bir şey varsa (ki çok fazla yok) o da yeterince okumadan yazmanın veriminin düşük olacağı. Zaten emekleme aşamasını çok zor bitirip, doğrulup yürümeye yeni başlayan türümüzü olgunlaşmadan bir şekilde yayın aşamasına getirilmiş kitaplarla doldurmak çok sevdiğimiz bu edebiyata haksızlık olur. En önemlisi yazanın kendisine de… Daha iyisi elimizden gelir, bunun için de uğraşmak lazım. Bazı yeni fantastik romancılarda da, öykücülerde de özellikle Türkçe edebiyat okumalarının eksik olduğunu görüyorum, haddim olmayarak. Kötü ve acele yapılmış çevirilere benzeyen metinler sık sık karşıma çıkıyor. Bunun önünün alınması için Türkçe edebiyat okunması gerek. Fantastik edebiyat çevirmeni de tıpkı yazarı gibi diğer türlerin yazar ve çevirmenlerinin sorumluluklarının hiçbirisinden muaf değildir. Hatta fantastik edebiyatın fazladan zorlukları vardır. Fantastik edebiyatın yerleşmiş dilinin gerek orijinal, gerekse de çeviri eserlerde bariz çeviri kokan bir dile dönüşmesine izin vermek cinayet olur.

Benim kişisel fikrim Türkçe edebiyatımızda fantastik eserlere temel olabilecek bir geleneğin mevcut olduğu yönünde. Çok şey var tabii ama Yaşar Kemal, Murathan Mungan, Kemal Tahir, Orhan Pamuk, Elif Şafak ve tabii İhsan Oktay Anar var, hatta gerilere gidilirse Dede Korkut, Yunus Emre gibi okumalar fantastiğin bazı alt türlerini, Muhayyelat, Evliya Çelebi gibi bazı kaynaklar da mesela İhsan Oktay Anar’ın beslendiği başka bir mecrayı besler. Sıfırdan bir dil yaratmak gibi bir zorluğumuz yok diye düşünüyorum. Bir de Bülent Somay ve Çiğdem Erkal İpek’in yaptıkları çeviriler ve ortaya koydukları dil bize bir temel verdi, mükemmel bir işti ama onunla sınırlı olmadığımızı unutmamalıyız. Tabii ki her zanaat önce taklitle başlar. Okuduklarımızı taklit ederek idman yaparız en başta. Ne var ki kadim kötülüklerin, arif büyücülerin her ama her kitapta boy göstermesine gerek yok. Tamam, kullandıkları kalıplar çok çekici, kopması zor, kabul ediyorum. Nasıl bir iş yaptıklarının kendileri de farkında mı bilmiyorum doğrusu. Tıpkı bir zamanlar Sabahattin Eyüboğlu’nun Shakespeare ya da Azra Erhat’ın Homeros çevirilerinin bir nesle edebiyat dili olması gibi olmadı mı? Ama yanlarına yenilerini de koymak gerek. Edebiyat bir keşiftir, yeni anlatım biçimlerini keşfetmekten güzel ne var? Yeni şeyler keşfetmek için de eskinin arkeolojisini yapmak gerekir diye bitirmezsem de hiç duramayacağım.

Verdiğiniz samimi ve birbirinden güzel cevaplar için sonsuz teşekkürler. Kısa süre içerisinde sizin kaleminizden yeni öykülerin çıkmasını sabırsızlıkla bekliyoruz. Şimdiden kaleminize sağlık…

Ben de çok teşekkür ederim Hakan. Güzel, incelikli sorulardı, arada sırada bağlamdan çıksam da hepsi de benim için ayrı bir fırsat oldu. Kolaylıklar dilerim, Kayıp Rıhtım’ın daha uzun zaman fantastik edebiyat için bir liman olmasını isterim.