Herakles’in başından geçenleri birçok yazar
anlatmıştır. Bu yazarların başında Ovidius
ile Apollodoros gelir. Apollodoros, Herakles’in
hayatını Ovidius’a göre daha ayrıntıyla çizer.
Beşinci yüzyılda yaşamış olan Eupirides ile
Sophokles, Herakles’in çeşitli serüvenlerini oyun
biçiminde yazmışlardır. Ünlü kahramanın daha
bebekken yılanlarla olan kısa boğuşması da,
Theokritos ile Pindaros’un eserlerine konu
olmuştur
.

Eski Yunan’ın en büyük kahramanı Herakles’ti. Atina’dan başka bütün illerde Theseus’tan önce anılırdı adı. Atinalıların düşünce yapısı, öteki Yunanlılardan değişik olduğu için, kahramanları da değişikti. Yalnız beden gücüne bakmazdı Atinalılar, akıl gücü de onlar için son derece önemliydi. Theseus, akıl gücüyle beden gücünü kendinde toplamış bir insan olduğu için kısa zamanda Atina’nın gözbebeği olup çıkıvermişti. Atinalılara bakılırsa ondan üstünü yoktu ölümlüler arasında. Öteki Yunanlılara bakılırsa, ölümlüler içinde en büyük, en üstün kahraman Herakles’ti.

Herakles’in inanılmaz gücü kendini aşırı derecede gururlu yapmıştı. Ünlü kahraman yerinin, tanrılar arasında olduğuna inanır, arasıra da ölümsüzlere kafa tutardı. Ölümsüzler pek bir şey diyemezlerdi ona, bazı kereler yardımlarını bile isterlerdi onun. Devlerle tanrılar arasındaki savaşta Herakles tanrıların yanını tutmuş, attığı oklarla devlerin yenilmesini sağlamıştı. Bir keresinde de Apollon’a kızmış, onunla savaşmaya kalkmıştı. Delphoi Tapınağının bakıcısına bir soru sormuştu Herakles. Bakıcı onun sorduğu soruya cevap vermeyince, zavallı kadıncağızı kaldırdığı gibi öldürmüş, kendi adına bir tapınak kurmaya kalkmıştı. Bakıcısına böyle bir şey yapılmasından hoşlanmayan Apollon, cezalandırmaya kalkmıştı Herakles’i. Herakles, tanrıdan korkmamış, ona kafa tutmuştu. Araya Zeus girmeseydi büyük bir kavga olacaktı.

Aslına bakılırsa Herakles’den ödü kopuyordu Apollon’un. Ama tanrılık bu, herkes ne derdi sonra. Zeus’un araya girmesiyle yatışmış göründü; bakıcısına söyleyip, Herakles’in istediği cevabı verdirdi.

Kendi gücüne beslediği büyük inanç yüzünden hiçbir şeyden yılmazda Herakles kendisini yense yense ancak büyü, ya da insanüstü güç kullanan tanrılardan biri yenebilirdi. Sonunda da öyle oldu zaten! Hera, büyüyle sırtını yere getirdi onun. Ama yaşadığı sürece, Herakles’i karada, denizde, havada kimse yenemedi.

Zeka bakımından ünlü karamanın pek öyle gelişmiş olduğu söylenemezdi. Bir gün sıcaklıktan bunalmış, güneşe ok atarak onu söndürmeye, böylece serinlemeye çalışmıştı. Bir gün de denizde giderken, dalgaların gemiyi sarsmasına kızmış, eğilerek sulara uslu durmalarını yoksa onları cezalandıracağını söylemişti. Duygu açısından ele alındığında Herakles’in çok ince bir kişi olduğu görülürdü. Hylas’ı yitirdiği zaman Argo gemisinden çığlık çığlığa, üzüntü içinde ayrılmıştı. Bu aşırı duygululuğun zaman zaman zararı da dokunurdu kendisine, çabuk öfkelenir, her yeri kırıp geçirir, öfkesi yatışınca da yaptıklarına pişman olurdu. İşte o zaman kendisinin cezalandırılmasını isterdi. Zaten kendi istemeden ünlü Herakles’i cezalandırmak kimin elinden gelirdi ki? Onun kadar çok ceza çekeni görülmemiştir ölümlüler arasında. Kendi isteğime rağmen onu cezalandırmaktan korkanlarda olurdu ara sıra. Böyle durumlarda Herakles kendi kendini cezalandırırdı.

Herakles’i bir ulusun başına geçirip kral yapmak çok saçma olurdu herhalde! O, kendi işlerini bile doğru dürüst bir düzene sokamazdı, nerde kaldı ki bir ülkeyi yönetsin…Atinalı Theseus gibi yeni fikirler yaratmaz, yeni tasarılar kurmazdı. Olsa olsa bir canavarı nasıl öldürmek gerektiğini çıkarırdı düşünü düşüne. Buna rağmen büyük bir insandı. Büyüklüğü yalnız sonsuz gücünden gelmiyordu; ruh büyüklüğü de vardı onda. Yaptığı yanlışlara öyle üzülür, öyle üzülürdü ki, kendi kendini yerdi. Yapılan haksızlıkları düzeltmek için canını bile vermeye hazırdı. Bir de akıl bakımından gelişmiş olsaydı, mitologyanın tek kusursuz kahramanı Herakles olacaktı kuşkusuz.

Thebai’de doğan Herakles’in annesi Alkmene, babası da Amphitryon’du. Daha doğrusu herkes onun babasının Amphitryon olduğunu sanırdı. İşin aslına bakılırsa, tanrılar tanrısı Zeus, Alkmene’ye abayı yakmış, zavallı kadıncağızın kocası savaştayken Amphitryon’un kılığına girerek Herakles gibi bir yiğitin doğmasını sağlamıştı. Herakles’le birlikte Iphikles adlı bir çocuk daha doğurmuştu. Alkmene. Iphikles’in Amphitryon’dan olduğu besbelliydi. Nerde nur topu gibi Herakles, nerde cılız, çelimsiz Iphikles… Herakles gücünü daha sekiz aylıkken gösterdi.

Bir akşam Alkmene, çocuklarını yıkadıktan, sütle doyurduktan sonra beşiklerine yatırdı. “Uyuyun yavrularım,” diye ninniler söyledi onlara. Beşikleri sallamaya başlar başlamaz derin bir uykuya daldı çocuklar. Anneleri de kendi odasına çekildi.

İşte o anda Herakles’in Zeus’un oğlu olduğunu bilen kıskanç Hera, yavrucakların odasına iki büyük yılan gönderdi. Yılanlar beşiğe sokuldular. Iphikles, uyanıp da korkunç yılanları görünce, haykırıp ağlamaya başladı. Herakles ise heyecanlanmamıştı; yılanları boğazlarını tutup var gücüyle sıkmaya başladı. Hayvanlar kıvrılıp bükülüyor, Iphikles de durmadan ağlıyordu. Gürültüye Alkmene ve Amphitryon yetiştiler. İçeri girdiklerinde bir de ne gördüler, Herakles iki elinde iki yılan gülüp duruyor.

Önce irkildi Amphitryon, ama yılanların ölü olduğunu anlayınca oğlunun ilerde büyük işler başaracağını anladı. Thebai’li kör bakıcı Teiresias’a sordular. Teiresias, Alkmene’ye “Göreceksiniz,” dedi “gelecekte akşamları yün eğirirken bütün Yunan kadınları oğlunuzu anlatacak. İnsanlık onun gibi bir kahraman görmemiştir daha, kolay kolay da görmeyecek.”

Biraz büyüyünce eğitim görmeye başladı Herakles. Bazı derslerden hoşlanıyor, bazı derslerden ise hoşlanmıyordu. Ona hoşlanmadığı dersleri öğretmeye kalkmak tehlikeli bir şeydi. Musiki derslerinde hiç mi hiç hoşlanmıyordu; belki de musiki öğretmenini sevmemişti. Bir gün çalgısını kaptığı gibi zavallı öğretmeninin başına indiriverdi. Adamcağız oracıkta öldü. Herakles yandı yakıldı, üzüntüden parçalandı, ama elden ne gelir… Ondan sonra musiki gibi dersleri bir yana bırakıp, Herakles’e silah kullanmayı, at sürmeyi, güreşmeyi öğrettiler. Bu dersleri öğreten bütün öğretmenler sağ salim kaldılar.

Gün geçtikçe büyüyordu Herakles, güçleniyordu. On sekiz yaşına gelmeden Kithiaron ormanlarında yaşayan ünlü aslanı öldürdü, postundan da kendisine elbise yaptı.

Bir süre sonra Thebaililer Prenses Megara ile evlendirdiler onu. Karı koca mutluluk içinde yaşayıp gidiyorlardı; bu evlilikten üç oğulları oldu. Ama işin içine Hera karıştı. Herakles’i ansızın çıldırtıverdi. Aklı başından giden Herakles, Megara’yı da, üç oğlunu da kendi elleriyle öldürdü. Ne yaptığını bilmiyordu. Ortalık kana bulanınca kendine geldi. Olanları korku içinde uzaktan seyreden Thebaililer, onun kendine geldiğini görünce yanına yaklaştılar. Amphitryon, Megara’yla çocuklarını kendisinin öldürdüğünü söyledi Herakles’e.

”Onları ben öldürdüm ha?” diye inledi Herakles.
”Sen öldürdün ama kendinde değildin.”
“Kendi kendimi de öldüreceğim.”

Bağıra bağıra evden dışarı fırladı. İşte o anda Atina kralı Theseus göründü kapıda., Herakles’in kanlı ellerini tuttu:

”Kendini öldüremezsin Herakles. Gözümün önünde kendini öldürürsen seni tutmadığım için tanrılar beni de bağışlamazlar sonra.”
“Demin ne yaptığımı biliyor musun?”
diye sordu Herakles.
”Biliyorum.” dedi Theseus ”ama acı duyuyorsun ya. İçinden neler geçtiğini anlar tanrılar, bağışlanırsın.”
“Öldüreceğim kendimi,”
“Bir kahraman böyle konuşmaz.”
dedi Theseus.
”Kendimi öldürmeyip de ne yapayım?” diye bağırdı Herakles ”Yaşayayım mı? Herkes ‘Bak işte karısıyla çocuklarını öldüren adam bu,’ mu desin?”
“Kendine gel,”
dedi Theseus. ”Ben seni Atina’ya götürürüm. Evim senin evin, eşyalarım senin eşyaların… Gün olur, sen de bana Atina’ya yardım edersin.”

Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda, ”Peki,” dedi Herakles, ”dayanacağım.”

İki arkadaş Atina’ya gittiler. Orada Theseus, Herakles’i yatıştırmaya çalıştı.

”Sen o anda çıldırmıştın,” dedi; ”ne yaptığını bilmiyordun. Bu işte senin suçun yok.”

Herakles yine yatışmadı. Karısıyla çocuklarının ölü gövdeleri geliyordu gözlerinin önüne. Delphoi tapınağına gidip bu suçtan arınmak için ne yapmak gerektiğini sordu.

Bakıcı ”Suçlusun Herakles,” dedi, ”bu suçtan arınmak için Mykenai Kralı Eurystheus’a gidip onun buyuracağı şeyleri yapman gerek.”

Bunları duyunca sevindi Herakles. Hemen Eurystheus’a koştu. Galiba pek iyi bir kişi değildi Mykenai kralı, dünyanın en güçlü adamının kendine gelip tutsaklar gibi çalışmak istemesinden çok hoşlandı. Kendisine bu konuda Hera’nın da akıl öğrettiği söylenir. Zaten Herakles’i ömrünün sonuna kadar rahat bırakmadı Hera; onun Zeus’un oğlu olmasının kendisine yediremiyordu.

Eurystheus’un Herakles’e yaptırdığı ok iki işe mitologyada ”Herakles’in İşleri” denir. Bunların değil on ikisini, birini bile yapmak her babayiğidin harcı değildi.

İlk iş, gövdesine hiç bir silahın işlemediği yırtıcı Nemea aslanını öldürmekti. Herakles kolayını buldu, aslanı boğazlayarak öldürdü. Sonra hayvanın ölüsünü sırtına alıp Mykenai’ye götürdü. Herakles’i öyle görünce Eurystheus’un ödü koptu. Şehre sokmadı onu, buyruklarını da hep uzaktan verdi.

İkinci iş Lerna’ya gidip oradaki bataklıkta yaşayan Hydra adlı dokuz başlı canavarı yok etmekti. Çok zor bir şeydi bu; çünkü canavarın başlarından biri kopardıkça yerine iki baş birden çıkardı. Bu işte, Herakles’in yeğeni Iolaos, ünlü kahramana yardım etti. Herakles, Hydra’nın başlarını kestikçe hayvanın kesik boyunları alevli bir kütükle dağladı. Sekiz başı böyle kesti Herakles; ama başlardan sonuncusu ölümsüzdü, bir türlü kesilmek nedir bilmiyordu. Ne yapsın, Herakles, o başı da diri diri koca bir kayanın altına gömüverdi.

Üçüncü iş, Artemis’in kutsal hayvanlarından biri olan altın boynuzlu Keryneia geyiğini yakalayıp Mykenai’ye götürmekti. İşin içinde kan akıtmak olsaydı kolaydı. Herakles hemencecik öldürüverirdi geyiği. Ama diri diri yakalamak için tam bir yıl geyiğin peşinden koşmak gerekti.

Dördüncü iş, Erymanthos dağında büyük bir yaban domuzunu tutmaktı. Herakles’i görür görmez kaçmaya başladı yaban domuzu. Domuz kaçtı, Herakles kovaladı, domuz kaçtı, Herakles kovaladı. Sonunda azgın hayvan yoruldu. Onun yorulduğunu anlayan Herakles hayvanı karlı bir yere doğru sürdü. Domuz karlara saplandı. Kahramanlar kahramanı da domuzu sırtladığı gibi Eurystheus’a götürdü.

Beşinci iş, Augias’ın ahırlarını bir günde temizlemekti. Binlerce hayvanlık bir sürüsü vardı Augias’ın. Ahırlar da yıllardır temizlenmiyordu. Herakles, iki büyük ırmağın yataklarını değiştirerek ahırların içinden geçirdi. Azgın sular kısa bir zamanda ahırları yıkayıp tertemiz yaptı.

Altıncı iş, Stymphalos’da yaşayan, o bölgedeki insanların rahatlarını kaçıran kuşları kovmaktı. Bunu yapabilmek için Athena’nın yardımını istedi Herakles. Tanrıça kuşları ürkütüp, uçurunca o da hepsini teker teker vurdu, öldürdü.

Yedinci iş, Girit’e gidip Poseidon’un Minos’a vermiş olduğu azgın boğayı getirmekti. Herakles bunu da başardı. Azgın boğayı yakalayıp bir gemiye bindirdi. Eurystheus’a götürdü.

Sekizinci iş, Thrakia kralı Diomedes’in insan eti yiyen kısraklarını yakalamaktı. Önce Diomedes’i ölürdü Herakles, sonra da kısrakları yakalayıp Mykenai’ye götürdü.

Dokuzuncu iş, Amazonların kraliçesi Hippolyta’dan kemerini almaktı. Herakles’i dinleyince, Hippolyta ona kemerini vereceğini söyledi. Ama Hera karıştı işin içine Amazonların içine bir kuşku saldı. Savaşçı kadınları, Herakles’in kraliçelerini kaçıracağını sanarak kahramanın gemisine saldırdılar. Herakles, bunda bir suçu olmayan Hippolyta’yı öldürerek kemerini aldı. Öteki Amazonlarla savaştı ellerinden kurtularak Mykenai’ye döndü.

Onuncu iş, dünyanın batısındaki Erythia adasında yaşayan üç gövdeli dev Geryoneus’un sığırlarını çalmaktı. Herakles için pek zor olmadı bu. Sığırları kolayca çalıp onuncu görevi de başardı.

On birinci iş, o zamana kadar verilen işlerin en zoruydu. Bu sefer Hesperid’lerin altın elmalarını getirecekti Herakles. Elmaların nerede olduğunu bilmiyordu. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas’a gidip sordu. Atlas bilirdi elmaların yerini, çünkü Hesperid’lerin babasıydı. ”Ben elmaları alır gelirim,” dedi Herakles’e ”Yalnız dönünceye kadar sen dünyayı sırtında taşıyacaksın.” Herakles kabul etti bunu. Atlas da bir süre için olsun ağır yükünden kurtulduğu için sevinerek altın elmaları almaya gitti. Döndüğünde Herakles’i dünyayı sırtında taşır buldu. Nasıl bıraktıysa öyle duruyordu Herakles. Atlas ”Sen biraz daha dünyayı taşı,” dedi. ”Ben elmaları Eurystheus’a götürürüm.” Herakles, onun kendisine bir oyun ettiğini anladı. ”Olur,” dedi, ”yalnız dünya azıcık kaydı sen tut da düzelteyim.” Anlaşılan Herakles’den daha akılsızmış Atlas, dünyayı yine sırtına aldı. Alış o alış, Herakles elmaları kaptığı gibi Mykenai’nin yolunu tuttu.

On ikinci iş, yeraltına inip üç başlı köpeği Kerberos’u yeryüzüne çıkarmaktı. Ölüler tanrısı Herakles’in Kerberos ile savaşmasına izin verdi. Yalnız bir şartı vardı. Ünlü kahraman bu çarpışmada silah kullanmayacaktı. Hades’in şartını kabul etti Herakles. Yalnız ellerini kullanarak yendi üç başlı köpeği, sonra alıp Mykenai’ye götürdü. Kral Eurystheus akıllıca davrandı, ”Aman burada bırakma Kerberos’u, geri götür,” dedi. Herakles de azgın hayvanı yine yeraltına bıraktı.

Bu işleri başarıp suçlarından arındıktan sonra yeni yeni serüvenlere atıldı Herakles. Önce toprağın oğullarından dev Antaios ile boğuştu. Önüne çıkan herkesle boğuşurdu Antaios, sırtını yere getirdiği kimseleri de oracıkta öldürürdü. Öldürdüğü kişilerin kafataslarından kendine bir tapınak yapıyordu. Günlerden bir gün Herakles ile karşılaştı. Hemen boğuşmaya başladılar. Son derece güçlü bir yaratıktı dev, Herakles onu ne zaman yere fırlatsa, toprak anadan aldığı taze güçle, hiç yorulmamış gibi yeniden ayağa fırlıyordu. Herakles ne yapsın, tutup havaya kaldırdı Antaios’u, yere bırakmadan hava da boğdu.

Daha sonra, sevdiği kızı elde edebilmek için ırmak tanrılarından Akheloos’la savaştı Herakles. Deianeira adlı kızı Akheloos da seviyor, elinden kaçırmak istemiyordu. Herakles’in gücünü bildiğinden dilini kullanarak yatıştırmak istedi kahramanı; ama Herakles baktı ki iş konuşmaya gelince karşısındaki kendisinden üstün ”Savaşalım kim yenerse kızı alsın,” dedi. İster istemez savaşmayı kabul etti. Akheloos, boğa kılığına girerek Herakles’e saldırdı. Herakles, zaten alışıktı boğalarla savaşmaya, hemencecik yeniverdi ırmak tanrısını. Üstelik zavallının bir boynuzunu da kopardı. Deianeira’yı kendisine eş olarak aldı.

Bu olaydan sonra Herakles Troia’ya gitti. Troia kralı Laomedon tanrılardan Apollon ile Poseidon’u kızdırmıştı. İki tanrı Troia surlarının yapılmasına yardım etmişler, ama emeklerinin karşılığını alamamışlardı. Bunun üzerine Troia’ya Apollon bir salgın, Poseidon da bir deniz yılanı göndermişti.

Herakles, şehre girdiği zaman, kralın kızı deniz kıyısında koca yılanın gelip kendisini yutmasını bekliyordu. Hemen Laomedon’a gitti Herakles, ”Zeus’un büyükbabana verdiği atları bana verirsen Troia’yı bu yılandan kurtarırım,” dedi. Kral kabul etti bunu, Herakles’de yılanı kolayca öldürdü.

Ama kral sözünü tutmadı. Atları alamayınca Herakles öfkeyle Troia’ya gitti. Laomedon’u öldürdü; kralın kızını da arkadaşı Salamisli Telamon’a verdi.

Herakles’in yaptığı en önemli işlerden biri de, kafkaslara giderek Prometheus’u kurtarmasıdır. Onun ciğerini yiyen kartalı da Herakles öldürmüştür.

Yaptığı kötü işler de vardır Herakles’in. Kahramanlar kahramanı bir keresinde, şölende eline su döken çocukcağızı elinde olmayarak öldürmüştü. Kolunu sallayınca yanıbaşında duran çocuğa vurmuş, onun gücüne dayanamayan zavallıcık hemen ölüvermişti. Çocuğun babası, Herakles’i bağışladı. Ama dünyanın bütün canavarlarını dize getiren kahraman kendi kendini bağışlamadı. Gidip bir süre sürgünde kaldı.

Bir keresinde de, sevdiği arkadaşlarından Iphitos’u, babası Eurytos’un yüzünden öldürmüştü. Bu olay Zeus’u çok kızdırmış, gökler tanrısı, Zeus’u tutsak olarak Lydia’ya, kraliçe Omphale’nin yanına göndermişti. Orada üç yıl kaldı Herakles. Omphale, eğlenmek için kadın giysileri giydirdi kahramana, ona kadın işleri yaptırttı. Bu üç yılda yün mü eğirmedi Herakles, bulaşık mı yıkamadı… Ama tutsaklıktan kurtulur kurtulmaz da Kral Eurytos’dan öc alacağına ant içti.

Herakles’in kişiliğinin en belirgin serüvenlerinden biri de, onun Thessalia’da başından geçen serüvenidir. Herakles, Diomedes’in insan eti yiyen kısraklarını yakalamaya giderken Thessalia krallarından Admetos’un sarayına uğramıştı. Eski bir arkadaşıydı Admetos, Herakles de geceyi onun sarayında geçirecekti.

Ünlü kahraman, arkadaşını üzüntü içinde buldu. Sebebini sonradan öğrendi: Admetos’un karısı Alkestis, biraz önce ölmüştü garip bir ölümdü bu…

Eskiden, tanrılar tanrısı Zeus, Apollon’un oğlu Asklepios’u öldürmüştü. Apollon da öç almak amacıyla Zeus’un işçileri Kyklopları ortadan kaldırdı. Tanrılar tanrısı onun bu davranışını cezalandırmak için Apollon’u yeryüzüne, bir yıl Admetos’un yanında uşaklık etmeye yolladı.

Apollon, uşaklığı sırasında, Admetos ve Alkestis ile dost oldu. Karı-koca çok yakınlık gösteriyordu kendisine. Apollon bu yakınlığın altında kalmak istemedi. Kader tanrıçaları Moira’lardan öğrendiği bir haberi gidip Admetos’a söyledi. Öğrendiğine göre, kralın hayat ipliği artık kesilmek üzereydi. Yalnız, tanrı Moira’larla konuşmuş, ipliğin kesilmesini birazcık geciktirmişti. Admetos, kendisinin yerine ölecek bir başkasının bulursa kurtulacaktı.

Bunu duyan Admetos, hemen annesiyle babasının yanına koştu. ”Siz artık yaşlandınız. Biriniz benim yerime ölün de ben kurtulayım,” dedi. Yaşlılar canlarına daha düşkü oluyor galiba. İkisi de bu teklifi kabul etmedi. ”Aman oğul,” dediler ”bu yaşta gün ışığı daha tatlı geliyor adama.” Admetos kızarak, ”Ölümün eşiğindesiniz,” diye bağırdı, ”Hâlâ ölmekten korkuyorsunuz!”

Ama kendi de korkuyordu ölmekten. Arkadaşlarının yanına koştu hepsiyle konuştu. Kimse onun yerine ölmek istemiyordu. Sonunda mutsuzluk içinde evine döndü.

Alkestis, kocasının üzgün olduğunu sezmişti. Sonunda üzüntüsünün neden geldiğini öğrendi. ”Hiç sıkma canını,” dedi ”ben senin yerine ölürüm.”

Admetos’un ne kadar sevindiğini ayrıca belirtmek gerekmiyor. Alkestis ölüme hazırlandı. Moira’lar onun hayat ipliğini kestiler. Admetos, sicim gibi gözyaşı döktü, yandı yakındı.

İşte o anda Herakles geldi kralın sarayına. Kral konuklara karşı güler yüzle davranılması gerektiği için ünlü kahramana üzüntüsünü belli etmek istemedi. Onun üstündeki yas elbisesini gören Herakles, ”Kim öldü?” diye sordu.
”Hiiiç,” diye cevap verdi Admetos ”hizmetçilerden biri.”
”Öyleyse ben gideyim,” dedi Herakles.
”Olur mu canım?.. Bu geceyi benim sarayımdan başka yerde geçiremezsin.”

Sonra uşakları çağırıp konuğu uzak odalardan birine götürmelerini söyledi. Böylece, ağıtları, ağlaşmaları duyamayacaktı Herakles.

Herakles odaya çekilip bir başına yiyip içemeye başladı. Uşaklar durmadan ona yiyecek içecek yetiştiriyorlardı. Her şey daha sofraya koymadan bitiveriyordu. Hele şarap…

Karnı doyup içkiyle başı dönmeye başladıktan sonra Herakles, şarkı söylemeye başladı. Kart sesiyle bar bar bağırıyordu. Uşaklardan birine, ”Hadi be,” diye gürledi, ”sen de içsene!”
Uşak, “Aman efendim. Siz de tam içip kahkahalar atacak zamanı buldunuz.” diye cevap verdi.
”Niye içmeyecekmişim? Yabancı bir karı öldü diye gülmeyeyim mi yani?” dedi Herakles.
”Yabancı mı?”
“Yabancı ya. Admetos öyle söyledi. Bana yalan mı söyledi demek istiyorsun?”

”Yok yok, öyle demek istemiyorum, efendim,” dedi uşak, ”sadece konukseverliğini göstermiş size.”

Herakles’in bardağına şarap doldurmak üzere testiye davrandı. Herakles uzanıp sımsıkı yakaladı, adamcağızın bileğini.

”Burada bir şeyler dönüyor. Ne var? Doğruyu söyle bana.” diye bağırdı.
Uşak, ”Görüyorsunuz efendim. Yas tutuyoruz.” diye cevap verdi.
”Kim öldü?”
”Alkestis. Kralımızın karısı.”
“Bilmeliydim,”
diye fısıldadı, ”gözleri kan çanağı gibiydi Admetos’un. Ama yemin etti, ‘Hizmetçi öldü,’ dedi. Belli etmek istemedi üzüntüsünü. O, acılar içinde kıvranırken ben oturup burada şarap içtim. Ah, söylemeliydi bana.”

Her zaman yaptığı gibi bütün suçu üstüne aldı yine. Kendini bağışlatmak için bir şeyler yapmalıydı. Yapamayacağı bir şey yoktu dünyada. Birden bire aklına geldi. ”Ölüm şimdi mezar başında Alkestis’i bekliyordur,” dedi; ”gider onunla güreşirim. Belinden kavradım mı bırakmam. Kaburgalarını kırarım. Alkestis’i alır geri getiririm arkadaşıma. Mezar başında değilse, Hades’e kadar bile inerim.”

Keyifle ayağa fırladı. Hem arkadaşına bir iyilik etmiş olacak, hem de ölümlü iyi bir güreş tutacaktı.

Sarayına döndüğü zaman Herakles’i Admetos karşıladı. Bir kadın vardı Herakles’in yanında. Azıcık yorgun görünen kahraman, ”Bak Admetos” dedi, ”tanıyor musun bu kadını?”

Admetos, ”Hayalet bu!” diye bağırdı ”Olamaz! Tanrılar benimle alay ediyor!”

Herakles, “Seninle alay eden yok. Gidip Ölüm’le güreştim, karını geri getirdim.” dedi.

Herakles’in kişiliği bu öyküde apaçık ortadadır: basit, aptalca, çabucak sarhoş olan, Ölüm’ün bile kendi sırtını yere getiremeyeceğine inanan bir adam… İşte Herakles budur. Aslına bakılırsa, kahramanlar kahramanı, yas tutan uşaklardan birini de öldürmeliydi ki kişiliği daha da ortaya çıksın. Herakles’in olduğu yerde birkaç kişi ölmez mi hiç? Ama yukarıdaki öyküyü anlatan Euripides, sadece Alkestis’in ölümüyle ilgilenmiş, oyunun bütünlüğünü bozacak ayrıntılara yer vermemiştir.

Herakles, Omphale’nin yanında tutsak bulunduğu zaman içtiği andı yerine getirmek için serbest bırakılır bırakılmaz bir ordu topladı. Doğru, Eurytos’un şehrine giderek kralı öldürdü. Sonra karısı Deianeira’ya armağan olarak birkaç genç kız gönderdi. Kızlardan Iole adlısı son derece güzeldi. Haberci Deianeira’ya, Herakles’in onu sevdiğini söyledi. Bunu duyan kadının kıskançlık bürüdü yüreğini, gözlerinin önüne eski bir anı geldi:

Herakles, kendisini ilk gördüğü zaman Deianeira, Kentaur Nesson’un sırtında bir ırmağı geçiyordu. Nesson, suyun ortasında kötü sözler söylemişti kendisine; bu sözleri duyan Herakles de karşı kıyıya attığı oklarla Kentaur’u öldürmüştü. Kentaur ölürken kanının birazını Deianeira’ya vermiş ”Bunu sakla eğer ileride Herakles senden başkasını severse büyü olarak kullanırsın,” demişti.

O an gelip çatmıştı şimdi. Deianeira, bir kapta sakladığı kanı çıkarttı. Herakles’e göndermek istediği bir gömleği o kanla kızıla boyadıktan sonra haberciyle kocasına yolladı.

Gömleği giyer giymez bir ateş kapladı Herakles’in gövdesini. Öfkeden, acıdan gözü dönen Herakles, haberciyi tuttuğu gibi denize fırlattı. Başkalarını hâlâ öldürebiliyordu işte, ama kendisi ölmüyordu. Hemen haber gönderdiler karısına; Deianeira, kocasına olanları duyar duymaz kendini vurdu.

Herakles’i evine götürdüler. Kahramanlar kahramanı artık sonunun geldiği anlamıştı. ”Madem ölüm bana gelmiyor, ben ona gideyim” dedi. Oita dağında koca bir odun yığını hazırlattı. Adamları oraya götürdüler kendisini. Bir zamanların sırtı yere gelmez kahramanı, odunlara bakarak, ”Her şey bitiyor, artık rahata kavuşacağım,” dedi.

Oklarıyla yayını genç arkadaşı Philoktetes’e verdi. Sonra meşaleyi uzatarak ”Al, Philoktetes,” diye mırıldandı ”odunları sen ateşle”

Kısa bir süre sonra Herakles yeryüzünde değildi artık.

Tanrılar Olympos’a çıkardılar Herakles’i. Orada ölümsüz olan kahraman, Hera’yla barıştırıldıktan sonra tanrıçanın kızı Hebe’yle evlendirildi. Gökyüzünde uslu uslu oturdu mu, yoksa tanrıların huzurunu kaçırıp onları da tedirgin etti mi, orası bilinmiyor.

Notlar:

Eurystheos’un Doğuşu ve Hakimiyeti

Eurystheos, Argos hakimi Sthenelus’un karısı Nikippe’den doğmuştu. Tuhaf bir tesadüf eseri olarak Alkmene, Herakles’e hamile olduğu sırada Nikippe’de Eurystheos’e yüklü idi.

Hera, bu iki kadından doğan bu çocuklardan hangisi önce doğarsa diğeri üzerinde hakim olacağını Zeus’dan öğrenmiş olmasından ve Alkmene’yi kıskandığından Nikippi’nin daha evvel doğurmasını sağlamış ve önce Eurystheos doğmuştu.

– Yazı da bahsi geçen “Herakles’in İşleri” bazı kaynaklarda “Herakles’in On İki Başarısı” olarak alınmıştır.

Nemea Aslanı ve Postu

(Bkz: “Herakles’in İşleri” İlk İş)
Herakles, korkunç Nemea aslanını boğarak öldürdükten sonra, derisini yüzdü. Hiçbir okun delmediği ve delemeyeceği bu deriyi giydi, o günden sonra bunu bir zırh olarak kullandı, bu yüzden onu kimse yenemedi.

Lerna Ejderinin Zehiri

(Bkz: “Herakles’in İşleri” İkinci İş)
Herakles, öldürdüğü ejderin zehirinde oklarını ıslattı ve böylece oklar zehirli ve öldürücü oklar haline geldi.

Stymphalos Kuşları

(Bkz: “Herakles’in İşleri” Altıncı İş)
Bazı kaynaklarda, Herakles’in Stymphalos kuşlarını kaçırmak için Athena’dan yardım istemek yerine, yüksek bir dağın tepesine çıkarak müthiş sesler çıkaran ziller kullandığını yazar. Daha sonra da kaçan kuşları Lerna Ejderinin zehriyle ıslattığı oklarıyla öldürmüştür.

Amazonlar Hakkında Bilgi

Eskilerin Pontus – Euxinus dedikleri Karadeniz’in güney kıyılarında bu günkü Çarşamba ile Ünye arasında Themiskyra kasabasına yakın Theromodon (Termeçayı) sahilinde Amazon denilen ve yalnız kadınlardan bir halk kalabalığı yaşardı. Savaşı çok seven ve savaşçı olarak ün veren bu efsanevi kadınların kraliçelerinin adı Hippolyte idi. Kraliçelik işareti olarak Savaş Tanrısı Ares; Hippolyte’ye bir kemer hediye etmişti. Herakles’in çaldığı kemer de budur.

Atlas, Dünyası ve Elma Üzerine

(Bkz: “Herakles’in İşleri” On Birinci İş)
Herakles’in Atlas’ı kandırarak, tekrar dünyayı Atlas’ın omuzlarına yıkma hikayesi başka bir türlü şöyle anlatılır:
Herakles, yine Atlas’ın teklifini kabul eder gibi görünür. “İstiyorum ki krala elmaları kendin götüresin, fakat yola çıkmadan evvel azıcık bir zaman için göğü omuzlarına al, başımın rahat etmesi, bu kadar ağır yükü ezilmeden taşıyabilmesi için onun üstüne bir yastık koyayım,” der. Atlas da hiç şüphelenmeden göğü omuzlarına alır…

Ayrıca, Herakles’in götürdüğü elmaları sonradan Eurystheos, Hera’ya armağan etmiş, o da onları Hesperid’ler bahçesine geri göndermiş olduğunu bazı mitologyalar yazmışlardır.

Omphale ve Herakles

Herakles’in Omphale yanında kadın işleri yapması, mitologyada Omphale ile Herakles arasında ki sehvet dolu aşkla açıklanır. Herakles, Omphale’ye kaptırdığı kalbinin ve aşkının esiri olmuştur ve günler geçtikçe yiğitlik duyguları ölüp, kadınlaşmıştır…

Mitologya da beyaz kavak ağaçları Herakles’e tahsis edilmiştir.


Kaynaklar

Greek & Romen
Mythology
– Edith Hamilton

Yunan Mitolojisi
– İnkılâp ve Aka Yayınlar

Bulfinch (http://www.bulfinch.org)


Fırat “Desang’ard” Hacıahmetoğlu

(Bu yazı lostlibrary.org sitesinden, yayıncısının izni alınarak yayınlanmıştır)