in ,

Çocukluğun Sonu: Olgunluğun Başı

Arthur C. Clarke imzalı bilimkurgu klasiği Çocukluğun Sonu incelemesi ile karşınızdayız. Romana dair detaylı bir değerlendirme sizleri bekliyor.

Çocukluğun Sonu İncelemesi - Arthur C. Clarke
- Reklam -
- Reklam -

Çocukluğun Sonu incelemesi ile sizlerleyiz.

“İnsanlık üzerinde böylesi bir etki bırakabilecek tek bir olay var. Ve o olay insanlık tarihinin başında değil, sonunda yaşandı.” – Karellen

Doğanın en mükemmel, en zeki ve her konuda en olmak konusunda (hem iyi, hem de kötü anlamda) kusursuz bir başarıya sahip canlı türü insan için, tokat niyetine bir eserle karşı karşıyayız. Daha önce bir başka usta olan Robert Silverberg’ün Cam Kule’sinde görmüştük bunu; şimdiyse üç büyüklerden biri olan Arthur C. Clarke’ın yorumuyla Çocukluğun Sonu romanını okuma vakti.

- Reklam -

Silverberg insanın doğadaki bu en oluşuna, koca evrendeki tek zeki varlık olamayışını yüzüne vurup, bizlerin egosunu yaralayarak eleştirisini yapmıştı. Ne muhteşem bir eserdi Cam Kule. Clarke ise olaya bambaşka bir açıdan bakarak bizi hepten düşüncelere boğuyor. Çünkü Silverberg’ün eserinde doğrudan söylenmese de hissettirilen malum bir düşünce, Arthur C.Clarke’ın eserinin başlığında yatıyor: “çocukluk.”

Doğanın ahkam kesen, gelişmiş olduğu konusunda hiçbir şüpheye düşmemiş olan insanının nasıl da gelişmediğini/gelişemediğini Clarke bize gıdım gıdım, her şeyi ütopik bir çerçevede sunarak anlatıyor. Çocuksunuz, diyor bizlere. Siz daha büyümediniz. Ve haklı, biliyor musunuz? Nasıl mı? işte tüm bunları bu incelemede irdeleyeceğiz.

Yalnız bu kitabın neredeyse her tanıtımında geçen bir şey var ki ona ben de değineceğim. Hiçbir ütopya sonsuza dek sürmez. Bu kitabın da sonuna, yani çocukluk çağının sonuna, gelindiğinde görecekleriniz tahmin edilebilir şeyler değil. Ama ben yine de buna bir “ütopyada doğan distopyademeyeceğim. Hatta Clarke’ın da bunu bu şekilde görmediğini iddia ediyorum. Bunu da kendi karakterleri ağzından dile getirmiş bile.

Eğer herkes hazırsa şimdi buraların en’leri olmayı bırakıp, Clarke’ın insanoğluna bugünü ve yarını için getirdiği harika tespit ve çözümlere beraber bakma vakti.

Çocukluğun Sonu: Çiftdüşün Bir İsim Seçimi

Çocukluğun Sonu, oldukça zeki bir isim tercihi. Çünkü bu öyle bir ad ki, isimlendirdiği kitabı tam 2 yönden tamamlıyor. İlkini okurken hissediyoruz. Çocukluktan olgunluk çağına bir türlü geçememiş insanoğlunun trajikomik konumunu ve tıpkı küçük, şımarık bir çocuk gibi “ben büyüdüm, ben abiyim/ablayım” tavırlarının bitişine giden yolu çiziyor. Evet, bu ilk anlam için kitabın isimlendirilmesi bariz biçimde mantıklı. Arka kapaktan ve dahasından da anlayacağınız üzere, savaşlar, açlık vb. sorunlar bittikçe insanlık kendi doğasında çağ atlıyor. Yükseliyor. Çocukluk bitiyor, olgunluk başlıyor.

Oysa Clarke’ın bize vermek istediği tek mesaj bu değil, hayır. Bunun yanı sıra, bu ütopyanın distopik olarak nitelendirilen sonuna dair de çok net bir işaret bu. Ancak kitabı bitirene kadar bunu anlayamıyoruz.

Eh, bu bahsi geçen son kısmı yazının ilerisinde elbet detaylandıracak, elbet spoiler kutuları içinde kastedilene parmak basacağız. Ama ondan önce kitaba durup bir bakın. Eğer ki onu okuyor ya da bitirdiyseniz tekrar tekrar, sesli biçimde adını okuyun ve bu seçimin ürpertici güzelliğinin tadına varın.

Bilinçli Ebeveynler ve Görünür Tanrıları

Çocukluğun SonuBu bir uzaylı istilası değil, çünkü ortada bilinen bir istilacı yok. Aksine, oyun parkına gelip birbirine girmiş çocukları doğru ebevenylik yöntemleriyle ayıracak, onlara çekidüzen verecek konuklar var. İnsanlık onlara Hükümdarlar diyor. Ne ironik… Tıpkı anne ve babaların çocukların idolleri, başkaldırı nedenleri ve yöneticileri olduğu gibi.

ABD ve Rusya’nın uzay yarışında işlerin kızıştığı bir dönemde, tüm bu savaş oyunlarını bozacak bir hamle gelir; hem de uzaydan. Göklerde beliren dev uzay gemisinin içinden tüm dünyaya, İngilizce olarak bir mesaj verilir. İşte, böylece insanların çağı kendini Hükümdarların ellerini bırakır. Çünkü çok uzun yıllar kendilerini göstermeyecek ve bunun için her okuru derinden sarsacak bir nedene sahip Hükümdarlar, dünyaya düzen getirmiştir. Yo, hayır, bu beyaz adamın “medeniyeti” değil. Çünkü ortada sömürü yok, şiddet yok, insan dışındaki canlılara zulüm yok; hatta insanların arasına karışacak birileri bile yok. Ortada olan tek şey, gelişmiş bir türün bakıcılığı.

Arthur C. Clarke’ın bu kitap boyunca yaptığı en iyi şey, bilinçli ebeveyn tanımına uyan pek çok davranışı Hükümdarlar aracılığıyla koca insanlığa uygulaması oluyor. Hükümdarlar varken silahlar toplatılıyor, askeri birlikler dağıtılıyor. Elbette çok uzun zaman direniş ve örgütlenme devam ediyor. Ancak çocuklarının elinden kendilerine ya da birbirlerine zarar verecekleri şeyleri alan Hükümdarlar, onların örgütlenmesine ya da direnmesine, kendilerine karşı gelinmesine hiç ama hiç karşı çıkmıyor.

Neredeyse hiçbir şeye doğrudan müdahale etmeyerek, zaman zaman birbirlerine düşen insanları kendi hâllerine bırakıyorlar. İnsanlığın kendi içinde çağ atladığı, diye tabir ettiğim zamanlarda, refah ve bolluğun katlandığı dönemlerde örneğin, yine tek tük cinayetler görülebiliyor. Ancak Hükümdarların bunlara hiçbir müdahalesi yok. Bu tıpkı anlaşmazlığa düşen kardeşleri kendi hâllerine bırakıp, kendi sorunlarını kendilerinin çözmesine izin vermek gibi. Bakın yine bilinçli ebeveyn tanımına geldik.

İnsanlık sürekli izleniyor ve bir anda din anlamını yitirirken, bir yandan da somutlaşıyor.

Artık yeri, konumu bilinen tanrılarca, dünyada konuşlanmış yüce varlıklarca gözetlenen insanlık adımını denk atıyor. Böylece eşitsiz gelir dağılımı yola koyuluyor, açlık ve savaşlar rafa kaldırılıyor. Dünya daha iyi bir yer oluyor. Irkçı tabirler zamanla hiçbir şey ima etmeyen, sıradan kelimelere dönüşüyor. Bizim bunca yüzyıldır beceremediğimizi, yetişkinler gelip çözüyor.

İnsanoğlunun Hükümdarlar sonrası davranışları adeta bir deney konusu. Ebeveynleri gelince kavgayı bırakıp karşı tarafa düşman gözlerle bakan çocuklar tablosunu başlarda sık sık görüyoruz. Sonra, izlendiğini bilen insanın temkinli adımları da hemen orada. Tanrı’dan sakınıp günah işlemekten çekinen insanların yerini, Hükümdarlardan çekinip bu yeni adaletli sisteme ayak uyduran insanlara bırakıyor. Üstelik bunların çoğu Hükümdarların sadece varlığıyla oluyor. Salonda gazete okuyan babanın önündeki halıda oynamak ya da anne bir şeylerle uğraşırken onun yanında durmak gibi tıpkı.

Hadi söyleyin bana, o kadar gelişmiş bir ırk mıyız?

İnsandan İnsana Evriliş

Çağlar geçiyor, insanlık pek çok ütopyasına konu ettiği düzeye ulaşıyor. Artık “o” yok, “öteki” yok. Sadece “biz” varız. Bir de tabii ki Hükümdarlar. İnsan, kendi elleriyle tıkadığı evrim basamağını dışarıdan bir itişle yeniden çıkmaya başlıyor. Burası çok önemli, çünkü evrimin son basamağı aslında pek çoğumuzun tahmin edebileceği türden. Hatta şöyle diyeyim, bazı kadim öğretilerde yer verilmiş cinsten.

İnsanın basamakları yeniden çıkmasıyla birlikte yaşananlar biz okurlarda buruk birer tebessüm bırakacak. Tek tük de olsa hâlen cinayetler ve buna benzer şeyler söz konusu. Üstelik bunlar yayınlanmaya da devam ediyor; halk varlıklarından haberdar. Hükümdarlar hiç böyle şeylere yayın yasağı koyarak insanları dize getirmeye çalışmadı. Sansür, hiç söz konusu olmadı. İşte tam bu noktada şunu görüyoruz: bunlar haber bültenlerinde ve medyada yer tutsa da çok büyük bir kısım ilgisiz. Neden mi? Çünkü gerçekten eğitilmiş insan başkalarının hayatıyla ilgilenmiyor.

Ülkemizi düşünün. Eğitim-Öğretim deriz ya hep, eğitim kısmı var mı gerçekten? Bir öğretim söz konusu, evet. Bilgiyi alıyoruz, işliyoruz. Ama doğru, ama yanlış. Ya eğitim? Evriliyor muyuz? Daha düzgün insanlar oluyor muyuz? Hükümdarlar bunu başarıyor. Böylece insanlık çıktığı basamaklardan birinde, başkalarının ne yaptığıyla ilgilenmez hâle geliyor.

Bu aynı zamanda rekabetin de ölmesi demek ki, insanın kendi doğası için zorlayıcı bir durum. Esktrem sporlara olan yönelim ve nicesiyle bunu kapatma çabası, sonrasında yerini farklı arayışlara bırakacak illa ki. Çünkü ne kadar ileri gidersek gidelim, özümüzde o rekabeti arayan bir parça inkar edilemez şekilde olacak. Eh, insanlık bu noktada sıkılmaya başlayacak.

Sanatçılar Çağı

Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde unutamadığım bir sözü var. Kitap boyunca bir kadının yazar olabilmesi için önce kendine ait bir odaya, sonra da paraya ihtiyacı olduğunu söyler. Kastettiği şey geçim derdi olmamasıdır. Sonra buna erkekler üzerinden de örnek verir. Ünlü şairlere parmak basar. Bunların çok büyük bir kısmı geçim derdi olmayan bireylerdir; aynı zamanda iyi eğitimlillerdir de.

Clarke da eserinde buna destek çıkıyor adeta. Woolf hakkında ne düşündüğü bilgisine sahip değiliz, ancak insanlık tırmanmaya devam ettikçe sanat yapma ihtiyacı ve açlığı katlanıyor. Sanatın değeri yükseliyor. Teknoloji, özellikle Hükümdarlar aracılığıyla gelişirken tiyatroların hâlâ ölmediğine bile şahit oluyoruz ki, bu insanın içinde sanat ihtiyacı ve açlığına harika bir örnek. Üstelik bunun sayesinde o özledikleri rekabete de yeniden kavuşmuş oluyorlar.

Eh, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” biliyorsunuz. Clarke da bunun son derece farkında ve insanlığı o son basamağa çıkarmak için hem kendi sanatının gücünü kullanıyor, hem de eserindeki tüm insanlığı sanatla birlikte yükselityor.

Üst-İnsan’la Randevu

İnsan evriliyor dedik. İnsan, kendi tıkadığı evrim merdiveninde bir itici güçle yoluna devam ediyor dedik. Peki yolun sonunda ne var? Ya da, bu yolun bir sonu var mı?

- Reklam -

Elbette ki üstün insan, ya da üst-insan diye tabir edebileceğimiz noktaya varışımızı da Clarke bize göstermiş oluyor. İşte o zaman Hükümdarlarla yolları ayırma vakti de geliyor. Baştan beri bize karşı dürüsttüler; inanılması zor olan yegâne şey bu. Bizi daha üst mertebelere taşıdılar ve başından beri doğru söylüyorlardı.

Çocukluğun Sonu, dedik değil mi? Bu isimde iki farklı anlam yatıyor dedik. O zaman hadi spoiler kutusu içinde bunu bir tartışalım.

Kitabın sonuna gelip de sıradaki neslin insanı aşan yetileriyle karşılaştığımızda, son basamağı da görmüş oluyoruz. Aydınlanmış İnsan’a bir yaklaşma var. Pek çok kadim öğretide gördüğümüz, dünyevi şeylerden sıyrılmış, “insan” olmayı bırakmış yepyeni bir tür. Unutan canlı, demektir insan. Ama artık unutmak yok. Kusurlar yok. Dev bir zincirin, daha doğrusu bir sinir ağının durak noktaları var ve bunlar çocuklardan başkaları değil.

Evrim tamamlandığında, insan gidebileceği en gelişmiş noktaya vardığında bireyselliği bırakıp bütün olmayı seçiyor. Zihinler birbirine bağlanıyor. Çok mantıklı, değil mi? Telepatik ve telekinezik güçler ortaya dökülüyor. Pek çok bilimkurguya konu olmuş, insan beyninin % bilmem kaçını kullansa şunları yapardı sözlerinin vücut bulmuş hâlini izliyoruz. Ve tüm bunlar çok mantıklı.

İşte böylece insanlığın çocukluktan olgunluğa geçişi de tamamlanıyor. Bu da ne ironiktir ki “çocuklar” aracılığıyla yaşanıyor. Bir nevi reset durumu. Bilinen insanın çağı sonsuza dek bitti ve çocukları önleri gömmeli. Gömüyorlar da. Chuck Palahniuk’un Görünmez Canavarlar’da söylediği bir söz var. Her çocuğun kendi ebevenylerini öldürerek büyüdüğünü söyler. Bu meczai sözü biz Çocukluğun Sonu’nun son aşamasında fiilen görüyoruz.

İnsanlığın kendi çocuklarının da sonu bu ve bu yüzden Çocukluğun Sonu adlı, Orwell’in tabiriyle bir çift çiftdüşün.

Çocukluğun Sonu

Özünde Bir Distopya (mı?)

Eserin sonuna geldiğinizde allak bullak olacağınız garanti. Clarke bunu büyük bir başarıyla sağlıyor. Sizi en hassas noktanızdan vuruyor, ama bu da bizim bencilliğimizin bir parçasıdır bence. Neden mi? Yine bir spoiler kutusuna gidelim bakın. Söylemek istediğim birkaç nokta var.

Hükümdarlar bir çiftlik sahibinin hasat işçileri gibi ve bunu inkar etmiyorlar. Biz insanlar yüzyıllardır ekinler ekiyor, onları en iyi şekilde yetiştiriyor, ardından hasat ediyoruz. Bir çiftlik sahibimiz varmış gibi düşünürsek, efendi için yapıyoruz bunu. Canımızı dişimize takıp koruduğumuz ekinleri vakti gelince hasat etmekten çekinmiyoruz.

Kitabın okuru en çok dehşete düşürdüğü nokta da bu. Çağlardır kendi yaptıkları şey onlara yapılıyor çünkü. Hükümdarlar, onları en iyi şekilde yetiştirip sonra da hasar ediyor. Her ne kadar bu hasat kendi kendine gerçekleşse de, bizim bunca zamandır yaptığımızın bize yapılması asıl zorumuza giden şey.

Ancak bununla da bitmiyor. Şimdi yazının en başında bahsettiğim ve katılmadığım o malum noktaya gelelim. Yani, eserin sonu gerçekten distopik mi? Hadi kutu gelsin okumamışlar için.

Karellen’in bir sözü var ki, ben (yazının başında da söylediğim gibi) Clarke’ın düşüncesini yansıtan sözün bu olduğunu düşünüyorum. Diyor ki:

“Kaçınılmaz olana karşı hiçbir zeki varlık öfke duymaz.”

Karellen bunu kendi türü için söylese de, bu insanlık için de aynı oranda geçerli. Eğer ki 150 yıl boyunca işlenen dikiş tutmasaydı, Zihindar’a karşı insanoğlu ölümüne bir savaşa elbet girişecekti. Boyun eğmeyi asla kabul etmeyecektik en başlarda. Oysa, son basamakta dimdik duran yepyeni insanlık karşı koymuyor. Aksine, Zihindar ile birleşmeye hazır ve buna ihtiyaç bile duyuyor. Artık bireyden bütüne geçmiş olarak, daha büyük bir bütünün parçası olmanın eşiğinde.

Şimdi soruyorum, bu gerçekten dehşet verici bir son mu? Zihindar’ın iyi ya da kötü olduğunu bilmiyoruz. Ona dair hiçbir şey bilmiyoruz hatta. Koca evrende neler döndüğünü değil, biz sadece küçük, mavi yanaklı dünyamızı biliyoruz ve onu kaybetmek bizi dehşete düşüren. Bilinen insanlığın sonu, koca bir zihinde birkaç kum tanesi olarak varlığın başı. Bilinen ölüyor diye bu dehşet bence. Zihindar ile olan birleşmenin devamını bilemiyoruz ki. Biz hiç bütün olmadık ki bunu tam olarak anlayalım.

İşte, hâl böyle olunca da ben bunun distopik bir son olduğuna pek katılmıyorum. Çünkü iyice üzerine düşünüldüğünde ucu bilerek açık bırakılmış bazı şeyler var. Koca bir bilinmezlik var; bizi korkutan şey bu.

Çocukluğun Sonu Kitabında Çeviri ve Editörlük

Mis gibi, tertemiz bir kitap okudum ve bunun için çok mutluyum. Çevirmen Ekin Odabaş ve editör Yankı Enki’nin ellerine sağlık. Özellikle Hükümdar’a belli bir uyumla çevrilmiş Zihindar sözcüğü seçimi çok hoşuma gitti.

Bu muazzam, kült esere yakışan durulukta bir kitap hazırlanmış bize. Ciddi bir emek ve titizlik söz konusu. Tekrar her ikisinin de ellerine sağlık. Ayrıca, Bilimkurgu Klasikleri gibi ihtiyaç duyulan bu seriye böyle bir kitabı erkenden ekledikleri için İthaki ailesine de sonsuz teşekkürler!

Arthur C. Clarke
Arthur C. Clarke

Çocukluğun Sonu’nun Sonu

Arthur C. Clarke’ın en önemli eserlerinden biri var karşınızda ve bunu kendi dilimizde, bu derece özenli bir çalışmayla okumanın tadı harika. Hatta benim için, bir okur olarak benim için, en güzel eseri buydu.

İnsan olarak kendimize ve çevremize yaptıklarımız için oturup düşünme vakti. Daha ileri sadece teknoloji bazlı giderken, neleri arkamızda bıraktığımızı sorgulama vakti. Asimov, çağlar geçse bile insanın o kadar da değişmeyeceğine değiniyordu. Clarke ise sanki hemfikirmiş gibi, bu reaksiyonu hızlandırmak için bir katalizör kullanmış: Hükümdarlar.

Yazının başında dünyaya göz kulak olan Hükümdar Karellen’e dair bir söz paylaşmıştım ve onu bilerek detaylandırmadım. O nedenle yazının sonunda şöyle diyelim: Hükümdarlar uzun süre kendilerini göstermeyecek ve gösterdiklerinde de beyninizden vurulmuşa döneceksiniz. Belki benim gibi kitabı kapatıp yatışmayı bekleyeceksiniz. İşte, okuru ansızın vuran o sahnenin açıklaması yukarıda yatıyor ve bu da Clarke’ın zekasının bir oyunu.

Çocukluğun Sonu, insanoğluna uyarı niteliğinde bir eser. Artık durma vakti değil. Tıkadığımız yolları açıp, yola devam etme vakti. Üstelik büyüme de vakti, çünkü sonsuza dek birilerinin bize bakıcılık etmesini bekleyemeyiz.


* Koleksiyonluk Bir Derleme: Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri

* 2001 Bir Uzay Destanı – Bilimkurguyu Nedenleri ve Sonuçlarıyla Ele Almak

Bizleri Google Haberler üzerinden takip etmeyi unutmayın!

Hazal Çamur

2009 yılında Kayıp Rıhtım'a elimi verdim, sonra da ruhumu kaptırdım. Bu yolun devamında çeşitli gazetelerin kitap eklerinde kitap incelemelerim, TRT Radyo 1'de canlı yayın konuğu olarak katılıp kurgu edebiyatını anlattığım 2 yayın, 5 yıldır süren Kahramanın Yol Türküsü adlı kendi edebiyat temalı radyo yayınım, kitap inceleme videoları serim Kayıp Rıhtım İnceliyor ve bir de bonus olarak Oyungezer Dergisi'nin kültür sanat sayfalarında düzenli yazarlığım oldu. Tüm bunların yanı sıra, gerçek hayatın sıkıcılığında, bir bilgisayar mühendisi olarak yaşıyorum. Ama biz ona Clark Kent kimliğim diyelim.

19 Yorum BULUNUYOR


  1. Avatar for Pardus Pardus dedi ki:

    Çok güzel bir öyküydü. Severek ve heyecanla okumuştum. Size olayların karşında konumlanıp, dışarıdan izliyormuşsunuz izlenimi veren bir anlatımı vardı.

  2. Avatar for Blackheart Blackheart dedi ki:

    Mükemmel bir kitaptı. Düşündürüyor, hatta kimi yerlerde dehşete düşürüyor. İnceleme yazısı da gayet güzel olmuş

  3. Avatar for Anita Anita dedi ki:

    İncelemeyi keyifle okudum , elinize emeğinize sağlık :grinning:
    Gerçekten tekrar tekrar okunası bir eser.

  4. Avatar for Xerhias Xerhias dedi ki:

    Dizisini izlemiş ve beğenmiştim. Ama kitabı henüz okumadım, o yüzden ne kadar yansıtmışlar bilmiyorum. Yine de diziyi öneririm. Bu arada dizi dediğime bakmayın, sadece 3 bölümlük bir mini dizi.

  5. Avatar for Bilge Bilge dedi ki:

    Dizisini kitabı okuduktan sonra farkedip izlemeye niyetlenmiştim. Sadece ilk bölümünü izleyebildim, devamı gelmedi. Sadece ilk bölümünü izlemiş biri olarak ne kadar doğru bir yorum yapabilirim bilmiyorum ama izlediğim kadarıyla değiştirilen fazlasıyla detay vardı ve benim için olumsuz değişikliklerdi. Hani bazı uyarlamalarda değişiklikler yaparlar ama yerinde tercihler olur bunlar, rahatsız etmez. Bu uyarlamadakiler öyle değişiklikler değildi bence. Şiddetle kitabını okumanızı tavsiye ediyorum, kitap tek kelimeyle mükemmeldi çünkü.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

14 cevap daha var.

Patty Jenkins netflix wonder woman

Wonder Woman Yönetmeni Patty Jenkins, Netflix ile Anlaştı

Amazon

Amazon Ormanlarının Düşman Kabileleri, Doğayı Kurtarmak İçin Birleşti