Ecel: Cinlerin Korkulu Rüyası

ecel top

“Ben, öcülerin korkulu rüyası Ece, bazen normal hayattaki gerçeklerin mi yoksa gerçek hayattaki anormalliklerin mi daha korkunç olduğuna karar veremiyordum. Birbirinden cennetle cehennem kadar farklı iki hayat yaşıyordum ve hangisinin cennet, hangisinin cehennem olduğu benim için bile tam bir muammaydı.”

Diğer türlerde olduğu gibi fantastik edebiyatın da farklı alt türleri, ciddi ve ağır işleyen kurgularının yanı sıra sürükleyici ve macera dolu olan eserleri vardır. Her biri birbirinden güzeldir ve okumayı sevene farklı dünyalar vaat ederler. Şehir fantazyası da (urban fantasy) ülkemizde benzerine nadir rastlanan ve ama okunması en keyifli dallardan bir tanesidir. Anita Blake, Dresden Dosyaları, Gece Nöbeti gibi seriler bu türün dünyaca tanınmış başarılı emsallerindendir. Bir elin parmaklarını geçmemesine rağmen ülkemizde de bu tarzda eserlere rastlamak mümkündür. Okuduğunuz metni hazırlama nedenimiz olan “Ecel” ise bu türün en güzel örneği olacaktır. Hoş, “bizim” olduğu için konumuzun kurt adam, vampir, büyücü gibi doğaüstü varlıklardan ziyade “cin” üzerinde yoğunlaşması pek tabii akla yatkındır.

Romanımızın başkahramanı Ece. Yirmi yaşında bir üniversite öğrencisi. Ayrıca bir “öcü avcısı.” Bu yönünden anneannesinin haberi yok pek tabii. Oldukça esprili ve cana yakın biri olmasının yanı sıra gerektiği zaman lafı gediğine koyan tiplerden biri Ece. Ayrıca küçüklüğünden beri cinlerle haşır neşir. Fakat o kaçmak yerine kendini buna karşı savunmaya çalışan cesur bir kız. Evlerine ya da hayatlarına cin dadanan kişilere yardımcı olmaktan geri durmuyor asla.

Tüm o uzaylı, vampir, kurt adam ve hayalet gibi mitlerin kaynağı olan cinler burada tam bir baş ağrısı! Gücü olanlar ya da kitaptaki adıyla Hüddamcılar tarafından çağrılan cinler bizim boyutumuza gelebiliyorlar ve hiç de hoş gelmiyorlar. Peki onlara karşı bizler ne yapıyoruz? İşte Ece ve arkadaşlarının içinde bulunduğu Anti-cin tayfası tam burada devreye giriyor. Görevleri, aynı dünyadan fakat farklı boyuttan gelen bu kötü cinleri durdurmak. Onları kendi boyutlarına ya da gidip de gelemedikleri o bilinmedik âlemlere geri göndermek.

ecel
Künye bilgileri için tıklayın.

Kitabımız Ecel’i ve anneannesini tanıtmakla başlıyor işe. Karakterin, benzer kitaplarda olduğu gibi, birinci tekil şahıstan konuştuğu ve esprili diliyle hayatını anlattığı hikâye, cinleri ve Ece’nin yaptığı işi tanıtmakla devam ediyor. Birkaç küçük olay neticesinde kitaba iyice ısındıktan ve karakterimize alıştıktan sonra asıl maceraya geliyor sıra.

Yine bir olay neticesinde buluşan ekip, kabası tamamlanmış ama belediye tarafından mühürlenmiş bir inşaata gidiyorlar. Orada kendilerini hiç beklenmedik bir sürpriz ve bu sürprizin yol açtığı olaylar silsilesi bekliyor. Detaylara çok girmeden, olay yerinde buldukları piramit şeklindeki bir muskadan ve o muskanın açtığı beladan dolayı başlarına gelmeyenin kalmadığını belirtebilirim.

Ece’nin de içinde bulunduğu Anti-cin tayfası dediğimiz oluşumdan bahsedelim biraz. Farklı şehirlerde bulunan ve görevleri kötü niyetli cinleri durdurmak olan bu gruptan Avrupa ve Anadolu Yakası olmak üzere İstanbul’da iki tane var. Anlaşıldığı üzere sadece insan yönünden kalabalık değil İstanbul. Cinlerin de bolca mesken edindiği bir şehir. Anadolu ekibinde bulunan Ece’nin grubunda yarı Türk yarı Yeni Zelandalı Jesse ve kökleri Osmanlı hanedanına kadar uzanan Ziya var. Dövüş sanatları konusunda uzmanı Jesse deli dolu ve haşarı olmasına karşın, muskalarla ve tılsımlarla haşır neşir olan Ziya ise grubun ciddi adamı. Ekipler genellikle üçerli olur ve cin avına bu şekilde çıkılır. Belirli bir hiyerarşi olmamasına karşın Anadolu Yakası’nın başında Oğuz Bey bulunmaktadır. Tecrübe ve bilgisi ile aralarındaki en kıdemli isim olduğundan herkes tarafından saygı gören ve yeteneklerine başvurulan bir isimdir. Ece’nin kendisine saygıda kusur etmediğini ve baba modeli olarak gördüğünü de söylemek gerek.

Başkahramanımız Ece’nin en sevdiğim tarafı, yaşadığı maceralarda hiçbir zaman sakin bir tavır sergilememesi ve olay anında yaşadığı korkuyu bazen en ince ayrıntısına kadar bizlere aktarması. Zira o “cool” tavırlı karakterlerden ziyade böyle davranması ile bir bakıma kendimizi de onun yanında hissedebiliyoruz. Evet, deneyimli bir cin avcısı. Profesyonel olarak dört yıldır bu işi yapıyor, küçüklüğünden beri cinlerle uğraşıyor. Ama buna rağmen her yeni vakada korktuğunu, iğrendiğini, çığlık atma hissini ve daha fazlasını da bizlere aktarmaktan geri durmuyor. Sanıyorum kendisindeki samimiyet duygusu buradan geliyor. Örnek olarak aşağıdaki paragrafa bakabilirsiniz:

“Ve o ‘şey’ birden tiz bir kahkaha atınca hepimiz olduğumuz yerde sıçradık. Tuğlaların ardından çıkıp üstümüze atlasa bu kadar korkmazdık ama korku filmlerinde de insanı en çok korkutan şey ses efektleri değil miydi zaten?”

Ece’nin bir diğer güzel yanı da yaşadığı tüm bu olaylara ve “kahramanlıklara” rağmen hiçbir konfora ya da görevinden dolayı kendisine verilmesi beklenebilecek ayrıcalıklara sahip olmaması. Yani görevler tamamlandıktan sonra morlukları da ona kalıyor, pislenmiş elbiselerinin yıkanması da. Ve elbette anneannesine uydurması gereken bahaneleri de… Bu nedenle her ne kadar şehir fantazyası desek de o eski zamanları ve orta dünyayı anlatan kurguların da tadını alıyoruz bir yandan. Kral dahi olsan zamanı geldiğinde kendi söküğünü dikmen gerektiğini bir kez daha gözlemlemiş oluyoruz bu şekilde.

Bu kitap cinlerle, muskalarla, Hüddamcılarla, dualarla ve en çok da yazarın kaleme aldığı kelime oyunları ve esprilerle dolu. En karanlık zamanlarda bile karakterlerden birinin (örneğin Ece’nin ekip arkadaşlarından Jesse’nin) yaptığı bir espri ortamı yumuşatmaya yetiyor. Bu nedenle sayfalar sizi sıkmadan, bir çırpıda geçip gidiyor. Bölüm başlarında beliren ve her yeni bölümde azalıp sıfıra doğru inen sayılar merakınızı cezbediyor. Uzun gözükmesine rağmen koskoca romanı kısa bir öykü okur gibi, bir çırpıda bitiriveriyorsunuz.

Ece, cinlerin korkulu rüyası… Onu tanımak isteyeceğinize eminim. Sayesinde bizler de efsunlu bir İstanbul’un, hatta ve hatta metrosu tamamlanmamış bir İstanbul’un tadına doyacağız.