Hepimizin Bağrındaki Cinayet: Sonbahar Ülkesi

sonbahar ulkesi top

Bradbury’nin bu öykülerdeki amacı hissettirmek. Öyküleri okurken içiniz ürperecek. Korkacak, tedirgin olacaksınız.

Yazıma başlamadan önce dikkatimi çeken bir şeyi paylaşmak istiyorum. Fahrenheit 451’in başında Bradbury’i tanıtan kısa yazıda şu ifade geçiyor: “Bugün Dünya’nın en büyük bilimkurgu ve fantezi yazarlarından biri olan…” Sonbahar Ülkesi’ndeki kısa tanıtıcı yazı da ise şu ifade: “Fantazi, korku ve bilimkurgu edebiyatına damga vuran yazarlardan biri olan…Mars Yıllıkları ve Resimli Adam kitaplarını da kontrol ettim. Fahrenheit’taki bahsettiğim ifade kullanılmış. Sonbahar Ülkesi’ni okuduktan sonra “Korku” kelimesinin tanıtım metnine kesinlikle eklenmesi gerektiğini ve eklenmesinin oldukça doğru bir karar olduğunu düşüneceksiniz.

En azından bir Bradbury romanı ve birkaç Bradbury öyküsü okumuş iseniz nasıl bir tarzı olduğunu ve insan unsuru üstüne ne denli durduğunu biliyorsunuzdur. Bradbury, insan unsuru üzerine eğilir; yaşayış biçimi, davranışları ve düşünce sistemi üstünde durur. Amacı bize düşündürmek ve sorgulatmaktır. İnsanı başa koyar; ırkçılığı eleştirir, insanın kendisini eleştirir, sistemi eleştirir, eşitliği ve insan haklarını savunur.

sonbahar ulkesi
Künye bilgileri için tıklayın.

Sonbahar Ülkesi’ndeki öykülerde de bu tutumundan vazgeçmiş değil. Bu öykülerdeki farklılık, bizim düşünüş ve yaşayış biçimlerimizden ziyade duygularımıza eğilmiş olması. Bradbury’nin bu öykülerdeki amacı hissettirmek. Öyküleri okurken içiniz ürperecek. Korkacak, tedirgin olacaksınız. Kimi zaman tüyleriniz diken diken olacak kimi zaman ise yalnız başınıza okumaya çekineceksiniz. Bradbury işte adı üstünde duyguları o kadar muntazam aktarmış ki karakter ile bütünleşmeniz gerçekten oldukça kolay oluyor. Ölüm teması her öyküde kendini su yüzüne büyük bir sağlamlıkla çıkartıyor.

En sevdiğim öykü, aynı zamanda kitapta yer alan en uzun olan “Sıradaki” isimli öykü oldu. Evli bir çift olan Joseph ve Marie, Meksika’nın çok sıcak ve kurak olan ufak bir kasabasına giderler. Kasabada geçirdikleri zaman boyunca kasabanın önemli yerlerini gezeceklerdir. Kasabadaki insanlar ölüme karşı fazlasıyla kayıtsızlardır ve bu Marie’yi oldukça fazla rahatsız eder. Bradbury’nin, insanların ölüme olan kayıtsızlığını ve kasabadaki manzarayı nasıl betimlediğini görünce şaşıracaksınız. Özellikle bir mezarlık betimlemesi var ki, “Orada olmak istemezdim,” dedirtiyor.

19 ufak -oldukça- ürkütücü öykü var. “Cüce” isimli öyküde fiziksel görünüşe olan önyargımız sorgulanmış, önyargının yersizliği ve ortaya çıkaracağı durum üzerinde durulmuş. Çok sevdiğim bir başka öykü olan “H. Matisse’in Uyanık Poker Fişi”nde ise George Garvey isimli Bradbury’nin “korkunç sıradanlıktaki adam” diye tanımladığı karakter var. Bu öyküde, Garvey popülerlik aşkı ile benliğini kaybediyor. Bu kısacık tanımımdan basit sanmayın, harika bir kurguya sahip. Aklıma geldikçe hala “Ben de böyle olur muydum?” diye kendimi sorguluyorum. “İskelet” isimli öyküyü okuduğumda “Bradbury bu öyküyü yazarken herhangi bir uyarıcı madde aldı mı?” diye düşündüm, siz de böyle düşüneceksiniz eminim. “Kavanoz” isimli öyküde insanların bir varlığa nasıl ürpertici şekilde anlam yüklediklerini göreceksiniz.

Kimi öyküde çocukluk aşkını kaybetmiş birini bulacaksınız, kimisinde bebeğinden korkan bir kadın. Bir başkasında kalabalıktaki farklılığı fark edip üstüne giden bir adam. Diğerinde bedenini kaybettiğinin farkına varan bir ruh. Bir diğerinde ise kendini değersiz gören bir çocuk. Bir Einer Amca bulacaksınız, seveceksiniz. Tavuğun içini merak eden bir başka çocuk bulacaksınız. Sevdiğini kaybeden ve onu mazgalların içinde arayan bir Anna bulacaksınız. “Rüzgar” isimli öyküyü okurken belki de bir rüzgar sesi gelecek kulağınıza, kapının altından bir esinti vuracak ayaklarınıza. 34 santigrat derece sıcaklık ile ilgili verilen bilginin doğru olup olmadığını merak edeceksiniz. Öyküleri okurken belki çocukluğunuzdan bir şeyler bulacaksınız. Belki saçma bulduğunuz korkularınızı hatırlayacaksınız. Ne olursa olsun her öyküyü yaşıyormuş gibi hissedeceksiniz.

İthaki Yayınları tarafından geçtiğimiz ay yayına sürülen kitabın çevirisi Mehmet Moralı’ya ait. Kitabın editörü ise Yankı Enki. Şükrü Karakoç ise kapak tasarımının sahibi. Diğer Bradbury kitaplarının kapak tasarımlarını da beğenmiştim fakat bu kapak tasarımı Sonbahar Ülkesi’nin tam üstüne oturmuş. Oldukça güzel görünen kapak tasarımı için Şükrü Karakoç’a teşekkür ederim. Kitabın baskısı ve çevirisi de oldukça düzgün, birkaç düşük cümle dışında bir sorunla karşılaşmadım.

Öyküleri oldukça sevdim, daha çok bilimkurgu öykülerini okumuş biri olarak farklı bir deneyim yaşattı. Bir Bradbury okuru olun ya da olmayın, kitabı seveceğinizi düşünüyorum.