Anne Rice’ın Vampir Günceleri’nin ilk kitabı olan Vampirle Görüşme’nin filme alınması ve kendine büyük bir kitle yaratmasından sonra serinin ülkemizde de yayınlanmış fakat baskısı bulunmayan ikincisi kitabı Vampirin Şarkısı(The Vampire Lestat) ve ülkemizde yayınlanmadığı için çoğu kişinin okuma fırsatı bulamadığı 3. kitabı Lanetliler Kraliçesi (The Queen Of The Damned) birleştirilerek, serinin üçüncü kitabının adını taşıyan bir film haline getirildi.
2002 yapımı olan film, ilk film olan Vampirle Görüşme’nin tam olarak kaldığı yerden devam etmese de aradan geçen yıllar boyunca olanları az da olsa bize aktarıyor.
Anlaşıldığı üzere film, Vampirle Görüşme boyunca öldü sandığımız ama son anda yeniden ortaya çıkarak kapanışı yapan Lestat’ın, o zaman bu yana yaşadıklarını konu ediyor. Lestat, sonsuz hayatın anlamsızlığıyla derin bir uykuya dalarak yıllar, yüzyıllar geçirdikten sonra, onun eski evine sahip olan ve rock müzik yapan bir grubun sesiyle hayatın artık yaşamaya değer olduğuna karar veriyor.
Bu rock grubuna katılarak bir anda patlama yapmalarını sağlıyor. Fakat bunu yaparken açıkça vampir kimliğini de afişe ediyor. Ve sonunda Vampir Lestat, dünya çapında bir rock şarkıcısı haline geliyor. Elbette tüm bu ünün bir amacı var Lestat için. Kameralara vampirlerle ilgili açıklamalar yaparken, şarkı sözlerinde vampirlerle ilgili gizli bilgileri açığa çıkarırken aslında tek derdi, gizli kalmış bazı vampirlerin dikkatini çekmek ve onları ortaya çıkarmak… Bunun için de son bir atak göstererek büyük bir basın toplantısıyla Los Angeles’daki Ölüm Vadisi’nde büyük bir konser düzenleneceğini duyuruyor.
Londra’da yaşayan ve Paranormal Araştırmalar Merkezi’nde görevli olan Jesse ise Lestat’ın şarkılarını analiz ederek vampirlere ulaşmanın peşindedir. Merkezin yöneticisi olan David ise Lestat’ın günlüğünü elinde tutmaktadır ve onun amacı ise çok daha büyüktür. M. Ö. 400 yılında vampir olmuş olan ve hala varlığını sürdüren, Lestat’ı da vampir yapan kişiyi Marius’u aramaktadır.
Jesse’nin Lestat’ın günlüğünü okuduğu sahneler, bize Lestat’ın geçmişi hakkında bir çok bilgi verir. Nasıl bir vampire dönüştüğünü, vampir olarak yaşamayı, bir ölü olmayı nasıl öğrendiğini görürüz tüm bu anlarda. Mutsuzluklarının, umutsuzluklarının nasıl başladığını da… Ve Akasha ile, lanetlenmiş olan tüm yaratıkların, vampirlerin annesi, kraliçesiyle karşılaşmasını da…
Lestat’la iletişime geçen Jesse’de vampirlerin izini sürmek saplantı haline gelmeye başlayınca Los Angeles’a konsere gitmeye karar verecek ve Lestat’da bu sırada Marius’dan sürpriz bir ziyaret alacaktır. Ve bu ziyaret aslında büyük bir şeyin, Lestat’ın başından beri istediği tek şeye, amacına ulaştığının, müziğiyle Akasha’yı uyandırdığının habercisidir.
Büyük konserinde, kimliklerini afişe ettiği için kendisini yoketmek isteyen vampirlerin de olacağını bilen Lestat, konser gecesine uzun hayatının son gecesi olarak bakmaktadır fakat hiç beklenmeyen sürprizler hep Lestat hem de Jesse’nin hayatında büyük değişikliklere yol açacaktır.
Serinin ilk filmi olan Vampirle Görüşme’de (Interview Wih The Vampire), Lestat’ı Tom Cruise canlandırmasına rağmen Lanetliler Kraliçesi’nde Lestat karakterini The League of Extraordinary Gentlemen’de Dorian Gray’i oynayan ve Night Stalker adlı dizide 10 bölüm boyunca Carl Kolchak karakteriyle ekranlarda boy gösteren Stuart Townsend canlandırıyor. Oyuncu, elbetteki Tom Cruise’un efsaneleşmiş Lestat performansına yakşamayacak bir performansla karşımızda olsa da filmdeki oyunculuğu hiç de fena değildi. Hatta performansında yer yer Brendan Lee’nin Crow’daki performansında izler görür gibi oldum.
Life As We Know It’deki Monica Young ve The OC’deki Reed Carlson rolleriyle tanınan Marguerite Moreau’ü ise Jessie karakterine hayat veren oyuncu olarak karşımıza çıkıyor.
Filmin Lestat’tan sonra belki de en önemli karakteri olan Akasha’yı ise bir uçak kazası sonrası hayatını kaybeden ünlü R&B şarkıcısı Aaliyah canlandırıyor. Daha önce de Romeo Ölmeli’de(Romeo Must Die) Jet Li ile başrolü paylaşarak Trish O’Day karakterine hayat veren şarkıcı, oyunculuk konusunda oldukça başarılı olsa da bu filmde Akasha karakterini canlandırması, romanın fanları tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Elbette ki bu tepkinin en büyük sebebi, Anne Rice’ın yazmış olduğu kitapta soğuk bir mermer kadar beyaz olarak tasvir edilen Akasha’nın zenci biri tarafından canlandırılmış olmasıydı. Bu yüzdendir ki, Anne Rice fanlarından çoğu bu filmin varlığını reddetmekte, filmi yok saymaktadır.
Bu arada söylemeden geçilmemesi gereken bir şey var ki o da filmin belki de en kusursuz noktalarından birinin, hiç şüphesiz ki müzikleri olması. Filmin konseptine uygun harika şarkılardan oluşan soundtrack kesinlikle oldukça etkileyici…
Queen Of The Damned, her ne kadar ilk filmin gölgesinde kalmış ve onun kadar başarılı bir film olmasa da, son günlerde izlediğim birkaç vampir filmini göz önüne alırsak(Frostbite, The Lost Boys, Vampires Series) uzun zamandır izlediğim en eğlenceli filmlerden biriydi diyebilirim. Film, henüz izleme fırsatı bulamayanlar için tavsiye edebileceğim seyirliklerden biri…