O Uzun Gece veya Nasıl Kitabı Yayımlanan Bir Yazar Haline Geldim

kan sarkisi top

Yayıncılık dünyasında bir tür acemi olsam da en kalıcı efsanelerden birinin tek gecede gelen başarı kavramı olması beni fazlasıyla etkiliyor. Meşhur hikâyeyi hepimiz duyduk: ilk kitabı basılan romancı, en çok satan listelerine hükmetmeden önce muazzam bir avans alır. Ardından bir melekler korosunun altındaki paradan oluşan yüzme havuzunun içinde yuvarlanır ve mutlu mesut yaşar. Her efsanede olduğu gibi bu anlatıda da bir tutam gerçeklik payı var. Önceden tanınmayan bazı yazarlar, yazdıkları ilk iş için büyük meblağlar kazanırlar. Fakat bu hikâyelerin geniş çapta bilinmesinin sebebinin, istisnai olmalarından kaynaklandığını hatırlamalıyız. Çoğu yazar yalnızca ilk romanını teslim etmek için hayatının önemli bir parçasını harcar. Yayıncılar ve temsilcilerden gelen ret mektupları onların gelecek uzun yıllar boyunca duvar kâğıdı ihtiyaçlarını karşıladığı için azaltılmış dekorasyon masraflarının keyfini sürerler. Fakat hikâyenin en önemli yanı sıklıkla unutuluyor. Bu basit gerçek tek gecede başarı kazanan her yazarın en başta bir şey yazması gerektiği oluyor. Bizim gibi önemsiz faniler için güzel yazmayı öğrenmek yıllar alıyor.

Kendim için konuşursam yirmili yaşlarımın erken dönemlerinde şu anda oldukça berbat bir gangster suç destanı olarak gördüğüm işi yazdım. Aldığı tüm retleri kesinlikle hak etmişti. Bu kısmı şu anda ne kadar hayal kırıklığıyla ansam da beni daha iyi bir yazar yapmaktaki değerini kabul ediyorum. Aynı zamanda onların zamanını almaya değecek bir şey üretene kadar yayıncılık endüstrisini bir kez daha rahatsız etmeme kararlığını doğurdu. Sonuçları ne kadar kötü olursa olsun yazma deneyimi yazarı hayal kırıklığı yaratmayan bir ürün verdiği sürece günümüze yaklaştırıyor.

Kan Şarkısı
Künye bilgileri için tıklayın.

2010 yılında epik fantazya romanım Kan Şarkısı’nı tamamlamamla beraber sonunda elime bir şey geçtiğini hissettim. Kitabı yazmanın altı buçuk yıla mal olmasının bu hissi doğurmuş olabileceğinin farkındaydım. Bu yılların boşa harcanmış olmasını istemiyordum. Asıl yazma süreci istikrarsızdı. İyi bir haftaysa günde üç yüz ya da dört yüz kelime yazıyordum. Bu, tam zamanlı iş ve yarı zamanlı tarih eğitimin gereklikleri altından kalkılamaz bir hal aldığı zamanlara göre daha fazlaydı. Böyle zamanlarda onu bir kenara koymalı mıyım diye düşünüyordum. Fakat Vaelin Al Sorna’nın Altıncı Nişan’daki kariyerinin hikâyesi ve Birleşmiş Diyar’ın sayısız entrikaları beni sürekli olarak yazmaya itti. Kitaba bir sonum olduğunu bilmenin can simidini kendime vermek için bir sayfalık özeti kaleme alarak başlamış olsam da, Vaelin ve onun dünyası hakkında bilmediğim çok şey vardı. Bu keşif süreci ne kadar uzun sürmüş olsa da pürneşe geçti. Son düzelti nihayet tamamlandığında yayıncılık endüstrisinin benim hayal gücümün ikramiyesini almaya bir kez daha hazır olduğuna karar verdim.

Bir önceki hayal kırıklığından dolayı tüm bu süreç hakkında bir şekilde hala isteksiz ve kuşkucu olmama rağmen 2010’un gelmesiyle beraber taslağı bir temsilciye gönderdim ve sonuçları beklemeye başladım. Bu aşamadan sonra hikâyemin tek gecede başarı efsanesiyle uyuşmaya başladığını belirtmek istiyorum. Aynı ay içinde yüklü bir çeke eklenmiş heyecanlı bir övgü mektubu geldi desem bu büyük bir yalan olurdu. Bir sonraki yıl boyunca Birleşik Krallık Yazarlar ve Sanatçılar Kitapçığında fantazyayla uğraşan her bir temsilciyle görüşene kadar ardı ardına retler birbirini takip etti. Tüm retler standart form mektupları değildi. Birkaçında övgü bile vardı. Fakat bunlar hâlâ ret olarak duruyordu. Ne kadar alışmış olursanız olun reddedilmek her zaman koyuyor.

Bu süreç boyunca e-kitapların gitgide artan önemi hakkında daha fazla okuyordum. Trende günlük yolculuğumu yaparken kindle (başka e-okuyucular da mevcut) okuyan insanların sayısının artmış olduğunu gördüm. Aynı zamanda giderek daha yaygın olarak geleneksel yayıncılık endüstrisine başvurmadan elektronik formatta kendi kitaplarını yayınlar hale geldiler. Birçok yazar gibi, kendi kitabını yayınlamaya ihtiyatlı bakmıştım. Bunu, çaresizlerin ya da ahmakların ilgi alanı olarak görüyordum. Yeni yazarların ya ucuz ya da kolayca ücretsiz olarak ulaşılabilen redaksiyon ve pazarlama hizmetleriyle büyük meblağlara buluşmasına dair hikâyeler hala azımsanmayacak sayıdaydı. “Bedava” sözcüğü tüm bunları denemeye karar vermemde kilit bir rol oynadı.

blood song 2Kan Şarkısı’nı 2011’in Temmuz ayında Smashwords’te yayınladım. Bu, kendi Kindle mağazasını işleten Amazon’un dışında çoğu büyük e-kitap bayilerine dağıtım yapan ücretsiz bir çevrimiçi hizmet oluyor. Bir kez daha bu noktadan sonra uzun süredir beklenen tek gecede başarımın gerçeğe dönüştüğünü düşünen herkesi hayal kırıklığına uğratmam gerekiyor ancak bu olmayacak. 2011 Temmuz’dan Aralık’a kadar Kan Şarkısı’nın Smashwords’te sadece beş kopyası satıldı. Bu süreçte hakkında hiç eleştiri yazılmadı. Onu 2012’nin Ocak ayında Kindle mağazasında da yayınlamaya karar verdiğimde oldukça düşük beklentilere sahiptim.

İlk aylardaki satışlar çoğu standarda göre pek etkileyici değildi ancak önceki deneyimime nazaran gözle görülür bir gelişme vardı. 20 kitap satıldı ve iki adet çok güzel eleştiri yazıldı. Bir blog yazmaya başladım ve okuyuculardan bazı memnun edici yorumlar aldım. Bunların arasında çokça duyacağım “devamı ne zaman?” sorularının ilki de vardı. Bir sonraki ve bundan sonraki ayda satışlar iki katına çıktı. O zamana kadarki aldığım ilk telif hakkı ücreti çekimi edindiğim güne geldim. Sevindiriciydi ve yazdıklarımın onaylandığını görmüştüm ancak hâlâ yapmam gereken bir iş vardı. Artık belli olmuştu ki devamını yazacaktım. Tam zamanlı yazma hırsımı korusam da sevdiğim bir işi yapıyordum. Faturalarımı ödemekte sorun çekmiyordum ve tavan arasında açlıktan ölme fikri hiçbir zaman hoşuma gitmemişti. Yemeyi bunu yapamayacak kadar çok seviyordum. Yazı yazmaya temelde küçük ancak hoş bir ek gelir getirecek bir ek iş olarak baktım. Fakat bu Washington DC’deki Politics and Prose Kitabevinde çalışan Lars Townsend’in Kan Şarkısı’yla kişisel yayıncılığa dayalı e-kitap seli içinden değerli bir şeyler çıkarmayı hedefleyen birebir okuma projesi kapsamında karşılaşmasıyla değişecekti. Lars, kitaptan onu tanıdığı bir Penguin temsilcisine aktaracak derecede etkilenmişti. O da kitabı Penguin’in Bilimkurgu/Fantazya yayıncısı olan Ace/Roc’taki baş editör Susan Allison’a iletmişti. 2012’nin Mayıs ayında Susan’dan konuşmak için müsait olup olmadığımı soran bir e-mail aldım.

blood songArdından sabah oldu, değil mi? Uzun gece bitmişti. Aslında, pek öyle değil. Teklif için bir süre düşünmem gerekti. Kişisel yayıncılığın olumlu olduğu kadar olumsuz yönleri de vardı. Satışlarım artık mali nasihat gerektirecek noktaya gelmişti. Hepsini reklam ve profesyonel düzeltinin avantajlarından uzak başarmıştım. Ayrıca, garip bir coşku ve düş kırıklığı karışımıyla ilginç bir başarı hikâyesi olmak adına hayat boyu sürdürdüğüm bir arzuyu tatmin etmiştim. Hep istediğim şey artık benimdi ancak hayat hâlâ devam ediyordu. Melekler korosu ya da hemen oluşan para dolu yüzme havuzları yoktu. Hâlâ günlük bir işim ve yazmam gereken iki çok uzun kitap vardı. Bu işi tam zamanlı yapma arzusu belirleyici oldu. Eğer yazı yazarak para kazanacaksam büyük bir yayıncının desteğinin olması gerektiğini hissettim. Kitapçılarda olmalıydım. Dış satışlara ihtiyacım vardı.

2012’nin Temmuz’unda Ace ile üç kitaplık bir anlaşma imzaladım. Yaz boyunca e-kitap satışları istikrarlı bir şekilde arttı. Dış satış haklarına dair anlaşmalar gelmeye başladı. İşverenimi yıl sonunda istifa edeceğim yönünde bilgilendirdim. Artık tam zamanlı bir yazar olarak yeni işimin keyfine varacaktım ancak diğerlerinde olduğu gibi onun da yeterince moral bozucu ve sorunlu yanları olduğunu keşfettim. Fakat her zaman yapmayı istediğim işi yapmaktan ileri gelen bir günlük memnuniyet düzeyi de vardı. Hâlâ melekler korosu ya da paradan oluşan yüzme havuzları yoktu. Eğer bana tek gecede başarı hikâyesi deniliyorsa sabahın gelmesinin uzun bir süre aldığını söylemeliyim. Ancak geldiği için memnunum.


DİPNOT: Kitabın ön okuması için buraya tıklayabilirsiniz.


Anthony Ryan