in ,

Şehir ve Şehir İncelemesi

Şehir ve Şehir incelemesi sizlerle. Hangi şehirde olursanız olun, şunu asla unutmayın: Diğer şehre bakamazsınız…

Şehir ve Şehir İncelemesi: China Miéville Kitabı
- Reklam -
- Reklam -

Şehir ve Şehir incelemesi ile karşınızdayız. China Miéville imzalı esere yakından bakma zamanı.

Berlin Duvarı, Gazze Sınırı, Çek Cumhuriyeti-Slovakya…

Bir zamanlar “bir” olan topraklar gün gelir çekilen hatla ayrılıverir. Şehirlerin ortasına bir duvar çekilir ve komşuları, aileleri, dostları iki yana dağılır. Ülkeler parçalanıp bölünen bir hücre gibi iki yeni ülkeye gebe kalırlar. Çekilen sınırın ardında kalan eski dostlar yerlerini yeni düşmanlara bırakır.

- Reklam -

Şehir ve Şehir’de olanlar bir kurmacadan öte dünya gerçeklerinden başka bir şey değil. Belki esere konu olan iki şehri ayıran fiziksel bir duvar yok, ama birbirini çapraz kesen yollarda görünmez sınırları aşmamak için ciddi önlemler var. Bir yanda daha gelenekçi Beszel, diğer yanda laik ve daha ileri görünen Ul Qoma. Şimdi çok geçmişte kalmış zamanlarda bu ikiz şehir devletleri için de “birdi” diyorlar. Gerçek yaşamdaki muadillerinden pek de farklı değildir belki de öyküleri?

Peki, daha yakından bakmak ister misiniz? O zaman sıkı durun, çünkü sınırlardan geçmek üzeresiniz.

Şehir ve Şehir: Sınırda Son Kontrol

Eğer bu topraklara adım atabiliyorsanız ya aylarca süren uyum testini geçip göç etmeye hak kazandınız ya da turist olarak gerekli koşulları uzun uğraşlar sonucu tamamladınız demektir. Hazır mısınız? Pekâlâ, ben size son uyarıları yapmak için buradayım.

Hangi şehirde olursanız olun, şunu asla unutmayın: Diğer şehre bakamazsınız. Ortada fiziki bir sınırın olmadığı ve iki şehrin birbirine geçtiği o çapraz yollarda önünüzden geçen diğer şehrin aracına göz ucuyla dahi bakmamalısınız. Yan yolda yürüyen komşu şehrin insanlarını duymamalısınız. Trafikte önünüzü kesen ikiz şehrin aracına korna çalmamalısınız. Sırt sırta vermiş apartmanınızda diğer tarafta kalıp camından ışık sızan karşı şehirdeki komşunuzla konuşmamalısınız.

Peki, ne yapabilirsiniz yeni gelenler? Bu iki şehrin sakinlerinin çocukluklarından beri öğrendikleri şeyi tabii ki: Görmezden gelmeyi… Çünkü eğer görmezden gelmezseniz tüm dünyanın ilgisini çeken o tanımsız güçle karşılaşırsınız. İhlal gelir ve sizi alır. İhlal her şeyi duyar, İhlal her şeyi görür. Ayağınızı kazara bile çapraz kesişen yollardan diğer şehre ait olana atsanız İhlal yanı başınızda biter.

İşte böyle bir sisteme sahip Şehir ve Şehir. Beszel ve Ul Qoma, iç içe geçmiş ve bir zamanlar tek bir şehir olan şehir devletlerinden başka hiçbir şey değil. İhlal tam bir muamma, kurallarsa çok katı. Ama üzülmeyin, bir turist olarak sınırı aşarsanız İhlal sizi nazikçe sınır dışı eder. Öte yandan Beszel ve Ul Qoma vatandaşlarından yakalananlara neler olduğuysa tam bir gizem konusu. Ama durun! İhlal’i bu iki şehri ayıran karanlık güç ya da kirli çıkarları olan despot bir rejim ürünü mü sanıyorsunuz? Bu çok ucuz olurdu ey okur, çünkü burada Arthur C. Clarke Ödülü’nü tam 3 kere kazanıp dünyada bu rekora sahip tek kişi, China Miéville adlı yazardan bahsediyoruz. Şehir ve Şehir de bu ödülü kazandığı son romanıdır.

Genç Usta, Genç Rekortmen

China Miéville, İngiliz bilimkurgu romancısı olarak genç yaşına rağmen kimsenin yapamadığını başarmış bir isim. Türk okuru için çok yeni bir ad olsa da tüm dünyada adından sıkça söz ettiriyor. Özellikle 2 kere kazanan bile yokken, Arthur C. Clarke gibi oldukça prestijli bir ödülü 3 kere kazanarak elde ettiği başarı ya da her kitabıyla en azından büyük ödüllere aday olup, birkaçını eve götürmesi onun bu alanda ne kadar iddialı olduğunun kesin kanıtı.

Yordam Kitap’tan çıkan Şehir ve Şehir aslında 2009 yılında yazılmış ve oldukça ses getirmiş bir roman. Yordam Kitap ilk olarak -yazarın da ilk kitabı olan- Kral Fare’yi basmış, ardından da China Miéville ile özdeşleşmiş bir başka Arthur C. Clarke Ödülü’nü kazandığı meşhur Perdido Sokağı İstasyonu’nu dilimize kazandırmıştı. Eğer kitapların ilk sayfalarına bakarsanız yazar konusunda oldukça kararlı olduklarını görecekseniz. Yakın zamanda daha hangi eserlerini Türkçe ile buluşturacaklarını yazarak saygımı kazandıklarını itiraf etmeliyim. Hem listeye şöyle bir bakınca da sadece 3 kitap dışında yazarın tüm roman teliflerini almış gibi duruyorlar ki, bu da bu önemli genç üstadın ülkemizdeki yeri için önemli bir adım.

China Miéville düşünsel kimlik olarak kimdir peki? Ve neden ben kitabın konusunu anlatmayı kesip ona geçtim? Cevap basit. Kendisinin fikri kimliği eserlerinde can bulduğu için önce ona ışık tutmak gerekir. Miéville özellikle sosyalist düşünce tarzıyla ön planda olan bir yazar. Hem kitaplarında hem de yaptığı konuşmalarda sol eğilimini asla inkâr etmez. Hatta politikayla da oldukça iç içedir; öyle ki yazarlığının yanı sıra Sosyalist İşçi Partisi’nin de aktif bir üyesi. Onun bu sol eğilimini Şehir ve Şehir’deki her tür din ve kültüre olan yaklaşımında da görmek mümkün. Ne o aşırı sağcı tutum var onda, ne de faşist bir yan.

Şehir ve Şehir İncelemesi: China Miéville Kitabı

Nerede Kalmıştık?

Yeniden Beszel’deyiz. Bu gece kimliği belirsiz bir kadın öldürüldü ve cesedinin üzeri kirli bir şilteyle örtüldü. Çarpılmış gibi uzuvları ters dönmüş durumda. Görgü tanığı olan gençler bir minibüs tarafından buraya atıldığını söylüyor, peki gerçek ne? Tüm kitabı ağzından dinlediğimiz Müfettiş Tyador Borlú da tam olarak bunu soruyor işte. Beszel’in fahişelerinin en yoğun olduğu bölgedeyiz. Bu kadın bir fahişe olabilir mi? Ama hayır, saçları kanarya sarısı olmadığı gibi hiç boya yüzü görmemiş. Aynı zamanda bir fahişenin aksine gayet temizler. Yüzündeki ağır makyaja ne demeli? Fakat o makyaj ayartıcı tonlar yerine toprak tonlarında yapılmış. Kadının suratından göğsüne kadar inen bir yarası var. Ve pas… Adli tıp diyor ki, her yeri pas içinde.

Kimliği belirsiz bir ölü kadın var Beszel polisinin elinde. Müfettiş Borlú içinse onun adı Fulana Detail, tıpkı her kimliği belirsiz kadına verdiği ad gibi. Fulana Detail öyle bir kadın ki, işin içine faşistler de giriyor, Beszel ve Ul Qoma’da iki ayrı kolu olan birleşmeciler de. Faşistler aşırı milliyetçilik yapıyor, birleşmeciler iki şehir birleşsin istiyor. Oysa bu genç kadının ölüm nedeni büyük bir muamma olarak öylece durmaya devam ediyor.

Fakat durun! Soruşturmanın en kilit noktasında, ellerinde sıfır ipucu varken, minibüsün Ul Qoma tarafından gelen bir kaçakçıya ait olduğunu öğreniyoruz. Eğer kaçakçılık varsa İhlal var demektir. Eğer İhlal varsa bu Beszel’den çıkıp sınırların hâkimi İhlal güçlerinin sorunu demektir. Soruşturmaya ellerinden adam kaçırmayan İhlal bakmalı o zaman? Öyle değil mi? Eğer Fulana Detail olayı İhlal’e devredilirse arapsaçına dönmüş soruşturmada herkes rahat bir nefes alıp arkasına yaslanabilir. Ama hayır… Minibüs İhlal falan yapmadan sınırdan geçiş yapmış.

Müfettiş Borlú, yeniden masa başına bekleniyorsunuz.

Ve Borlú bu andan sonra öyle bir kazanın içine düşüyor ki, kitap sonuna kadar gizemini koruyan bir soruşturmanın yanı sıra İhlal’e bile kafa tutacak bambaşka bir güçten haberdar oluyor.

Birileri bir kadın öldürüp Beszel sokaklarına attı. Ölüm nedenini kazdıkça iki şehrin tarihinden akla sığmayacak şeyler çıktı.

- Reklam -

Şehir ve Şehir, İhlal ve İhlal

Şehir ve Şehir tam dört ana bölümden oluşuyor. Beszel tarafında başladığımız cinayet araştırmasına daha sonra Ul Qoma’da, yine Tyador Borlú ile yolculuk edip bir de o kısmı görüyoruz. Üçüncü ve dördüncü bölümler şaşırtıcı biçimde aynı isimlere sahip: İhlal. Bu son iki bölüm kitap boyunca nedir, ne değildir diye meraktan yerimizde duramadığımız İhlal’e içeriden bir bakış atmamızı sağladığı gibi, bu oluşumun ne olduğunu nasıl da tahmin edemediğimizi yüzümüze bir güzel vuruyor.

Bu noktada şehirlerin özelliklerine de değinmek gerekir. Tamamen kurgusal iki şehir devleti olan Beszel ve Ul Qoma o kadar gerçek ki, okurken sürekli size aslında dünya üzerinde bildiğiniz yerleri çağrıştıracak. Konum olarak bu iki şehir Türkiye’ye de çok yakın olduğu için ülkemizin adı da sık sık kitapta geçmekte.

Yazar şehirlerini bir polisiye romanı öğesi olarak kullanarak da heba etmiyor, içlerindeki dokuyu o kendine has kısa cümleleriyle eserine yediriyor. Aslında yazarın solcu kişiliğini burada ön planda görmeye de başlıyoruz. Çünkü kendisi bol bol bu iki şehre göç etmiş Yahudi ve Müslüman topluluklardan, Müslüman azınlığın faşistlerden gördüğü zulümden bahsediyor. Ul Qoma tarafında oraya göç etmiş Kürt bir taksici, Beszel sokaklarında Yahudi ve Müslüman işbirliğiyle kurulup bu iki dinin “helal” diye tabir ettiği yemekleri yapan ünlü bir restoranına denk geliyoruz. Yazar bunlardan bahsederken o kadar olağan anlatıyor ki, ne taraf tutuyor ne de yorum yapıyor. Ayrıca dışarıdan gelen dış kaynaklı yatırımlar da Avrupa ülkeleri ve Amerika olarak yerini alıyor. Eh, burada üstü kapalı bir kapitalizm eleştirisi de görüyoruz.

Şehirlerin içinde barındırdığı binalar ve yapılarının mimari biçimlerini de öğreniyoruz China Miéville sayesinde. Böylece iki şehir gözümüzde iyice canlandığı gibi o gerçeklik hissine bir kat daha çıkıyor.

Bir Başkadır Benim Memleketim

Tam bu noktada bir ayrıntıya değinmemek kitaba haksızlık olacaktır. Yazarın bir İngiliz olmasına rağmen önyargısızca ele aldığı Türkiye ismi, ana karakter Tyador Borlú’nun Türkiye’yi ziyaret etmişliği gerçeğiyle de pekişiyor. Ayrıca Türk kahvesi de birkaç kez kitapta yer edip kitap kahramanlarınca tüketilirken görülüyor. Ama en ilginci kesinlikle bu değil! İlginç olan tam olarak şu: Atatürk ismi bizi hayretler içerisinde bırakarak iki kere geçiyor. Hatta ikincisi öyle bir karşımıza çıkıyor ki, bir İngiliz’den duyduğumuza şaşırıyoruz bu sözleri. Laik Ul Qoma tarafında Ul Qoma’nın lideri olarak anılan ismin düşünsel kardeşleri olarak anılan iki kişi anlatılıyor bize. Biri ulu önderimiz Atatürk, diğeriyse Yugoslavya adına çok şey başarmış Tito. Tito özellikle Boşnakları katleden Sırplar tarafından kesinlikle sevilmeyen bir adam. Eh, ne demek istediğimi anlatabiliyorum sanırım.

Yazar ülkemize ve tarihsel büyüğümüze de eleştirisiz, hatta tarafsız bir dokundurma yaparak balkan ülkeleriyle Türkiye’ye yakın konumda olan bu iki şehrin komşularla çevresel etkileşimini de sağlamış oluyor. Bu da gerçekçilikte bir başka adım olup çıkıyor.

Gerçek Orada Bir Yerde

Şehir ve Şehir’in kendine göre çok özgün yanları var. Piyasadaki pek çok kitaba göre klişelerden arınmışlığı ve kurulan düzendeki zekâ açıkça ortada. Fakat tüm bunların yanı sıra yazar öyle bir şey başarmış ki kitabı okurken sıkça nasıl yaptığını sorgulamama yol açtı. Kitabın polisiye-fantastik tadında olduğunu düşünüyoruz, ama her şey o kadar gerçek ki hiçbir şekilde emin olmak mümkün değil.

Miéville kendi türünü “tuhaf kurgu” (weird fiction) olarak tanımlıyor. Tıpkı Cthulhu Mitosu’nun yaratıcısı H.P. Lovecraft, Düşler İmparatoru ile tanıdığımız Clark Ashton Smith ve Conan’nın ustası Robert Howard’ın yazdığı gibi. Onun bu eseri için “tuhaf kurgu” demek çok yerinde, çünkü sürekli bir gizem havası ve derinlerde yatan mistik kıpırtılar olmasına rağmen, her şey o kadar reel ki bu sıradışı, hatta doğaüstü izlenimi veren kıpırdanmalar bizi bir kurgu kitabı okuduğumuz konusunda ciddi derecede şüpheye düşürüyor. Miéville bunu nasıl başarıyor bilmiyorum ama siz kitabı okudukça her şey gerçek, her şey olağan geliyor.

Meraktan çatlasanız da…

Seni Gözüm Bir Yerden Isırıyor

Eserin dünyasına açılan son penceremizin arkasında yazarın bu iki şehre özel isimler yaratması uzanıyor. Tyador Borlú’nun adındaki o aşinalık hissi Bardo Naustin, Lizybet Corwi, Stepen Shukman ve Hamd Hamzinic gibi isimlerle de bu etkiyi devam ettirmekte. Yazılışları belki asıllarından uzak, fakat okurken aslında çok bilindik isimleri telaffuz ettiğinizi fark ediyorsunuz. Böylelikle yazar iki şehrin insanlarına isim verirken var olanla oynayarak, onları böyle akıllıca bir yolla kendi kılıfına uyduruyor.

Bu isimler üzerinde oynama yapmayı kullandığı bir göndermede de kullanmış durumda. Özellikle Dövüş Kulübü adlı eseriyle bildiğimiz yer altı edebiyatı yazarı Chuck Palahniuk’un adını yasaklı bir yazar olarak ve minicik bir harf yer değiştirmesiyle görüyoruz. Çok da güzel bir ironi olarak kitaba hoş bir lezzet kattığı aşikâr.

Kaptan, Tanımlanamayan Bir Boşluk Yaklaşıyor

Bir polisiye romanına oturmuş şekilde kısa ve kafa karıştırmayan cümlelerle geçen bir anlatıma sahip Şehir ve Şehir. Yazarın Arthur C. Clarke Ödülü’nü son kez kucakladığı bu romanı, aslında kendisinden beklenmeyecek bir sadeliğe sahip. Ne sanatsal söyleyişler, ne uzun cümleler… Her şey direk ve net. Aslında böyle olması çok daha iyi, çünkü abartısız son 20 sayfaya kadar olay çözülmüyor. Yazar son ana kadar gizemi korumayı başardığı gibi ana karakterinin kurduğu her bir teoriyi de tek tek ona yıktırarak epey bir kafa karışıklığı yaratmış. Bir yerden sonra teslim olup teori üretmeyi bıraktığınızda karşınıza çıkan gerçekse kesinlikle şaşırtıcı. Aranan cevap, yazarın bir kez daha düşünsel yapısını yansıtan, aynı zamanda da tahmin etmesi oldukça zor bir gerçek olarak selamlıyor bizi. Ancak tam bu noktada ufak bir eleştiri yapmak istiyorum. Gizem öğesinin son ana kadar korunması çok hoşuma gitmesine rağmen son 20 sayfada aralanan cinayet üzerindeki merak perdesi bir anda yırtılırcasına açılıyormuş gibi bir havaya sahip. Birdenbire cevap önümüze düştüğü için okurken ben geri dönüp aynı yeri bir daha okuma gereği duydum. Belki yazar bu kısmı biraz daha yayarak sergilemiş olsaydı bu anilik ortadan kalkabilirdi.

Son eleştirimse İhlal’in tam olarak ne olduğunu ya da neden sınırlardan geçmenin, hatta sınır ötesine bakmanın suç olduğunu yazarın bize açıklama gereği duymamasına olacak. Özellikle sınırların aşılmazlığının sebebi koca bir boşluk. İhlal konusunda iki bölüm olmasına rağmen benim aklımda kalan sorular var. Karanlık güç mü, mistik korucu mu, derin devlet oyunları mı derken onlarla yüzleşiyoruz ve hiçbiri olmadığını görüyoruz. Yine de bazı sorular bir türlü net cevap bulamıyor.

Tüm bunlar bir kenara bırakıldığında şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Şehir ve Şehir bu sene çıkan kitaplar arasında okuduğum en özgün eser oldu. Belli bir türe oturmayan biçimi, bu kadar reel görünen mistik dokusuyla ve kendine has kurgusuyla gerçekten usta işi. Eğer piyasadaki tekrarlardan sıkıldıysanız ve ustalara saygı duruşunda bulunmak istiyorsanız China Miéville’in neden tüm dünyaca bu kadar övüldüğünü anlamak adına, bu kitapla kendisini tanımaya başlayabilirsiniz. Ama o da kendi ustalarına saygı duruşu yapmayı ihmal etmemiş olacak ki, kitabın başında Kafka, Raymond Chandler, Alfred Kubin, Jan Morris ve Bruno Schulz’a özel teşekkürlerini sunuyor.

Son olarak çevirisini başarılı bulduğumu ve birkaç harf hatası dışında güzel bir editörlüğü olduğunu söylemek isterim. Bu birkaç harf hatasını insanlık haline bağlıyorum. Sonuçta editörler de insan. Okuru yoracak ya da bıktıracak kadar tekrar etmemesi ve bir elin parmaklarını geçmemesi benim için yeterlidir. Ayrıca, kitabın kapağı da “al beni” diye okuru çağırıyor. Orijinal kapağın oldukça benzeri olan Türkiye basımı kapağında bu benzetimin yapılması açıkçası benim hoşuma gitti. Güzel bir yakıştırma olmuş.

İncelememi bitirirken bu kitapla buluşacak herkese iyi okumalar dilerim. Ama unutmayın, sayfalar arasında gezerken asla ve asla diğer şehre bakamazsınız…

Sizler de Şehir ve Şehir romanıyla ilgili yorumlarınızı Kayıp Rıhtım Forum’da paylaşabilir, yeni incelemeler için bizi Google News’ten takip edebilirsiniz.

Hazal Çamur

2009 yılında Kayıp Rıhtım'a elimi verdim, sonra da ruhumu kaptırdım. Bu yolun devamında çeşitli gazetelerin kitap eklerinde kitap incelemelerim, TRT Radyo 1'de canlı yayın konuğu olarak katılıp kurgu edebiyatını anlattığım 2 yayın, 5 yıldır süren Kahramanın Yol Türküsü adlı kendi edebiyat temalı radyo yayınım, kitap inceleme videoları serim Kayıp Rıhtım İnceliyor ve bir de bonus olarak Oyungezer Dergisi'nin kültür sanat sayfalarında düzenli yazarlığım oldu. Tüm bunların yanı sıra, gerçek hayatın sıkıcılığında, bir bilgisayar mühendisi olarak yaşıyorum. Ama biz ona Clark Kent kimliğim diyelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Neuromancer incelemesi

Bir Başyapıtı Katletmek: Neuromancer

John Scalzi ile Röportaj

John Scalzi ile Röportaj