Çoğu vampir severin onları sevmeye başlama nedeni olarak kuşkusuz bu film gösterilir. Anne Rice’ın aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan film fenomenleşmiş bir vampir filmidir. Hem oyuncu kadrosu hem de kurgusuyla gönülleri fetheden film kesinlikle şu an bile en iyi vampir filmleri listesinde 1 numarayı hiçbir filme kaptırmamaktadır. Brad Pitt (Louis), Tom Cruise (Lestat), Antonio Banderas (Armand) ve Kristen Dunts’un (Claudia) başrollerini paylaştığı film görsel açıdan zamanının nimetlerinden fazlaca yararlanmasa da bu filmin güzelliğine gölge düşürmemektedir.
Filmin hemen başında Brad Pitt’in canlandırdığı Louis karakteriyle karşılaşıyoruz. Bir gazeteciyle ,ki bu kişi Christian Slater’ın canlandığı David Malloy karakteridir, röportaj yapmaktadır. Röportajın hemen başında kendisinin 200 yaşında bir vampir olduğunu söylemesiyle Louis’in hayatına izliyiciyi güçlü bir mıknatıs gibi çekiyor. Louis, karısını ve çocuğunu kaybettikten 1 yıl sonra vampir Lestat ile karşılaşıyor ve vampir olmak istediğini söylüyor.
Louis vampir olmaya hevesli ama getireceklerinden habersiz bir şekilde Lestat’ın kanından içiyor ve değişim başlıyor. Yeni gözleriyle dünyaya ilk kez baktığında mezar başındaki heykelin hareket ettiğini görünce şaşkınlığa uğruyor. Louis insanları öldürmekten nefret ediyor ama mecburen insanların kanlarını içiyor. Daha sonra hayvanların kanını içebildiklerini öğrendiğinde sıçan, köpek, tavuk ve benzeri hayvanları avlayarak açlığını bastırmaya çalışıyor.
Lestat ise karşımıza kötü vampir çocuk olarak çıkıyor. Vampir olarak yaşamaya tapıyor. Küstah, kendini beğenmiş bir yapıya sahip olan Lestat köylere saldırıyor ve kim çıkarsa önüne kanını içiyor. Kısa süre sonra Lestat vicdanı olan Louis’in yanından ayrılıyor. Onun ayrılmasından bir kaç dakika sonra Louis hizmetkarı Yvette’i öldürüyor ve evin içindeyken yangın başlatıyor. Her şeyin bittiği düşünülürken Lestat pencereden içeri giriyor ve söylenerek Louis’i kurtarıyor.
İkisi Lestat’ın uzun zamandır gitmekten b ahsettiği New Orlens’a gidiyorlar. Lestat her zamanki gibi insanlarla avlanmayı sürdürürken Louis hala karşıdır bu beslenme şekline. Eh ne kadar böyle dayanabilir ki o da… Sonunda susuzluğuna yenik düşüyor ve annesi vebadan ölen küçük bir kızı ısırıyor. Lestat tam da bu sırada geliyor ve Louis azap çekerken küçük kızın ölmüş annesiyle dans ediyor.
Louis küçük kızı orada bırakıyor ve kaçıyor. Ama o da ne? Lestat yine yapacağını yapıyor ve küçük kızı, Claudia’yı bir vampire dönüştürüyor. Belki de filmin en ilginç sahnelerinden biri Claudia’nın dönüşüm sahnesiydi. Birden bire kumral kıvırcık saçlı küçük bir vampire dönüşüyor. İşte burada ilgi çekici yer ise vampire dönüştüklerinden sonraki değişimleri. Saçları başları düzeliyor, bembeyaz bir ten ve etkiliyici bir sese sahip oluyorlar.
Claudia tam olarak Lestat’ın küçük hali olarak gözler önüne seriliyor. Louis’e olan tutkunluğuyla dikkat çeken Claudia’nın duyguları Louis’i bir baba olarak gördüğünü düşündürtsede aslında büyük bir aşk besliyor. Her uykuya daldıklarında Claudia, Louis’in tabutunda uyuyor. Claudia artık büyüyor ve duyguları değişime uğramaya başlıyor. Bedeninin değişmesini istiyor ve vampirimsi bir ergenlik krizine giriyor.
Claudia’nın Lestat’ın bir kopyası olduğunu söylemiştim. Bunu Lestat’ta hazırladığı tuzaklada pekiştiriyor. Lestat’ın boğazını kesiyor ve Louis’in yardımıyla onu bataklığa atıyorlar. Ama meraklanmayın… Bu ukala vampir Lestat’ı son görüşümüz değil. İkisi kaldıkları evden taşınırlarken ortaya çıkıyor Lestat. Ama sonu yine ölüm oluyor. Louis onu yangının ortasında bırakıp kaçıyorlar.
Bundan sonra ise işler ikisi içinde değişiyor. Başka vampirler olup olmadığını araştırırlarken yolları Paris’e düşüyor. İşte o zaman ilk önce oyuncu Santiago ve sonrada en yaşlı vampir olan Armand ile karşılaşıyoruz. Armand, Louis’i tiyatrosuna çağırıyor ve ortadan kayboluyor. Claudia ve Louis seyretmek için tiyatroya gittiklerinde bir sürü vampirin daha olduğunu görüyorlar. Armand, Louis’i yanına eş olarak istesede Louis, Claudia’yı bırakamıyor. Ama Claudia aşkının gideceğini anladığı zaman ondan kendisi için bir anne dönüştürmesini istiyor. Louis küçük bebeğinin son ricasını büyük bir azapla yerine getiriyor ama Claudia ve yeni dönüşmüş annesinin sonları kapıya dayanıyor. Louis’i ise Armand kurtarıyor. Öfkeli vampirin bunu yapan vampirlere olan intikamı ise yüzleri gülümsetmeye yetiyor. Armand sonunda Louis’e beraber yaşama teklifi yapsada Louis bu teklifi geri çeviriyor.
New Orlens’a geri döndüğünde sinema sayesinde güneşin doğuşunu ilk defa görüyor. Bir sinema çıkışı yolda yürürken aldığı bir koku onu eski bir dostuna götürüyor. Ve burada hayatının öyküsü bitiyor. David burada bitmemesi gerektiğini söylesede Louis hikayenin bittiğini söylüyor. David, Louis’e onuda vampire çevirmesini söylüyor ama Louis onun gözünü korkutuyor ve ortalıktan kayboluyor.
Filmin sonu ise sürpriz bir şekilde eski bir dostu görmemizle son buluyor.
Film kesinlikle bir fenomen. Sizi koltuklarınıza çivileyecek ve tekrar tekrar kendisini izlettirecek bir film. Vampirlerin yaşayış tarzlarını, duygularını, bedenlerini gözler önüne seren film vampir filmlerini seyretmeyenlerin bile seyrettiği bir film olmayı başardı. Fazla aksiyon yok filmde. Dövüş, vurdulu kırdılı bir şeyler istiyorsanız pek tatmin olmazsınız. Ne de olsa bu bir vampirin hayat öyküsü ve bu vampir vicdan azabı çeken bir vampir. Ama yine de böyle bir film isteyenlerin bile seveceği ve sonunda yüzünde bir gülümsemeyle kalkacağı bir film.
Brad Pitt ve Tom Crusie’un oyunculuklarına diyebileceğimiz hiçbir şey yok. İkiside sanki vampir olmak için yaratılmışlar gibi kendi rollerine bütünüyle oturmuşlar. Özellikle Crusie’un performans’ı gözlere büyük bir ziyafet verirken Antonio Banderas’ı da unutmamak gerek. Armand rolüyle filmografisine efsane bir rol daha ekleyen Banderas asilliği ve rolüne hakimiyuetiyle karnesine yıldızlı bir pekiyi kazandırıyor.