in

Yaşayan Mitoloji I: Sami Dinler – Mitoloji Dizisi #5

Mitoloji yazı dizimizin beşinci bölümü “Yaşayan Mitoloji I: Sami Dinler” sizlerle.

mitoloji dizisi 5 sami dinler
- Reklam -
- Reklam -

Esen olsun.

Yazı dizisi devam ederken, bu bölümde “Yaşayan Mitoloji” kavramını ele almaya karar verdim. Ancak bu geniş konuyu da ikiye ayırdım: Bu ilk bölümde, Sami dinlerdeki “mitolojik dönem” kalıntılarına değineceğim. Bunu takip edecek bölümde ise, deyimlerde, sözcük köklerinde yaşayan mitoloji kalıntılarını aktarmaya çalışacağım.

Öncelikle belirtmem gerekir ki, bu yazı “bütün mitolojik dönem etkileri”ni içermeyecek. Ancak belli başlı birkaç noktaya temas edecek.

- Reklam -

Başlarken “mitolojik dönem”den ne kastediyorum onu açıklayayım. Mitolojiyi kendimce bir “tanım”la açıkladığım malumdur, bu tanım penceresinden insanoğlunun “bilişsel evrim”i, “gösteren ile gösterilen” arasındaki rabıtanın kendine has bir özellik gösterdiği “mitolojik evre”den –ki bu evre de “sanallaşma” – “türevselleşme” olarak tanımladığım sürecin basamaklarından biridir- geçerek, çeşitli coğrafyalarda “kurumsal, sanal ve transandantal” dinleri yaratmıştır. Bunların nasıl oluştuğu coğrafya ve kültüre göre farklı yaklaşımlarla açıklanabilir ancak. Kanımca “Uzak Doğu dinleri” kendilerine has bu tür “dinler” iken Ortadoğu ve batıda baskın olan “Sami Dinler”dir. Uzak Doğu dinleri, kendi “mitolojik dönemleri” ile ilişkilerini daha “sancısız” ve “radikal olmayan” dönüşümlerle kestiklerinden, daha belirgin bir “devamlılık” arz ederler. (Hinduizm ve Budizmin karşılaştırmalı okuması ve tarihsel süreçteki evriminin takip edilmesi ne demek istediğimi daha iyi açıklayacaktır.)

Sami Dinler ise, sebepleri başka bir yazının konusu olmak üzere, “kökleri” ile rabıtalarını daha belirsiz kılacak dönüşümler geçirmiştir. Bunun sonucunda aldıkları hal ile “mitolojik evre” olarak tanımladığım “kökler” oldukça farklı özellikler arz ettiği için farklı bir sınıf altında incelenmelidirler. Yoksa “mitoloji” benim gözümde din, bilim ve edebiyat var oldukça yaşıyordur, kısacası “insanın kültürel olarak ortaya koyduğu her şey” hala onun mitolojisidir. “Mitoloji – Din” ayrımını tasnifte kolaylık olsun diye yapıyorum.

A. İslam

Öyleyse, ilk olarak “İslami mitoloji” ya da “İslam mitolojisi” diyerek Sami Dinlerdeki mitolojik dönem kalıntılarını (tamamını değil, ilgi çekici birkaçını) ele alabiliriz. Ki bu “İslami mitoloji”ye, en azından büyük bir kısmına, İslami gelenekte “İsrailiyat” da denir. Vereceğim ilk örnek, esasen Avrupa paganlığından Hıristiyanlığa geçmiş, oradan da benzer arkaplan paylaşıldığı için İslami geleneğe dâhil olmuş “pir” motifidir. Bu yönüyle, İslam’a doğrudan paganlıktan değil, pagan etkisi altındaki Hıristiyanlık ve sair Bâtıni akımlardan geçmiştir diyebiliriz.

I. Pir, Aziz ya da İdol

“İdris terziliği icat etmeden
Endazeden geçti boyumuz bizim
Yaratılıp nuru hakka varmadan
Binbir mazhar oldu soyumuz bizim”[1]

Hıristiyan dünyasında “şehrin koruyucu tanrı ve tanrıçaları” olan “patron put” diye tanımlayabileceğimiz putperestlik döneminin yansıması olan bir “azizler” geleneği vardır. Ayrıntılı örneklere Hıristiyanlık bahsinde değineceğim. Bu azizler aynı zamanda çeşitli meslek ve kavramların azizi de olabilirler.

Yukarıda alıntıladığım dörtlükte bahsi geçen İdris peygamber, Kuran’da yalnızca bir nebi olduğu, yüksek makamla şereflendirildiği söylenen bir peygamber. Ancak kendisi hakkında geniş bir söylenceler ağı oluşmuştur. Bu söylencelerin oluşturduğu kurguya göre kendisi terziliği icat eden adamdır, dolayısıyla terzilerin piridir, onların “azizi” ya da “put”udur. Hıristiyanlıktaki “aziz”, bu tasavvuf etkili anlayışta “pir” oluyor. Bu açıdan oklanarak öldürüldüğü için okçuların azizi olan Saint Sebastian’ın eşdeğeri, “okçuların piri” olduğuna inanılan sahabe Sa’d bin ebi Vakkas’tır. İdris peygamber için de, bu yapı, terziliğin piri olmayı uygun görmüş. Benzeri örnekler çoğaltılabilir ki, en ilginci, kimi Müslüman şamanların, ayrıntılı olarak “seyyid” bahsinde değineceğim, yollarının kurucusu olarak “Fatıma Ana”yı görmeleridir.

II. Harut ile Marut

“Sihr û efsun ile doluptur derûnun ey kalem
Zülfü Harut’un demek mümkîn ki nâl olmuş sana”[2]

Harut ile Marut
Harut ile Marut

Nedim’in kendi kaleminin sihirliymişçesine hünerli şiirler yaratmasını tarif ederken, “içindeki kıl, Harut’un zülfündendir” deyişi ile andığı iki “melek” ya da doğaüstü varlık, Harut ile Marut. Hakkındaki rivayetler geniş bir örgü oluşturan bu iki varlığın kökenleri eski İran dinlerindedir ki, Ermenilerde Hawrot ve Mawrot adında iki varlığa rastlamamız tesadüf değildir. Kuran’da sadece bu iki meleğin insanlara önce “bizi dinlersen yanlış yola sapmış olursun” anlamında bir uyarı yapıp büyü öğrettiklerine değinilir, geri kalanı yoktur.[3] Ayrıntılı bilgi için, bu yazı dizisindeki “Sihir ve Büyüden Korunmanın Yolları” yazıma bakınız.

III. Mehdi

Cananım cemalin ey barik hüda
İnayet yetiştir hal yaman oldu
Affetmek şanındır kalma kusura
İnayet yetiştir hal yaman oldu

Nefs-i emmare’den zuhur oldu mar[4]
Dünyada kalmadı namus ile ar
Millet birbirine olmuş garazkar
İnayet yetiştir hal yaman oldu

Sen bilirsin fakirlerin dardadır
Sabi sübyanların ah u zardadır
Hata bizden, lütuf, âtâ sizdendir
İnayet yetiştir hal yaman oldu

Mümin kullarına göster bir nişan
Münkirler elinden olduk perişan
Esir bad-ı saba, olalım rüşan
İnayet yetiştir hal yaman oldu

Hey erenler gelin kılak niyazı
Kurtulak bu kıştan bulalım yazı
Mekanında yatar Battal-ı gazi
İnayet yetiştir hal yaman oldu

Noksani kulundur kapında şahım
Gün be gün artıyor derdim firakım
Kerem kıl efendim kalmasın ahım
İnayet yetiştir hal yaman oldu”

“Kurtarıcı beklentisi”, evrensel bir mittir. Azteklerin Quetzalcoatl’ı bekleyişi ile Pir Sultan’ın “Çeke sancağı götüre / Şah İstanbul’a otura / Frenkten yesir getire / Horasan’a sala bir gün” diyerek Şah’ı bekleyişi, Noksani’nin “Elinde zülfikar sahip zamanı / Vakit tamam oldu, göndere Allah!” diye mehdi bekleyişi çok farklı değildir. Hristiyanların Nasıralı İsa dönecek diye beklemeleri, Vikinglerin Baldur’un dirileceği günü gözlemeleri de öyle. Ya da Altaylı ozan’ın “yerin çağı silkenip Altay batırlar uyganır” (umarım doğru duyup, yazmışımdır, sadece kaydı dinledim.) deyişi… Yunanlıların tiyatrosunda bütün sorunların çözümünün deus ex machinaya[5] muhtaç oluşu…

Öyleyse mehdi, yine bir Hıristiyan mitosunun ki, o mitosun da kökenleri Hıristiyanlık öncesindedir; İslam’a yansımış hali.

Mehdi ve çevresinde örülen söylenceler bir külliyat oluşturur ve temelinde dinamik olarak değindiğim kurtarıcı beklentisi vardır. Motifin özellikleri ise Hıristiyan ve pagan mitoslarının yansımasıdır.

Mehdi konsepti ilk olarak Şiiler arasında yayılmış [ilginçtir, Emeviler de buna karşı olarak “Süfyan” mitini yaratmışlar, Süfyan (Ebu Süfyan) soyundan bir kurtarıcı hükümdarın geleceğini söylemişler. Emevi anlayışı yenildiği için, bugün mehdi külliyatında “Süfyan” ve “Süfyaniler”, Mehdi’den önce zuhur edecek olan Müslüman görünümlü zalim ve onun ekibidir.] olsa da, Sünnilikte de, özellikle Türk-İran-Hint-Afrika paganlığından etkilenmiş olan tasavvuf kurumu bünyesinde geniş kabul görmüştür.

IV. Ebu Talip

Bu yazı dizisindeki Karşılaştırmalı Mitoloji yazımda değinmiştim, tekrar edeyim:

Sigurd, ejderha Fafnir’i öldürür ve kanında yıkanır. Böylece kendisine kılıç işlemeyecektir. Ancak uçarak gelip kürek kemiklerine yapışan bir yaprak, oraya kan gelmesini engeller. Ve sonunda Sigurd buradan aldığı bir yarayla ölür.

Türk mitolojisinde Tepegöz’ün sihirli yüzüğü, gözünden başka yerine kılıç işlemesini engellemektedir. Ancak canavarın gözünü yaralamayı başaran Basat, yüzüğü alır, ardından devi öldürür. (Yüzük demişken, yüzük konusuna da girmek isterdim ancak, bu konuları “Tılsım, efsun, gizem” başlıklı yazıda ele alacağım.)

Achilles’i de annesi tanrıların kutsal suyunda yıkar ancak topuğundan tuttuğu için bu kısma su değmemiştir. Achilles buradan aldığı bir yarayla ölür.

Çerkes Nart mitolojisinde Nart Sosruquo, Nartların demircisi Tlepş tarafından örste dövülür. Bu dövme işlemi esnasında maşa ile Sosruquo’yu ayak bileğinden tutar, Sosruquo sadece buradan yaralanır.

İsrailiyat kokan bir rivayete göre ise peygamber, amcası Ebu Talib’i cehennem ateşinden korumak için bütün vücudunu sıvazlar. Ancak ayak tabanını sıvazlamayı unutmuştur. Böylece Ebu Talib cehennemde sadece ayak tabanlarından yanacaktır.

Bütün bu motifler, “ne kadar uğraşırsan uğraş, asla mükemmel, külli anlamda tamamlanmış olamazsın” ana fikrini veren, aynı kurgulu farklı hikâyeler…

V. Seyyid

Türkiye’de gerçekten Ali-Fatıma evliliğinden doğan silsileye mensup insanlar var ise ya da vardıysa bile muhtemelen seyyid olduklarından habersizdirler yahut sayıca oldukça azdırlar. Ancak seyyid olduğunu iddia eden insan sayısı milyona yaklaşmıştır (belki geçmiştir?) ve bunun bir sebebi var: Şamanizm. (Sanırım Arap dünyasında olduğundan fazla. )

Efendim, Şamanizm’de [ki bu tabir, Şamanizm, çok doğru değil fakat kolaylık olsun diye kullandığım(kullanılan) bir tabir. Ancak “Şamanizm diye bir şey yok eski Türk dini İslam’a çok benzeyen tek tanrılı bir dindi” diyen adama hadi len deyiniz, üç gün içinde tövbe etmezse diline ısırgan sürünüz.] kamlık atadan döle geçer. Mutlaka bir atanın biyolojik olarak soyundan gelmeniz gerekmiyordu, ancak bunu iddia etmeniz ve kanıtlamanız, buna ayrıca gerçekten inanmanız gerekiyordu. Hatta şamanlık genelde, kam olan bir atanın rüya, tecelli, ilham gibi yollarla, torunun yoluna çıkması ile başlıyordu. [Bu motifi işleyen “Ak Don: Bir Modern Zaman Şamanının Öyküsü” başlıklı (başlık da başlıkmış ha. Yaratıcılığım bu kadar işte, az çok anlaşılıyor ne kadar sıradan bir öykü olduğu.) bir öykü yazıyorum, dileyen okur internette bulabilir. Yakın zamanda dördüncü bölümü yayımlayacağım.]

İslam’ın Türkleri ve Farsları Müslüman yapabilmek için pek fazla taviz verdiği malumdur. Hatta bugün İbadi ve Vahhabi akımları dışında yaşanan İslam’ın peygamber devri ile alakası yoktur. (Bu saydığım ikisinin de birebir peygamber dönemi İslam’ı olduğu iddia edilemez. ) Bu taviz sürecinde Türk ve Fars etkisi (Hint ve Yunan’ı da sayınız.) ile tasavvuf, tarikatlar vs. ortaya çıktı, aynı zamanda şeyhlik. Kamcılığın yeniden üretimi, tekrarı ya da bakiyesi değildir şeyhlik, ancak çoğu yerde anlattığım ve ispat etmeye çalıştığım gibi, İslam’ın kamcılık ve Batı Asya kültürü doğrultusunda & etkisinde yeniden yapılanmasıdır. Ve bu noktada, eski şaman âdeti kendini göstermiştir: şeyhlik yapabilmek için, kendini peygamber soyundan gösterme gerekliliği.

Bugün Asya’daki Yarı-Müslüman kamlar, bakşılar ve otacılar, kendi “yol”larının “pir”inin Fatıma olduğunu söylüyorlar, tesadüf değil. Peygamber ve evliya silsilesi sayarken Altay pantheonundan isimler ve çeşitli hükümdarları da araya katıyorlar, tesadüf değil. Bu coğrafyada da, Türk etkisi sebebiyle, birçok tarikat kendisini “legalize” edebilmek için peygambere dayandırıyor, oysa Türk, Kürt, Fars, Arap ve hatta Rum, Ermeni soyundan geliyorlar, tesadüf değil. (Buradaki Şamanizm’e dair birçok iddiamı merak eden okur, Abdulkadir İnan’ın “Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar” kitabını inceleyebilir. Bu vesileyle, bu kitabı bana hediye etmiş olan sevgili Birce Yazıcı’ya teşekkür edeyim.)

Bu şeyhler arasında ilginç bir sima vardır ki, bütün Türk ve Kürt şeyhler bir şekilde peygamber soyuna dayanmaya çalışırken (ki son örneğini kendisini hem Cengiz Han, hem Muhammed, hem Davut Peygamberler soyuna dayandıran Adnan Oktar’da görüyoruz. Bu tombul ve kedi gibi sevimli amca, tam bir şaman tiplemesidir, ancak İngilizlerin “dignity” dediği “şey”i kaybetmiş bir şaman. Bu arada, şaman kıyafetine iç Asya’da “manyak” denir.) kendisi soyunu Oğuz Kağan’a dayandırır: İbrahim Gülşeni. Bir “şaman torunu” ve Oğuzların Avşar boyundan “Oğuz’un arsızı, Türkmen’in delisi” olarak İbrahim Gülşeni’nin durağı uçmağ olsun diliyorum.

B. Hıristiyanlık

Öncelikle bir “pagan sevdalısı” olarak, Hıristiyanlığa dair, konu dışına taşıp birkaç laf etmeliyim.

Bu Katolik kilisesine ayrı bir hıncım var arkadaş.

Birçokları bilmez, ilk çağlar o kadar karanlık değildi. Attila İlhan’ın dediği gibi;

“…amma şehrayinler derdin unutulmayacak
yıldızlar burç burç ve deniz fenerleri berzah berzah
sonra tutar annibal’la birlikte roma’ya giderdin
fenikeliler alfabe taşırlardı cam taşırlardı daha eskilerden…”

İngiltere’den Girit’e uzanan ticaret yolları vardı Steve Jobs’un olmadığı yıllarda. Bir irfan vardı ki, bin kaynaktan beslenirdi. Tamam, hayat çok zordu, güllük gülistanlık değildi. Özellikle sen ben gibi sıradan insanlar için. Ama “karanlık?”. Sanayi devrimi sırasında İngiltere’yi düşün[6], Çin’de fabrikada yaşayan, gece gündüz çalışan işçileri, New York’un gettolarını, Brezilya’nın yoksul favelalarını, uzağa gitme, Ankara Çinçin mahallesini düşün. Ondan daha kötü değildi dünya, aydınlıkla karanlık arasındaki kontrast daha düşüktü.

- Reklam -

Sebebi uzun, anlatmaya gerek yok, bir şekilde Hıristiyanlık güç kazandı. Sonra ne yaptı? Bütün gücünü ve kültürünü borçlu olduğu paganları avladı. İnsanı avlamayı da geçtim, memur gibi görevlendirdi papazlarını, keşişlerini. Dünyanın dört bir yanına dağıldılar, el yazmalarını topladılar. İşlerine gelmeyeni yakıp yok ettiler, kullanabileceklerini ya da zararsız bulduklarını arşivlediler, istiflediler. Dünyayı gerçekten -geniş bir arka plandan bakınca- karanlığa gömdüler. Sadece Avrupa’yı değil, dünyayı: Dede Korkut vs. gibi eserlerin nüshaları bile Vatikan’dadır. Dünya da teşneydi gerçi ama bu işin köle çavuşluğunu Vatikan yaptı. İrfanın veraset zinciri kesintiye uğradı. Doğal ve kendiliğinden bir olukta akan irfan, yeniden gün yüzüne çoğu bölgede çıkamadı, Hıristiyanlığın kardeşi dinler ve anlayışlar yüzünden, ancak Kuzey Almanya gibi, Deşt-i Kıpçak gibi, pagan geçmişin hafızasının taze olduğu yerlerden aydınlanma kıvılcımları çakabildi: Avrupa aydınlanması Kuzey Almanya’dan başlar, sosyal, ekonomik ve dini boyutlarıyla. Türk aydınlanmasını, Türkçülüğü de, kuzeyli Tatarlara borçluyuz.

Hıristiyanlıktaki pagan etkilerine gelince… Dünya kamuoyu “Zeitgeist” ve “Da Vinci’nin Şifresi” ile bu konuya oldukça fazla ilgi duymaya başladı. Ben bu yazıda buralarda işlenmiş noktalara değinmemeye çalışacağım. Bu iki eser haliyle popülist ve yer yer isabetsiz ise de, yeni merak salanlar için önerilebilir.

Bu çalışmaya Yahudiliği almayacağım. Zira Yahudilik başlı başına bir yazı konusudur (Musa ve Tek Tanrıcılık, Sigmund Freud; önerimdir.) ve Hıristiyanlık Yahudi kutsal kitabını bünyesinde bulundurduğu için, Hıristiyanlığı anlatırken Yahudiliğe de değinmek zorundayım. Şimdilik bu kadarı ile yetineceğim. Vereceğim ilk örnek, daha evvel değindiğim, “azizler.”

I. Azizler

Pagan Avrupa’da her şehrin bir tanrısı/tanrıçası vardı. Örneğin Atina’nın tanrıçası Athena’dır. Bu Hıristiyanlığa, “azizler” olgusuyla yansıdı, söz gelimi İngiltere’nin azizi St. George, İskoçya’nın azizi St. Andrew, İrlanda’nın azizi St. Patrick, Fransa’nın azizi St. Dennis, Macaristan’ın azizi St. Mary gibi. (bu sonuncusundan emin değilim, Macaristan’da bir şehrin azizi de olabilir. ) Ayrıca ülkeler gibi, her şehrin de azizi vardı. Bu azizler, eski pagan geleneğin birebir yansımasıdır.

Ayrıca mitolojide her “kavram” ve “olgu” için büyük ya da küçük bir tanrı/tanrıça vardır, bunun gibi, Hıristiyan dünyasında meslek gruplarının azizleri doğdu. “Ejderha öldüren kahraman” gibi yaygın mitolojik arketipler, ejderha öldüren St. George gibi karakterlere dönüştü.

II. Kutsal Emanetler

Relic olarak bilinir. Pagan dönemden kalma, kökleri totemizme kadar giden bir gelenektir.

Hıristiyanlıkta İslam’dan daha yaygın bir folklorik motiftir. İsa’nın çarmıh parçaları, azizlerin kemikleri, kutsal kase ve sair. Bir ara sağlam ticareti dönmüştür, Bizans’ı ve Filistin civarını ellerinde bulunduran Müslümanlar (özellikle Türkler) Hıristiyan tüccarlara “falancanın bilmemnesi, falanca yerde bulundu” diye ıvır zıvır satmışlar, normalde durumun farkında olan Hıristiyan tüccarlar da bunları safdil köylülere, gösteriş yapmak isteyen lordlara falan satıp “köşe olmuş”lardır.

Konu hakkında, Bernard Cornwell’in bir kitabında bir karaktere söylettiği, aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir söz var: (Söyleyen karakter bir piskopostu yanılmıyorsam. Cümle de aklımda kaldığı kadarıyla artık.)

“Peder Agustine bir defasında bana İsa efendimizin üç farklı sünnet derisini gördüğünü söylemişti. Onu her şeyin üstünde aziz tutan ben dahi bu kadar cömertçe donatılmış olduğunu sanmıyorum.”

III. İstavroz Çıkarmak

Gövdeye el hareketleriyle bir t harfi çizmekten ibaret olan bu hareket neredeyse evrensel diyebileceğimiz bir motiftir. Birçok pagan topluluk kötülüğü savuşturmak için jestler yaparlar. Hıristiyanlıktaki hali, Kelt kökenlidir: Keltler, kötü ruh ve büyülerden korunmak için elleriyle havaya, önlerine üç çizgi çekerlerdi.

IV: Noel’de Ökseotu Altında Öpüşmek

Bütün Hıristiyanlara değilse de, anglofon yani İngiliz tesiri altındaki dünyanın Hıristiyanlarında yaygın bir motiftir. Noel’in bir pagan bayramı olduğunu Vatikan ve Papa dahi biliyor ve reddetmiyor, ancak bu gelenek daha ilginç. Ökseotu, Kelt şamanları Druid’ler için kutsaldır. Zira Druid “meşe adam” demektir ve ökseotu, asalak bir bitki olarak, meşe ağacının özsuyunu emer. Böylece meşenin kutsallığını “mobil” hale getirir. Evlilik ve ruhani merasimler gibi ritüellerde insanların başlarının üzerine ökseotu koyularak kutsanır. Bu geleneğin İngiltere kökenli olmasına şaşmamak gerek.

V. Haç

CelticCross.svgİsa’dan çok önceleri Avrupa’da Kelt Haçı olarak tarif edilen haçlar, üstelik oldukça yaygın bir biçimde, dini amaçla kullanılırdı. Kelt Haçı’nın yanında, eşit kollu ve bir daire içindeki “güneş haçı” Türklerden Kızılderililere, taş devri Avrupalılarına birçok toplulukta yaygındı. Daha önemlisi, Aryan kültüründe t şeklindeki haç, “yıldırım tanrısı”nın sembolüydü. İsa’nın babasının yıldırım tanrısı Zeus’a benzer bir şekilde tasvir edilmesi ile bağlantısı ilginç. Ki bu sebepten, muhtemelen X şeklindeki bir haça çivilenmiş olan İsa’nın sembolü t şeklindeki haça dönüştü.

Fionn Mac Cumhaill
Fionn Mac Cumhaill

VI. Şarap – Ekmek Ayini

“Tanrıyı yemek” ve “babayı yemek” birçok toplumda gözlemlenir. Kutsal bir hayvan olarak görülen hayvan yenir ve onun kutsaması kazanılır. (Keltlerde, sözgelimi “salmon” denilen balık böyledir. En meşhur Kelt hikâyelerinden biri, bilgelik “salmon”unu yiyerek kahraman olan Fionn mac Cumhaill hakkındadır.) Aynı şekilde, kimi yamyam topluluklarda, ölen atanın tamamı ya da beyin vs. gibi parçaları yenir ve böylece etiyle bütünleşilen ata yaşatılmış olur. “La sangre de la Cristo, la copa de la salvacion” kim bilir hangi film ya da romanda duyduğum/okuduğum bu İspanyolca söz, bu ayin esnasında söylenir, İspanyolca bilmesem de bu cümleyi anlayacak kadar linguistik bilgisine sahibim: İsa’nın kanı, kurtuluş kâsesi.

VII. Hâle

Hale
Hale

Özellikle Ortodoks ikonalarında Hıristiyan azizler, melekler ve kutsal varlıklar, başlarını çeviren bir “hale” ile gösterilir. Hem doğuda, hem batıda var olan bu geleneğin de kökleri, Hıristiyanlık öncesine dayanır. Muhtemelen birbirinden bağımsız gelişmiş olan bu hale gelenekleri, Sümer’de, Çin’de, Helenistik dönem Mısır ve Yunanistan’ında görülür. Kimi araştırmacılar, bazı hale tasvirlerinin, “boynuzlu tasvir”in, boynuzların birleşmesi suretiyle haleye dönüşmesiyle ortaya çıktığını söylerler.

VIII. Meryem Ana

Anadolu’nun başat tanrısı, binyıllar boyu “ana tanrıça” olmuştu. Hıristiyanlık Anadolu’ya yayıldığında, teslis çoğu zaman “baba tanrı, Meryem ve İsa” olarak anlaşılıyordu, “İsis – Osiris – Horus” ve dünya paganlığındaki diğer anne-baba-oğul üçlemelerinde olduğu gibi.

Kurumsallaşmış Hıristiyanlığa göre bu bir şirkti. Ancak Meryem’i de bulunduğu konumdan söküp atamıyorlardı. Bu amaçla, Meryem’e yeni bir görev biçildi: Theotokos yani “Tanrıdoğuran” ya da “Tanrının Annesi”. Böylece, Meryem’e has bir statü, sıradan insandan yukarıda, “tanrı”dan aşağıda bir mertebede yaratılmış oluyor, hem “şirk” önleniyor, hem de halkın tepkisi azaltılıyordu. Meryem’i tanrısal gösteren çeşitli ikonaların “İkonakırma” olarak çevirebileceğimiz Bizans hükümet hareketi “İkonoclasm”a sebebiyet verdiğini söyleyebiliriz.

* * *

Yazının ikinci bölümünden sonra, kısmetse Yahudilik konusunu ele alacağım. Umarım verdiğim örnekler, konuyla ilgili okura güzel vakit geçirtip merakını kamçılamıştır. Hacer’ül Esved, Hıristiyan melekleri kast sistemi gibi konulara aşırı tepki çekebileceği için değinmedim. Belki Yahudilik konusunu ele alırken değinirim.

Ezen bolsun karındaş kalık.


[1] Ozan Feryadi

[2] Nedim

[3] Bakara 102

[4] Yılan

[5] Sistemin dışındaki tanrı, ilahi müdahale

[6] Sweeney Todd müzikalinde şöyle tasvir edilen İngiltere:

there’s a hole in the world like a great black pit
and the vermin of the world inhabit it
and its morals aren’t worth what a pig could spit
and it goes by the name of london…
at the top of the hole sit the privileged few
making mock of the vermin of the lower zoo
turning beauty into filth and greed… i too
have sailed the world and seen its wonders,
for the cruelty of men is as wondrous as peru
but there’s no place like london!”

“dünyada bir delik var kara, büyük bir çukur gibi,
ve dünyanın bütün haşeratı o delikte meskun
ve ahlak anlayışı bir domuz tükürüğünden de kıymetsiz
londra diye bilinir…
deliğin tepesinde ayrıcalıklı azınlık oturur
aşağıdaki hayvanat bahçesinin haşeratıyla dalga geçerler
güzelliği pisliğe ve hırsa dönüştürürler… ben de
yelken açtım dünyaya ve gördüm harikalarını
Çünkü insanların zalimliği peru dağları kadar yüksektir (fevkaladedir de diyebiliriz ama yüksektir demeyi tercih ettim)
Ama dünya’da yoktur londra gibisi”


Oğuz Kağan Efsanesi Üzerine – Mitoloji Dizisi #1

Hayalet Süvariler Mitinin Peşinde – Mitoloji Dizisi #2

Karşılaştırmalı Mitoloji: Evrensel Şiir – Mitoloji Dizisi #3

Sihir ve Büyüden Korunmanın Yolları – Mitoloji Dizisi #4


NOT: Bu yazı dizisinde bulunan metinler, daha ayrıntılı ve toplu bir halde M. Bahadırhan Dinçaslan‘ın Aygan Yayıncılık’tan çıkan “Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?” adlı kitabında bir araya getirilmiştir.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Gazeteci, çevirmen, yazar, şair. Günde iki paket sigara içer. Tolkien sever. Sebze yemez.

Henüz yorum yok. Forum'a gelip sohbete katıl.

Jonathan Carroll

Ekmek Arası Gibi Kokan Berduş – Jonathan Carroll

Carrie Hakkında Bilgi - Stephen King

Carrie Hakkında Muhtemelen Bilmediğiniz 9 Gerçek