Ruhlar Kayboluyor | İnceleme

kayip ruhlar kulubu 1 top

Bazen bir şeyi anlatmak gerçekten de zor oluyor. Hele ki gerçekten sevdiğiniz biri ve onun değer verdiği bir şey söz konusuysa… Neden mi bahsediyorum? Pek sevgili yazarımız Aşkın Güngör ve onun yeni kitabı “Ruhlar Kayboluyor”dan elbette. Ne yazarsanız yazın bir türlü yakıştıramıyorsunuz ne o yazara ne de el emeği göz nuru olan kitabına. Yine de bir yerlerden başlamak gerek.

[stextbox id=”black”]Ruhlar kaybolmaya başlasın

Geçtiğimiz ekim ayında okurlarıyla buluşan “Ruhlar Kayboluyor” uzun soluklu bir seri olarak tasarlanan yedi kitaplık “Kayıp Ruhlar Kulübü”nün ilk basamağı. Bundan tam yedi yıl önce yazılmaya başlanmış ve ancak günümüzde yayın aşamasına gelmiş. Yedi ayrı kişiyi (ya da yazarının deyimiyle yedi ayrı ruhu) konu alıyor ve karakterlerin her biri birbirinden ilginç. Her ruh için ayrı bir bölüm bulunuyor ve kitapta toplam 14 bölüm var.

Bir lanete maruz kalan ve alnında Ra’nın Gözü’nü taşıyan Levent Akarsu ilk ruh. Aynı zamanda ilk bölümün de başrol oyuncusu. Levent’in gücünü kazandığı kısımlardaki mekân ve karakter tasvirleri gerçekten çok başarılı. Okurken yazarın hayal gücünü takdir etmeden duramıyorsunuz. Bununla birlikte belki de anlatım olarak kitabın en zayıf bölümünü oluşturuyor bu sayfalar. Kahramanımızın aynı cümleleri sürekli tekrar etmesi ve bazı soruların yanıtını hiç olmayacak bir biçimde keşfetmesi okurken yerinizde hafifçe kıpırdanmanıza yol açıyor. Yine de olaylar merakınızı körükleyecek bir hızla gelişiyor ve bir çırpıda bölümün sonunda buluyorsunuz kendinizi.

İkinci bölümde güne normal bir genç kız olarak başlayan fakat ‘Hayalet’ olarak devam etmek zorunda kalan Melisa Çokeren’le tanışıyoruz. Ardından soluğu ‘Yabancı’ isimli bir diğer kahramanın yanında alıyoruz. Kendisi bizim dünyamıza ait olmayan lakin buraya nasıl geldiğini de hatırlayamayan yeşil tenli, sivri kulaklı, ayak bileklerinde minik kanatları olan biri. İşte bu noktadan itibaren kitaba dair hissettiğiniz tüm olumsuz düşünceleri bir daha hatırlamamacasına üzerinizden atıyor ve kendinizi kurguya kaptırıveriyorsunuz.

Sonraki bölümde bir uzaylıyla iletişime (ve çok daha fazlasına) geçen Hakan Can’ın hikâyesi başlıyor. ‘Kabuk’ lakaplı Hakan Can’ın ve uzaylı dostunun bulunduğu bölümler belki de kitaptaki en detaylı bölümleri oluşturuyor. Aşkın Güngör bir zamanlar Amerika ve Rusya’nın sürekli yarış halinde olduğu uzay araştırmalarına çok farklı ama inandırıcı olmayı başarabilen bir yaklaşım sunuyor bize burada.

Ardından belki de kişilik olarak en derin işlenmiş karakter olan Berk Aydoğan ya da diğer adıyla KeleBerk ile tanışıyoruz. KeleBerk’in yaşadığı sorunları ve içinde bulunduğu psikolojik durumu çok iyi kaleme almış yazarımız. Sonrasında gelişen olaylar ve Berk’in aldığı radikal kararlar da bir o kadar güzel ve ilgi çekici.

Altıncı ruhumuz ise bir ‘cücü’ yani cüce büyücü. Nüg isimli cücü, kardeşi Rög’ün aksine büyü sanatında hayli beceriksiz ve ne yaparsa yapsın, ne kadar çalışırsa çalışsın bu durumu tersine çeviremiyor. Beceriksizliğinin namı öyle yürümüş ki artık kendisine küçük büyücü kelimelerinin garip bir birleşimi olan ‘küçücü’ diye hitap etmeye başlamış insanlar.

Yedinci ve –şimdilik– son ruhumuzun adı Gölge. O da en az diğerleri kadar enteresan bir karakter. Normal bir gölge olmaktan çıkıp yaşayan bir varlık haline gelmesini okumak da bir o kadar keyif verici.

[stextbox id=”black”] Şeytan ayrıntıda gizlidir

Künye bilgileri için tıklayınız.
Künye bilgileri için tıklayınız.

Karakterler kadar olayın geçtiği dünya da hoşuma gitti. Dıştan bakıldığında bildiğimiz dünyaya benzese de aslında işler çok farklı. Bir ara boyut söz konusu ve normal insanlar burada olanları göremiyor. Fakat ara boyutun sakinleri insanları pek de güzel bir şekilde görüyor ve onlardan sonuna kadar faydalanıyor. Ruh emen sülükler, insan yiyen bitkiler, kan emici devasa yarasalar ve daha niceleri sokaklarda kol gezmekte. Onları görebilenlerse sadece kahramanlarımız. Yaratıkları görmeleri onlara avantaj sağlamıyor, tam aksine birer hedef haline getiriyor üstelik. Bu da bazı yerlerde aksiyonun neredeyse hiç dinmemesine neden oluyor.

Kitapta pek çok ufak ama hoş ayrıntı da mevcut. Örneğin Nüg karakteri Aşkın Güngör’ün bir başka kitabı olan Düşler Diyarı’nın sakinlerinden. Nüg ile ilgili bölümü okurken önceki kitaba yapılan birkaç gönderme çarpıyor gözümüze. Nüg’e ait bir diğer ayrıntı da isminde saklı. Nüg ve kardeşi Rög’ün isimlerini yan yana koyup tersten okuduğumuzda ‘Güngör’ kelimesini yani yazarın soyadını elde ediyoruz. Bir başka minik ayrıntı da diğer kahramanların isimlerinde gizli. Eğer kitabın başındaki ‘Teşekkürler’ yazısına şöyle bir göz atarsanız Levent Akarsu ve Hakan Can isimlerinin aslında yazarımızın gerçek dostlarına ait olduğunu fark edeceksiniz. Hatta kitabın ilerleyen bölümlerinde Yiğit Değer Bengi bile çıkıveriyor sayfaların arasından karşımıza.

Kitabın İstanbul’da geçmesi ve karakterlerin Türkçe isimler taşıması da bir başka önemli ve gurur verici nokta. Bildiğimiz yerlerde, alıştığımız mekânlarda sıra dışı şeylere şahit olmak gerçekten keyif verici. Sevgili Aşkın Güngör bizi sadece bu yerlere yazın dünyasında misafir etmekle kalmamış aynı zamanda ufak mesajlar da vermiş kitabında. Örneğin Beşiktaş sahilinin kirli denizine bakan ve kıyıya vuran poşetleri, sigara paketlerini ve izmaritler gören Melisa’nın düşünceleri gibi: “Belki de her şey insan olmakla ilgili. Ya da insan olamamakla.”

Çizgi-romana olan tutkusunu da unutmamış yazarımız ve hâlâ çizgi-romanın çocuklar için olduğunu düşünen kesime gayet güzel bir cevap da sıkıştırmış satırlarının arasına.

[stextbox id=”black”] Eee? Bu bitti!

Özetlemek gerekirse tutuk başlayan fakat kısa süre içinde gerek ilginç karakterleri, gerekse oluşturduğu alternatif gerçeklikle sizi kendisine bağlayan bir kitap “Ruhlar Kayboluyor”. Kısa süre içinde kendinizi kurguya öyle bir kaptırıyorsunuz ki 300 sayfayı ne zaman okuyup da bitirdiğinize hayret ediyor, daha fazlası için iştahla etrafa bakınmaya başlıyorsunuz. Şahsen ben bitirdiğim saniyeden itibaren serinin ikinci kitabını sabırsızlıkla beklemeye başladım. Olayların nasıl gelişeceğini merak ettiğim gibi sevgili Aşkın Güngör’ün yedi kitaplık bir kurguyu nasıl kaleme alacağını, kurgunun üstesinden nasıl geleceğini görmek de ilginç olacak.

Keyifli okumalar dilerim.