İçimizdeki Odysseus

Odysseia şimdiye kadar belki de üzerinde en çok düşünülen ve hakkında en çok yorum yapılan metin… Bir yol öyküsü anlatan bu metin psikanaliz gibi bir bilime kaynaklık ettiği içinde ayrıca önem taşıyor. Bu yüzden Odysseia için -tüm diğer öyküleri dışarıda tutarak- başlı başına bir iç yolculuk öyküsü, bir kendini arayış (quest) öyküsü demek gayet mümkün. Bende bu sebepten Odysseia’ yı bireysel bir iç yolculuk olarak değerlendirip, metin üzerinde Analitik Psikoloji ve Psikanalizi kullanarak bir okuma yapacağım. Tüm metni bize miras kalmış bir rüya gibi düşünüp bir insanın (aslında bir anlamda her insanın) analizini yapmaya çalışacağım.

Aslında işe sadece Yunan mitolojisi tarafından bakmadığımızda Odysseia çok farklı görünmüyor. Çünkü bir çok mitolojiler arasındaki bazı olay örgüleri büyük benzerlikler göstermekte. Hemen her mitolojide karşımıza çıkan yaratılış , tufan vb. öyküler var. Örneğin Çin mitolojisinde karşımıza çıkan bir olguyu başka bir mitolojide de bulmak mümkün… Tüm bunlar kolektif bilinçdışı kavramına mı götürüyor bizi? Acaba insanların ortak bir bilinçdışı var mı? Bende mitolojiden bahsettiğim bir yerde Jung’ dan ve onun kolektif bilinçdışı kavramından, arketiplerinden , “personalarından ” bahsetmeden geçemeyeceğim.

Birçok toplumun mitolojilerinde benzer kavramların kullanılıyor olması çok önemli yerlere götürüyor bizi. Jung mitolojik öykülere, psikanaliz ve analitik psikoloji adına çok önemli sorular soruyor. Örneğin “tufan” vb öykülerinin hemen her toplumun mitlerinde -bazen hiç değişmeden bazen de çok az bir form değişimi ile- karşımıza çıkıyor olması sadece bir tesadüf mü? Bu inceleme içinde bu sorulara cevap veremeyeceğim belki ama… Deneyeceğim!…

Aslında konu sadece analitik psikolojiyi ilgilendiren türden değil. Bir başka bakış açısı ile bu öykülerin önceleri “sadece” dilden dile aktarıldığını düşünürsek , konunun sadece “dil” anlamında bile derin anlamları olduğunu söyleyebiliriz. Lacan’ın bakış açısı ile bir okuma yapmak için Yunanca hakimiyetimin olması gerektiğini düşündüğüm için – ve ek olarak böyle bir hakimiyetimin olmadığını da bildiğim için-geniş bir dilsel okuma ne yazık ki yapamayacağım. Ancak bazı noktalarda kısıtlı bir şekilde de olsa dil açısından inceleme yapmadan geçmek mümkün değil.

Odysseia, bölümleri tek tek incelemeden de ,genel çerçeve de çok fazla şey söylüyor bize. Öykünün içindeki olaylara bir kadının gözüyle bakalım ilk önce…

Odysseia kadınları , Nazar ve Gerçek

Odysseia’daki kadınlar “iktidar sahibi” kadınlardır. Tanrıçalar, anne imagoları, güçlü – ve ek olarak güzellikte belki de rakipsiz- sevgililerdir. Genel olarak bu kadınların “bir kısmından” kaçılması gerekirken diğer bir kısım kadına ise ulaşmak en büyük “idealdir”. Odysseus’ un gemisinde kadın yoktur. Bunu dönemin sosyal yapısına bağlamak mümkün olduğu gibi – çünkü demokrasinin ülkesinde yaşayan Yunan kadınlarının özgür olmadıklarını biliyoruz- olaya başka anlamlar yüklemekte mümkündür. Bence gemide kadın olmaması , kadınlar açısından büyük önemi olduğu varsayılan “penis hasedi” açısından son derece anlamlıdır. Odysseia 6. bölümde bu hasetten doğacak nazardan * korunmak için ne yapılması gerektiğini bize açıklayan bir parça bence özellikle anlamlı:

Tanrısal Odysseus da onlara şöyle dedi:
“Kızlar, hele söyle uzak durun benden,
omuzlarımı yıkarım ben kendim,
denizin kirini atarım üzerimden,
sonra ovunurum verdiğiniz yağla.
Çoktan yağ görmedi, ovulmadı derim.
Ama utanırım, sizin önünüzde yıkanamam,
Görünemem güzel örgülü kızlara çırılçıplak.”

Bu dönem içinde Odysseus gibi ölümlülerin en yücesi olan bir adamın “omuzlarının” gözükmesinden utanması biraz tuhaf… Burada açık bir cinsellik iması sevdiğim için, karşısında duran bir sürü kadının nazarından kaçmasının söz konusu olduğunu düşünüyorum. Gemide hiç kadın olmamasının sebebi de “erkek işi” olan bu seferde kadın nazarından korunmak olabilir. ( Gemilerde kadın taşımanın uğursuz olması da buraya bağlanabilir.) 10. bölümdeki konuşma ise “penis hasedini” sadece kadınların duymadığını, bunun erkek bakışında belki de kadınlardan daha fazla yer tuttuğunu ispatlar gibi. ( Erkek çocuğun, babanın penisine karşı duyduğu haset gibi)

göz ede ede:
-Vay dinini, herkesten nasılda sevgi saygı görür bu adam,
kimin kentine, kimin toprağına giderse gitsin!
Doyurmalık diye bir çok armağan almadı mı Troya ’dan?
Bizde onunla aynı yolu aştık , elimize geçen ne?
İşte ellerimiz boş dönüyoruz evimize şimdi.
Dostluğunu kazanmak için Ailos neler verdi kim bilir,
Haydi gelin bir bakalım neymiş bunlar,
Bakalım tulumda altın ne kadar, gümüş ne kadar!
Onlarda böyle konuştu ve bu düşünce yedi onları,
Çözdüler tulumu , fırladı dışarı tekmil rüzgarlar,
Kopan fırtına sürdü bizi açık denizde,
Çok uzaklara sürdü baba toprağından,
Arkadaşlar çığrışmaya başladı ama iş işten geçmişti!

Görüldüğü gibi “iktidar sembolü” olan tuluma ilgi büyük… Ama tüm bunların bir rüya olduğu kabul edilirse, babanın iktidar sembolüne duyulan istediğin bilinçdışında nasıl bir “suçluluk duygusu” yarattığı ve bu “vicdan azabından” kurtulmak için kendini nasıl cezalandırdığı daha fark edilir duruma geliyor!
Aslında Yunan mitlerinin kahramanlarının genel bir karakteristiği var( özellikle erkek kahramanlarda karşılaştığımız bir özellik diyebiliriz buna). Kahramanlar belli bir konuda mükemmelleşme hayali kuruyorlar. Örneğin, çok iyi savaşmak, çok akıllı olmak vs. ( Arete isteği!) Bu isteği elde ettiği anda kahramanlar aşırı bir gurura kapılmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar (Hubris) ve bu noktada paniğe kapılıp, olanları hazmedemeyip yanlış ister yapıyorlar (Ate). Elbette ki bu zincir tanrılar tarafından cezalandırılma ile tamamlanıyor.( Nemesis) Odysseia’ nın tamamının psikanalize tabi tutulan bir rüya olduğunu düşünürsek, hemen hemen bütün öykülerde “babanın adına” ve “iktidarına” haset edildiğinde mekanizmanın benzer şekilde işlediği ve “kendini cezalandırarak” vicdan azabını defetme çabasının devreye girdiğini söyleyebiliriz. Bu arete ( bir konuda mükemmele ulaşma isteği) sadece erkekler için geçerli olan bir istek değildir ebetteki. Odysseia ’nın kadınlarının hemen hepsinin genel karakteristiği bir konuda areteye ulaşmış olmalarıdır. Athena savaşta, Penelopia sabırda vs. Aynı şekilde İlyada da “en güzel” olma kavgasının sonuçlanmasını sağlayan ödül, kahramana ölümlülerin arasındaki “en güzel” kadını verme teklifidir, en güzel kadın , güzellik aretesine –hatta başka bir değişle iktidara sahip- kadındır (Helena).

Arete isteği hem kadınlar hem erkekler için “penis hasedi” ile eşleştirilebilir anlama sahiptir. Bu hasedin yarattığı bakış olan “nazar” daha bir çok yerde tekrar tekrar karşımıza çıkar: Bakışın öneminden bahsedilen bir nokta da 9. Bölümde geçen bir diyalogdan bahsetmek gerekiyor. Nazar kavramın ayaklı temsili olan Tepegöz, tek bir gözü olan bir devdir. Odysseus ve arkadaşları Tepegöze ait olan mağaraya girip , ona ait yiyecekleri yedikleri için Tepegözü kızdırırlar. Tepegöz Odysseus’ un arkadaşlarını teker teker yemeğe başlar. Odysseus, Tepegözü alt etmek için Ona bol miktarda şarap içirir. Gözü kararan, başka bir değişle nazar işlevini yerine getiremeyen Tepegöz sızıp kalır. Bu fırsatı değerlendiren Odysseus ateşte ısıttığı kazığı Tepegözün gözüne saplar. Ve öykünün devamında zayiat verseler de , çoğu kurtulur. Bu eylemin tam bir iğdiş etme işlemi olduğu aşikar. Üstelik bu noktada bir “vagina dentata”* gibi Odysseus ve arkadaşlarını içine hapseden mağara da unutulmaması gereken bir nokta. “Gerçek”in nazarı büyük tehlikedir. Ve bundan kurtulmak gerekir. Ancak “gerçek” hiçbir zaman tam olarak yok olmaz. Sadece biz onun bize olan “bakışını” engelleyebiliriz. Varlığını değil! Aslında bu öyküde nazarı temsil eden ve gerçeğin bakışından korkan sadece Odysseus ve arkadaşları değildir. Tek göze sahip birinin, kendi evinde birçok “bakışa maruz kalması” da en az diğeri kadar tedirgin edicidir. Burada nazar çift taraflıdır. Odysseus ve arkadaşları için Tepegöz ne ise, Tepegöz için Odysseus ve arkadaşları da odur. Başta Tepegöz ’ün avantajlı durumda olmasının sebebi “nazarın” edenin kendi olmasıdır. Ancak devamında gözü görmez ve nazar edilen taraf olduğu için “gerçek” ile yüzleşir. Zaten öykünün daha başlarında geçen bir diyalog iki tarafında birbiri için “gerçeği” temsil ettiğini daha net açıklamaktadır. Tepegöz Odysseus ’a adını sorar. Cevap şöyledir:

-Peki diyeyim sana tepegöz, bana verilen adı,
ama sen tut sözünü, ver bana armağanı.
Benim adım Hiçkimse* , beni böyle çağırır anam, babam ve bütün arkadaşlarım.

Hiçkimse; olmayan, tarif edilemeyen bir şey… Ve gerçekte korkutan bu tarif edilemeyen şeyin bakışından zarar görme korkusu. Hatta tam tarifi ile “ölümün” korkusu. Odysseus “gerçeği” görmek için gideceği yer Hades’ tir. Hades ’e vardığında öğrendiği önemli bir şey vardır:

Birde baktım, geçmiş göçmüş anamın ruhu çıkageldi,
Ulu yürekli Autolyus’un kızı Antikleia’nın ruhu,
Oysa kutsal İlyon’a giderken sağ bırakmıştım onu,
Görünce bir acıdım, bir ağladım, ama ne kadar büyük olursa olsun benim acım,
Gene bırakmadım öne geçsin, yanaşsın kana,
Theiresias sorularıma karşılık verene dek.

Anne ile “gerçeğin” ya da “ölümün” mekanında karşılaşmakta çok anlamlı, çünkü bilinçdışında istenen “anneye dönüş arzusu” ancak dünya ile kurulan bağı koparma ile , yani ölüm ile mümkün. Anne ile olan bağın kopması ise kolay mümkün olan bir şey değil. Odysseia’ da anne imagosu olan karakterleri biraz inceleyelim. Kendisine “çağıran anne” bir çok yerde farklı formlarda çıkıyor karşımıza. Kalypso Odysseus’un evine dönmesini bir süre için engelliyor. Burada Kalypso ile Odysseus arasındaki diyaloga değinmek gerekiyor.

Yüce Tanrıça, bağışla beni,
Ben bütün bunları bilmez değilim,
Hem boyda posta , hem güzellikten yana
Ulu Penelopeia hiç kalır senin karşında.
Ne de olsa bir ölümlüdür o ,
Senin içinse ne yaşlanmak var ne ölüm.
Neyleyeyim ki gece gündüz onda aklım, tek istediğim şey, görmek sıla gününü.
Gene de acı çektirecekse ölümsüzlerden biri

Şarap rengi denizin üstünde bana,
Ne yapayım, o acıya da katlanacağım,
Göğsümdeki yürek öylesine dayanıklı.
Neler çekmiş, nelere göğüs germişim
Denizlerde, savaşlarda bundan önce.
Hazırım bundan sonra gelecek acılara da.

Kalypso’nun annenin temsili olarak gösterilmesi boşuna değil. Kalypso Yunanca “saklamak, gizlemek anlamına gelen kalyptein fiilinden türeme”*
Odysseus’u bir süre için elinde tutmayı başaran, eve dönüşünü uzatan bir diğer kadın ise Kirkedir. Hem Kalypso ve Kirke tipik “Ana tanrıça” özellikleri taşır.* Bu iki tanrıçanın Kybele’nin farklı tasvirleri olabileceğine düşünülmekte. Ana Tanrıçanın fiziksel tasvirleri “oturmuş durumda, kalın kalçalı, göbekli, dolgun memeli bir tanrıça, kollarında çok daha ufak boyda bir erkek figürü taşımakta. Bu erkek figür göğsüne yapışmış, üstüne tırmanmış gibidir. Bu erkek tanrıçanın hem çocuğu hem sevgilisidir” * Anneye geri dönme isteği elbette ki anneye sevgili olmakla mümkündür. Anneye sevgili olunduğunda karşılaşılacak şey ise “ölümdür”! Odysseus’ un karşılaştığı bu iki kadından bu derece şiddetle kaçmasının sebebi aslında “ölümden kaçmak” içindir. Yolda anneden gelen en çekici çağrı bir başka anne imagosu ise Syrenlerdir. Syrenler “tatlı sesleri” ile kendilerine çağırırlar. Bu sesi duyanın karşı koyması çok zordur. Odysseus arkadaşlarının kulaklarını kapattırır ama kendisini geminin direğine bağlatır. Çünkü asıl zafer annenin çağrısını duyup buna karşı koymaktan geçer. Bu çağrıyı duyar ama bağlı olduğu için yanlarına gidemez. Böylece anne imagosundan uzak kalınır. Odysseus ölümden, çeldirici kadınlardan kaçmayı başarır.

Yolculuk öykülerine arketip olan Odysseia ’da Odysseus evini döndüğü gibi bulmaz! Bir çok talip karısı ile evlenmek istemektedir.

Odysseus’un “İsim” Sorunsalı ve Personaları

Odysseia’da kendisine büyük anlamlar yükleyen bir başka konu Odysseus’ un ismi üzerinedir. Olay örgüsü içinde birçok kez Odysseus ’a ismi sorulur. Ve Odysseus kelimelerin anlamları ile oynayarak birçok anlam yaratır. Tepegöz ile ilgili söylediklerimizi hatırlarsak Odysseus ’un “Hiçkimse” kelimesi üzerine yaptığı kelime oyunu ile hayatını nasıl kurtardığını da hatırlarız…
Odysseus Phaliaklar ülkesinde de aynı yöntemi uygular ve sahte bir kimlik kullanır. Ülkeye geldiğinde bir dilenciyi andırmaktadır ama daha sonra gerçek ortaya çıkar.
Eve döndüğünde de isminin Odysseus olduğunu ispatlamak zorundadır. Penelopia karşısında gördüğü dilenci kılıklı adamı kocasına benzetemez…

Önce şunu sormak isterim sana, konuğum
Adın ne, nereli ve kimlerdensin, anan baban kim?

Odysseus kelimelere yüklediği “yeni ve farklı” anlamlarla birçok sorunun altından kalkmayı başarır. Karısının talipleri karşısına da dilenciye benzer bir kılıkla çıkar ve herkesi alt eder. Odysseus kullandığı bu “personalar” ile gizlenmeyi ve rakiplerini yener. Personalar , gündelik hayat içince kullandığımız maskelerdir. Hatta savunma mekanizmalarımızdır. Birçok şeyi bunların arkasına gizleriz. Odysseus kelimelerden maskeler yaratıyor ve kendini bu şekilde savunuyor. Tepegöze karşı tam bir yansıtma metodu ile onun en korktuğu şeye “nazara” dönüşüyor. Karısının gerçek aşkını öğrenmek için taliplerden biri olamayacak bir kılığa bürünüyor.

Odysseus’ u Arayan Telemakhos

Bunca şey söyledikten sonra tekrar Odysseia ’nın en başına gitmek gerekiyor. Telemakhos neden annesinin taliplerine karşı bu kadar büyük bir kin yüklü? Ya da neden kendi alt etmeye çalışmıyor da “babanın kendisine” böyle büyük bir ihtiyaç duyuyor. Aslında daha “babanın adı” ile başa çıkamamış bir insan var karşımızda. Bu noktada annenin çağrısına da karşı koyabilmesini beklemekte anlamsız. Baba Odysseus’ un annenin çağrılarına bu kadar çok kez hayır demesi, oğul Telemakhos için geçerli bir durum değil.

1-Burada “nazar” kelimesini “Gaze”in karşılığı kullanıyorum.
2-Dişli Vajina
3-I am nobody!
4-Kaypso, Mitoloji Sözlüğü, Remzi yayınları, A. Erhat, ,167
5-Kaypso, Mitoloji Sözlüğü, Remzi yayınları, A. Erhat, ,167
6-Mit. Söz 183 Kybele


Kaynaklar

Odysseia, Homeros, Can Yayınları ( Yazı içindeki Odysseia parçalar Azra Erhat’ın çevirisini yaptığı bu kitaptan alıntıdır.)

Mitolojiler Sözlüğü, Dost Yayınları

Dünya Mitolojisi ve Büyük Destan ve Söylenceler Ansiklopedisi, Donna Rosenberg
İmge Kitabevi

Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Remzi Kitabevi,


Gökçe “Hecate” İspi

(Bu yazı lostlibrary.org sitesinden, yayıncısının izni alınarak yayınlanmıştır)