Güneşkent Minas Tirith

Campanella’nın ilk ütopyalardan sayılan eseri Güneş Ülkesi ve Tolkien’in ilk kendi türünü oluşturmuş ütopyalardan sayılan Yüzüklerin Efendisi.

Aslında böyle bakınca ne var bunda diyeceğiniz bir benzerlik var aralarında. Ancak Campanella’nın Güneş Ülkesi, Tolkien’in eserine oranla daha politik bir yapıya sahip ve bir toplum düzeni yaratma düşüncesi içerisinde. Yüzüklerin Efendisi’ni Fantastik Edebiyat kapsamına alabiliyoruz ve kendi içinde değerlendirebiliyoruz, bunun yanında Güneş Ülkesi gerçek hayattaki toplum düzeniyle karşılaştırmalı olarak eleştirel bir yapıya sahip, ayrıca hikayeden ziyade gezi yazısı tadında yazılmış bir eser.

Bu yönden bakınca da aralarında hiç bir bağlantı yok. Ancak Tolkien’den 400 sene evvel yazılmış bu eserde günümüz Minas Tirith’inin bir betimlemesine rastlamamak elde değil. Anlaşılan insanlar şu ırk bizim milletimiz bu ırk bizim milletimiz demekten öteye gidip bu derin göndermeye rastlayamamış. Tolkien de tam anlamıyla bir alegori yapmadığı için yaptım dememiş. Dikkatli gözlerden kaçmaması gereken bu göndermeyi fark edip sizlere nacizane bir çalışmayla sunmak istiyorum:

Öncelikle direk olarak isme bakalım; Minas Tirith, eski adıyla Minas Anor (Güneş Kulesi). Tüm ırkların ve toplumların tek bir Arnor çatısı altında birleşmiş olduğu genel olarak barışın hakim olduğu çağlarda dünyanın incisi bir şehir. Kardeşi Minas Ithil (Ay Kulesi) kötü güçlerce ele geçirildikten sonra adı Minas Morgul (Büyü Kulesi)olarak değiştirmişti.

O zamanlar dünyada kötülük yayılmaya başladı ve Minas Anor’un adı Minas Tirith (Muhafız Kulesi) olarak değiştirildi. Bu değiştirilmeler (veya onlardan sonraki dönem) Minas Tirith’in de iyiliğe hizmet eden bir yapıda görünmesinin ardından kötülük tarafından yönetilmesine rast geliyor. Beyinleri genel olarak yıkanmış ve çok da başarılı olmayan bu yöneticiler, şehri sadece “muhafız” seviyesine düşürmüş. Ve içten de Güneşkent’likten çıkarmış.

Güneş Ülkesi’ne bakarsak ismi geçen Civitas Solis yani Güneş Kent genel yapı olarak Minas Tirith’e çok benzemekte, fiziksel özelliklerine ileride değineceğim. Sosyal yapısı olarak Minas Tirith’ten ziyade yukarıda belirttiğim gibi Karanlık Günler gelmeden ve son kaleler zaptedilmeden önce Minas Anor’a benziyor. Eşitliğin hüküm sürdüğü, fiziksel ayrımların gözetilmediği, keskin farkları olan ırklar bulunmasına rağmen Arnor adı verilen bir çatının olması. Güneş Ülkesi’ndeki temel felsefeyi oluşturuyor.

Ayrıca Güneş Ülkesi’ndeki yapılanmanın, rütbeleşmenin, insan değerinin de emeğe ve başarılara dayandığı göz önüne alınırsa, o çağlarda Orta Dünya’daki kötülüklerle mücadele etmede başarılı olanların ileride saygıyla anıldığını hatırlayalım.

Neyse bu bağlantıları belki başka bir yazıda belirtebilirim. Şimdilik şehir düzenine bakalım:

İki şehrin de yedi katmanlı olduğu ve düzlüğün ortasında olmadığı, her katta kapıların bulunduğu ilk dikkat çeken özellikler. İsterseniz bir bakalım:

Koyu puntoyla belirttiğim yerlere dikkat.

Minas Tirith adetlerine göre şehir, her biri dağa oyulmuş ve etrafı, ortasında bir kapısı olan surlarla çevrilmiş yedi satıh üzerine inşa edilmişti. Fakat kapılar bir hizaya yerleştirilmemişti: Şehir Surlarındaki büyük Cümlekapısı dairenin doğu noktasındaydı fakat bir sonraki güneye, üçünüsü kuzeye bakıyor, bu böylece değişe değişe yükseliyordu; böylelikle Hisar’a tırmanan kaldırım taşlarıyla döşeli yol dağın yüzünde bir o yana, bir bu yana dolanıp duruyordu.

Kralın Dönüşü S:16

…Cümlekapısı’nın arkasındaki geniş avlunun gerisinden kenarları gemi omurgası kadar keskin, doğuya bakan, taştan yüksek bir tabya yükseliyordu. En üstteki dairenin hizasına kadar yükseliyor orada mazgallı siperlerle taçlanıyordu; böylece Hisar’dakiler tıpkı dev bir gemideki gemiciler gibi tabyanın tepesinden, diklemesine aşağılarındaki, yedi yüz metre altlarındaki Cümlekapısı’nı gözetleyebilirlerdi. Hisar’ın girişi de doğuya bakıyordu… – Kralın Dönüşü S:17

Özellikle ikinci alıntıda kalenin savunmasının kuvvetine değinmiş. Şimdi Güneş Ülkesine bakalım:

“Göz alabildiğine uzanan düzlüğün ortasında, kentin büyük bir bölümünün kat kat yerleştiği ihtişamlı bir tepe yükseliyor. Kenti oluşturan çok sayıda çember, dağın eteklerinden açılarak uzak mesafelere yayılıyor; öyle ki kentin çapı iki mili buluyor, çevresi ise yedi milden daha büyük.” S:25

“Kent, her biri adını yedi ayrı gezegenden alan yedi büyük çembere bölünmüş. Birinden ötekin, dört yöne bakan dört yoldan ve dört kapıdan ulaşılıyor. Bu kent öyle inşa edilmiş ki, birileri birinci çemberin içinde kalan alanı işgal edecek olsa, ikincisini ele geçirmek için iki katı çaba; üçüncüsünü ele geçirmek için ondan daha çok çaba sarf etmek zorunda kalacaktır; demekki kenti yedi kez ele geçirmeden bütün Güneş Kent’e hakim olmak mümkün değildir.” – Güneş Ülkesi S:26

Buradaki yedi ayrı gezegenden alan ibaresi de dikkat çekmeli. KralınDönüşü S:18 den şuna bakarsak: “Yedi yıldız, yedi taş ve bir ak ağaç.” Bu kadarla kalmıyor:

“O zaman Pippin bir çığlık attı çünkü en tepedeki surlar içinde duran Ecthelion Kulesi göğe doğru tıpkı inci ve gümüşten bir başak gibi ışıldayarak, tüm endamı ve zarafetiyle parlamaya başladı.” –Kralın Dönüşü S:16

“.. Böylece sonunda Yüce Avlu’ya, Ak Kule’nin eteği önündeki Kaynak Yeri’ne varıyordu: Ak Kule yüksek ve biçimliydi, temelinden tepesine elli kulaç yüksekliğindeydi ve tepesine dikilmiş Vekilharçların sancağı ovanın bin ayak tepesinde dalgalanıyordu.” – Kralın Dönüşü S:17

“Tepenin doruğundaysa, ortasında harika bir sanat eseri olan bir yapının, daha doğrusu bir tapınağın yer aldığı geniş bir düzlük bulunmaktadır.” – Güneş Ülkesi S:28

Şimdilik bu kadar örnekle geçiştiriyorum. Tam anlamıyla bir iddia ortaya atmak istemiyorum. Bu Yüzüklerin Efendisi hakkındaki tüm görüşleri temelinden sarsarabilecek bir benzerlik gibi duruyor. Acaba Tolkien sadece ırkların birbiriyle savaşını ele almamış da yozlaşmış, ufak farklılıkların parçalamış olduğu bir dünyanın aslında ne kadar düzenli ve parlak bir yerden çıktığını ve yine oraya gideceğini mi öngörmüş?

Bunda sizin de düşünceleriniz çok önemli.