Blood of Elves | Ön Okuma

blood of elves onokuma

“Gurur duyardım,” dedi kadın sessizce, başını öne eğerek. “Yanında savaşmaktan gurur ve mutluluk duyardım.”

“Buna inanıyorum. Fakat yeterince yiğit değilim. Ya da yeterince yürekli. Ben bir asker veya kahraman olmaya uygun değilim. Ve acı çekmeye, sakatlanmaya ve ölüme yönelik yoğun korkum bunun tek sebebi değil. Bir askerin korkmasına engel olamazsın, ama korkusunu yenmesine yardımcı olacak motivasyonu ona verebilirsin. Benim öyle bir motivasyonum yok. Olamaz da. Ben bir Witcher’ım: yapay olarak yaratılmış bir mutant. Para için canavarları öldürürüm. Aileleri bana bunun için para ödediği zaman çocukları korurum. Eğer Nilfgaardlı aileler öderse, Nilfgaardlı çocukları korurum. Ve dünya mahvolsa bile – ki bana pek öyle olacakmış gibi gelmiyor – canavarlar beni öldürünceye kadar dünyanın yıkıntıları arasında onları avlamaya devam edeceğim. Bu benim yazgım, yaşama sebebim, hayatım ve dünyaya bakış açım. Üstelik bu seçtiğim bir şey değil. Benim için seçilen şey.” … “Ama bir savaş esnasında ölmek istemiyorum çünkü hiçbiri benim savaşım değil.”

Doğrusu size diyorum ki, kılıç ve baltanın çağı yakın, kurt tipisinin çağı. Beyaz Soğuk ve Beyaz Işık’ın zamanı yakın, Delilik Zamanı ve Aşağılama Zamanı: Tedd Deireádh yani Sonun Zamanı. Dünya buzlar arasında sona erecek ve yeni bir güneşle tekrar doğacak. Bu, Kadim Kan’ın, Hen Ichaer’in, ekilmiş tohumun yeniden doğuşu olacak. Filizlenmeyecek fakat alev alacak bir tohum.

Ess’tuath esse! Bunlar olacak! İşaretleri takip edin! Hangi işaretler olduğunu size söyleyeyim: ilk olarak toprak Aen Seidhe’nin kanıyla yıkanacak, Elflerin Kanıyla…

Aen Ithlinnespeath,
Ithlinne Aegli aep Aevenien’nin kehaneti

BÖLÜM BİR

Kasaba alevler içindeydi.

İlk çitlere ve hendeğe giden dar sokaklardan duman ve köz fışkırıyor, alevler saz evlerden oluşan yoğun kümeyi yakıp yok ediyor ve kale duvarlarını yalıyordu. Batıda, liman kapısında, şiddetli savaşın çığlık ve yaygaralarıyla duvarlara duygusuzca çarpan bir şahmerdanın gürültüsü giderek artıyordu.

Saldırganlar onları hazırlıksız yakalayarak sadece birkaç askerin, bir avuç baltalı kargı taşıyan kasabalının ve loncadan birkaç okçunun koruduğu barikatı paramparça etmişti. Siyah ve dalgalı örtülerle donatılmış atları barikatları hortlak misali aşmış, binicilerinin ışıltılı ve parlak kılıçları kaçan muhafızların üzerine ölüm saçmıştı.

Ciri, onu eyerinin önünde taşıyan şövalyenin atını sertçe mahmuzladığını hissetti. Adamın bağırdığını duydu.

“Dayanın,” diye haykırıyordu. “Dayanın!”

Son sürat geri çekilmelerine rağmen Cintra’nın renklerine bürünmüş şövalyeler ve Nilfgaardianla birlikte kendilerine yetişti. Ciri çatışmaya şöyle bir göz attı – çarpışan çeliklerin ortasında çılgın bir girdap gibi dönen mavi-sarı ve kara pelerinler, kalkanlara çarpan kılıçların takırtısı, atların kişnemeleri — bağırışlar. Hayır, bağırış değil. Çığlıklar.

“Dayanın!”

Korku. Atın her sarsıntısında, her sallanışında, her sıçrayışında acı, dizginleri sıkıca tutan ellerinden bedenine yayılıyordu. Destek bulamayan bacakları acı verici bir biçimde kasılmıştı, gözleri duman yüzünden yaşarmıştı. Etrafına sarılı olan kol onu bunaltıyor, öksürtüyor, kaburgalarını sıkıştırıyordu. Daha önce hiç duymadığı kadar yüksek bir çığlık vardı her yanında. Bir insanın böyle haykırmasına ne sebep olabilirdi?

Korku. Mecalsiz bırakan, felç eden, boğucu korku.

Demirlerin çarpışması, atların homurtu ve hırıltıları bir kez daha duyuldu. Evler etrafında dönüp durdu ve aniden yalnızca bir dakika önce cesetlerle ve kaçan halkın terk ettiği eşyalarla dolu olan çamurlu, küçük bir sokağın pencerelerinin artık alevler kustuğunu gördü. Birdenbire arkasındaki şövalye hırıltılı, garip bir öksürükle yıkıldı. Dizginleri tutan ellerinin üzerine kan fışkırdı. Daha fazla çığlık duyuldu. Oklar ıslık çalarak geçti.

Bir düşüş, bir şok, zırhın altında kalmanın getirdiği acı verici yaralar. Gürültüyle çarpan toynaklar yanından geçti, bir atın karnı ve yıpranmış bir eyer başının üzerinde hızla görünüp kayboldu. Ardından bir başka atın karnı ve dalgalı siyah bir örtü… Gayretten doğan homurtular duyuldu, tıpkı bir ormancının ağaç keserken çıkardığı gibi… Fakat bu ağaç değildi; çeliğe karşı çelikti. Boğuk ve duygusuz bir bağırış duyuldu, sonra da devasa ve siyah bir şey etrafa kan sıçratarak az ötedeki çamur birikintisine bir şapırtıyla düştü. Zırhla kaplı bir ayak titredi, kıvrandı, devasa mahmuzuyla yeri eşeledi.

Bir sarsıntı. Bir güç onu yerden kaldırdı ve başka bir eyere oturttu. Dayanın! Yine kemik-sarsan bir hız, yine delicesine bir mahmuzlama. Kolları ve bacakları tutunacak bir yer aradı umutsuzca. At şaha kalktı. Dayanın! Hiç destek yok. Hiç yok. Hiç… Kan var. At devriliyor. Yana sıçramak imkânsız, zincir zırhla kuşanmış kolların sıkı tutuşundan kurtulmanın bir yolu yok. Başının üzerine ve omuzlarından aşağı akan kandan kaçınmanın yolu yok.

Bir çarpma, çamur şapırtısı, yere şiddetli bir şekilde çakılma, şiddetli sürüş sonrası dehşet verici bir hareketsizlik. Tekrar ayağa kalkmaya çalışan atın sinir bozucu hırıltı ve iniltileri. At nallarının gürültüsü, hızla geçen toynak ve topuklar. Dalgalı kara örtü ve pelerinler.

Bağırışlar.

Sokak kükreyen kızıl bir ateş duvarı içinde yanıyor. Önünde bir gölge beliriyor, bir atlı yanan çatıların görüntüsü önünde dev bir kule misali önünde yükseliyor. Siyah örtülerle donatılmış atı kıpırdayıp duruyor, başını sertçe ileri geri oynatıyor, kişniyor. Binici aşağı, Ciri’ye bakıyor. Devasa miğferi yırtıcı bir kuşun kanatları biçiminde. Ciri, miğferin üzerindeki dar aralıktan adamın gözlerinin parıldadığını görüyor. Adamın elindeki kılıçtan ateşin yansımasını görüyor.

Binici ona bakıyor. Ciri hareket edemiyor. Ölü adamın beline sarılmış hareketsiz kolları onu yerde tutuyor. Kanla ıslanmış ve ağır bir şey tarafından yere çakılmış durumda, kalçaları üzerinde boylu boyunca yatan ve onu yere sabitleyen bir şey.

Ve korkudan kaskatı kesilmiş durumda: içini dışına çıkaran korkunç bir korku, Ciri’nin yaralı atın iniltilerini, alevlerin kükremesini, ölen insanların bağırışlarını ve atların gürültüsünü duymasını engelleyen bir korku. Var olan, önemli olan, hâlâ bir şey ifade eden tek şey korku. Öfkeli, kızıl alev duvarları önünde donmuş, tüylerle dekore edilmiş bir miğfer giyen kara şövalye şeklinde beden bulmuştu korku.

Binici atını mahmuzladı, miğferindeki tüyler sanki yırtıcı kuş havalanmış ve korkudan felç olmuş avının üzerine çullanmışçasına titreşti. Kuş – yoksa şövalye miydi – dehşet verici bir şekilde, zalimce ve zaferle haykırdı. Siyah bir at, siyah zırh, dalgalı siyah bir kumaş ve tüm bunların ardında – alevler. Bir ateş denizi.

Korku.

Kuş çığlık attı. Kanatlarını çırptı, tüyler yüzüne çarptı. Korku!

Yardım edin! Neden kimse bana yardım etmiyor? Yalnız, zayıf, çaresiz – hareket edemiyorum, kasılmış boğazımdan tek bir ses bile çıkaramıyorum. Niçin kimse bana yardım etmeye gelmiyor?

Korkuyorum!

Devasa kanatlı miğferin ardındaki gözler parıldadı. Kara pelerin her şeyi örtüyor –

“Ciri!”

Uyuşmuş ve terden sırılsıklam olmuş bir şekilde uyandı. Çığlığı – onu uyandıran çığlığı – hâlâ havada asılıydı, hâlâ içinde, göğsünün altında bir yerlerde titreşiyor ve kavrulmuş boğazını yakıyordu. Battaniyesini sıkıca kavrayan elleri acıyor, sırtı ağrıyordu…

“Ciri. Sakin ol.”

Gece karanlık ve rüzgârlıydı, etraflarındaki çam ağaçlarının zirveleri sürekli ve ahenkle hışırdıyor, dalları ve gövdeleri rüzgârla birlikte gıcırdıyordu. Kötücül ateş yoktu, çığlıklar yoktu, sadece bu kibar ninni vardı. Yanı başındaki kamp ateşi ışık ve sıcaklık saçarak titreşiyor, yansıyan alevler koşum takımları üzerinde parlıyor, yerdeki bir eyere yaslanmış deri kaplamalı ve demir bantlı bir kılıç kabzasında kızıl kızıl ışıldıyordu. Onların dışında ateş ve demir yoktu. Yanağındaki el, deri ve kömür kokuyordu. Kan değil.

“Geralt —”

“Yalnızca bir rüyaydı. Kötü bir rüya.”

Ciri şiddetle ürperdi, kollarını bacaklarına sıkıca dolayarak toparlandı.

Bir rüya. Sadece bir rüya.

Kamp ateşi şimdiden sönmeye başlamıştı: huş ağacı kütükler kızıl ve parlaktı, arada bir çatırdıyor, kızın etrafına battaniye ve koyun postu saran beyaz saçlı ve keskin yüz hatlarına sahip adamı aydınlatan mavi renkli minik alevler huzmeleri çıkarıyordu.

“Geralt, ben—”

“Yanındayım. Uyu Ciri. Dinlenmen gerekiyor. Önümüzde hâlâ çok uzun bir yol var.”

Müziği duyabiliyorum, diye düşündü aniden. Ağaçların hışırtılarının tam ortasında… müzik var. Lavta müziği. Ve sesler. Cintra Prensesi… Bir kader çocuğu… Kadim Kan’ın çocuğu, elflerin kanı. Rivialı Geralt, Beyaz Kurt ve onun kaderi. Hayır, hayır, bu bir efsane. Bir ozanın uydurması. Prenses öldü. Kaçmaya çalışırken kasabanın sokaklarında öldürüldü…

Dayanın! Dayan…

“Geralt?”

“Ne var Ciri?”

“O adam bana ne yaptı? Ne oldu? O adam bana… ne yaptı?”

“Kim?”

“Şövalye… Miğferinin üzerinde tüyler olan kara şövalye… Hiçbir şey hatırlayamıyorum. Bağırıyordu… Bana baktı. Ne olduğunu anımsayamıyorum. Sadece korktuğumu hatırlıyorum. Çok korkmuştum…”

Adam kıza doğru eğildi, kamp ateşinin alevleri gözlerinde parıldadı. Gözleri garipti. Çok garip. Ciri bir zamanlar onlardan korkardı, bakışlarının buluşmasından hoşlanmazdı. Fakat bu uzun zaman önceydi. Çok uzun zaman önce.

“Hiçbir şey hatırlayamıyorum,” diye fısıldadı kız, adamın işlenmemiş ahşap kadar sert ve kaba eline uzanarak. “Kara şövalye…”

“Bu bir rüyaydı. Rahat uyu. Tekrar gelmeyecek.”

Ciri bu gibi sözleri daha önce de duymuştu. Bu gibi cümleler kendisine sürekli tekrar edilmiş, kâbusları yüzünden çığlık çığlığa uyandığı her gece kıza rahatlatıcı sözler sunulmuştu. Ama bu kez farklıydı. Bu kez sözlere inanıyordu. Çünkü onları söyleyen kişi Rivialı Geralt, Beyaz Kurt, Witcher’dı. Kaderi olan adam. Kaderi olduğu adam. Witcher Geralt, savaş, ölüm ve çaresizlik etrafını kuşattığında onu bulan, onu yanına alan ve asla ayrılmayacakları sözünü veren adam. Onun elini sıkıca tutarak tekrar uykuya daldı.

Ozan şarkısını bitirdi. Kendisine eşlik eden çıraktan daha yüksek, yumuşak ve ince bir tonla baladın nakaratını lavtasıyla tekrar ederken başını hafifçe eğdi. Kimseden çıt çıkmadı. Alçalan müzik, fısıldayan yapraklar ve devasa meşe ağacının gıcırdayan dalları dışında tek bir ses bile duyulmuyordu.

Sonra, aniden, kadim ağacın etrafına daire şeklinde dizilmiş arabalardan birine bağlı bir keçi uzunca meledi. O anda, sanki bir sinyal verilmişçesine, geniş bir yarım daire oluşturacak şekilde oturan seyircilerden biri ayağa kalktı. Altın örgülü kobalt mavisi pelerinini omzundan geriye fırlattı ve sert, ağırbaşlı bir tavırla eğildi.

“Teşekkürler Efendi Dandelion,” dedi, çok yüksek olmamasına rağmen yankı yapan sesiyle. “Bana, Oxenfurtlu Radcliffe’e, Büyü Ustasına, sanatınız ve beceriniz için şükran ve takdirlerimi sunmama izin verin. Burada bulunan herkesin benimle aynı görüşte olduğuna eminim.”

Büyücünün bakışları yerde ya da arabalarının üzerinde oturan veya yüzleri meşe ağacına dönük olacak şekilde ayakta, sıkı bir yarım daire oluşturacak şekilde duran topluluğun üzerinde dolaştı – yüz kişiyi rahatlıkla aşan bir kalabalıktı. Başlarını olumlu anlamda salladılar ve kendi aralarında fısıldaştılar. Bazıları alkışlamaya bazılarıysa ellerini kaldırıp ozanı selamlamaya başladı. Müzikten etkilenen kadınlar burunlarını çekip ellerine ilk geçen – durdukları yere, mesleklerine ve varlıklarına göre değişen – şeye gözlerini sildi: köylü kadınlar elbiselerinin yenlerini ya da ellerinin arkasını kullandı, tüccarların eşleri ipek mendillerle gözlerine hafifçe dokundu, elfler ve soylu kadınlarsa en kaliteli pamuktan örülmüş şallarını tercih etti. Meşhur ozanın gösterisine katılabilmek için maiyetleriyle birlikte şahin avlarına ara veren Baron Vilibert’ın üç kızıysa zarif, küf yeşili kaşmer eşarplarına gürültülü ve yankılı bir şekilde sümkürdü.

“Bizi derinden etkilediğinizi söylemek,” diye devam etti büyücü, “hiç de abartılı olmaz Efendi Dandelion. Bizi düşünmeye ve hayal etmeye sevk ettiniz; yüreklerimizi canlandırdınız. Minnettarlığımızı ve saygımızı ifade etmeme izin verin.”

Ozan ayağa kalktı ve tepesine balıkçıl tüyü tutturulmuş şık şapkası dizlerini süpürünceye kadar eğildi. Çırağı çalmayı kesti, sırıttı ve Dandelion ona sertçe bakıp kısık bir sesle tersleyinceye kadar eğildi. Çocuk başını eğdi ve lavtasının tellerini usulca tıngırdatmaya geri döndü.

 

The Witcher ana sayfasına dönmek için tıklayın.