The Last Wish | Ön Okuma

the last wish onokuma

Geralt, başparmağıyla bastırarak kalaylı sürahinin kapağını açtı, kendine biraz şarap doldurdu, bir yudum aldı ve sandalyesinde geriye yaslandı. Karşısında oturan canavarı bir gülümsemeyle izliyordu. Son derece çirkin bir taneydi.

“Eveeeet,” dedi Nivellen yavaşça, çenesinin köşesini pençesiyle deşerken. “İtiraf etmeliyim ki soruları çok fazla kelime kullanmadan cevaplayabiliyorsun. Bir sonrakiyle nasıl başa çıkacağını görmek ilginç olacak. İcabıma bakman için kim para ödedi?”

“Hiç kimse. Tesadüfen buradayım.”

“Şans eseri yalan söylemiyorsundur, değil mi?”

“Yalan söylemek alışkanlığım değildir.”

“Peki ne gibi alışkanlıkların var? Witcherlar hakkında bazı şeyler duydum – küçük çocukları kaçırıp onları büyülü otlarla besliyorlarmış. Sağ kalanlar da birer Witcher’a dönüşüyormuş, insanlık dışı güçlere sahip büyücülere yani. Öldürmeyi ve tüm insancıl duygu ve tepkilerine hâkim olmayı öğreniyorlarmış. Canavarları öldürmek için canavara dönüştürülmüşler. Birilerinin Witcherları avlamaya başlamasının zamanının geldiğini söylüyorlar: özellikle canavarlar giderek azalır, Witcherlar ise gün geçtikçe çoğalırken… Tamamen soğumadan önce şu keklikten biraz al.”

Nivellen kekliği tabaktan aldı, ağzının içine yerleştirdi ve sanki bir parça tostmuşçasına çiğnedi. Dişlerinin arasında ezilen kemikler çatırdıyordu.

“Niçin hiçbir şey söylemiyorsun?” diye sordu belli belirsiz, yutkunarak. “Siz Witcherlar hakkında söylenenlerin ne kadarı doğru?”

“Neredeyse hiçbiri.”

“Peki hangisi yalan?”

“Giderek daha az canavar kaldığı.”

MANTIĞIN SESİ

1

Kadın ona sabaha doğru geldi. Çok dikkatli bir şekilde içeri girdi, sessizce hareket ederek  odanın içine bir hayalet misali süzüldü; çıkardığı tek ses çıplak tenine sürtünen pelerinine aitti. Yine de bu zayıf ses bile Witcher’ın uyanması için yeterliydi – veya belki de sadece monoton bir biçimde sarsılıp durduğu hafif uykusundan ayırdı, sanki ölçülemez derinliklerde yapılan zorlu bir seyahat esnasında deniz yatağı ve onun yosun öbeklerini kibarca dalgalandıran sakin yüzeyi arasında kalmıştı.

Ne hareket etti ne de kıpırdadı. Kız biraz daha yaklaştı, pelerinini bir kenara attı ve yavaşça, tereddütle bir dizini geniş yatağın köşesine koyuverdi. Adam, uyanık olduğunu belli etmeden kapalı göz kapaklarının arasından gizlice onu izledi. Kız dikkatli bir biçimde yatağa ve adamın üzerine tırmandı ve kalçalarıyla adamın etrafını sardı. Gergin kolların üzerinde öne eğilirken papatya kokan saçları adamın yüzüne hafifçe dokundu. Kararlı bir tavırla, hatta sabırsızca öne eğildi ve göğüs uçlarıyla adamın göz kapaklarına, yanaklarına ve dudaklarına dokundu.

Adam gülümsedi, çok yavaşça, büyük bir dikkatle kızı omuzlarından kavradı. Kız doğrularak parmaklarından kaçındı. Şafağın puslu aydınlığında göz alıcı ve ışıl ışıldı. Adam hareketlendi fakat kız iki eliyle birlikte bastırarak duruşunu değiştirmesini engelledi ve kalçasının hafif ama kararlı hareketleriyle karşılık bekledi. Adam karşılık verdi. Kız artık ellerinden kaçınmıyordu; başını geriye attı, saçlarını silkeledi. Teni mükemmel ve şaşırtıcı ölçüde pürüzsüzdü. Yüzü yüzüne yaklaştığında kırpışan gözleri tıpkı bir su nymph’ininkiler kadar iri ve siyahtı. Sarsılarak, giderek çalkalanan ve kaynayan papatya denizinin derinliklerine gömüldü.

WITCHER

I

Sonraları, adamın kuzeyden geldiği söylenecekti, Halatçılar Kapısından. Yürüyerek gelmişti, yük taşıyan atını dizginlerinden tutarak ilerletiyordu. İkindi vaktiydi ve halatçıların, nalbantların ve dericilerin tezgâhları çoktan kapanmıştı, sokak boştu. Hava sıcaktı ama adamın omuzlarının üzerinde siyah ve uzun bir pardösü sallanıyordu. Dikkatleri üzerine topluyordu. İhtiyar Narakort hanının önünde durdu, bir dakika kadar orada dikilerek içeriden yükselen ses karmaşasını dinledi. Her zamanki gibi han bu saatte insan kaynıyordu.

Yabancı, İhtiyar Narakort’a girmedi. Atını çekiştirerek sokağın aşağısındaki bir başka hana, Tilki adlı daha küçük bir mekâna yöneldi. Pek saygın bir yer olmadığından neredeyse bomboştu. Hancı bir varil turşusunun ardından kafasını kaldırdı ve adamı bakışlarıyla tarttı. Hâlâ pardösüsünün içinde olan yabancı hareketsiz ve sessiz bir şekilde tezgâhın karşısına dikildi.

“Ne istiyorsun?”

“Bira,” dedi yabancı. Sesi rahatsızlık vericiydi. Hancı önlüğüyle ellerini kuruladı ve yıpranmış toprak bir maşrapayı doldurdu.

Yabancı yaşlı değildi, ama saçları neredeyse bembeyazdı. Pardösüsünün altına, boynuna ve omuzlarına kadar iliklenmiş deri bir yelek giymişti. Pardösüsünü çıkarttığında bir kılıç taşıdığını fark ettiler –Wyzima’daki hemen her erkek bir silah taşıdığından bu pek de alışılmadık bir şey değildi– ama hiç kimse kılıcını bir ok ya da sadak gibi sırtına bağlayarak taşımazdı.

Yabancı, diğer müşterilerle aynı masaya oturmadı. Bakışlarıyla hancıyı delip geçerek tezgâhın önünde durmaya devam etti. Maşrapadan bir yudum aldı.

“Geceyi geçirebileceğim bir oda arıyorum.”

“Odam yok,” diye homurdandı hancı, konuğunun tozlu ve kirli çizmelerine bakarak. “İhtiyar Narakort’a sor.”

“Burada kalmayı tercih ederim.”

“Odam yok.” Hancı yabancının aksanını nihayet tanıdı. Bir Rivialıydı bu.

“Parasını öderim.” Yabancı emin değilmiş gibi usulca konuşmuştu ve tüm iğrenç olaylar o anda başladı.

Yabancıyı hana girdiği ilk andan itibaren karanlık bakışlarıyla takip eden çiçekbozuğu tenli, fasulye sırığı kadar uzun bir adam ayağa kalktı ve tezgâha yanaştı. İki yoldaşı da onun ardından ayaklandılar ve iki adım arkasında durdular.

“Sana ayıracak odamız yok, seni Rivialı pis serseri,” diye hırıldadı çiçekbozuğu tenli adam, yabancının yanı başında dururken. “Wyzima’da senin gibi tiplere ihtiyacımız yok. Burası dürüst bir kasaba!”

Yabancı maşrapasını alarak yürümeye başladı. Gözlerinden kaçınan hancıyı süzdü. Rivialıyı savunmaya hiç de niyeti yok gibi görünüyordu. Zaten Rivialılardan kim hoşlanırdı ki?

“Bütün Rivialılar hırsızdır,” diye devam etti çiçekbozuğu tenli adam, nefesi bira, sarımsak ve öfke kokarak. “Beni duyuyor musun, seni piç kurusu?”

Yanındaki adamlardan biri, “Seni duyamaz. Kulakları bokla dolu,” dedi ve ikinci adam kesik kesik güldü.

“Öde ve defol!” diye bağırdı çiçekbozuğu tenli adam.

Rivialı ancak o zaman dönüp adama baktı.

“Biramı bitireceğim.”

“Sana yardım edelim,” diye tısladı çiçekbozuğu adam.

Yabancının elindeki maşrapayı yere fırlattı ve omuzlarından kavrayıp parmaklarını adamın göğsünü dikey bir şekilde saran deri şeritlerin arasına daldırdı. Arkadaki adamlardan biri yumruk yaptığı elini havaya kaldırdı. Yabancı olduğu yerde kıvrılarak çiçekbozuğu adamın dengesini bozdu. Kılıç, kınının içinde tısladı ve kısa bir an için zayıf ışığın altında parladı. Han birdenbire karıştı. Bir çığlık yükseldi ve kalan müşterilerden biri tökezleyerek çıkışa doğru koşturdu. Bir sandalye gürültüyle düştü ve toprak maşrapalardan biri duvara fırlayarak kof bir sesle parçalandı.

Dudakları titreyen hancı, parmaklarıyla tezgâhın köşesine tutunan ve yavaşça yere doğru çökerek görüntüden kaybolan çiçekbozuğu tenli adamın yüzündeki korkunç kesiğe baktı. Diğer ikisi yerde yatıyordu. Biri tamamen hareketsizdi, diğeriyse koyu renkli ve giderek yayılan bir kan gölünün içinde kıvranıyor ve sarsılıyordu. Hancı titrer, soluğunu tutar ve kusarken bir kadının kulakları delen histerik çığlığı havada yankılandı.

Yabancı, gergin ve dikkatli bir şekilde duvara doğru geriledi. Havada savurduğu kılıcını iki eliyle birden tutuyordu. Hiç kimse hareket etmedi. Yüzlerindeki korku açıkça görünüyordu, eklemlerini felç ediyor boğazlarını düğümlüyordu.

Üç muhafız gürültü ve çelik şıkırtısı eşliğinde hızlıca hana girdi. Yakınlarda olmalıydılar. Ellerinde deri kayışlı kısa sopalar vardı, fakat cesetleri görür görmez kılıçlarını çektiler. Rivialı sırtını duvara verdi ve sol eliyle çizmesinden bir hançer çıkarttı.

“At onu yere!” diye bağırdı muhafızlardan biri, titreyen bir sesle. “Onu yere at seni haydut! Bizimle geliyorsun!”

İkinci muhafız Rivialı ile aralarında duran masayı bir kenara tekmeledi.

“Git adamları getir Treska!” diye bağırdı kapıya daha yakın duran üçüncü muhafıza.

“Gerek yok,” dedi yabancı, kılıcını indirerek. “Kendim gelirim.”

“Gideceksin seni onun bunun çocuğu, ipin ucunda sallanmaya!” diye bağırdı titreyen muhafız. “Kılıcını yere at yoksa kafanı parçalarım!”

Rivialı duruşunu dikleştirdi. Hançeri çabucak sol kolunun altına sıkıştırdı, sağ elini muhafızlara doğru kaldırarak süratle havada karmaşık bir işaret çizdi. Bileklerinden dirseklerine kadar tuniğini saran çiviler ani bir ışıkla parladı. Muhafızlar kollarını yüzlerine siper ederek geri çekildi. Müşterilerden biri kapıya doğru fırlarken bir diğeriyse yerinde sıçradı. Kadın çılgınca ve kulakları sağır ederek tekrar çığlık attı.

“Kendim gelirim,” diye tekrar etti yabancı, yankılı, metalik sesiyle. “Ve siz üçünüz benim önümde yürüyeceksiniz. Beni kale kumandanına götüreceksiniz. Yolu bilmiyorum.”

“Anlaşıldı efendim,” diye geveledi muhafız, başını devirerek.

Çekingen bir tavırla etrafına bakarak kapıya doğru ilerledi. Diğer iki muhafız onu süratle takip etti. Kılıcını ve hançerini yerine kaldıran yabancı arkalarından yürüdü. Onlar geçerken masalarda yer alan müşteriler yüzlerini bu tehlikeli yabancıdan gizledi.

II

Velerad, Wyzima’nın kale kumandanı çenesini kaşıdı. Batıl inançlı ya da korkak biri değildi ,ama beyaz saçlı adamla yalnız kalma düşüncesi kendisine hiç de cazip gelmiyordu. Nihayet kararını verdi.

“Gidin,” diye emretti muhafızlara. “Ve sen, otur. Hayır, oraya değil. Biraz daha uzağa lütfen.”

Yabancı oturdu. Kılıcı ve pardösüsü artık üzerinde değildi.

“Ben Velerad, Wyzima’nın kale kumandanı,” dedi Velerad, masanın üzerinde duran ağır bir topuzla oynarken. “Seni dinliyorum. Zindanlara atılmadan önce bana ne söylemek istiyorsun haydut bozuntusu? Üç ölü ve bir de büyü girişimi. Fena değil, hiç fena değil. Wyzima’da bu tarz suçlar için insanlar kazığa oturtulur. Fakat ben adil bir adamım, bu yüzden idam edilmeden önce seni dinleyeceğim. Konuş.”

Rivialı yeleğinin düğmelerini açtı ve beyaz keçi derisinden yapılma bir tomar çıkarttı.

“Bu ilanı kavşaklara ve hanlara asıyorsunuz,” dedi sessizce. “Burada yazanlar doğru mu?”

“Ah,” diyerek homurdandı Velerad, derinin üzerine kazınmış rünlere bakarak. “Demek öyle. Üstelik ilk başta tahmin edemedim. Evet, doğru. Üzerinde Temeria, Pontar ve Mahakam’ın hükümdarı Kral Foltest’in imzası var ve bu da onu geçerli kılar. Bir ilan bir ilandır Witcher, ama kanun da kanundur – Wyzima’da kanun ve düzenle ben ilgilenirim. İnsanların öldürülmesine izin veremem! Anlıyor musun?”

Rivialı anladığını göstermek için başını salladı. Velerad öfkeyle homurdandı. “Witcherların amblemini taşıyor musun?”

Yabancı bir kez daha yeleğine uzandı ve gümüş zincirli yuvarlak bir madalyon çıkarttı. Üzerine pençelerini gösteren bir kurt kafası işlenmişti.

“Peki bir adın var mı? Herhangi bir isim yeterli, yalnızca sohbeti daha kolay hale getirebilmek için.”

“Adım Geralt.”

“Geralt o halde. Aksanından çıkarttığım kadarıyla Rivialı Geralt.”

“Rivialı.”

“Pekâlâ. Ne diyeceğim, biliyor musun Geralt? Bunu” – Velerad ilana hızla vurdu – “unut gitsin. Bu ciddi bir mesele. Şimdiden pek çok kişi denedi ve başarısız oldu. Bu birkaç serseriyi hırpalamakla aynı şey değil dostum.”

“Biliyorum. Bu benim işim Velerad. Ve o ilan üç bin orenlik bir ödül vaat ediyor.

“Üç bin.” Velerad somurttu. “Ve söylentilere bakılırsa prensesi eşin olarak alıyorsun. Merhametli Foltest böyle bir bildirgede bulunmadı.”

“Prenses umurumda değil,” dedi Geralt sakince. Elleri dizlerinde olduğu halde hareketsiz bir biçimde oturuyordu. “Üç bin oren kısmı beni ilgilendiriyor.”

“Ne zamanlar,” diyerek iç çekti kale kumandanı. “Amma kötü zamanlar! Yirmi yıl önce, körkütük sarhoşken bile Witcher mesleğinin ortaya çıkacağını kim düşünebilirdi ki? Seyyar basilisk katilleri; gezgin ejderha ya da vodnik avcıları! Söyle bana Geralt, loncanda bira içmene izin var mı?”

“Elbette.”

Velerad ellerini çırptı. “Bira!” diye seslendi. “Ayrıca daha yakın otur Geralt. Neden umursayayım ki?”

Bira soğuk ve köpüklüydü.

“Kötü zamanlar,” diye mırıldandı Velerad, maşrapasından büyük bir yudum alırken. “Her türlü pislik ayaklandı. Dağlardaki Mahakam öcülerle kaynıyor. Eskiden ormanda uluyanlar sadece kurtlardı, ama şimdi nereye tükürsen koboldlara ve sprigganlara, kurt adamlara veya diğer yaratıklara denk geliyor. Periler ve rusalkalar köylerden yüzlerce çocuk kaçırıyor. Daha önce adını dahi duymadığımız hastalıklar çıktı; tüm bunlar tüylerimi diken diken ediyor. Ve hepsinin üzerine de şimdi bu!” Deri tomarı masada geriye doğru itti.

“Siz Witcherların hizmetine ihtiyaç duyulması şaşırtıcı değil.”

“Kral’ın ilanı, kumandan.” dedi Geralt, başını doğrultarak. “Detayları biliyor musun?”

Velerad ellerini midesinin üzerinde kavuşturarak sandalyesinde geriye yaslandı. “Detaylar? Evet, biliyorum. İlk elden değil belki, ama güvenilir bir kaynaktan.”

“Benim istediğim şey de bu.”

“Madem ısrar ediyorsun dinle o halde”

Velerad biraz bira içti ve sesini alçalttı. “İhtiyar Medell’in yani babasının hüküm sürdüğü ve merhametli kralımızın henüz bir prens olduğu zamanlarda Foltest bize nelere yapabileceğini gösterdi ve çok fazla şey yapabiliyordu. Büyüyünce bu huyundan vazgeçeceğini umuyorduk. Ama taç giyme töreninden kısa bir süre sonra Foltest kendini aşarak ağzımızı bir karış açık bıraktı: kız kardeşini hamile bıraktı.

“Adda aralarında genç olandı ve ikisi her zaman birlikteydiler, fakat hiç kimse bir şeyden şüphelenmedi. Belki kraliçe hariç… Sadede gelmek gerekirse: birdenbire Adda’nın karnı büyümeye, Foltest ise kız kardeşiyle evlenmekten bahsetmeye başladı. Durum giderek daha gergin bir hal aldı, çünkü Novigradlı Vizimir kızı Dalka’nın Foltest ile evlenmesini istiyordu ve elçilerini göndermişti bile. Onları aşağılamaması için Foltest’i zapt etmemiz gerekti ve ne şans ki bunu başardık. Yoksa Vizimir bizi lime lime ederdi. Sonra Adda’nın yardımı olmadan – ağabeyinin etkisi altında olduğundan – oğlanı çabuk bir evlilikten caydırmayı becerdik.

“Ve sonra Adda doğurdu. Şimdi iyi dinle çünkü her şey bu noktadan sonra başlıyor. Kadının ne doğurduğunu sadece birkaç kişi gördü fakat ebelerden biri kendini kulenin penceresinden attı, diğeriyse aklını yitirdi ve bugüne dek de öyle kaldı. Yani anladığım kadarıyla kraliyet piçi – bir kız – pek de zarif değildi ve anında öldü. Hiç kimse doğum kordonunu kesmek için acele etmemişti. Şanslıymış ki Adda da doğumdan sağ kurtulamadı.

“Fakat Foltest burada bir daha devreye girdi. Bilgece olan kraliyet piçini yakmak ya da ıssız bir yere gömmekti. Ama bunun yerine, merhametli kralımızın emriyle kızın bedeni sarayın altındaki mezarlara götürüldü ve taş bir lahitte dinlenmeye bırakıldı.”

“Artık senin bilgeliğin için çok geç.” dedi başını kaldıran Geralt. “Bilen Kişiler’den biri çağrılmalıydı.”

“Şu şapkalarında yıldızlar olan şarlatanları mı kastediyorsun? Elbette. Sonraları lahitin içinde ne yattığı anlaşıldığında onlardan yaklaşık on tanesi koşarak geldi. Ve geceleri içinden ne çıktığını bildikleri zaman. Yine de her şey hemen ortaya çıkmadı. Ah, hayır. Cenazeden sonra yedi yıl boyunca her şey yolundaydı. Sonra bir gece – havada dolunay vardı – sarayın içinde çığlıklar ve koşuşturmacalar koptu! Sana söylememe gerek yok, bu senin işin ve ilanı da okudun. Bebek tabutun içinde büyümüştü – ama nasıl! – ve inanılmaz dişleri vardı! Kısaca o bir Striga olmuştu.

“Ne yazık ki benim gördüğüm cesetleri sen görmedin. Eğer öyle olsaydı Wyzima’dan uzak durmak için büyük çaba sarf ederdin.”

Geralt sessizliğini korudu.

“Sonra, dediğim gibi,” diye devam etti Velerad, “Foltest büyücülerden oluşan kalabalık bir grup çağırdı. Hepsi de aynı anda hızlı ve anlaşılmaz şekilde konuşuyordu ve neredeyse her an asalarıyla birbirlerine giriyorlardı – hiç şüphe yok ki o asalar da sadece köpekleri dövmeye yarıyordu, özellikle de köpekleri üzerlerine saldıktan sonra olanları görünce… Sanırım gerçekten de öyleler. Eğer büyücülere inanıyorsan özür dilerim Geralt. Mesleğini göze alırsak öyle de yapıyorsun fakat benim gözümde onlar dolandırıcı ve aptal insanlar. Siz Witcherlar insana daha fazla güven veriyorsunuz. En azından daha açık sözlüsünüz.”

Geralt gülümsedi ama yorum yapmadı.

“Ama sadede gelelim.” Kumandan maşrapasına baktı ve hem kendisi hem de Rivialı için biraz daha bira doldurdu. “Büyücülerden bazıları o kadar da aptalca görünmüyordu. İçlerinden biri Striga’yı saray ve lahitle birlikte yakmayı önerdi. Bir diğeri kellesini uçurmayı. Geri kalanlar gündüz vakti yani dişi şeytan tabutunda uyur ve gecenin zevklerinden bitap düşmüş bir haldeyken bedenine toz ağacından kazıklar saplama konusunda hevesliydi.

“Maalesef içlerinden biri, sivri şapkalı ve boş kafası kel olan bir şaklaban, kamburu çıkmış bir keşiş bunun büyü olduğunu iddia etti: lanet bozulabilirdi ve Striga yeniden Foltest’in küçük kızına dönüşebilirdi. Birinin sadece geceyi mezarın içinde geçirmesi yeterliydi ve böylece sorun hallolacaktı. Ondan sonra – şu salağın yaptığına inanabiliyor musun? – geceyi geçirmek için saraya gitti. Sabahleyin ondan geriye çok az şey kalmıştı, sanırım sadece şapkası ve çubuğu.

“Ama Foltest bu fikre bir kene gibi yapıştı. Striga’nın öldürülmesini yasakladı, büyüyü bozmaları ve kızı bir prensese dönüştürmeleri için Wyzima’nın dört bir yanından şarlatanlar getirtti. Ne renkli bir gruptu! Kirli ve bit kaynayan çarpılmış kadınlar, topallar. Berbattı.

“İşe koyuldular ve büyüler yaptılar – genellikle bir kase ve maşrapa eşliğinde. Elbette bazılarının dolandırıcı olduğu Foltest ya da konsey tarafından hızlıca ortaya çıkarıldı. Hatta bazıları asıldı bile ama yeteri kadarı değil. Ben olsam hepsini astırırdım. Bu esnada da Striga’nın orada burada dişlerini her kesimden insana geçirdiğini ve dolandırıcıları ya da onların büyülerini umursamadığını söylememe gerek yok herhalde. Ya da Foltest’in artık sarayda oturmadığını. Artık orada kimse oturmuyor.”

Velerad sustu ve birasından biraz içti. Witcher ise sessizce beklemeye devam etti.

“Ve yedi yıldır da bu böyle Geralt, çünkü kız yaklaşık on dört sene önce doğmuştu. Bu esnada da ilgilenmemiz gereken başka sorunlarımız oldu, Novigradlı Vizimir ile sınırlarımız için savaşmak gibi – gerçek bir savaş, anlaşılabilir sebeplerden dolayı – bir prenses ya da evlilik ittifakı için değil.

“Foltest belli aralıklarla evlenmek istediğinin ipuçlarını verdi ve mahremiyeti bir kenara atarak komşu hükümdarlıklardaki adayların portrelerine baktı. Arada bir o çılgınlığa yeniden kapılıyor ve yeni büyücüler bulmaları için etrafa atlı adamlar gönderiyor. Önerdiği ödül, üç bin oren, bütün çatlakların ve başıboş şövalyelerin dikkatini çekti. Hatta tüm ülkede bir ahmak olarak tanınan bir çobanın bile, huzur içinde yatsın.

“Ancak Striga hâlâ yaşıyor. Arada bir dişlerini birine geçiriyor. Buna alışıyorsun. Ve en azından büyüyü kaldırmaya çalışan kahramanlar bir işe yaradı – yaratık kendini içeriye kapattı ve sarayın dışına çıkmıyor. Foltest’in yeni bir sarayı var elbette, oldukça da güzel bir tane.”

“Yedi yıl” – Geralt kafasını kaldırdı – “yedi yıl boyunca kimse meseleyi çözemedi mi?”

“Elbette ki hayır.” Velerad’ın bakışları Witcher’ı delip geçti. “Çünkü bu mesele çözülemez. Bu konuda hemfikiriz, özellikle de Foltest, merhametli ve sevgili kralımız yani bu ilanı kavşaklara astırmayı sürdüren kişi. Zaten artık pek az gönüllü var. Geçenlerde bir kişi vardı fakat üç bini avans olarak almakta ısrar etti. Biz de onu bir çuvala tıkıp göle attık.”

“Hâlâ dolandırıcılar konusunda kıtlık çekmiyorsunuz o halde.”

“Hayır, tam aksine,” diye onayladı kumandan, gözlerini Witcher’dan ayırmadan. “Bu yüzden saraya gittiğinde avans olarak altın istememelisin. Eğer gidersen tabi.”

“Gideceğim.”

“Senin bileceğin iş. Fakat tavsiyeme kulak ver. Son zamanlarda ödülün ikinci kısmıyla ilgili söylentiler çıkmaya başladı. Daha önce de söylemiştim: prensesle evlenmek. Kim uydurdu bilmiyorum ama eğer Striga anlattıkları gibi görünüyorsa gerçekten de berbat bir şaka. Yine de kraliyet ailesine katılmak için saraya koşan aptalların sayısı hiç de az değildi. Daha açık olmak gerekirse iki kunduracı çırağı. Kunduracılar neden bu kadar aptal olmak zorundadır Geralt?”

“Bilmiyorum. Ya Witcherlar, kumandan? Onlardan deneyen oldu mu?”

“Birkaç tane geldi. Fakat büyünün kaldırılması ve prensesin öldürülmemesi gerektiğini duyunca pek çoğu omuzlarını silkerek gitti. Witcherlara saygımı arttıran şeylerden biri de bu Geralt. Sonra bir tanesi çıkageldi, senden daha gençti – adını unuttum, eğer söylediyse tabi. O denedi.”

“Ve?”

“Pençeli prenses iç organlarını hatırı sayılır bir mesafe boyunca etrafa saçtı.”

Geralt başını olumlu anlamda salladı. “Hepsi bu mu?”

“Bir tane daha var.” Velerad bir süre sessiz kaldı ve Witcher onu zorlamadı.

“Evet,” dedi kumandan sonunda. “Bir kişi daha vardı. Foltest, Striga’ya zarar vermesi ya da onu öldürmesi halinde onu darağacı ile tehdit ettiğinde önce gülmeye ve eşyalarını toplamaya başladı. Fakat sonra” – Velerad masanın üzerine eğilerek, neredeyse fısıltı halinde konuşmaya başladı – “görevi kabul etti. Görüyorsun ya Geralt, Wyzima’da, yüksek mertebelerde, bu işten bıkmış olan birkaç bilge kişi var. Söylentiye göre bu kişiler Witcher’ı büyülerle uğraşmaması, Striga’yı öldürmesi ve babasına büyünün işe yaramadığını, sevgili kızını nefsi müdafaa sırasında öldürdüğünü söylemesi için gizlice ikna ettiler – bir iş kazası. Elbette kral öfkelenecek ve ödül olarak bir oren bile vermeyi reddedecekti. Fakat bu da soruna bir çözüm getirecekti. Zeki Witcher, eğer çok istiyorsak Strigaları bedavaya bizim kovalayabileceğimizi söyledi. Eh, ne yapabilirdik? Parayı topladık, pazarlık ettik… Fakat hiçbir şeye yaramadı.”

Geralt kaşlarını kaldırdı.

“Hiçbir şeye,” diye tekrarladı Velerad. “Witcher ilk gece denemek istemedi. Yorgun argın yürüdü, pusuya yattı, çevreyi dolaştı. Dediklerine göre sonunda canavar, mezarından sadece bacaklarını açmak için çıkmadığı bir gece Striga’yı iş üstündeyken gördü. Onu gördü ve o gece sıvıştı. Tek kelime bile etmeden.”

Geralt’ın ifadesi gülümseme olarak algılanabilecek bir hareketle bir parça değişti. “Şu bilge adamlar,” dedi, “hiç şüphe yok ki para hâlâ onlarda, değil mi? Witcherlar ödemeyi avans olarak almazlar.”

“Şüphe yok ki öyle,” dedi Velerad.

“Dedikodular ne kadar önerdiklerini söylüyor mu?”

Velerad dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. “Bazıları sekiz yüz diyor –” Geralt başını olumsuz anlamda salladı. “Diğerleri,” diye mırıldandı kumandan “binden bahsediyor.”

“Söylentilerin abartıldığını düşünürsek pek de fazla değil. Ve kral üç bin öneriyor.”

“Nişanı da unutma,” dedi Velerad, alayla. “Neden bahsediyorsun sen? Üç bini alamayacağın apaçık belli.”

“Nereden belli?”

Velerad masayı yumrukladı. “Witcherlar hakkındaki izlenimimi berbat etme Geralt! Bu yedi yıldan uzun bir zamandır sürüp gidiyor! Striga yılda elli kişinin işini bitiriyor, insanlar artık saraydan daha az kaçınır oldu. Ah, hayır ahbap. Büyüye inanırım. Pek çok şey gördüm ve bir dereceye kadar büyücülerle Witcherların yeteneklerine de inanırım. Fakat tüm bu büyüyü kaldırma saçmalığı, keşiş diyeti esnasında aklını kaçıran kamburu çıkmış, sümüklü bir moruğun uydurması. Foltest’ten başka hiç kimsenin inanmadığı bir saçmalık. Adda, bir Striga doğurdu çünkü kardeşiyle yattı.  Bu gerçeğin ta kendisi ve hiçbir büyü bunu değiştiremez. Şimdi Striga insanları yiyip bitiriyor –Strigaların yapması gerektiği gibi– ve öldürülmesi gerek, hepsi bu.

“Dinle: iki yıl önce Mahakam’ın yakınlarında bulunan tanrının unuttuğu bir delikteki köylülere koyunlarını yiyen bir ejderha musallat olmuştu. Yola koyuldular, ejderhayı öldürdüler ve bununla övünmeyi akıllarına bile getirmediler. Oysa biz Wyzima’da bir mucize bekliyor ve her dolunayda kapılarımızı çiviliyoruz. Ya da suç işleyenleri sarayın önündeki bir kazığa bağlıyor ve yaratığın onunla beslenip lahitine geri dönmesi için dua ediyoruz.”

“Hiç fena bir yöntem değil.” dedi Witcher, gülümseyerek. “Suç oranında bir azalma var mı?”

“Bir parça bile yok.”

“Saraya giden yol hangisi, yeni olana?”

“Seni kendim götürürüm. Peki ya bilge adamların teklifi?”

“Kumandan,” dedi Geralt, “niçin acele ediyorsunuz? Her şeyden önce niyetim olmamasına rağmen gerçekten de bir iş kazası yaşayabilirim. Bilge adamlar her ihtimale karşı beni kralın öfkesinden nasıl kurtaracaklarını düşünmeli ve dedikoduların bahsettiği şu on beş bin oreni hazır etmeliler.”

“Bin oren.”

“Hayır, Lord Velerad,” dedi Witcher kati suretle. “Bin oren önerdiğiniz Witcher, Striga’yı şöyle bir görmesine rağmen anlaşma bile yapmadan kaçtı. Demek ki risk bin orenden fazla. Yarısından fazlasını görmemiş üstelik. Elbette, ben gitmeden önce hoşça kalın da derim.”

“Geralt?” dedi başını kaşıyan Velerad. “Bin iki yüz?”

“Hayır. Bu kolay bir görev değil. Kralın teklifi üç ve bazen büyüyü kaldırmak öldürmekten daha kolaydır. Fakat eğer bu kadar basit olsaydı benden öncekiler de öyle yapar ya da Striga’yı öldürürdü. Kralın korkusuyla kendilerini parçalatacaklarını mı sanıyorsun?”

“Öyleyse Witcher,” – Velerad başını istekli bir biçimde salladı – “anlaştık. Fakat sana bir tavsiye – krala olası bir iş kazası hakkında tek kelime bile etme.”

The Witcher ana sayfasına dönmek için tıklayın.