Selçuk Bağlar Söyleşisi

selcuk baglar soylesi


röportaj M. Bahadırhan Dinçaslan


Hocam merhabalar. Öncelikle Siyah Beyaz okurlarına kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Kayseri Pınarbaşılıyım. Sosyoloji okudum. Uluslarası ilişkilerde ihtisas yaptım. İlk çalışmalarım Balkanlar üzerineydi, Arnavut milliyetçiliği ile ilgili çalışmalar yaptım. Son beş altı yıldır mitoloji üzerine çalışmalar yapıyorum. Bu çalışmalarla, bir dizi mitoloji konulu kitap çıktı ortaya. Bu çalışmalar temelinde Kafkas-Çerkes mitolojisinin yer aldığı ve dünya mitolojisi ile karşılaştırıldığı tematik okumaların yapıldığı bir metod izleyecek. İlk kitap “Yunan Mitolojisi ve Çerkes Mitolojisi Üzerine Tematik Okumalar” adıyla yayınevine gitti. Asıl kaygımız, Kafkasya’nın bir medeniyet ve kültür havzası olarak diğer medeniyet havzalarıyla kurduğu tarihi temas ve Kafkas mitolojisi ile dünya mitolojisinin karşılaştırmalı okumasının yapılmasıdır. Çünkü mitoloji en eski tekstleri barındırır, kozmik bir yanı olan tekstler bunlar.

Hocam, Kafkas tarihi ve mitolojisiyle alakalı konuşmadan önce, Kafkasya’nın şimdiki yapısını okuyucuya anlatsanız, Kafkasya’daki boylar ve uluslar hangileridir, hangileri Türk, hangileri Hint-Avrupa, hangileri Adige kökenlidir?

Kafkasya’da, genel kabul olarak, üç üstetnik yapının olduğu söylenir. Hint-Avrupalı, Türk ve otokton (yerli). Ben bunu biraz fazla teknik buluyorum. Söz gelimi Asetinler Hint Avrupalı, Karaçaylar, Balkarlar ve Nogaylar Türk, Abhazlar, Adigeler, Çeçen-İnguşlar otoktondur ama, esasen o bölgedeki bütün halklar hepsi Kafkas kültür havzasının şekillendirdiği topluluklardır. Bu halkların ritüelleri, kültürleri, konuştukları dil dışında her şeyleri hemen hemen aynıdır. Ve mesela, Anadolu’dan daha homojendir. Mesela Karadeniz davranış kalıbı ile Ege ve İç Anadolu farklılıklarını Kafkasya’da göremezsiniz. Homojendir. Bugün Kafkasya’nın daralmış ve ufalmış bir yapısı var, antik dönemdeki merkeziliğini kaybetti.

Biz Türkiye’deki Çerkesler malum buraya Çerkes-Rus savaşını kaybetmemiz ve soykırıma uğramamız neticesinde, sürgünle geldik. Kabaca, 150 yıldır Çerkeslerin ana dokusu burada. Tarihte, Anadolu ile Kafkasya arasındaki bağlantılar aslında kesintisiz. Mitoloji çalışmasına bizi zorlayan şey de, Anadolu mitolojisindeki temel karakter ve temalarla Kafkas-Çerkes mitolojisindeki temaların karşılaştırılması gerekliliğiydi. Bu konuda Türkiye’de yapılmış bir çalışma yok. Bir takım eskizler, kaba hatlarıyla çizilmiş çalışmalar var; çeşitli yazar ve tarihçilere ait, başvuru kaynakları olarak. Ben de çıktığım yolda, Kafkas-Çerkes mitolojisinin, Babil, Sümer, Yunan, Mısır ve Orta Asya – Türk mitolojileriyle karşılaştırmalı okumasını yapmayı hedefledim. Burada amacımız, bu medeniyetleri doğuran mitolojilerin, “tekst”lerini karşılaştırmak. Bu “tekst”lerin akrabalıklarını, benzerliklerini esasında ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Bu çalışmalarla ilgili derin sohbete girmeden önce, okurlarımıza kolaylık sağlamak açısından, bir soru sormak istiyorum. Söz gelimi Yunan mitolojisini anlatırken, klişeleşmiş bir seyir vardır, her şey “Chaos”la başlar ve devam eder. Kafkas mitolojisi için, kaba hatlarıyla böyle bir çerçeve çizdiğimizde çıkan kronolojik seyri bize anlatır mısınız?

SAWSROUQA
Kafkasya’da Sosruko isimli Nart’ın tasviri

Aslında hemen hemen bütün dünya mitolojileri, sizin dediğiniz gibi “önce kaos vardı, sonra…” diye başlar. Kafkas mitolojisi de böyle başlıyor. Bu, esasında bir şiir ve bütün mitolojiler bu şiirin girişiyle başlar: Önce karanlık vardı, ardından ışık doğdu… Çerkes Nart mitolojisi de böyle başlıyor: Çocuk beşikte uyurken, nenesi anlatmaya başlıyor… “Sen küçükken, dağlar daha yaratılmamıştı. Karadeniz, bir insanın bir adımı kadar ufaktı…”

Kafkas Mitolojisi, bütün dünya mitolojileri gibi, esasında, antropomorfiklerin (insan suretindeki tanrılar) hikâyesi. Ve ilginç bir şekilde, Çerkes Nart mitolojisinde, insanlara, ya da Çerkeslere dair hiçbir ayrıntı yer almaz. Sadece, bu antropomorfiklerin gelişi, dünyayı kolonize edişi ve yaşadıklarının hikâyesini anlatır. Toplam yüz kadar karakterin, doğumu, yaşayışı, ölümü üzerine kurulu bir mitolojik örgüdür.

Peki hocam, bildiğim kadarıyla, özelleşen, ön plana çıkan, ayırt edici özelliklere sahip Nartlar var. Söz gelimi demirci Nart gibi. Bunlar hakkında bilgi verir misiniz?

Mitolojinin bize anlattığı kadarıyla, Nartların bir toplumsal hayatı var ve bu bir pantheon oluşturuyor. Yunan Mitolojisinin “Olympos”u neyse, Çerkes-Nart mitolojisinin “Hareme Oasha”sı (Hareme Tepesi) odur. Bu tepe, esasında, bütün dünya mitolojilerinde gözlemlenir. Mısır mitolojisinde de bu tepe vardır, mesela piramitler bu tepenin taklididir; Sümer’de de vardır, bir şekilde, çok üstü örtük de olsa, Türk mitolojisinde de vardır, “Ülgen”, bu tepenin, bir hakimi olarak karşımıza çıkar.

Bu kutsal dağ motifine göre, ilk yaratılışta, kaostan bir dağ yükselir ve ilk hayat onun üzerinde başlar. Hint Mitolojisinde, Zend-Avestalarda da bu tepe “Hara” tepesidir, Sümerlerde de “Hara” tepesidir, Çerkes Nart mitolojisinde “Hareme”, şeklinde karşımıza çıkar. Türk kültüründeki “kurgan”lar, Çerkes kültüründeki “oasha”lar (oşha okuyunuz), ve bugün bizim arkeolojik isim olarak bildiğimiz “Tümülüs”ler, bu kutsal dağın ufak boyutlardaki birer modelidir, taklididir. Bu kutsal dağ, kainatın merkezindedir; dolayısıyla bu dağın ufak bir modelini yapıp, ölüyü onun içine gömmek demek, insanı, kainatın merkezine tekrar yerleştirmek demektir. Dolayısıyla, Çerkes Nart Mitolojisinde Nartların büyük bir kısmı bu tepede yaşar, toplanır ve kararlar alır.

Genel olarak Nartların arasında, güçlü bir “ana Tanrıça” figürü vardır. Çok bilinen “Nart Setenay”, bu ana tanrıçasının “son” versiyonudur. Aslında ana tanrıça, anaerkil dönemin, taş çağı ve öncesinin başat tanrısıdır ve süreç içinde, erkek tanrılara yenilen, pantheondaki yeri aşağı düşen, dolayısıyla toplumsal alandaki rolü geriye itilen bir karakterdir. Fakat Çerkes Nart mitolojisinde ana tanrıça iki dönemde ele alınır. Birincisi, anaerkil dönemin ana tanrıçası ki, ismi “Werserıj”dır, ikincisi ikincil dönemin ana tanrıçası, “Setenay”. Ki, bütün dünya toplumlarında bu evrimi gözlemleyebiliriz, ve bu evrim, toplumların mitolojilerine de yansımıştır, “kadın”ın toplumsal statüsünün nasıl git gide düştüğüne dair. Ancak söz gelimi Yunan mitolojisi, neredeyse en baştan itibaren, erkek egemen bir havadadır. Uranos-Kronos-Zeus şeklinde, atadan oğla giden bir pantheon başat tanrısı figürü vardır. Kafkas mitolojisinde ise, ilk başat tanrı ana tanrıçayken, zamanla erkek figürler ön plana çıkmaya başlar.

Nart meclisinin ilk başkanı, bir kadın olan Nart “Werserıj”dır. (Werserıj, “varlıkla senli-benli olan” yani, “o kadar varlıkla iç içe ki, onun bilgisi dışında hiçbir şey olmaz” demek) Nart Setenay, ikinci bir ana tanrıça karakteri olarak dikkat çeker. Fakat bu, ataerkil dönemin yarattığı bir figürdür. Nart Werserıj, Yunan Mitolojisindeki Demeter’e (Anadolu’daki Kybele) denk gelirken, Setenay’ın karşılığı, Athena’dır. (Savaşçılık ve bilgelik.) Demeter, kendi başına bir Anadolu tanrıçası olarak daha başatken, Athena, Zeus’un kızı olarak konumlandırılmıştır. İlginçtir ki, Nart Werserıj olmadan Nart Meclisi toplanamıyorken, Setenay, ataerkil dönem figürü olduğu için, Pan- theon’a dahil bile değildir. Nasıl Demeter Zeus’tan bağımsız, müstakil bir tanrıçaysa, ve Athena Zeus’la kayıtlıysa, emrine tabii ise, Setenay da “meclis”e çağırılmadan gidemez.

Diğer Nartlara gelince… Nartları, dünya mitolojilerinde de olduğu gibi, 1. kuşak, 2. kuşak, 3. kuşak ve son kuşak Nartlar olarak ayırabiliriz.

1. Kuşak Nartlar: Nart Werserıj, Nartların Ana Tanrıçasıdır. Psıxo Goashe, Sular Tanrıçası. Hudımıj, “demirci”. Bu figürler, önde gelen 1. Kuşak Nartlar olarak ele alınabilir.

2. Kuşak Nartlar: Nart Amış (Hayvanların Tanrısı), Nart Mamış (Bilici-Kahin Tanrı), Nart Txağaleç (Bereket-Bitki Tanrısı) olarak karşımıza çıkar, Üçü de Ana tanrıça Nart Werserıj’ın çocuklarıdır. Txağaleç, Yunan Mitolojisindeki “Dionysos”a, Mamış, biliciliği ile Apollon’a tekabül eder.

3. Kuşak Nartlar: Bu kuşakta, hanedanlaşma göze çarpar. Bunlar arasında en meşhur olanı, “Alec” sülalesidir ki, Nart Setenay, bu sülalenin kızıdır. Diğer bir Nart hanedanlık soyu ise Ğuaze (Rehber) sülalesidir, mesela Çerkes Nart mitolojisinin Poseidon’u da diyebileceğimiz Nart Wezırmes ve Çerkes Nart mitolojisinin Fırtına Tanrısı yani (Teşub’u) diyebileceğimiz Nart Sosrıko da bu Ğuaze yani Rehber ailesindendir. Bu ailenin en önemli görevi ise Altın Elma Ağacını korumaktır. Diğer bir Nart hanedanlığı ise Ğuaze yani Rehber ailesiyle iktidar savaşına giren meşhur Albeç ailesidir.

4. Son kuşak Nartları, sohbetin devamında, daha ayrıntılı biçimde ele alacağız.

Yayınlanacak olan çalışmada, özellikle Yunan Mitolojisi ile, Kafkas mitolojisini karşılaştırmalı okuyarak, Pantheon’daki 12 ana karakterin, Kafkas mitolojisindeki karşılıklarını tartıştık. Ve ana tezim, “Yunan” mitolojisinin, esasında, Anadolu-Kafkas mitolojisinin “Yunanca” versiyonu olduğu idi. Yunan mitolojisinin kökleri, bilinçli bir şekilde, Yunan milliyetçiliği tarafından karartılmış, tamamen “Yunanlılara has” kılınmıştır, bunun tartışılması gerekiyor.

Hocam, karşılaştırmalara geçmeden önce, bir soru daha sormak istiyorum. Nartların, “Tanrı”dan çok, “Titan”lara tekabül ettiğine dair bir görüş var, bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Zira, sizin de bahsettiğiniz gibi, “insanların yaratılışı”na değinilmiyor, bu açıdan Nartları, Tanrılar olarak değil de, insanların ulu ataları, bir “orijin efsanesi” olarak ele alabilir miyiz?

Titanlarla ilgili elimizdeki en önemli kaynak Hesiodos’tur. Ve bu okumalardan öğrendiğimize göre, Olympos’taki tanrılar da esasında birer “Titan”dır; ve Zeus’un titanlarla savaşı esasında, hanedanlar arası bir “yetki” savaşıdır. Artan doğumlar çok fazla “titan” yaratmıştır ve Yunan mitolojisi bunu ancak bir savaş ile düzene sokabilmiştir. Zeus’un, Kronos’un oğlu olan diğer titanlarla savaşı başka mitolojilerde de gözlemlenir. Söz gelimi Sümer mitolojisinde, Enlil ve Enki soylarının savaşı, Mısır’da Osiris ve Seth arasındaki savaş gibi. Bu savaşın Çerkes mitolojisindeki karşılığı 3. Kuşak “hanedanlar” dönemi Nartlarında Alec sülalesi ile diğer sülaleler arası savaş ve özellikle de Albeç ailesiyle verdiği savaştır. Dolayısıyla “titan” ve “tanrı” birbirinden çok da farklı ele alınmamalıdır. Zaten tüm titan soyları Zeus ile aynı dedenin yani Uranos’un çocuklarıdır.

Peki Hocam, felsefi olarak, bu mitolojik metinlerdeki tanrı-titan figürleri, yani “antropomorfik” tanrılar; “atalar kültü”nün kalıntısıdır, değişerek “tanrılar pantheonu” haline gelmiş bir versiyonudur diyebilir miyiz? Çünkü “insan”a dair her şeyi onlarda gözlemleyebiliyoruz, doğum, ölüm, savaş, kıskançlık, sevgi gibi. Ki, Yunan mitolojisinden bildiğimiz kadarıyla, bazı insan soyları kendilerini bu tanrılara dayandırıyorlar. Bu açıdan, mitolojik tanrıların, atalar kültünün bir kalıntısı olduğunu söylemek mümkün müdür? Çerkeslerde böyle bir durum var mıdır mesela? Soylarını Nartlara dayandıran sülaleler ve benzerleri?

Atalar kültü tabii ki insanın “ölüm” kavramına eğildiği ilk andan itibaren, ölümle yok olan atalarını hafızasında yüceltmesi ile ortaya çıkan bir kült ve bütün dünya kültürlerinde rastlanır; Türkler, Japonlar gibi. Kafkasya’da da çok güçlü bir atalar kültü var, bu doğrudur. Antik Yunan’da birçok “kurucu ata”, Dardanos gibi, öldükten sonra antropomorfik tanrı haline getirilmiştir. Mısır firavunları, firavun olduğu andan itibaren antropomorfik kabul edilir. Modern düşünce de mitolojik tanrıların oluşumunu böyle açıklar. Böyle yorumlarsak “evet” diyebiliriz. Fakat mitoloji bize bunun tersini söyler. Söz gelimi Çerkes-Nart mitolojisi bize şunu söyler: Dünyada henüz yaşam yokken, hiçbir insan ortaya çıkmamışken, Nartlar belirir. Dış uzaydan mı gelmişlerdir yoksa dünyanın başka bir bölgesinden mi, belli değildir. Ayrıca “nart” kelimesi Çerkesçede “tanrı”ya tekabül etmez. Uzun yaşadıkları doğrudur, ancak öldükleri de doğrudur. Dolayısıyla İbrahimi dinlerdeki “transandantal” (suretsiz) tanrıyla alakaları yoktur. Bunların “yaratıcı” olarak kabul edilmesinin nedeni, bu “nartların” insanlara benzese de onlardan çok farklı olmasıdır ve uzun yaşamasıdır.

kafkasya Nart Sosruko
Kafkasya’da Nart Sosruko Heykeli

Bununla ilgili olarak, Hesiodos’a dönersek, Hesiodos der ki: “Tanrı beş nesil yaratmıştır. Altın Çağ, Gümüş Çağ, Demir Çağ… Ve her çağın özellikleri farklı farklıdır.” Yine kendi içinde bulunduğu çağı, Demir çağını, erdemin yittiği, insan ömrünün kısaldığı, kötülüğün arttığı bir çağ olarak görür. Nartları, Hesiodos’un beşli sistemine oturtursak, Nartlar, altın çağın insanlarıdır. Fakat, “karanlık çağ”da yaratılan “insan”ların bunları tanrı olarak algılamasının nedeni, sonsuz sayılacak kadar uzun süre yaşamaları ve insanlara “ekmeyi, biçmeyi, alet yapmayı” öğretmeleridir. Çerkeslerde soylarını nartlara dayandırma meselesine gelince mesela Çerkes Nart mitolojisindeki demirci karakterlerden birisi olan Nart Tlepş (diğer demirci karakterler Nart Debeç ve Nar Hudımıjj’dır) Yunan mitolojisindeki Hephaistos’tur ve bildiğimiz gibi Hephaistos Olympos dağından kovulduğunda Sind kabilesi ona sahip çıkmış ve büyütmüştür. Sindler ise bilindiği gibi Çerkeslerin ataları arasında Meot’larla birlikte adı sayılan eski halklardandır. Ne var ki Sindler çok büyük bir kabiledir. Mezopotamya’da Kafkasya’da Kuzey Afrika ve Kuzey Hindistan’da aynı adla karşımıza çıkarlar (Bu konuda Aytek Namitok’un Sorbon’da George Dumezil ile birlikte yazdığı Çerkeslerin Kökeni adlı kitaba bakılabilir. KAF-Dav Yayınlarından çıktı bu kitap).

Yine mesela Abhazların en eski ailelerinden olan Açbalar başlangıçtan beri kendilerinin doğrudan Nart soyundan geldiklerini hep iddia etmişlerdir. İlginçtir, Büyük İskender de kendisini böylesi bir soya ait sayar ve mesela tarihçi Herodot böylesi ailelerin kayıtlarının eski Mısır rahiplerince tutulduğunu ve onların tanrı soyundan gelen kişilerin kayıtlarını (daha çok firavunların) tuttuklarını söyler ve Herodot, kendisinden önce yaşamış eski bir tarihçi olan Hecateus’un eski Mısır’a gittiğini ve kendisinin uzak atalarının bir antropomorfik olduğunu iddia ettiğini bunun üzerine Piramit rahipleriyle aralarında çıkan tartışmanın arşivlere bakılarak çözüldüğünü aktarır. (Herodot Tarihi II: 143)

Yine Herodot Kolkidelilerin yani Abhazyalıların aslen Eski Mısırlı olduklarını iddia eder. (Herodot Tarihi, Kitap II:104) Esasen iktidarın kaynağının gökler yani tanrılar olduğu eski dönemlerde birçok aristokrat soyun kendi kökenini bu tanrısal soylara yaslama ihtiyacı hissetmesi oldukça olağandır. Ve mesela eski Sümer ve Babil kraliyet ailelerinde de bu tarz meşrulaştırma çabalarına sıkça rastlanmaktadır. Bu konuda en eski gelenek ise babasız doğma kültüdür. Bazı babil kralları babasız doğduklarını dolayısıyla da asıl babalarının tanrısal bir karakter olduğu iddia edilmektedir. Nitekim İsa’nın babasız doğduğunun iddia edilmesi de bu eski ve güçlü gelenekten gelen bir meşrulaştırma refleksidir. Yoksa insanlar babasız doğmazlar.

Bir de insanlarla karşılaştırınca üstün yetenekleri var tabii. Bildiğim kadarıyla demirci Nart, demiri elinde hamur gibi yoğurabiliyordu mesela.

Nart mitolojisinde üç demirci karakter vardır. Nasıl son ana tanrıça figürü Nart Setenay’sa, son demirci figürü de Nart Thlepsh(Tlepş)’tir. Nart Tlepş, insanlara madeni işlemeyi öğretir, en son “demir”i öğrendiğimiz için onu “demirci” olarak anarız. Madenleri işleyen, onlara “form” veren bir karakterdir. Ama aslında her bir Nart bir ya da birkaç konuda alabildiğine yeteneklidir. Ne var ki zamanla Nartlar dünyalılaşır, yetenekleri azalır. Nitekim Nart Aşemez hayvanlarla konuşur, Nart Tlepş tüm madenleri eliyle yoğurur, Nart Sosrıko fırtınaların hakimidir vb. Ama zamanla hepsinin bu özellikleri ya kaybolur ya da zayıflar. Yahut da yeni nesildeki Nartlara aktarılamaz olur. Bu düşüş ilginç bir şekilde Sümer mitolojisindeki karakterlerde de gözlemlenir.

Bildiğim kadarıyla madenin elinde hamur gibi olması, İbrahimi dinlerdeki Davut figürüne çok benziyor. Aynı şekilde, Yunan Mitolojisindeki Hephaistos’a.

Biz, İbrahimi dinlere dair etüdü kitaba almadık, çünkü başlıbaşına bir araştırmanın konusudur. Ancak diyebilirim ki, Yunan mitolojisindeki Hephaistos Kafkasyalıdır. “Sind”ler, Kafkasyalıların atalarıdır ve bir “Trak” kabilesidir. Bazı yerlerde, “Pelasg” olarak da değerlendirilirler. Dünyanın çeşitli yerlerine göçmüşler ve koloniler kurmuşlardır. “Hephaistos” da bir Sind’dir, Olympos’tan aşağı atıldığında bir Sind adasına düşer ve Sindler tarafından büyütülür.

Nart Tlepş’in adı, etimolojik kökenlerini incelediğimizde, varlığın “formuyla” alakalı olan daha doğrusu “form veren – form verici” demektir. Bunun Türk kültüründeki karşılığı, bugün Bektaşi geleneğinde hala yaşayan, “don” kavramıdır. (Form) Dolayısıyla Tlepş, “form” vericidir, “don” üstadıdır. Tlepş’in işlediği ilk maden ise demir değil, “altın”dır. (Muhtemelen ilk işlenen maden altındır, Marks’ta da görürüz bu fikri. )

Bu ana karakterlerin yanında, başat karakterlerin yanında, bir de “fırtına tanrısı” karakteri vardır. Mezopotamya’da “Marduk”, Anadolu’da “Teşup” olarak görünen bu karakterin Çerkes Nart mitolojisindeki karşılığı Nart “Sosruko”dur.

Hocam, bir kanı var: Bütün dinlerdeki tanrılara kaynaklık eden en temel tanrının “gök”le ilişkili, gök gürültüsü ve fırtına tanrısı olduğuna dair. Söz gelimi, Türk “Gök Tengrisi” ve onun eşdeğeri olan Hint-Avrupa “Dyeus”u. Bu fikirle alakalı, Çerkes mitolojisini ele aldığımızda, ne dersiniz?

Nart mitolojisinde en çok işlenmiş olan karakter Sosruko’dur. Bu açıdan, bunu bu görüşü destekleyecek bir bilgi olarak sunabiliriz. Aynı şekilde, Sümer mitolojisinde en çok işlenmiş karakter, eşdeğeri olan “Marduk”tur. Bunun bir nedeni “gök”le olan bağlantısıdır, ancak muhtemel bir diğer nedeni de, bu “fırtına tanrısı” figürünün, pantheondaki en son kuşak tanrılardan olmasıdır, yani insan hafızasındaki yerinin daha taze olmasıdır. Yani belki de en temel tanrı değil, en yeni tanrı olduğu için böyle işlenmiştir. Mitolojik metinlerde, sözünü ettiğimiz “titanlar savaşı” gibi olaylar sonrasında, Marduk, Sosruko, Teşup gibi tanrılar, diğer bütün tanrıları ve tanrısal tradisyonları yenerler, bütün tapınaklardaki tek söz sahibi olan tanrı haline gelirler, o yüzden meşhurdurlar. Söz gelimi Marduk Mezopotamya’da, Enki’nin oğlu olarak Enlil soyuyla savaşır ve diğer bütün karakterlere üstünlük kurar; tıpkı Nart mitolojisindeki Sosruko’nun, hanedanlar savaşında bütün Nartları, Devleri, Cüceleri yenilgiye uğratarak, “Hareme Osha”nın tek söz sahibi haline gelmesi gibi.

Peki, Pantheon’u bir tarafa bırakır, halka inersek, tapınma ayinleri ya da ritüeller açısından, bize neler anlatabilirsiniz? Ya da Nartlara tapınma var mı?

Kafkas mitolojisini dünya mitolojisinden farklı kılan özellik, onu eşsiz yapan şey, bu mitoloji bir din haline gelmemiştir. Bu mitoloji, bir din doğurmamıştır. Bütün diğer mitolojiler, az çok, tapınakları olan, rahipleri olan dinler yaratmıştır. Kafkas mitolojisi ise, bütün versiyonlarıyla, Çerkes, Karaçay- Balkar (Türk), Asetin (Hint-Avrupa), asla bir din haline gelmemiştir. Esasında bu, onu günümüze kadar taşıyan en büyük güçtür. Zira din, tapınaklar kurunca onun tekeline girer ve tapınaklar ortadan kaldırıldığında din ya da inanış da ortadan kalkar.

Hocam, o zaman daha önceki sohbetimizde değindiğiniz “kurumsallaşma”nın, “devlet” ve “din”in, toplumsal hafızayı tehlikeye soktuğuna dair tespitlerinizi burada yineleseniz?

Kafkasya, “dış dünya”nın, devletler yaratan medeniyetler sisteminin her zaman dışındadır. Bunun nedeni, “din”i bir toplum olmamasına rağmen “tanrı”nın çok başat olması, “devlet”li bir toplum olmamasına rağmen anarşi göstermemesi, bir düzenin var olmasıdır. Bu esasında köklerin kaybolmamasından kaynaklanır. Devlet, esasen, göçen bir toplumun yeni coğrafyada tutunma arayışından doğar; söz gelimi tarihteki ilk devlet Sümer Devleti’dir ve büyük bir ihtimalle kökenlerinin Orta Asyalı olduğuna dair savlar tartışılıyor. Bir şekilde (tufanla alakalı) Mezopotamya’nın yabani iklimine gelmişler ve burada hayatta kalabilmek için devlet kurmuşlar. Köklerinden (doğdukları yerden) kopmuş oldukları için, mitolojilerini unutmamak adına tradisyonlar, tapınaklar yoluyla bir din yaratmışlardır. Toplum hafızasını, korunma ve beslenmesini devlete, mitolojisini ise din adamlarına terk etmiştir. Ancak Kafkasya, bir “tufan” kültürü, bir doğduğu yerden kopuş durumu yaşamamıştır. Kafkas mitolojisinin ilginç bir özelliğini paylaşayım; Orta Asya, Anadolu ve Mezopotamya mitolojilerinin başlangıcı, bir şekilde “Tufan”la ilişkilidir. Güçlü bir tufan motifi, “yerinden yurdundan olma” motifi vardır. Kafkas Kültüründe ise “Tufan” olduğunda, Kafkasya’nın etkilenmediği, dağlara çıkan insanların kurtulduğu açıkça söylenir. Buna göre Kafkasyalılar yurtlarından kopmadıkları için, ilk ortaya çıktıkları yerden hiç ayrılmadıkları için toplumsal hafıza, gelenekler yoluyla çok rahat biçimde kuşaktan kuşağa aktarılmış, dolayısıyla din ve devlet gibi kurumlara ihtiyaç duyulmamıştır.

Hocam burada önemli bir tespit var. Öyleyse “otokton” kavimler düzen yaratsa bile asla devlet yaratmaz, devlet kuranlar her zaman göçebelerdir diyebilir miyiz?

Tabii ki. Esasen, mitoloji dediğiniz şey “modern” bakışın biraz dışına çıkarsak, tufan öncesinin tarihidir. Ve tufanla birlikte yerinden yurdundan edilen her toplum, mitolojinin önemini bilmekte ve korumaya çalışmaktadır. Söz gelimi, Sümerlerin ilk yazdığı şey kendi mitolojileridir. Şunu diyebiliriz ki, bir şekilde yerinden yurdundan edilmeyen halk devlet kurmaz. Mesela Akha’lar göçebedir, devlet kurmuşlardır. (Yunanistan) Ama Yunanistan’ın asıl “yerleşiği” olan Pelasglar devlet kurmamışlardır. Ya da Aztekler, Mayalar, İnkalar… Hepsi göçebe geçmişe sahip kavimlerdir ve devletler kurmuşlardır, ancak bu üçünün de “temel”indeki “Toltek”ler devlet kurmamışlar ama mitolojik olarak bunları beslemişlerdir. Anadolu’ya bakarsak, Hititler güçlü bir devlet kurmuşlar, güçlü bir din yaratmışlar ama devletlerini üzerine kurdukları “Hatti”ler, devlet kurmamışlardır.

Peki, Roma için, Etrüskleri böyle görebilir miyiz?

Etrüskler de bölgeye sonradan göçmüş bir halktır ancak Roma’ya nazaran daha az “devlet”tirler. Burada kıyaslamamız gereken, Avrupa’nın asıl yerlileri olan Keltler. Keltler, İlliryalılar, Pelasglar ve Traklar imparatorluklar doğuran devletler kurmamışlardır.

Sadece Traklar son dönemlerinde yani tüm çevrelerin Hint-Avrupalı işgalci kökenli devletlerle ve özellikle de Roma devleti tarafından sarıldığında Odris adlı krallığı kurmuşlardır. Ancak yine de birçok büyük Trak kabilesi bu devlete katılmamıştır. Yine Traklar Anadolu’da kurdukları Frigya devletini de Anadolu’ya geldikten en az 200 yıl sonra kurmuşlardır.

Burada sizi destekleyen bir durum var; Keltlerin ana vatanı bugünkü Bavyera bölgesi, Halstadtt kültürü. Ve orada bir Kelt devleti yok. Ancak sonradan göçtükleri Britanya adalarında Keltler devlet kuruyorlar.

Hocam, bir sorum daha olacak. Biliyorsunuz Türklerde “ozan”lar, kuzey Cermenlerinde “skald”lar, Kürtlerde “dengbej”ler, İngiltere’de “bard”lar, Antik Yunan’da Homeros geleneğinden gelenler mitolojik metinleri aktarmakla görevliler ve mitolojik metinler hep “şiir”le aktarılıyor. Kafkasya’da, Adige kültüründe durum nasıldır? Mistik-mitolojik bilgiyi aktaran bir sınıftan ve gelenekten söz edebilir miyiz?

Giambattista Vico bir kitabında der ki, “ilk dil şiirdi.” Dolayısıyla insan ilk konuştuğunda “şiirce” konuştu. Esasında “düz yazı” şiir kadar eski değildir ve eski, belki “ilkel” dilde ağzınızdan çıkan her şey şiirdir. Henüz “yetenek” ile alakalı hale gelmemiştir. Bu yüzdendir ki, Antik Yunan filozofları “bilim”i sınıflandırırken en başa “şiir”i koyar. Bu yüzden, “tufan öncesi tarihi” olarak tanımladığımız mitolojinin şiirsel bir dille aktarılıyor olması tesadüf değildir. Süreç içinde “dil” düz konuşmaya geçmişse de, mitolojik metinler her zaman şiir halinde kalmıştır. Çerkes kültüründe mitolojiyi, ki bizim mitoloji dediğimiz esasında “masal”dır – o halde masalı, aktarmakla alakalı olan gelenek Cequakwue kültürüdür. “Ozan”ın ya da Yunan kültüründeki “Homeros” ya da “Homeros oğulları” kurumunun Çerkes kültüründeki karşılığı Cequakwue’dir. Bunlar yiğitlik türkülerini, şarkıları, masalları yaşatagelir ve Nart mitolojisini ele alırsak, Çerkes mitolojisinin metinlerini ilk aktaranlar kadınlardır. Yani, Türk kültüründeki “Dede Korkut” figürünün Çerkes kültüründeki karşılığı kadındır. Cequakwueler erkek olsalar da, mitolojik metinleri ilk defa aktarmayı üstlenenler kadınlardır, ki mitolojik tekstin içinde de bu durum belirtilir. Bu kadınlar “amazon” kadınlarına benzer bir şekilde karşımıza çıkarlar: Savaşçı ve bilge. Ve, az önce Pantheon olarak anlattığımız Nartların erkeklerini, bu kadınlar yetiştirir. Yani bütün erkek Nart karakterlerini ya Werserıj, ya Setenay eğitmiştir. Belli bir olgunluğa kadar yer altındaki labirentlerde yetiştirilip, Nartlar arasına katılan bebek figürü, Nart mitolojisinde gözümüze çarpar.

elbrus
Türklerin “Mingitav”, Çerkeslerin “Oshamahue”, diğerlerinin “Elbruz” dediği dağ

Hocam, buradan “anaerkillik” konusuna gelirsek, Kafkas mitolojisinde anaerkillik hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Anaerkillik, benim tarihsel anlayışıma göre, M.Ö. 3200’lerden itibaren yerini yavaş yavaş ataerkilliğe bırakır. Batınî gelenekte bir söz vardır; “Yukarıda nasılsa, aşağıda da öyle.” Esasen, anaerkilliğin, tarım toplumuna geçişle yerini ataerkilliğe bırakması gibi, ana tanrıça figürünün erkek tanrılar karşısında gerilemesi de, mitolojik metinlerde söz konusudur. “Venüs”ün gökyüzündeki başat konumunu yitirmesi ile anaerkilliğin ortadan kalkması, birbiriyle ilişkilidir. Bir şekilde Venüs, gökyüzündeki korkutucu konumunu yitirmiş ve mitolojik ana tanrıça figürü yavaşça geri plana itilmiştir. Fakat asla yok edilememiştir. Söz gelimi, İsa’nın Meryem’i gibi.

Ana tanrıçanın Anadolu’daki en örgütlü dinsel yapısı Frigyalılar’dadır. Diyebiliriz ki bugünkü Vatikan bir ana tanrıça tapınağıdır ve mimarisini Gordion – Eskişehir civarındaki ana tanrıça tapınağından almıştır. Esasında, “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesinin kökeninde, Ana Tanrıça-Baba Tanrıça ve Fırtına Tanrısı üçlemesi yatar diye bir iddiada bulunabilir, tartışabiliriz. Buna göre, Hristiyanlıktaki Teslis, bütün dünya mitolojisinde var olan “ilk üç antropomorfik” inancının dinleşmiş, içi boşaltılmış halidir. “Üçler”, “yediler” ve “onikiler” neredeyse bütün dünyada, mitolojik metinlerde karşımıza çıkar. Mısır’daki “İsis-Osiris-Horus”, Çerkes Nart mitolojisinde “Wezirmes-Setenay-Sosruko” gibi üçlüler, Baba-Oğul-Kutsal Ruh olarak karşımıza çıkar. Tek fark, antropomorfik yapısını kaybetmiş, transandantal bir yapıya kavuşmuştur. Ancak yine de, insan suretli tasvir yaygındır. Diyebiliriz ki, Hıristiyanlığın ikonografisi büyük ölçüde pagandır. Ancak bu pagan yapının, tek tanrılı olduğunu iddia eden bir dine giydirilmeye çalışılması, çelişki ve tutarsızlıklar doğurur ve bu yüzden Hristiyanlık, teolojik saldırılara açıktır.

Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam bir noktada birleşirler: Bu üç din, amansız birer pagan düşmanıdır. Ancak, burada söylememiz gereken şu ki, esasında, Paganlık, bu dinlerin anladığı “Paganlık” değildir. Paganlık, esasında “çoktanrıcı” bir yapı arz etmez. Esasen, Kafkasya’daki Tanrı algısı tektir, diğer bütün “Nart” karakter ve isimleri, kozmik isimlerdir; bir yaratılış tablosu ortaya koyarlar. Bunu İslami bir dille açıklayacak olursak, bu karakterler bir ve tek olan Tanrı’nın, doksan dokuz eril ve dişil sıfatını simgelerler.

Bildiğim kadarıyla, birçok mitolojik metinde bu “özde Tek Tanrıcılık” motifi ve 99 suret var. Söz gelimi Druidizm, Gök Tanrı dini… Ya da Viking Tanrısı Odin’in sıfatları…

Evet, Mısır’da da “99 + 1”, Sümer’de de “99 + 1”, Kafkas mitolojisinde de “Sosruko ve 99 Nart” şeklinde, 99 + 1. Bu sıfatların esasında eski “kozmik şair”lerin anlatılarının gerçek sanılmasından ileri gelen bir “köklerinden kopuş” nedeniyle tanrısal bir hal aldığını söyleyebiliriz. En azından, Çerkesçe için, dilbilimsel açıdan bu kanıtlanabilir bir iddiadır. Çünkü Çerkesçede bütün Nart isimleri birer fiil ve sıfattan türemiştir. Anlatıları ilk aktaranların, bu sıfatları ayrı birer tanrı olarak kabul etmediğini söyleyebiliriz.

Esasında Çerkes Nart mitolojisi de, dünya mitolojisinin en önemli parçası olan, “ölüler kitabı”dır; Mısır’ın ölüler kitabı, Tibet’in ölüler kitabı gibi. Homer’in Odysseus destanı, aslında ölüler kitabı motifidir. Akha komutanı Ulise, yolculuğu esnasında ölüler diyarını görür, bir çukur şeklinde. Bunun Sümer’deki karşılığı Gılgamış’tır, Nart mitolojisindeki karşılığı ise Nart Aşemez. Ve Nart mitolojisinin Çerkes versiyonundaki ölüler ülkesi başlı başına, iç kuralları olan bir alemdir, en çok eski Mısır’ın ölüler ülkesi tasvirine benzer. Mesela Mısır’da, Osiris bu dünyadan göçtükten sonra ölüler ülkesine hakim olur, bizde ise Nart Wezirmes, Nart Sosruko’nun babası, ölüler ülkesine hakim olur. Sosruko da ölüler ülkesine iner ve babasıyla görüşür. Burada, Orta Asya ile bir ilişki de ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Çerkes Nart mitolojisinin anlaşılması, Anadolu ve Orta Asya arasındaki köprüyü de kuracaktır. Zira esasında Oğuzname’de de bir ölüler ülkesi teması göze çarpar ve oradaki Deli Dumrul figürü Nart Sosruko’ya benzerlikler gösterir. Ki bu durum, dünya mitolojisindeki “ölüler ülkesi olmadan mitoloji olmaz” şeklinde tanımlayabileceğimiz kuralın, Oğuzname’ye tezahürüdür. Burada temel figür, “ölümle hesaplaşmak”tır.

Burada diyebiliriz ki, Oğuzname bize Dede Korkut ile kalmıştır ancak çok daha eski bir geleneğin yaratısıdır. Odysseus destanının bize Homeros tarafından aktarılması gibi görebiliriz bu durumu. Dede Korkut bir ozan sıfatıyla aracıdır. Ve Oğuzname’de belirgin bir Kafkasya izi gözlenir. Dolayısıyla Türk ve Çerkes mitolojilerinin, karşılaştırmalı okunması bir gerekliliktir. Türk Mitolojisindeki Kafkas etkisi ve Kafkas mitolojisindeki Türk etkisi (söz gelimi, “Setenay” kelimesi büyük ihtimalle Türkçe kökenlidir ya da Hint Avrupacadır ancak Çerkesçe değildir) araştırılmalıdır. Sümer ve Türk mitolojisi “Tufanı yaşamış”, Çerkes mitolojisi ise tufandan etkilenmemiş ancak “gözlemiş” halkların mitolojileri olarak “eski dünya tarihi” açısından karşılaştırılmalı okunduğunda, bize yeni ve ufuk açıcı bilgiler bahşedecektir.

Hocam, son olarak eklemek, söylemek iste- diğiniz bir şey var mı?

Bana mikrofon uzattığınız için öncelikle teşekkür ediyorum. Mitoloji evrensel bir temadır. Benim amacım da medeniyet havzalarını mitoloji bağlamında karşılaştırıp ilişkileri araştırmak. Öyle düşünüyorum ki, insanlığın bu ortak bahçesindeki evrensel temalar karşılaştırıldıkça, çok farklı görünen toplulukların birbirine ne kadar yakın olduğu, nasıl aynı kaynaktan beslendiğimiz daha çok anlaşılacaktır.

Bu söyleşi Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu dergisinin 7. sayısı için M. Bahadırhan Dinçaslan tarafından yapılmış ve yayıncısının izniyle Kayıp Rıhtım’a eklenmiştir.