En çok anlatılan öykülerden biri de, Theseus’un öyküsüdür. Atinalı kahraman, yalnız şiirlere değil, oyunlara da konu olmuştur. Ovidius, Apollodoros, Euripides, bir de Sophokles, onun öyküsünü ustalıkla anlatan yazarlardan sadece birkaçıdır.

Atinalı karamanlar içinde en ünlüsü olan Theseus, kral Aigeus’un oğluydu. Yunanistan’ın güneyindeki bir başka şehirde doğmuş, çocukken babasını hiç görmemişti. Babası o daha doğmadan Atina’ya dönmüştü çünkü; ama gitmeden büyük bir taşın altına bir kılıçla bir çift ayakkabı koymuştu. Karısına, “Yakında çocuğumuz olacak, biliyorum,” demişti “çocukluğunu burada senin yanında geçirsin. Oğlan olursa, şu taşı kaldıracak çağa gelene kadar ayrılmasın bu şehirden. Büyüyüp de şu taşı kaldırdığı zaman altındaki kılıcı alsın, ayakkabıları giysin. Atina’ya gelip beni bulsun.”

Aradan yıllar geçti. Babasını hiç görmeden büyüdü Theseus. Günün birinde annesi onu taşın yanına götürüp, babasının dediklerini anlattı. Theseus, hiç zorluk çekmeden kaldırdı taşı. Ayakkabıları giydi, kılıcı kuşandı, gidip babasını görmeye karar verdi. Büyükbabası koca bir gemi hazırlattı, yanına adamlar verdi. Anlaşılan çabucak ün kazanmak istiyordu. Theseus, deniz yolunun kolay, tehlikesiz olduğunu ileri sürerek Atina’ya kara yoluyla gideceğini söyledi. Aklında hep Herakles vardı.

Kendi başından da tehlikeli serüvenler geçsin, adı bütün ülkelere yayılsın istiyordu. Annesiyle büyükbabasının yalvarıp yakarmaları sonuç getirmedi. Büyükbabası ne kadar, “Gemiyle git, sağ salim Atina’ya varırsın kara yolu soyguncular, başı bozuklarla dolu,” dediyse de Theseus, bu akıllıca sözlere kulak asmadı, tek başına yola çıktı.

Theseus’un büyükbabasının söyledikleri doğruydu. O zamanlar Yunanistan’ı soyguncular sarmıştı. Yolcuları her kaya ardında, her ağacın gölgesinde bir tehlike beklerdi. Soyguncuların en ünlüleri Skiron, Sinis, bir de Prokrustes’ti.

Skiron, yakaladığı yolcuya ilk önce ayaklarını yıkatır, sonra onu bir tekmeyle kayalardan aşağı, denize fırlatırdı. Sinis, birini yakaladı mı, hemen iki çam ağacını yere eğer, zavallının bir ayağını bir ağaca, diğerini öteki ağaca bağlar, sonra çamları bırakıverirdi. Yolcu hemen parçalanırdı tabii. Prokrustes’in adam öldürmesi ise başka türlüydü. Demirden bir yatağı vardı bu soyguncunun. Yakaladığı yolcuyu o yatağa yatırır, adamcağızın boyu kısaysa kollarından bacaklarından çeke çeke uzatır, işkenceyle canını alırdı. Adamın başıyla bacakları yataktan taşıyorsa, kılıcıyla, kılıcıyla “fazlalıkları” doğrardı. Yatakla tıpatıp aynı boyda olan birine rastlayıp rastlamadığı bilinmiyor.

Theseus, yoluna çıkan bütün soyguncuları öldürdü. Skiron’a ayaklarını yıkattı, sonra bir tekmeyle uçurumdan aşağı yuvarladı. Sinis’i, iki çam ağacının arasına gererek paramparça etti. Prokrustes’i de kendi yatağında doğradı. Yunanistan da soygunculardan, haydutlardan temizlenmiş oldu.

Bu kahramanlık büyük bir ün sağladı Theseus’a; bütün ülke onun adıyla çalkalanmaya başladı. Delikanlı, Atina’ya vardığı zaman Kral Aigeus karşıladı onu. Karşısındakinin kendi oğlu olduğunu bilmeden sarayına çağırdı, bir şölen verdi. Bir yandan da Theseus’un ününden korkuyor, tahtını elinden alır diye içi içini yiyordu. Medeia da saraydaydı o zamanlar. Korinthos’dan kaçarak Atina’ya gelmiş, Aigeus’un gönlünü çelmişti. Büyü yoluyla, Theseus’un kralın oğlu olduğunu öğrenmişti. Delikanlı, kendisiyle Aigeus’un arasını açar diye çekiniyordu. Gidip krala “Bu adamı öldürsen iyi olacak,” dedi, “belki, senin yerini almaya kalkar. En iyisi şölende onu zehirle, kurtul.”

Şölen sırasında Aigeus, içine zehir damlatılmış bir içki sundu Theseus’a. Theseus, bardağı dudaklarına götüreceği sırada durdu; artık krala, onun oğlu olduğunu gösterme sırası geldiğini düşünecek ki, kılıcı kınından çekti. Karşısındaki delikanlının oğlu olduğunu anlayan Aigeus, hemen fırlayıp bardağı kaptı ve içkiyi yerine döktü. Sonra Medeia’yı aradı gözleriyle. Ama Medeia ortalarda yoktu, yine arabasına atladığı gibi kaçmış, bu kere de Asya’ya gitmişti.

Aigeus, Theseus’un kendi öz oğlu olduğunu bildirdi Atinalılara: “Ben öldükten sonra kralınız o olacak,” dedi. Halk, böyle yiğit bir delikanlının ileride tahta geçeceğine çok sevindi. Kısa süre sonra Theseus, yiğitliğini yeniden göstermek fırsatını buldu.

Theseus’un Atina’ya varışından yıllar önce, Girit kralı Minos, oğlu Androgeos’u Atina’ya yollamıştı. Atina kralı Aigeus, yapılmayacak bir şey yapmış, Androgeos’un azgın bir boğayı öldürmeye göndermişti. Umulduğu kadar kahraman çıkmamıştı Androgeos, boğa tarafından parçalanıvermişti. Oğlunun ölümünü duyan Minos, küplere binmiş, ordusunu peşine takarak Atina’ya gelmiş ülkeyi ele geçirmişti. “Bütün şehri yerle bir ederim,” demişti, “yalnız dokuz yılda bir bana yedi genç kızla yedi delikanlı göndermeye söz verirseniz sizi bağışlarım.”

Atinalıların ellerinden ne gelir, söz vermişlerdi Minos’a, her dokuz yılda bir yedi genç kızla, yedi delikanlı göndereceklerdi Girit’e. Giritliler de on dört genci Minotauros diye anılan korkunç canavarlar atacaklardı.

Minotauros yarı insan, yarı boğa bir yaratıktı. Minos’un karısı Pasiphae doğurmuştu onu. Poseidon, kendisine kurban edilmesi için bir boğa vermişti Minos’a. Minos, zavallı hayvana acımış, onu bir türlü öldürememişti. Buna çok kızan deniz tanrısı, Minos’un karısını boğaya aşık edivermişti. Bu aşkın sonunda da Minotauros doğuvermişti işte.

Minos, doğan yavruyu da öldürememişti. Ünlü mimar Daldalos’a bir labyrinthos yaptırıp Minotauros’u oraya bırakmıştı. Karmakarışık yollardan meydana gelen bir yerdi burası, oraya giren bir daha çıkamazdı. Giritliler, Atinalıları labyrinthos’a bırakırlar, zavallı gençler de çıkış yolunu bulamadan Minotauros’a yem olurlardı.

Theseus, Atina’ya vardıktan birkaç gün sonra Girit’e on dört gencin gönderileceğini öğrendi. Babasına, “Bırakın ben de gideyim bu gençlerle birlikte,” dedi, “belki Minotauros’u öldürürüm.”

Babası önce kabul etmedi bunu; ama oğlu üsteleyince karşı koymadı. “Olur” dedi.

Gençleri götürecek gemi limandan ayrılırken Theseus, “Baba,” dedi, “bu geminin yelkenleri kara. Eğer ben canavarı öldürür de Atina’ya dönecek olursam bu kara yelkenler yerine beyaz yelkenler çektiririm. Sen de uzaktan görür görmez anlarsın kurtulduğumu.”

Sonra öpüşüp ayrıldılar.

Girit’te büyük bir kalabalık karşıladı Atinalıları. Karşılayanlar arasından Girit kralı Minos’un kızı Ariadne de vardı. Kızcağız görür görmez tutuluverdi Theseus’a; hemen Daldalos’a koşup, “Aman Daldalos,” dedi, “Bana labyrinthos’tan çıkmanın yolunu öğret.” Akıllı mimar için zor olmadı bir çıkış yolu bulmak. Ariadne’ye, “Bir yün yumağı alırsın, yünün bir ucunu kapıya bağlarsın. Labyrinthos’ta ilerledikçe yumağı çözersin. Dönmek istediğin zaman yünü izleyerek kapıya gelirsin.” dedi.

Bunu öğrenen Ariadne’nin içi sevinçle doldu. Akşam olur olmaz Theseus’a haber saldı. “Beni Atina’ya götürüp kendine eş alırsa ona labyrinthos’dan çıkış yolunu öğretirim.” dedi.

Theseus razı olmaz mı buna, kurtulursa Ariadne’yle evleneceğine söz verdi.

Ertesi gün labyrinthos’a girilecekti. Theseus, Ariadne’nin gönderdiği yün yumak ile kapıdan girdi. Öteki Atinalılar da arkasındaydı. Yünün ucunu kapının arkasına bağladırlar. Sonra yumağı aça aça karışık yollardan ilerlediler. Bir süre gittikten sonra Theseus, Minotauros’u gördü. Canavar uykudaydı. Elinde hiç silah yoktu Theseus’un, ama yumrukları vardı ya… Aigeus’un yiğit oğlu o yumrukları kullanarak Minotauros’u yerden yere çarpıp öldürdü.

Bir meşe ağacı nasıl yıkılır tepelerden,
Altında ne varsa nasıl ezer, Theseus
Öyle yıktı Minotauros’u.
Yabani yaşaması bitti canavarın,
Artık usulca başı sallanır,
Kimseye saplayamaz boynuzları boynuzlarını artık.

Theseus, canavarı öldürdükten sonra arkadaşlarıyla birlikte yünü izleyerek kapıya vardı. Orada kendisini bekleyen Ariadne’yi alıp gemiye bindiler, denize açıldılar.

Atina’ya dönerken, Naksos adasına uğradılar bir ara. Orada Theseus’un Ariadne’yi bırakarak kaçtığı söylenir. Atinalı yüce kahraman kaçtıktan sonra adada tek başına kalan kızı, Dionysos’un görüp kendine eş olarak aldığı da ayrıca belirtilir. Bazı kimseler Theseus’a yakıştıramazlar bu davranışı. Onlara kalırsa, adada Ariadne hastalanmıştır. Theseus, kızcağızı adada bir mağaraya bırakmış, bazı eşyalarını almak için gemiye dönmüştür. O anda çıkan bir fırtına gemiyi uzaklaştırmış, Theseus da uzun bir süre sevgilisinden uzak kalmıştır. Döndüğü zaman Ariadne’yi ölü bulmuştur Theseus.

Bu ayrılıklar bir yana, herkes Theseus’un gemiye beyaz yelken çekmeyi unuttuğu konusunda birleşmektedir. Ya Minotauros’u öldürmenin yarattığı aşırı sevinçten, ya da Ariadne’nin denizciler üzerinde bıraktığı üzüntüden, gemi kara yelkenle döndü Atina’ya. Kral Aigeus, günlerdir geminin yolunu gözlüyordu. Uzakta beliren kara yelkenleri görünce, oğlunun öldüğünü sanıp kendini denize attı. O sulara da Aigae (Ege) Denizi adı verildi.

Theseus böylece Atina kralı oldu. Akıllı bir insandı; öyle krallıkta filan hevesi yoktu. Halkı toplayarak kendinin kral olmak istemediğini söyledi. “Ben yalnız başkomutan olarak kalmak istiyorum,” dedi. “Siz kendi kendinizi yönetirsiniz. Kimi başa getirmek istiyorsanız, kendi oylarınızla seçersiniz.”

Dediklerini de yaptı. Atina her bakımdan ilerledi, rahata kavuştu. Thebai’ye karşı Yediler Savaşı’nda Atina’dan yardım istenmesi bu yüzdendir. Savaşta üstünlüğünü gösteren Thebaililer, düşman ölülerini gömmek istememişlerdi. Yenilenler Theseus’a başvurdular. Özgür insanların, böyle bir haksızlık karşısında boş durmayacaklarını biliyorlardı. Theseus, hemen bir orduyla Thebai’ye gitti. Bütün ölülerin gömülmesini sağladı, ama kötülük etmedi Thebaililere. O, sadece bir haksızlığı ortadan kaldırmak için gelmişti. Hak yerini bulunca da ordusuyla birlikte Atina’ya döndü.

Başka üstün davranışları da vardır Theseus’un. Kimsenin yanına almak istemediği yaşlı Oidipus’a o güleryüz gösterdi. Oidipus öldüğü zaman da yanında bulunuyordu; onun kızlarını korudu, sağ salim ülkelerine gönderdi. Herakles, çıldırıpta karısını öldürdüğü zaman herkes kaçmıştı*. Ünlü kahramanın kendi kendini öldürmesine Theseus engel oldu. Böyle bir şey yapmanın korkaklık sayılacağını söyledi, onu alıp Atina’ya götürdü.

Devlet işleri, Theseus’un serüvenden serüvene atılmasına engel olmuyordu. Bir ara amazonlar ülkesine gitti Theseus, oradan kaçırdığı Antiope ile evlendi. Bazıları bu yolculukta Herakles’in Theseus’a arkadaşlık ettiğini, kaçırılan Amazonun adının da Antiope değil, Hippolyte olduğunu söyler.

Karısından, Hippolytos adında bir oğlu oldu Theseus’un. Mutluluk içinde yaşayıp gidiyorlardı ki, Antiope’yi geri almak isteyen Amazonlar’ın saldırısına uğradılar. Ama Theseus, onların da hakkından geldi. Attika’yı düşmanlardan bütün bütüne temizledi. Kendisi ölünceye kadar artık hiçbir düşman ayak basamadı o topraklara.

Ülkesine düşmanların gelmediğini gören Theseus, serüven aramak için uzak ülkelere gitti. Altın Post’u ele geçirmek için çalışan denizcilerin, Argonaut’ların arasına katıldı. Kalydon kralı ülkesini çorak bir ülkeye çeviren, ekinlerini mahveden yaban domuzlarını öldürmek için yardım isteyince, Kalydon Avı’nda yer aldı. Avda, arkadaşı, Peirithoos’un hayatını kurtardı birkaç kere.

Peirithoos öteden beri arkadaşıydı Theseus’un. İlk görüşte birbirlerini sevmişlerdi. Daha aralarında hiçbir ilgi yokken Peirithoos, gidip Theseus’un sürülerini çalmıştı. Ünlü kahramanın, ardından geldiğini duyunca, dönüp onunla karşılaşmak, boy ölçüşmek istemişti. Ama boy ölçüşmek bir yana elini bile kaldıramadı Theseus’u görünce. Öyle üstün, öyle yiğitçe bir duruşu vardı ki Theseus’un, Peirithoos, “Sana kötülük etmek elimden gelmez,” dedi, “suçumu biliyorum. Sen yargıç ol. Vereceğin cezayı şimdiden kabul ediyorum.”

Theseus da ona bir yakınlık duymuştu. “Benim arkadaşım ol, başka bir şey istemem” dedi. Böylece aralarında kopmaz bir arkadaşlık bağı oluştu.

Peirithoos’un karısı bir süre sonra ölünce Lapitler kralı yeniden evlendirmek istedi. Bu sefer kendisine karı olarak Persephone’yi almayı düşünüyordu. Theseus, arkadaşına yardım edeceğine söz verdi, verdi ama, önce kendisi için o zamanlar daha çocuk olan Helena’yı kaçırmak istediğini söyledi.

İki arkadaş bir olup Helena’yı kaçırdılar; ama çocukcağızın iki ağabeyi, Kastor ile Polydeukes; kardeşlerini bulup geri aldılar. Theseus’u yakalayıp öç almak için her yanı aradılar atadılar, ama bulmadılar. Atinalı kahraman arkadaşıyla birlikte yer altına inmişti çünkü.

Hades’in tanrısı, onların yer altına niçin indiklerini biliyordu. Yine de güler yüzle karşıladı iki arkadaşı; yer gösterip oturttu. Theseus da, Peirithoos da oturdukları erden bir daha kalkamadılar. Ölüler tanrısı bir oyun oynamıştı onlara; ikisini de Unutkanlık İskemlesi’ne oturtmuştu. O iskemleye kim oturursa otursun, her şeyi unutur, öyle kalakalırdı. Theseus da, Peirithoos da kim olduklarını, yeraltına neden indiklerini bilmiyorlardı artık.

Bir süre sonra, Herakles yer altına indiği zaman, Theseus’u bu durumdan kurtardı. İskemlesinden kaldırdı Atinalı kahramanı yer yüzüne çıkardı. Ama ne kadar uğraştıysa Peirithoos’u kaldıramadı. Ölüler tanrısı, Persephone’yi asıl kimin kaçırmak istediğini biliyordu; bu yüzden Peirithoos’u Unutkanlık İskemlesine sıkı sıkıya bağlamıştı.

Hayatının son yıllarında Theseus, Adriane’nin kızkardeşi Phaidra ile evlendi. Bu evliliğin nelere mal olacağını bilseydi, herhalde Phaidra’nın yüzünü bile görmek istemezdi!

Amazon Antiope’den Hippolytos adlı bir oğlu olmuştu Theseus’un, Attika kralı, oğlunu küçük yaşta kendi büyüdüğü şehre göndermiş, onun orada büyümesini istemişti. Yılar geçti, Hippolytos son derece yakışıklı bir delikanlı oldu. Onun kadar usta avcı, onun kadar hızlı koşucu hiçbir yerde bulunamazdı. Yalnız bir kusuru vardı delikanlının: aşka inanmaz, bu yüzden Aphrodite’ye saygı göstermezdi. Tanrıçalardan sadece Artemis’i sayardı.

Bir gün Theseus, yanına karısı Phaidra’yı alıp oğlunu görmeye gitti. Görür görmez de kanı kaynadı Hippolytos’a. Baba-oğul birbirlerini öyle sevdiler ki, hiç ayrılmaz oldular. Phaidra, Hippolytos’un gözüne bile çarpmamıştı. Ama Aşk tanrıçası Aphrodite yapacağını yapmış, Phaidra’yı Hippolytos’a aşık edivermişti.

Phaidra, kimseye açamadığı bu utanç verici aş yüzünden kendini öldürmeye karar verdi. Yalnız yaşlı dadısı biliyordu kafasından geçenleri hemen Hippolytos’a koştu.

“Delikanlı” dedi, “Phaidra senin yüzünden ölecek. Seni seviyor. Hayat ver ona. Onu sev, belki kurtulur.”

Bu sözleri duymak bile istemedi Hippolytos. Aşk denen şeyden tiksinirdi zaten. Üstelik bir de işin içinde öz babasının karısı olunca… Kulaklarını tıkayarak bahçeye fırladı. Yaşlı dadı peşini bırakmıyordu onun. İkisi de bahçede Phaidra’nın oturduğunu görmemişlerdi bile.

“Yazıklar olsun sana,” dedi Hippolytos, “babamı kandırayım istiyorsun ha? Zaten bütün kadınlar böyledir. Hepsi de aşağılıktır. Babam olmadan bu eve adımımı bile atmam bir daha.”

O sırada Theseus evde yoktu. Delikanlı da fırlayıp gitti bahçeden.yaşlı dadı onu durdurmak istersen Phaidra’yla yüz yüze geldi. Öyle korkutucu bir bakış vardı ki Phaidra’nın gözlerinde, dadı: “Üzülmeyin” dedi “ben size yardım ederim.”

“Hayır,” dedi Phaidra, “İstemem,”

Sonra eve girdi.

Birkaç dakika sonra Theseus bahçeye geldi. Bahçede ağlaşan kadınlar karşıladı kendisini. Yaşlı gözlerle Phaidra’nın ölümünü bildirdiler ona. Phaidra ölmeden önce bir mektup bırakmıştı kocasına.

Mektubu okuduktan sonra kan bürüdü Theseus’un yüreğini. Oradakilere dönerek, “Duyun,” dedi, “siz de duyun. Kendi öz oğlum Hippolytos, benim karıma el uzatmış. Onun gövdesini, onun adını lekelemiş. Sen de duy Poseidon, bütün lanetimi onun üzerine yağdır.”

Sözlerini kesmek zorunda kaldı, çünkü Hippolytos çığlıkları duymuş, bahçeye gelmişti.

“Ne var, ne oldu baba?” diye sordu. “Phaidra neden ölmüş? Benden bir şey saklamayın. Herşeyi açık açık bende bileyim.”

“Benim karıma saldırırsan, ha?” diye haykırdı Theseus. “Defol git! Seni ülkemden sürüyorum! Bir daha gözüme görünme!”

“Baba,” dedi Hippolytos, “konuşmakta pek öyle usta değilimdir. Phaidra’ya elimi bile sürmedim. Doğru, tanık gösteremem. Tek tanık da öldü şimdi. Ama Zeus’un üstüne yemin ederim ki, yanına bile yaklaşmadım karınızın.”

“Ölüler yalan söylemez,” dedi Theseus. “Artık sürüldün. Defol!”

Hippolytos arabasına atlayarak oradan uzaklaştı. Yakınlarda bir deniz kıyısında geçiyordu ki Poseidon, Theseus’un dileğini yerine getirdi. Koca bir canavar fırladı dalgaların arasından. Hippolytos’un atları ürkerek gemi azıya aldılar. Arabadan düşen suçsuz delikanlı parçalanarak yaralandı.

Karısının bıraktığı mektuba rağmen Theseus’un içi rahat değildi. Hele Artemis gelip de, ona gerçeği söyleyince ne yapacağını şaşırdı.

Yardım etmeye gelmedim sana, acı vermeye geldim,
Oğlunun suçsuzluğunu anlatmak için geldim.
Karın çılgınlar gibi tutkundu Hippolytos’a,
Tutkusuyla savaşıp öldürdü kendini,
Yazdığı satırların hepsi yalandı.

Bunları duydukça ne diyeceğini bilemiyordu Theseus. O sırada içeriye can çekişen oğlunu getirdiler.

Hippolytos “Ben suçsuzdum, Artemis,” dedi “Bak artık en usta avcılarından biri ölüyor.”

“Senin yerini kimse tutamayacak,” dedi Artemis.

Delikanlı Theseus’a gözlerini çevirdi:

“Baba,” dedi, “bu işte sizin de suçunuz yok.”

“Senin yerinde keşke ben olsaydım,“ diye bağırdı Theseus.

Tanrıçanın sesi onların üzüntüsünü bir parça olsun yatıştırdı:

“Oğlunu kollarına al, Theseus. Onu öldüren sen değilsin. Aphrodite öldürdü onu. Ama şunu bil, oğlunun adı hiç unutulmayacak. Yıllar yılı şiirlerde, şarkılarda hep anlatılacak Hippolytos.”

Sonra ortadan kayboldu. O anda Hippolytos’un canı da uçup gitti. Delikanlı, Hades yokuşunu inmeye başlamıştı artık.

Aradan birkaç yıl geçti. Theseus, arkadaşı Skyros kralı Lykomedes’in sarayına gitti. Bir süre orada kaldıktan sonra Lykomedes tarafından öldürüldü. Theseus’un neden Skyros’a gittiği, orada neden öldürüldüğü pek bilinmiyor.

Ölümünden sonra, Theseus için koca bir mezar yaptı Atinalılar. Mezar, yıllarca tutsakların, yoksulların sığınağı olarak kullanıldı.

Dünya üzerinde nefret, kin ve nankörlük oldukça tanrılar da olacaktır…


Kaynaklar

Greek & Romen
Mythology
– Edith Hamilton

Yunan Mitolojisi
– İnkılâp ve Aka Yayınlar

Bulfinch (http://www.bulfinch.org)


Fırat “Desang’ard” Hacıahmetoğlu

(Bu yazı lostlibrary.org sitesinden, yayıncısının izni alınarak yayınlanmıştır)