
Bir zamanlar uzakta, varmış büyük bir diyar,
Gelir geçmişten beri, gider sonsuza kadar.
O diyar ki her yanı, büyük dağlarla kaplı;
Kim demiş sade toprak! Denizmiş dört bir yanı.
Güney sıra dağları, vadilerle aşılan;
Var ardında bir batı; kızıl lavla kaplanan.
Tezat olsun kızıla diye donmuş bir yanı,
O topraklar doğuda ak buzullarla kaplı!
Varmış bunun benzeri sıra dağlar kuzeyde,
Tam ortadan bölermiş, ovaları ikiye.
O dağların arkası uzun vadiler kaplı;
Vadiler ki huzura, kavuşanın mekânı.
Kurak çöller ortada uzanırmış eskiden,
Ne bir yağmur gelirmiş, ne de hafif bir meltem.
Bir tufan ki hem doğu, hem batıdan yaklaşan,
Kurutmuş susuzluğu; gitmiş hava, kavuran!
Altı göl, beş de nehir kalmış tufandan yana,
Yeşertmişler her yanı, canlanmış bütün doğa.
Kalmış o çölden geri, iki miras bekçisi,
İkisi de kumlarda, beklermiş nemsizliği.
Büyük yeşil ormanlar türedikçe etrafta,
Türlü ırklar oluşmuş, her biri ayrı yanda.
Kimi kurmuş şehrini büyük bir göl üstüne,
Kimiyse tercih etmiş, ormanı büyük diye.
Bozulmasın hiç diye tüm bu kurulmuş düzen,
İki çeşit taş çıkmış; döngüyü düzenleyen.
Aksamamış o günden bugüne hiç bu sistem,
Irklar özgür yaşamış, hayat devam ederken.
Biri ruhlar taşıymış, pürüzsüz soğuk duran,
Saklarmış o ruhları, dünyadan kaçamayan.
Diğeri dönüştürmüş bu ruhları bir cisme,
Aksamasın yaşamlar, hep devam etsin diye.
Her ırk kendine özgü bir işi benimsemiş,
Ustalaşmış her biri; ''bu meslek benim!'' demiş.
Kimi ticaret yapıp her milletle anlaşmış,
Kimi kendine bakıp, zenginliğe çalışmış.
Ve böyle süre gelmiş, hep bu diyarda yaşam,
''Ve bölye de sürecek!'', demiş büyük bir adam.
Bilinmez ki nasıl bir öyküye gebe bura,
Hep birlikte görelim; ileri bir zamanda...