Tercihe bağlı eşlik şarkısı.
Yılların eskitemediği kahkahalar, rakslar, flörtler ve dedikodular balo salonunun tozu ve çürümüşlüğünün içinde bile hala canlıydı. Ne ellerini hafifçe ağzına kapatarak gülen dantelli eldivenli nazik hanımefendiler, ne de kusursuzluk abidesi fırfırlı gömlekleri ve fraklarıyla centilmen beylerden eser vardı şimdi. Ama yine de o ihtişamını kaybetmiş, sıvaları dökülmüş ve rutubetin salgın hastalık gibi dört bir yanını sardığı koca gövdesinde halen daha anılar taptazeydi. Şişman bir hanımın yağlı belindeki oval, pulları dökülmüş bir kuşak gibi sarmalıyordu ziyaretçilerini. Belki tavanlarındaki altın varaklar çalınmıştı, duvarlarındaki tablolar tanınmaz haldeydi ve hatta koca dans pistinde ölü hayvanların leşleri vardı; ne fark ederdi? Geçen zaman içinde muhafaza ettiği anılarını şimdi iki ziyaretçisine sergiliyordu balo salonu. Asillerin dedikodularını, centilmenlerin flörtlerini ve küçük hanımların kıkırdamalarını taşıyordu onlara. Yaşıyordu. Asla ölmemişti ki.
Dans pistinin ortasında kendi danslarını sergileyen çiftin gözleri birbirinden başkasını görmüyor gibiydi; ya da en azından erkek için bu böyleydi. Sıkıca kavradığı partnerini adeta pist boyunca taşıyordu. Dansı yöneten ve eşiyle bir bütün olmuş adımlarını hızla, kendinden emin biçimde atıyordu. Kadını her dizine doğru yatırdığında koyu renk saçları ölü dalgalar gibi yere dökülüyor ve kadının gözleri kısık şekilde tavana odaklanıyordu. Hızla birlikte atılan geriye doğru adımlarla tekrar birlikte olunuyor ve müziğin efsunlu yapısıyla anılarla dolu dans pistinde, salonun onlara getirdiği hayalet kahkahalar ve fısıltılar arasında kendi aşklarını vücut dilleriyle sergiliyorlardı. Kendi etraflarında dönerlerken geriye doğru atılan başları ve durduklarında adamın kadını göğsüne bastırışındaki sahiplenme değildi de neydi? O, Tanrıçası’na tapan aciz bir kuldan başka bir şey değildi.
Dans bitti, müzik kesildi. Adam, eşini fare pisliği dolu salondaki tek masaya götürüp nazikçe oturmasına yardım etti. Ardından her beyefendinin yapacağı şeyi yapıp orkestrayı canı gönülden alkışladı. Sevgilisinin yanına otururken onu ilk defa gördüğündeki kadar heyecanlıydı. Kırık ve tozlu kadehe, üzerindeki markası silinmiş bir şişeden şarabı koyarken gözlerini ondan alamıyordu. Durmadan konuşuyordu. Salonun hayaletimsi varlıklarını inkâr edip yaşayanların reddedilemez benliklerini hatırlatmak için konuşuyordu. Sevgilisi de onun gibi bu anı doyasıya yaşasın diye konuşuyordu. Hatta belki de, ondan ufacık bir tepki görmek için bunca anlamsız sözü dilinde şekillendirip kadının boş bakışlarına doğru meltemler gibi yolluyordu. Ama sözleri sadece kadının ifadesiz yüzünü yalayıp geçmekle kalıyordu. Adam pes etmedi.
Şarabı koyduktan sonra şişeyi özenle masanın altına koyarken, yerdeki tozdan lime lime olmuş dantelli gömlek manşetlerini özenle sakındı. Yer yer dikişleri sökülmüş cekedinin kollarını dikkatle çekiştirdi ve kadehini tüm salona kaldırdı. İnsanların hayaletimsi yüzleri ona gülümsüyor, herkes ona ve sevgilisine hayranlıkla bakıyordu. Ama adam ne kadar mutlu olmaya çalışırsa çalışsın, aciz kulu olduğu tanrıçası onun duygularını paylaşmıyordu. Kalbi yeterince kırılmıştı. Dizleri üzerine çöküp kadının derin yırtıklar bulunan kabarık eteğine kapandı.
"Sevgilim, sana yalvarıyorum böyle yapma. Neden mutlu değilsin bir tanem? Neden sen de benim gibi mutlu olmayı denemiyorsun?"
Ama kadın gözlerini tavana dikmiş, ona cevap vermeyi reddediyordu.
"O dolgun dudaklarında neden adım şekillenmiyor hayatım? Neden nefesinle o eşsiz sesin birleşip 'Faust' diye kulaklarıma çalınmıyor?"
Kadın buna da cevabını tepkisizliğiyle vermişti. O eskiden de burayı sevmezdi. Buranın bir kibir yuvası, çirkinliklerini süslü giysilerle saklayan asillerin günah sarayı olduğunu söylerdi. Adam hatayı kendinde aradı. Başını olumsuzca iki yana salladı.
"Sen bilirsin bir tanem. İstiyorsan şimdi gidebiliriz, biliyorsun." Ardından kadının üzerine doğru eğilip ölüm kadar soğuk dudaklarına bir öpücük kondurdu. Öpücüğüne karşılık gelmedi; ancak aşkı fazla ağır gelmiş olacak ki kadın oturduğu sandalyeden hareketsizce kayıp yere düştü.
Adam yine başını iki yana salladı ve kadını sandalyeye geri oturttu. Sevgilisinin boş, manasız gözleri şimdi öne düşmüş kafasının altından ayaklarına dikilmişti. Adam yılmadı, başını yukarıya doğru kaldırdı ve yine düşmesin diye eliyle çenesini kavrayarak sordu:
"Bir dansa daha ne dersin?"