L.H.T.
Bölüm I
Her sabah çalan zilin tek düze sesi kulaklarımda çınlarken, gözlerimi araladım ve yine her zamanki gibi oda arkadaşımın histerik sayıklamaları eşliğinde güne başladım.
‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’ dedi ve sonrasında örtüsünü kafasına kadar çekip yatağının içinde bir top gibi kıvrıldı. Mor göz çukurları ve neredeyse saydam gibi görünmesini sağlayacak kadar beyaz bir teni vardı. Deli gibi sayıklayıp durmasa ve birkaç öğün bir şeyler yese yakışıklı bile sayılabilirdi belki de.
Kendi kendime gülümsedim. Her sabah aynı şeyleri duymak insanın sinirlerini bozuyordu ama bu sabah benim neşemi hiçbir şey kaçıramazdı. Bugün, yani on sekizinci yaş günümde, bu lanet olasıca yerden kaçıp kurtulacaktım.
Pis bakışlı, iri yarı, şişman bir gardiyan elindeki sert ve siyah sopayı koğuşumuzun demir tellerine vurdu ve genizden gelen kalın sesiyle bağırdı:
‘Herkes koğuşları terk etsin!’ ve kısık bir sesle gözleriyle beni baştan aşağı süzerek ekledi ‘Sen de güzelim.’ Kel kafasında birikmiş ter damlalarını yatağımın başından bile görebiliyordum. Kendime hakim oldum ve tiksintiyle bacaklarımı açıkta bırakan geceliği çekiştirip kendime çeki düzen vermeye çalışırken ne deniliyorsa yaptım. Nasıl olsa bunlara son kez katlanacaktım.
Gardiyanın diğer mahkumları rahatsız etmek için ayrıldığından emin olduğumda elimi dikkatlice yastığımın altına kaydırdım ve toka tellerini birleştirerek el yordamıyla yaptığım keskin olmayan ama kesinlikle bir tehlikeyle karşılaşırsam birine saplayabileceğim küçük bıçağı çekip aldım. Standart olan kot pantolon ve beyaz tişörtümü giyindim ve el yapımı bıçağımı kot pantolonun arka cebine attım. Sonra vazgeçtim ve yan ceplerimden birine koydum. Pislik herifler bazen kıçıma çok dikkatli bakıyorlardı. Gardiyanların yüzleri ve bana bakışları aklıma gelince tekrar iğrendim ve suratımı buruşturarak koğuşu terk etmeye başladım.
İri yarı, kel kafalı gardiyan tam koğuştan çıkarken sırıtarak geri geldi ve yüzünü neredeyse yüzüme yapıştırarak, beni rahatsız ettiğinin gayet bilincinde konuşmaya başladı. ‘Bugün senin doğum günün ufaklık. Sana bir hediye almayacak kadar düşüncesiz olduğumuzu mu sandın yoksa? O beyaz tenine iyi gider diye düşündüm.’ konuşurken iğrenç nefesi burnumun direğini sızlattı. Gözleri gözlerime kilitlenmişti ve beklentiyle bana bakıyorlardı. Gözlerimi her zaman olduğu gibi kaçırdım ve yerdeki karo taşlarının artık ezberlediğim girintilerine ve çıkıntılarına odaklandım. Sürprizi her neyse benim nefret edeceğim bir şey olduğuna da emindim.
Arkasına bağladığı ellerindeki süslü torbayı bana uzatıp ‘Bugün bunları giyeceksin ufaklık.’ Dediğinde zaten emin olduğum şey bir kere daha kanıtlanmış oldu. Kafamı itaatle önüme eğdim ve elindeki torbayı alıp koğuşa geri döndüm. İçimden ettiğim küfürlerin arasında ne kadar çarpık, zavallı ve sapık bir herif olduğunu, onu buradan kaçmadan sırf diğerlerine iyilik olsun diye öldürmem gerektiğini düşünüp durdum. Arkama dönüp bakmadım bile. Giyinirken beni izleyeceğini biliyordum. Bakışlarını görmemek bazen işe yarıyordu. Eğer gerçekten farklı bir şeyler düşünecek kadar odaklanabilirseniz tabi.
Ben bunları düşünürken, ellerim itaatle torbayı açtı ve içinden çıkan kareli bir eteği kavradı. Okullarda giyilene benziyordu. Sadece onlardan on kat daha kısaydı. Üzerine giymem için ise içini olduğu gibi gösterecek kadar ince kumaştan yapılmış beyaz bir gömlek konulmuştu torbaya. Bunu giydiğimde üzerime bir şey giymemiş gibi olacağım kesindi ve tabi ki her sapığın fantezilerini süsleyen, siyah, parlak, topuklu ayakkabılar da unutulmamıştı. Hepsinden çok işte bu ayakkabılar canımı sıkmıştı. Her gün pis gardiyanların bana bakmasına, hatta daha ileri gitmelerine alışıktım ama bu topuklu ayakkabılarla kaçmak gerçekten de imkansız olacaktı.
Sıkıntıyla kostümümü giyip yemek salonuna girdiğimde, tüm gardiyanlardan bir alkış ve ıslık tufanı yükseldi. Sıska bir adam beni elimden tutup yemek masalarından birinin üzerine çıkardı ve etrafımda dönmemi işaret etti. Benim gibi mahkum olan çocuklardan bazıları o masada yemek yiyordu ve suratları kıpkırmızı olmuştu. Gardiyanların bana yaptıklarından mı, yoksa görüntümden dolayı mı utandıklarına emin olamıyordum. Kızlar ise içlerinden dua etmekle meşguldü. Şimdi bu masada, bu kıyafetlerle gardiyanların ilgisine maruz kalan onlar da olabilirdi çünkü. O sırada bekçiler alkışlarıyla bir tempo tutturdular ve beklenti ile yüzüme bakmaya başladılar.
Şerefsiz herifler! Aslında hepinizi öldürmeyi o kadar isterdim ki! Beklenti ile gülümseyen pis suratlarına tek tek baktım ve itaatkar bir ses tonuyla ‘Efendiler ne istiyor?’ diye sordum.
Zayıf, uzun boylu gardiyanlardan biri suratını buruşturarak bana döndü ‘Efendiler doğum gününde dans etmeni istiyor. Eğlenmeyeceksek doğum gününü kutlamanın ne anlamı var değil mi?’ Gardiyanların geri kalanı birbirlerine bakıp gülümsedi. Masada oturan ve emir gelene kadar kalkamayacak olan çocuklar ise utançlarından yemeklerine gömülmüşlerdi.
Ayaklarımı yavaşça hareket ettirip gardiyanların yüzlerinde kocaman gülümsemelerle tuttukları tempoya ayak uydurdum. Müzik nasıl bir şey bilmiyordum? Nasıl dans edileceğini bilmiyordum. Tüm bunlar bize yasaktı. Tek bildiğim emirlere uymadığım zaman neler olacağıydı. İşte bu yüzden kimse gardiyanlara karşı gelemezdi. O korkunç yaratıkla yüzleşmeyi kimse istemezdi. Onun o kırmızı insanı delip geçen gözlerine kimse bakmak istemezdi.
Havaya kaldırdığım ellerimle uzun kızıl saçlarımı kavradım. Avuçlarımın içindeki telleri iyice havaya kaldırdım, salınmaları ve oradan omzuma çarparak aşağı dökülmeleri için onları serbest bıraktığımda yüzlerindeki gülümseme daha ilginç bir şeye dönüşmüştü. Daha önce görmediğim bir şeye. Hepsi istekle bana bakıyordu. Daha önceden bana ezberletildiği şekilde ellerimi yine ağır hareketlerle indirdim ve gömlek düğmelerimi yukarıdan aşağı doğru açmaya başladım. Daha ilk düğmemi açtığımda nefeslerini tuttuklarını hissedebiliyordum.
Tekrar zil çaldı ve bütün gardiyanlar aynı anda görev yerlerine doğru arkalarını dönüp gitmeye başladılar. Mahkumlar da benim gibi şaşırmıştı çünkü ikinci zil ancak yatma vakti geldiğinde çalardı. Yine de hiçbiri itiraz etmeden yerlerinden kalktılar. Zaten utanç ve suçlulukla bana bakmamak için yemeklerini hızla yemişlerdi. Masanın üzerinde gömleğimin düğmelerini beceriksizce ilikledim. Utançtan ateş basan yanaklarıma yatakların bulunduğu kısımdan serin bir hava esiyordu. Sonra aniden kel kafalı şişko gardiyanın gözlerinde büyük bir hırsla bana doğru geldiğini gördüm. İnsanı bir tepki veremeyecek kadar kendini kaybetmişti. Hırladı ve dev ellerinin tekiyle az önce iliklediğim düğmeleri kopararak gömleğimi üzerimde yırtıverdi. Diğer koluyla beni sertçe masaya düşmem için ittirdi ve öyle de oldu. Kafamı metalden yapılma masaya gürültüyle çarptım. Hemen ardından tüm ağırlığıyla üzerime çıktı ve dişlerini göstererek bir şeyler geveledi. Ne dediğini duyamıyordum bile. Çaresizdim ve adamın ağırlığı altında eziliyordum.
Gardiyanlar hiç bu kadar ileri gitmezlerdi. Asla bize dokunmazlardı. Onlar sadece kafamızın içindekilerle mutlu olurlardı. Emirlerini yerine getirmemizden, bizi herkesin önünde küçük düşürmekten ve daha birçok şeyden ama hiçbir muhafız daha önce bana elini bile sürmemişti. Gözü dönmüş kel kafalı pislik üzerime çullandığı anda çaresizliğimden dolayı vücudum titremeye başladı. Kendimde olduğunu daha önce bilmediğim bir güçle dizimi kaldırdım ve adamın hayalarına tüm gücümle tekme attım. Kulağıma salyalarını akıtarak her ne söylüyorsa gürültülü bir iniltiyle yarıda bıraktı ve bir iki adım geriledi.
‘Seni küçük fahişe!’ dedi sinirle etrafa tükürükler saçarak ve tekrar üzerime doğru gelmeye başladı. İşte bu sefer kaçışım yoktu. Bir otobanda üzerinize doğru gelen tırı nasıl durdurabilirdiniz ki? Neler saçmalıyorum ben böyle. Hayatım boyunca bu odadaydım. Ne otoban görmüştüm, ne de tır…
Bunları düşünür düşünmez duvarlar sallandı. Koca, gri taşların birleşim yerlerinden tozlar dökülmeye başladı ve gardiyan tekrar bana doğru gelmeye çabaladı. Ama bana ulaşamadı çünkü refleks olarak şişko herifi ittirmek için kaldırdığım ayağım kafasına gelmişti. Kötü bir şeyler olduğunun hissi tüm bedenimde yankılanıyordu. Şerefsiz herif geriledi ve sendeleyerek yere düştü. Dakikalarca yerde can çekişirken tek gözüne saplı olan siyah, parlak ayakkabının topuğunu çıkarmaya çalışıyordu. Heryer yine sallandı. Sanki deprem oluyordu. Duvarlar, masa, bu oda, dünya hepsi sallanıyordu. Hemen masanın altına geçtim ve dizlerimi kendime doğru çekerek ağlamaya başladım. Doğum günlerimden nefret ediyordum ama açık ara farkla bu en kötüsüydü. Metal masanın üzerine duvar parçaları ve tavanın bir bölümü gürültüyle düşerken, ağzımdan gün boyu kimseden duymadığım tek bir cümle dökülüverdi.
‘Doğum günün kutlu olsun Meg.’
Sarsıntı başladığı gibi aniden kesildi. Gözlerimi açtım ama bu sefer farklıydı. Zil çalmamıştı ve daha da önemlisi henüz uyumamıştım. Bir insan uyumadan bir güne iki kere uyanabilir miydi? Sol tarafımdan kısık sesle gelen mırıldanmaları bıkkınlıkla dinledim.
‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’
Kafamı yavaşça yana doğru çevirdim. Bir çeşit camdan yapılmış, üzerine bulunduğum yerden bakılınca 1101 rakamlarının yazılı oldğu bir kapsülün içinde yatıyordum. Ellerim beceriksizce saydam cismin yan taraflarına bağlanmıştı. Oda koğuşumuzun aksine bembeyazdı. Elime bol gelen kol bağımdan kurtuldum. Tanrım ne kadar da zor olmuştu. Sanki üzerimde haftalarca filler tepinmiş gibi her yanım ağrıyordu. Yavaşça hareket ettim ve kafama bağlı olan onlarca kabloyu da takılı oldukları yerlerden çıkardım. Neredeydim böyle? Rüyada mıydım?
---o---
İyi akşamlar Birleşik Amerika Konfederasyonu. Başbakan ve Dini Konseyin son aldığı karar neticesinde önümüzdeki sene yürürlüğe girmesi beklenen 2613 yılı ekonomik paketi açıklandı. Lüks alışverişlere getirilecek ek vergilerin arttırılacağı bildirildi. Diğer taraftan Ulusal Tıp Birliği’nin onursal başkanının söylediklerine göre Yedeklerin bakım ücretlerinde değişiklik olmayacağı açıklandı. Şimdi spor haberlerine geçiyoruz…Kalın gözlüklerini bir anlığına çıkarıp gözlerini ovuşturdu ve onları tekrar yerlerine koyarken gözlerini kırpıştırdı. Yan tarafında duran küçük ekranı sinirle kapattı ve kontrol panelinin önüne doğru geçti. Bu haberler doğruysa, maaşına zam yapılmayacağı garantilenmiş oluyordu. Ayrıca yapması gereken birçok iş vardı. Büyük salonda yedeklerle ilgili yeni bir seminer verilecekti ve şirketin sahibi olan Bay Numberg’de orada olacaktı. Yaklaşık bir saati vardı ve yedekler neredeyse uyanmak üzereydi. Gülümsedi ve kontrol panelinin önünde duran kocaman ekrana dönüp
‘1011 numaralı yedeği ekrana yansıt.’ dedi.
Beyaz duvarları olan penceresiz koğuşun içinde iki tane yatak vardı. Birinde gözleri mor, titrek ve sürekli sayıklayan işe yaramaz bir yedek duruyordu. Onu defalarca yok etmeyi düşünmüştü ama gerçeğine bir şey olması durumunda hala kullanılabilir durumda olması bunu yapmasına engel oluyordu. Hatta diğerlerini etkileyebileceği gerçeğini bile görmezden gelmesi gerekiyordu. Gözlerini hemen işe yaramaz yedekten diğerine kaydırdı. Kızıl uzun saçları, beyaz teni, çekici fiziğiyle diğerlerinden kolaylıkla ayırt edilebilecek durumdaydı.
Klavyeyi önüne doğru çekti ve bir şeyler yazdı. Enter tuşuna basar basmaz koğuşun kapısında kel kafalı bir gardiyan belirdi ve kızla konuşmaya başladı. Gülümsedi ve parmaklarını hızla klavyede gezdirmeye başladı. Her girdiği komutla beraber gardiyanlar istediğini yapıyordu. Kız kendisine verilen giysileri giyerken kontrol panelinin önündeki ekrana neredeyse burnunu yapıştırarak izledi. Bir yandan tedirgin bakışlarla arkasındaki kapıyı inceliyordu. Mesaisi yakında bitecekti. Normal bir zamanda olsa kimse onu umursamazdı bile ama bugün seminere katılacaktı ve onu çağırmaya birini gönderebilirlerdi. Bu yedeğe yaptıklarını görmeleri zaten maaşı az olan işine son vermelerini garantilerdi.
Sonunda mesainin bittiğini belirten zil çaldığında zaten tedirgin bakışlarla beş saniyede bir arkasına bakan gözlüklü adam yerinden sıçradı ve kendi kendine gülümsedi. Kızın masada dans eden görüntüsüne hüzünle baktı. Tam da gömleğini çıkartmak üzereydi. ‘Şimdilik bu kadar yeter.’ Dedi kendi kendine ve evraklarla doldurduğu çantasını eline alarak hızla döndü.
Panikle sıçradığı anda ve çantasına uzandığı sırada kontrol panelinde basmaması gereken bir tuşa yanlışlıkla dokunduğunun farkında bile olmadan koşar adım seminer salonuna doğru ilerledi. Bay Numberg bekletilmekten hiç hoşlanmazdı.
Arkasında bıraktığı ve kapısını sıkıca kilitlediği odadaki ekranda tek bir cümle kırmızı bir bant içinde yanıp sönüyordu.
''1011 numaralı yedek için tahliye programı başlatıldı.''