Mete Han
Bölüm V
‘Ulu Bilge! Ulu Bilge!’ diye avazı çıktığı kadar bağırırken göğsüne kadar gelen uzun otların içinde koşturdu Mete. Adam, kendine doğru her an dengesini kaybedecekmiş gibi minik ama kararlı adımlarla ilerleyen çocuğa baktı ve gülümsedi. Şimdi güldüğü çocuk ileride binlerce kişiye hükmedecek ve binlercesini de öldürecek bir demir yumruğa dönüşecekti. Kehanetin gerçekleşeceğine o kadar emindi ki onu daha doğduğu günden itibaren sınavlara tabi tutmuştu. Her zaman ona bilmeceler sorar ve hep onu düşünmeye sevk ederdi. Mete ise kelimenin tam anlamıyla dünya üzerindeki en kararlı çocuktu. Kendine bir hedef seçer ve o hedefe ulaşmadan asla vazgeçmezdi. Sonunda kendine doğru gelirken ismini neşe ile bağıran çocuk bir patırtıyla yere düştüğünde gülümseyerek arkasını döndü Ulu Bilge ve çadıra girerken Mete’ye seslendi.
‘Mete hanımız büyümüş de Ulu Bilge’nin dersine geç kalırmış demek. Gözyaşlarını sil de çadırıma gel. Diyecek iki çift lafım var sana.’
Mete gözyaşı dökmemişti. Yere düştüğünde dizleri sızladıysa da pek umursamadı. Nasıl olsa günde onlarca kez düşüyordu. Kimse fark etmiyordu ama Mete hiçbir zaman iki kere aynı şekilde düşmüyordu. Bir keresinde Ulu Bilge’nin ona söylediği sözler hep aklındaydı çünkü.
‘Binlerce kere yanıl Mete, binlerce kere yere düş.’ Demişti Ulu Bilge tam bir yıl önceki derslerinden birinde.’Böylece öğreneceksin nasıl doğru bir adam olunacağını. Düş ki hiçbir rakibin sana diz çöktüremesin, yanıl ki karşındakiler yanıldığında onlara nereden vuracağını iyi bil…’
Yerde dizleri yanarken bu sözleri düşündü çocuk, göz göze geldiği kendisine tıslayan yılana bakarken. Yılanın sırtı sarı benekli, gözleri siyah inci taneleri gibiydi. Tıslarken tehditkar bir şekilde dışarı çıkardığı dili ile birçok yüreğe korku salardı.
Gözlerini kıstı ve yılana baktı Mete. Bir çocuktan beklenmeyecek kadar buyurgan ve sert bir ifadeyle konuştu.
‘Ben senin hakanın Mete Han’ım. Ne cüretle bana tıslarsın ey yılan! Kafanı ezip, seni parçalara ayırmadan defol git hemen!’
Yılan da tüm hayvanlar gibi rakibinin korkusunu sezerdi. Bir rakip ile karşı karşıya geldi mi gözlerini diker ve en korkutucu özelliklerini sergilerdi. Rakibi korktuğu anda avına aniden saldırır ve onu etkisiz hale getirecek zehrini vücuduna akıtırdı. Karşısındaki insan standartlarına göre küçük sayılacak rakibine son bir kez göz gezdirdi yılan ve yavaş yavaş sürünerek otların arasında gözden kayboldu. Rakibi küçüktü küçük olmasına ama onu besleyecek en ufak bir korku kırıntısı barındırmıyordu.
Mete kendinden emin ayağa kalktı ve dizlerinin acısıyla gözünün kenarında biriken ufak yaşları sildi. Ulu Bilge’nin çadırına geldiğinde çadırın kapısının kapalı olduğunu gördüğünde istemeye istemeye girişe bağdaş kurup oturdu Mete. Hocası içeri buyur etmeden asla içeri giremezdi. Oysa ki yılanı nasıl dize getirdiğini ona anlatmayı ne kadar da çok istiyordu.
---o---
‘ Hoş geldin Palaz, hangi rüzgar attı seni çadırıma’ dedi Ulu Bilge. Palaz Teoman’ın en güvendiği habercilerinden biriydi. Hunların arasında en uzun ve en iri yiğitti. Rakiplerinin taşımayı hayal bile edemeyeceği iki elli bir kılıç taşırdı yanında ve yayını gerdi mi kimsenin atamayacağı kadar uzaklara okunu gönderirdi.
‘Mete’ye ders vermeye devam ettiğini duyarım Ulu Bilgem. Gel vazgeç bu uğraştan.’ Palaz gür sesiyle konuşmuştu Ulu Bilge’yi ikna edebilmek için. Çoğu yiğit gibi onun da hocası Ulu Bilgeydi ve ona saygıda asla kusur etmezdi.
‘Her hafta yanıma gelir durursun Palaz. Her hafta aynı şeyleri söylersin ve ben de her seferinde sana aynı cevabı veririm.’
‘Verirsin vermesine de artık durum değişti. Haberlerim kötü. Laçin Hatun bir erkek çocuk dünyaya getirdi.’
Ulu Bilge bu haber karşısında birkaç saniye duraksadı. Bu hiç iyi olmamıştı. Teoman’a bir oğul vermeden bile Mete’nin gözden düşmesi için her türlü oyunu etmişti Laçin Hatun. ‘Li-ying, kendine Laçin Hatun’da dese, düzinelerce erkek oğlan da verse hanımıza, bu diyara hükmedecek bir tane yiğit var ve ben onu eğiteceğim Palaz, bunu böyle bil.’
Palaz gözlerini çadırın zemininde duran ayı postuna dikti ve cüssesine yakışmayan üzgün bir ifade ile konuştu tekrar. ‘Laçin Hatun’un her yerde adamları var artık Bilgem. Teoman hanımız da tamamen avucunun içinde. O ne derse onu yapıyor. Zaten oğlu doğduğunda saatlerce gökyüzüne baktı ve Göktanrı’nın gözünden düştüğünü haykırarak savaşçılarını topladı. Yeterince akın yapıp onu mutlu edemediğini düşünür. Bu yüzden ipek yoluna seneler sürecek bir akına hazırlanır. Ama Laçin Hatun ne yapıp edip onun kanına girer ve akını batıya yöneltir benden demesi.’
‘Hatırladığım kadarıyla sen de Teoman’ın savaşçılarındansın Palaz. Hanını bekletme hadi, kapının önünde sabırsızlanan yiğidi de içeri gönder çıkarken.’
Palaz son bir kez rica edercesine karşısındakinin yüzüne baktı ama sarsılmaz bir irade ile karşılaşınca söylene söylene çadırdan dışarı çıktı. Çadırın önüne adımını atar atmaz ayağa bir ok gibi fırladı Mete ‘Ulakların şahı Palaz usta, konuşmanız bitti mi?’ gözleri merakla kocaman açılmıştı çocuğun.
Palaz tüm söylenmelerini yuttu ve yanakları al, yüzü nurlanmış gibi beyaz çocuğa gülümseyerek baktı ve kafasını bir kez salladı. Daha o arkasını dönemeden Mete çadırın içine bir sevinç çığlığı ile dalmıştı bile.
Ulu Bilge çadırın ortasında yanan ateşin başında bir dal parçası ile oynuyordu ve yanını işaret etti. Mete hemen gösterilen yere oturdu.
‘Al bakalım Mete, bu dal parçasını kır bakalım hele.’
Mete dal parçasına baktı. Kırılgan görünüyordu ve kolayca parçalara ayırabileceğini biliyordu ama yine de durup düşündü. Kafasını zorlasa da Bilge’nin aklındakileri bilemezdi ve o yüzden omuz silkip dalı ikiye ayırdı.
Ulu Bilge bu sefer iki dal parçasını Mete’ye uzattı ve ‘Bir de bunları kır bakalım yiğidim.’ Dedi.
Mete uzatılan parçaları aldı ve onları da kırdı. Diğerine göre daha zor olmuştu ama yine de pek güç harcamamıştı.
Ulu Bilge eline on tane dal parçası aldı ve onları bir iple birbirine bağladı. Mete’ye uzattı ve ‘Hadi bunları da kır ki cihana hükmedecek bir han olduğunu kanıtla.’ Dedi.
Mete deste halinde duran dal parçalarını aldı ve tüm gücüyle kırmayı denedi ama o kırılgan dal parçalarını aynı anda kırmayı bir türlü beceremedi. Artık denemekten elleri su toplamaya başlamıştı ki Ulu Bilge dalları elinden aldı.
‘İşte böyle Mete, bir kişiyi yenmek kolaydır, iki kişiyi yenmek zordur ama başarılabilir. Fakat birbirine kenetlenmiş on kişiyi yenmek bilek gücünden fazlasını gerektirir.’ Diyip ipi çözdü ve dal parçalarını tek tek kırdı. ‘Bu dediklerimi iyi düşün Mete, ileride adamların olacak ve onlara hükmedeceksin. Ama ola ki onları çözülmesi kolay bir iple bir araya getirirsen elbet onu çözüp seni ve askerlerini tek tek kıracak bir cengaver bulunur.’
Mete ve Ulu Bilge saatlerce çadırda kaldılar ve konuştular. Bu saatler bittiğinde Mete düşünceli bir şekilde çadırdan ayrılırken Palaz’ın dev cüssesine çarpıp irkildi. Yine de hocası ona o kadar çok düşünecek şey vermişti ki bunu umursamadan han çadırına yöneldi.
Palaz nefes nefese içeri girdiğinde Ulu Bilge’de oldukça yorulmuştu ve dinlenmek için yere serdiği postun üzerine kıvrılmak üzereydi.Ulu Bilge daha itiraz bile edemeden nefes nefese konuştu Palaz.
‘Savaş çadırından gelirim Bilgem. Teoman’ın emri ile Batı illerine akın düzenlemek için tüm boylar hazırlanıyor.’ Nefesi yetmediğinden soluklandı.
‘Az evvel de demiştin bunu Palaz.’ Dedi Ulu Bilge ama bunu söylerken bile iri cüsseli adamın kendisine önemli bir haber getirdiğini fark etmişti.
‘Laçin Hatun’un da önerisi ile Batı illerine akın ederken Yüeçiler bize arkadan saldırmasın diye Mete’yi onlara barış garantisi olarak vermemizi emretti.’*
Ulu Bilge durduğu yerde sendeledi ve bir anlığına düşecek gibi oldu. Palaz onu hemen yakaladı ve yavaşça postun üzerine oturttu.
‘Hanımız başkasına güvenmez. Onu sen götüreceksin elbet.’ Dedi kısa sürede düşüncelerini toparlayarak. ‘Ona iyi bak Palaz. Bir gün Hunlara o hükmedecek buna inancım tam. Mete’nin başına bir iş gelsin, senden bilirim. Göremediği yerlerde onun gözü, gücü yetmediği yerlerde kılıcı ol, onu kolla ve tüm kötülüklerden koru.’
Palaz kolları arasında tuttuğu hocasının gözlerinin içine baktı. Yıllardır onu vazgeçirmeye çalıştığı çocuğa ne kadar bağlı olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.
‘Andım olsun Bilge, ölü bedenim Göktanrı’nın tahtına ulaşmadan Mete’ye hiç kimse dokunamayacak!’
---o---
* Hunların savaştığı çoğu hanedanlık Yüeçilerin askeri gücünden yararlanmıştır. Para karşılığı askeri güç sağlayan bu topluluğu kontrol altına almak için Teoman, Mete'yi onlara rehin verip, Yüeçi hükümdarının en büyük oğlunu Ötüken'e getirtmiştir. Böylece diğer hanedanların paralı asker kaynağını kesmiş ve daha az kayıpla akınlar düzenlemeye başlamıştır.