Evet sonunda ben de seriyi bitirdim. Genelde kitaplar hakkında yorum yapmadan önce 1-2 gün bekliyorum çünkü, açken yemeğin son lokmasının her halükarda lezzetli geleceğini düşünüyorum.
Öncelikle hem serinin en sevdiğim kitabı olan hem de en sevmediğim bölümün sahibi olanı 2. kitaptan yani Gündüz Nöbeti'nden başlayacağım. Neden sevdim, çünkü daha önce hiç ana karakterin yan karaktere dönüştüğü bir kitap okumamıştım. Ayrıca Gece Nöbeti'ni okumasaydım Alisa'yı da en az Anton kadar sevebileceğimi fark ettim. Fakat sonra birden yine ana karakterin Anton olması beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. Bu durum da ilk bölümü en sevmediğim bölüm yaptı( valla benim de kafam karıştı

). Bari İgor'la devam etseydi( tamam birazcık etmiş olabilir ama yetmedi). Belki de bu beklentilerimi Alacakaranlık'a yükledim ama o da olamadı. Fakat Alacakaranlık Nöbeti içinde bir çok sosyolojik tartışmayı barındırdığı
Örneğin tüm dünyada komünizm hakim olsaydı neler olacağı
için favorim Alacakaranlık oldu.
Her 3 kitapta da olayların çözümlenmesi güzeldi fakat sizde de bu his uyandı mı bilemiyorum sanki hep bir fazlası var gibi ve bunu bulamamak beni deli ediyor gibiydi

Olaylar çözülüyor ama Anton'un kafası karışık benimki ondan daha karışık.Son cümleyi okuyup kitabı kapayıp kapağına her seferinde eblek eblek baktım

Son olarak serinin genelinde beni rahatsız eden bir şey daha var ama henüz adını koyamıyorum. Acaba iyinin ya da kötünün hep kahramanlaştırılmasını beklemem ama bir türlü olamaması mı? Bunu da bilmiyorum, biraz daha düşünüp bulursam mutlaka sizlerle de paylaşıp tartışmak istiyorum.
Sonuç olarak bu seriyle ilgili bilmediklerim bildiklerimden daha fazla. İşte bu yüzden de nöbetleri çok sevdim:)