Arkeolojik kazı yapar gibi gerçekleri tek tek bulup çıkartmışsınız. Olan biten neler varmış 1 senedir sizin yazılarınızdan takip ediyorum. Hem olayı birçok farklı açıdan görmeyi sağlayan hem de son derece keyifli yazılar. Ellerinize sağlık!
Stephen King’in romanlarından birinde okuduğum bir kısım vardı. ‘O’ romanının kekeme Bill karakteri… Bill üniversitede yaratıcı yazarlık dersi alırken sınıf olarak ünlü bir yazarın bir paragrafını tartışıyorlar. Yazar burada şöyle bir politik mesaj mı vermek istedi, böyle bir sosyal kökeni mi var vesaire derken 70 dakikadır sınıfta tartışılıyor. Bill en sonunda dayanamıyor ve ayağa kalkıp kekelememeye dikkat ederek şunları söylüyor:
“Bunu hiç anlamıyorum. Neden bir hikâye sosyo-birşeyler olmak zorunda? Politika… Kültür… Tarih… Bunların hepsi, eğer iyi anlatılmışsa, bir hikayenin doğal içerikleri değiller mi? Yani… Bir hikâyeye sadece bir hikâye olarak bakamaz mısınız?”
Eğri oturup doğru konuşalım. Tek amacımız kendimizi geliştirmek olsaydı bilimkurgu yerine ders kitapları, makaleler, araştırma yazıları okurduk. İyi bilimkurguda bunlarda olmayan bir şeyler var demek ki. Kitaplara bizi bulunduğumuz mekân ve zamandan çekip bambaşka dünyalara alma gücünü veren karakterler, tasvirler, olaylar. Ya da bütünüyle hikâye dediğimiz şey. Bilimkurguda mesaj verme kaygısının hikâyenin önüne geçmesini yadırgıyorum.
Kaldı ki bugün Hugo ödülleri üzerinde dönen tartışmanın kapsamı o kadar dar ki. Eşcinsellik, kadın-erkek eşitliği, ırkçılık ve bitti. Neden yazarlar kendilerini sadece bu üç sosyal sorunla kısıtlasın? Geleceğimizi etkileyecek problemler çok daha çeşitli. Örneğin bugün bakteriler antibiyotiklere karşı direnç kazanıyor, okyanusların asitlik düzeyi artmakta ve roket teknolojisi son 50 yılda pek gelişmedi (SpaceX olmasaydı gerilediğini bile söylemek mümkündü) gibi.
Bu olayların hiç birinden haberim yokken ve Hugo kazananları listesinden kitaplar seçip seçip okurken de birkaç belli başlı toplumsal konunun çok sık ele alınıyor olması dikkatimi çekiyordu. Şimdi buna iki örnek vereceğim ama baştan söyleyeyim, bahsedeceğim her iki kitap da harika ve okumanızı rahatlıkla tavsiye ederim. Bu örnekler sadece kitapların geneliyle uyumsuzluk içinde olan ve bence iyi bilimkurgu yazmaktan başka kaygılarla eklenmiş kısımlar.
Robert J. Sawyer - Neandertal Parallax (2003 Hugo en iyi roman) serisinde bir Neandertal paralel bir evrenden dünyamıza geliyor. Bu paralel evrende insanların soyu tükenmiş ve onun yerine Neandertaller dominant tür olarak kalmış. Bu ilginç dünya, Neandertallerin toplumsal yapısı, kahvaltı yaparken pencereden izlenen mamut sürüleri derken detaylıca anlatılıyor. Olay şu ki bu dünyada bütün Neandertaller biseksüel. Okurken bu nereden çıktı ya, diye şaşırmıştım. Kitabın diğer kısımları aksine bu nokta Neandertaller hakkında bildiklerimizle tutarlı değil hissi yaratıyordu.
Diğer örnek Ann Leckie – Adalet (2014 Hugo en iyi roman). Yine harika bir kitap ve yine mutlaka okuyun. Henüz okumadıysanız bu örneği atlayın. Çünkü spoilerın dibine vurma ihtimalimiz var. Bu kitapta genel olarak karakterlerin cinsiyetleri bir iki istisna hariç hiç ön plana çıkarılmamış. Öyle ki karakterlerin kadın mı erkek mi olduğunu bilmiyoruz. Ama bu durum hikâyenin mantığıyla son derece tutarlı ve hiç garipsemedim. Aksine hikâyeyi benim için daha inanılır yaptı. Çünkü karakterleri yöneten yapay zekâ cinsiyetsiz. Gel gelelim bu muazzam yapay zekâ çoğu zaman bağıl olmayan normal insanların cinsiyetini de ayırt edemiyor. Bunun gerekçesi olarak da her gezegende cinsiyetlerin belirleyici özelliklerinin çok farklı olduğu, bir gezegende erkekler saldırgan ve dominantken diğerinde tam tersi olabildiği verilmiş. Tamam da, nasıl bir zoolog böceklerin cinsiyetini belirleyebiliyorsa bu aşırı kabiliyetli yapay zeka da insanların cinsiyetini belirleyebilmeli. Daha henüz kitabın başında verilen bu detay biraz kafamı karıştırmış ve kitabın akışını bozmuştu benim için.
Bu örneklerde kadın-erkek eşitliği ve eşcinsellik kurguya biraz zorlama eklenmiş. Sanki gözümüze sokuluyor. Eğer bilimkurgu yazarları Hugo ödüllerinde bir şansları olabilmesi için kitaplarında sınırlı birkaç toplumsal konuda mesaj vermek zorunda hissediyorsa bu büyük bir sıkıntı. Bilimkurgu özellikle yazarların fikir dünyası alabildiğine açık olduğunda kendisini buluyor. O zaman sizi hiç düşünmediğiniz konuları düşünmeye sevk ediyor, tamamen yeni bakış açıları kazandırıyor. Asıl zenginlik burada.
Hugo gibi ödüller bir yerde bilimkurgunun amiral gemisi. Bu ödülü bir kere kazanmak neredeyse kariyerinizi garanti altına alıyor (Paolo Bacigalupi, Kurmalı Kız’dan sonraki kitabını daha yazmaya bile başlamadan sözleşmesini yapmıştı). Ödülü kazanan kitaplar bütün dünyaya ulaşma şansı yakalıyor. Mesela acaba 2015’te Marko Kloos adaylıktan çekilmiş olmasaydı Üç Cisim Problemi Türkçeye çevrilmiş olur muydu? Yoksa onun yerine Lines of Departure’u mu okumuş olurduk? Bilimkurgunun gelişimine yön veren ödüllerden birisi için inceldiği yerden kopsun diyemeyiz.
Benim anladığım şu ki Guardian gibi gazetelerin bu ödülleri haberleştiren ekipleri her kimlerse, kavga-gürültünün devam etmesinden pek de şikâyetçi değiller. İnsanları yanıltmak pahasına ortalığı kızıştırmaktan geri durmuyorlar çünkü. Sad Puppies tarafından haklı bir eleştiri olarak başlayan bir olayken Vox Day denen, hiçbir değere saygısı olmayan bir kişiye verilen aşırı tepkilerle bu noktaya gelinmiş. Bu iki taraftan hangisinin kazandığı beni hiç ilgilendirmiyor. İki tarafta da iyi bilimkurgu kazansın diyen yok ki!
Belki de sağduyulu bilimkurgu okurlarının bu gelip geçici rüzgârlara kapılmayıp “biz sadece ödüllerin iyi bilimkurguya gitmesiyle ilgileniyoruz” demeleri kargaşanın bitmesi için yeterli olur. Bu sene sırf Vox Day onu aday gösterdi diye China Mieville’ye ‘ödül yok’ kaşesi vurmak veya tarafımız belli olsun diye beyaz erkeklere oy vermemek yerine basitçe iyi bilimkurguya oy vermek bunu söylemenin en etkili yoludur herhalde.