İşte üçüncü bölüm arkadaşlar, umarım bazı sorular yanıtlanır. =)
Bölüm 3
Doktor Ruxlow
Hava kararmaya başlamış, rüzgar esintileriyle insanları kandırıyordu. Gerçi çok sıcak bir günün ardından kimsenin bu hoş oyuna hayır diyecek hali kalmamıştı. Loren de onlardandı. Havanın esintisine kendisini bırakmıştı, saçları – çok olmasa da- uçuşarak rüzgarın anlık esintilerini yalnız bırakmıyordu. Loren kaçamak bakışlarla Bill’i süzüyor, Doktor Ruxlow’un neden onunla görüşmek istediğini bir an önce anlamak istiyordu. Ama kabul etmeliydi ki Bill bir şeyleri belli etmeme konusunda çok başarılı biriydi. Ara sıra ona bakan bakışları yakalıyor, gülümsüyor ve suskunluğunu, kesinlikle, bozmuyordu. Loren, Bill onu her yakalayışında utanıyordu ve hemen başını öne eğerek sırıtıyordu (Tanrım! Küçük yaramaz çocuklar gibi!) .
Teni müsait olsa emindi ki böyle bir anda tepeden tırnağa kıpkırmızı kesilirdi ama asla öyle bir tene sahip olmadı. Bir kere olsun kızardığını hatırlamıyordu, o hep solgun görünürdü. Biraz daha yürüdükten sonra, hava artık son ışık zerrelerini de yitirmişti, Bill birden durdu. Loren önce nedenini anlayamadı fakat soluna baktığında Edward’ın dükkanına gidip gelirken belki de önünden yüzlerce kez geçip de asla fark etmediği küçük kahveciyi fark etti. Dışarıdan biraz harap olmuş bir görüntüsü vardı. Loren – biraz utanmış – Bill’e dönerek;
“Ben buranın kapalı olduğunu sanıyordum” dedi.
Genç adam bir kez daha güldü
“Hımm evet kabul ediyorum öyle bir görüntüsü var, ama kapalı değil. Hem bu civarda içebileceğin en iyi kahve burada inan”
Loren bu adamdan gittikçe etkilenmeye başladığını hissediyordu ama düşüncelerini kovaladı. Şimdi hiç sırası değildi. Ama o ve Ruxlow’un oğlu… Hayır! Aceleci bir tavırla konuştu;
“E, hadi madem girelim”
İkisi içeri girdiğinde Loren burayı fark etmeyerek büyük bir hata yaptığını fark etti. Dış görünüşünün aksine içerisi oldukça güzeldi. Çok büyük bir yer değildi ama önemli değildi. Ahşap sandalyeler ve yine çok güzel, oyma ahşap, yuvarlak masalar koymuşlardı her yere. En önemlisi ise içeri girildiğinde sizi karşılayan o tarih edilemez kahve kokusuydu. Loren yine de bir eksiklik olduğunu düşünüyordu ki bulması uzun sürmedi, müşteriler… İçeride neredeyse hiç kimse yoktu ve herkesin başta onun gibi düşündüğüne emindi. Yavaş yavaş ilerlerken Bill bir yer seçti, bulabilecekleri en sakin köşeydi - ki her yerin sakin olduğunu düşünecek olursak… - burası. Yavaşça genç kızın sandalyesini çekti ve oturmasına yardımcı oldu. Bu arada yanlarına gelen çocuğa da iki kahve istediklerini söyledi. Loren otururken adamın ellerinde keskin bir tütün kokusu aldı.
“İçmemelisin”
“Efendim?” Bill de sandalyesine oturmuştu şimdi, şaşkın şaşkın bakıyordu.
“Sigara diyorum, içmemelisin”
Önce ne diyeceğini bilemedim, ağzını açtı ama o sırada kahveler geldi. Üzerindeki buhar yavaş yavaş havaya yükseliyor, dans edermiş gibi süzülüyordu. Loren bir yudum aldı ve hayatında hiç bu kadar güzel bir kahve içmediğini fark etti. Bill yüksek sesle güldü;
“Söylemiştim”
Ve ceketinin iç cebinden özenle kesilmiş bir gazete parçası çıkartıp Loren’e uzattı, “Oku” dercesine de kafasını salladı. Kıza şaşkınlıkla gazete parçasını aldı ve sessizce okudu;
“ - Peki bu kadar ünlü olan bu hikayeyi nasıl yazdınız? İlhamınız neydi?
- Ah! Aslında belki çoğu kimseye garip gelecektir ama rüyamda gördüm. (Gülüyor)
- Nasıl yani?
- Yani gördüğüm bir seri rüya sonucu yazdım”Loren okuduktan sonra gazete parçasını yavaşça Bill’e uzattı ve genç adam onu katlayıp tekrar ceketinin iç cebine yerleştirdi;
“Senin röportajın”
“Evet” dedi Loren, hatırlıyordu. Çok eski değildi zaten. Bill yavaşça oturduğu sandalyede dikleşti, yüzü ciddi bir ifade almıştı;
“Doğru mu?”
Loren birden anladı, beyninde bir ışık çakmıştı;
“Evet, tabii ki!”
Bill rahatlamış bir tavırla gülümsedi;
“Babam, Doktor Ruxlow, bir rüya okuyucusu – kaydedicisidir. Eminim biliyorsundur”
Loren giderek heyecanlandığını hissetti
“Evet Doktor Ruxlow’un çalışmalarını hep duymuşumdur. Pek çok ağır fobi hastasına yardım ettiğini okumuştum. Rüyaları kaydediyormuş ve bunları izleyerek bilinç altındaki sorunu ortaya çıkartıp belirli terapilerle çözüyormuş. Hatta kendisinin böyle bir icatla imkansınız başardığı söyleniyor”
Bill biraz kızardı, mahcup bir gülümseyişle;
“Evet” dedi “Ve şimdi de senin rüyalarını kaydetmek istiyor”
Loren birden ciddileşmişti “Ama” dedi “Benim bir sorunum yok ki?”
Bill bir anda telaşa kapıldı
“Hayır hayır! Yanlış anladın. Ah Tanrım! Bu tıpkı tanışmamızdaki gibi kötü bir yanlış anlama”
Loren açıkla dercesine Bill’e bakıyordu şimdi
“Babam… Söylemesi biraz zor… Babam senin boyutsal bir kapıyı kırdığını düşünüyor ve rüyalarını araştırmaları için incelemek istiyor. Tabii senin de karın olacak bu işten”
Loren anlamamıştı;
“Nereden nasıl böyle bir sonuca varmış? Hem benim karım ne olacakmış?”
“Babam şu yazdığın kitabı okumuş, gerçi okumayan var mı?”
Bill bunları söyleyince Loren kitapçıya döndüğünde Edward’ı öldürmeyi planlıyordu.
“Her neyse, anlattıkların ve şu röportajından sonra böyle bir düşüncesi oluştu. Bazı, çok nadir hastalarında görmüş böyle bir şey fakat seninkinin çok güçlü olduğunu düşünüyor. Senin karına gelince, rüyaların kaydedilecek ve sana da izleme şansı verilecek. Bu durumda yeni bir kitap yazabilirsin?”
Bill tekrar elini ceketinin iç cebine götürdü ve bir kart çıkartıp Loren’e uzattı. Kız biraz ürkek, biraz meraklı, kartı aldı ve yavaşça ayağa kalktı.
“Bunu düşünmeliyim”
Bill anlayışla başını salladı ve Loren çantasını da alıp masadan ayrıldı. Arkasını dönüp Bill’e baktığında onun bakışlarıyla karşılaştı. Gülümsedi ve yavaşça kapıdan çıktı. Dışarıda hafif hafif yağmur başlamıştı. Loren şimdi elindeki karta bakıyor ve ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Bildiği tek bir şey vardı o da yarının herkes için farklı bir gün olacağıydı.