Sahne: Sıfır
Üvertür
Bir zamanlar şimdi adları unutulmuş iki kardeş vardı. Michael küçük olandı, büyük olana ise George derlerdi. Güneşli ama kısmen yağmurun çiselediği sarı bir ekim akşamında doğmuşlardı. Önce George annesinin acı çığlıklarına kendi sessizliğiyle karşılık vermişti. Ebe nefes almadığını düşünüp işaret parmağını göğsüne uzattığında gayet sağlıklı bir şekilde elini tutmuştu. Ancak çok geçmeden güneşin ışıkları tamamen yok olurken, anneden son bir korkunç çığlık duyuldu. Kadın sessizliğe gömülüyordu ama ortalığın sakinleşmesini istemeyen bir kişi daha vardı. Küçük Michael acı çeken bir bebekten çok, öfkeli bir adamın karanlık çığlıklarıyla ebenin kollarına yerleşti. Birini yolcu ederken, iki kişilik yer açmışlardı kalabalık dünyada.
George sarı saçları ve açık, griye yakın gözleriyle sevimli bir bebekti. Fazla ses çıkarmaz, sürekli gülümserdi. Bakımevi yetkilileri onun ses tellerinin doğumda hasar gördüğünü düşünürlerdi. Hatta sekiz yaşına gelip de radyodan duyduğu o anlamsız şarkıyı kusursuz tekrarlayana kadar bundan oldukça eminlerdi. Zaten yaptığı en iyi şey tepki vermek ve tekrarlamaktı. Beş aylıkken yanındaki daha büyük bebekler yürümeye başladığında o da karşılık olarak onlarla yarışa girmişti. Bahçe oyunları sırasında matematik çözen bir büyüğünün yanında on dakika durmuş ve basit hesapları tekrarlar olmuştu. Bunu yaptığında ise henüz altı yaşındaydı. Ne zaman okumaya başladığınıysa kimse bilmez. Sadece ilk defa okurken görüldüğünde, elinde onlarca yıl önce yazılmış ünlü bir öykünün kopyası vardı. Bu ise beş yaşındayken olmuştu.
Michael’ın ise yıldızsız bir kış gecesinden daha karanlık saçları, içlerine bakanı uçurumun dibine çeken derin, siyah gözleri vardı.
Onda bir katilin sessizliği var yazmıştı bakımevi müdürü dosyasına. Michael ağabeyine göre daha konuşkandı, en azından insanlarla iletişimi kuvvetliydi. Ancak tek bir kelimesi bile içinde bulunduğu ortama karanlık bir sükunetin çökmesi için yeterliydi. O konuşurken herkes dinlerdi. O sustuğundaysa herkes susar ve düşünürdü. Yurtta iyi bir arkadaş çevresi edinmişti, ancak diğerlerinin aksine arkadaşlarıyla paylaşmayı değil, onları yönetmeyi seviyordu. Onları korkutmaktan ise kesinlikle vahşi bir zevk alıyordu. Sık sık kısa süreli de olsa gülümserdi ancak kahkaha attığı hemen hiç görülmemişti. Daha altı yaşındayken geleneksel kamplardan birinde yedi arkadaşını ateşin başına toplamış ve onlara tamamen o an uydurduğu bir hikaye anlatmıştı. Hikayeye göre o sahilin yakınlarındaki bir mağarada hüzünlü bir yaratık ve kızı yaşıyordu.
“Bu yaratık öylesine iğrençmiş ve öylesine çirkinmiş ki hayatını devam ettirmek için içtiği suda kendini gördüğünde öfkeden çılgına dönüyormuş. Ancak daha sonra her zamanki gibi hüzünlenip ağlıyormuş. Kızıysa dünyalar güzeliymiş. Bayan Kendrick’in saçlarına benzeyen sapsarı saçları ve tarif edilemez güzel bir yüzü varmış.” Michael burada durmuş ve çocukların yüzlerindeki hayranlık ifadelerine bakarak gülümsemiş.
“Evet çocuklar, o kadar güzelmiş o kadar güzelmiş ki babası kızını gördükçe daha da hüzünleniyor daha da nefrete boğuluyormuş. Kızın annesi güzel bir kadınmış, ancak o pis yaratıktan kaçmış. Biliyor musunuz? Bence bu Bayan Kendrick olabilir. O yüzden belki bu kadar çok ağlıyordur?” Bir çocukların kahkahalarına bir de ileride burnunu silen bakıcıya bakmış.
”Bakın. Kızın annesi kaçtığında, yaratık çok sinirlenmiş. Kızı o mağaradan asla çıkarmayacağına yemin etmiş.” “Peki onu neyle besliyormuş? Bisküvi tatlıları var mıymış?” diye sormuş küçük kızlardan birisi.
“Onu çikolatayla besliyormuş. Evet, bisküvi tatlısı olup olmadığını bilmiyorum. Ama orada, yaratığın mağarasında tüm dünyanın yüzyıllardır aradığı çikolata nehri varmış.” Bunu öyle bir fısıltıyla söylemiş ki tüm çocuklar sadece çikolata kelimesiyle irkilmişler ama sonra hayranlıklarını belirtmişler.
Sonra hepsini mağaradaki kızı kurtarıp yaratığı dışarı çıkarabilirlerse, ay ışığının –ki o gün dolunay varmış.- canavarı eritip yok edeceğine ve mağaradaki tüm çikolatanın kendilerinin olabileceğine ikna etmiş. Sonra onları tuvalete götürmesi için bir hemşireye yalvarmış ve onu da kandırmış. Hep birlikte gittikleri tuvaletlerin arka pencerelerinden kaçan çocukları, daha önceden gördüğü küçük mağaraya sokmuş ve ilginç sesler çıkararak hepsinin altlarını doldurmalarına ve ağlayarak sahile koşmalarına sebep olmuş. Bunun üzerine bir hafta ceza alsa da tatlısız geçirdiği o bir hafta boyunca suratından bakanların, özellikle George’un kanını donduran o vahşi gülümseme hiç eksik olmamış.
Elbette iki kardeşin ilişkisi diğerleriyle olan ilişkilerinden tamamen farklıydı. İnsanların daha çok sevdiği ama daha az aralarına aldığı George, Michael’in yapmaya çalıştığı her şeyi ilk kelimesinden anlardı. Bazen ona engel olur bazense güler geçerdi. Michael ise ergenlik çağına kadar çocuksu şakalarına rağmen hep bakımevinin en ünlü üyesi olmuştu. Başlarda iki kardeş birlikte yattıkları için kendi kendilerine oyunlar oynarlardı. En uzun süre sessiz kalma, birbirlerine uzun süre bakma, önce emekleme sonra da koşma yarışları gibi çocuklar için ilginç oyunlardı. Çoğunu George kazanırdı ama bebek Michael hiçbir zaman aldırmazdı. Büyüdükçe daha da umursamaz oldu.
Yavaş yavaş birbirlerinden ayrıldılar. Aslında Michael George’un büyük bir potansiyeli olduğunu biliyordu. Herkes onun sekiz yaşında konuşmaya başlayan bir zeka özürlü olduğunu sanıyordu ancak ikisi bebekliklerinden beri konuşuyorlardı. Aslında tam bir konuşma denemezdi ama George her derdini Michael’a anlatabiliyordu. Küçük, bir süre sonra bundan sıkılmaya başladı, ağabeyinin tek dert tahtası kendisiydi. Ancak onun da kendi hayatı vardı ve ondan uzaklaştı. Bu, George’un konuşmaya başladığı zamanlara denk geliyordu. Bundan sonra iki kardeş, masum ya da değil, sürekli birbirlerinin eğlencelerini bozmaya başladılar. George, diğerinin arkadaşlarını korkutma çabalarını engelliyor, planlarını bozup diğer çocukları uyarıyordu. Michael ise ağabeyinin alması gereken her şeyi istemese bile alıyordu. Bazen diğer çocukları ona karşı kışkırtıyor ve küçük kavgalara sebep oluyordu.
İki çocuk on beş yaşlarındayken gerçek bir kavgaya tutuşmuşlardı. Bu kavganın sebebiyse insanlık tarihinin yazdığı en eski duygu olan kıskançlıktı. İki kardeş, Sophie adında aynı kıza aşık olmuşlardı. Siyah kıvırcık saçları, yuvarlak beyaz bir yüzü ve dairesel hatlarıyla güzel bir vücuda sahipti Sophie. Tabi on beş yaşında erkekler için. Çok güler yüzlü ve sıcakkanlıydı. Aslında kız, diğer tüm kızların da olduğu gibi Michael’dan hoşlanıyordu. Michael, büyüdükçe eskisine göre daha sessiz, karanlık ama daha etkileyici bir hal almaya başlamıştı. Buna karşın kardeşi George daha konuşkan ve daha sıcakkanlı olmuştu. Herkese aynı sevgiyle yaklaşan genç, Sophie ile tanıştığında bir ikileme girmişti. Çünkü onun da kardeşinden hoşlandığını biliyordu. Yine de bir gece kendini tutamayıp kıza onu sevdiğini söylemişti. Sophie gülümsemiş, ama aralarında bir ilişkinin mümkün olmadığını çünkü bu sabah, Michael ile çıkmaya başladıklarını söylemişti. Sonra gözlerini devirip George’a bir öpücük vermişti.