Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Malkavian - 14 Ekim 2009, 16:31:00

Başlık: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Malkavian - 14 Ekim 2009, 16:31:00
DENGE

Yaşam ve ölüm kadar keskin olmayan, ışık ile karanlık arasında savaşanlar, düşmeyen ve uçmayan sadece dengede kalanların dünyası...

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/theknightbygrafik.jpg)

Donuk, resmi ve tek düze fakat her kelimesiyle etrafa güç kıvılcımları saçan bir sesle ‘Emredin kraliçem’ dedi adam tek dizinin üzerinde mükemmel bir denge ile eğilirken ve sabırla bekledi. Kraliçesinin konuşmasını o kadar kıpırtısız bekliyordu ki dışarıdan bakan birisi onun bir heykel olup olmadığı konusunda asla emin olamazdı. Bir şekilde göğsünü bile oynatmadan nefes alıyordu ya da tüm bu zaman boyunca nefesini tutuyordu. Kraliçem dediği kadın inanılmaz derece düzgün fiziğe sahipti ve vücudunun kıvrımlarını göstermekten zevk alırcasına omuzlarından aşağı sallanan beyaz incecik bir kumaşı sade görünen fakat yakından bakıldığında binlerce detaylı motife sahip olan gümüşten bir kemerle tutturmuştu. Kadın konuşmadan Xen’in yüzüne baktı ve elini hafifçe sallayarak çıkabileceğini işaret etti. Adam o kadar hızlı hareket etmişti ki kadın daha elini indirmeden Xen odanın kapısını dışarıdan kapatıyordu. Adamın hareketleri hızlı ve telaşlıydı ama yüzü insanı hayrete düşürecek derecede ciddi ve kararlıydı. Beyaz devasa kulenin merdivenlerini seri adımlarla inip geniş bir balkona doğru ilerledi ve trabzanlardan gökyüzüne bakıp değişik bir melodi ile ıslık çaldı. ‘Gel bana Asperi’ dedi yine o her zamanki kıvılcım saçan sözcükleri ile. Yüksek Büyücülük Kulesi’nden tarihçi Atinos’un yazdıklarına göre ‘ O ses ile ölü bir adamı bile çağırsa, mezar yarılır ve o kişi daha ölü olduğunu fark edemeden kendini onun yanında bulurdu’

Gökyüzünde şimşekler çaktı ve bulutların arasından kuyruğu gökkuşağının o göz kamaştırıcı renklerine bürünmüş bembeyaz bir at havada dört nala ona doğru gelmeye başladı. Asperiler dünyadaki tüm atların atası olarak bilinirdi ve uçmak için kanada dahi ihtiyaç duymazlardı. Onlara birçok mitolojide rüzgarın çocukları denirdi. İçlerindeki büyü ile uçarlardı ve gökyüzündeki bulutların üzerinde yaşarlardı. Bu asil hayvanlardan ne yazık ki dünya üzerinde çok az kalmıştı ve bu azınlık binicilerini çok çetin sınavlardan geçirerek kabul ederlerdi. Asperi hızla hareket etti ve geniş balkona kondu. Xen’e sahibi değil de eşitiymiş gibi bakıyordu. Xen uzanıp tek eliyle asperinin o güzelim yelesine tutundu. ‘Uç Asperi beni Tenador Krallığına götür’ atın dünya üzerindeki her yeri avucunun içi gibi bildiğinden emin bir şekilde söylemişti sözlerini. Asperinin toynakları balkonda yankılandı ve gökyüzünde çakan şimşeklerin hızına denk bir hızla havalandı.
-------------o--------------

Coming Soon...

Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: mit - 14 Ekim 2009, 17:55:33
Başlangıç güzel... Xen karizmanın kitabını yeniden yazan şövalye pozlarında biraz ama yine de güzel . :) Devamını bekliyoruz efendim
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: diana - 14 Ekim 2009, 18:38:39
Çok hoş olmuş.Tebrikler.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Nihbrin - 14 Ekim 2009, 19:11:30
Aklıma twelve kingdoms geldi. Oradaki düzende 12 krallık ve her birinin tanrı tarafından bizzat seçilmiş 12 kirin'i vardır. Kirinler yüreklerinde arzuladıkları kralın hayali ile doğarlar. Dünyayı zamanları gelene kadar dolaşır ve gönüllerindeki kralı ararlar; bu herkes olabilir, bir dilenci yada bir soylu. Ayrım gözetmeksizin bir kral olmaya en uygun kişiyi arar ve bulmaları kaderleridir. Öyle soylu ve kutsaldırlar ki herhangi bir canlının kanını görmek onları bayıltabilir. Sadece seçtikleri "kendi" kralları önünde diz çökebilirler; diğer kimsenin önünde isteseler bile çökemezler ki bu zaten gerçek kralı ayırt etmenin biricik yoludur. Bir fark ile senin gösterdiğin ilustrasyondan ayrılar; boynuzları var ve epeyce de uzun bu boynuzlar ^^

Kirin'ler insan formuna gelebilir ve hepside sarışındır. Nadiren siyah saçlı bir kirin doğar (ağaçtan meyvalardan doğuyor insanlar ve kirinler bu dünyada) siyah saç muazzam güç ve erdemi simgelemekte onlar için.

Tasvirlerin güzel bu ön yazıda.
Spoiler: Göster
(http://img158.imageshack.us/img158/9990/08juunikokki04.jpg)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 14 Ekim 2009, 19:21:15
Hmm onu da izlemeliyim (eğer anime gibi bişeyse) ama izlersem şimdi bu hikaye özgünlüğünü kaybeder diye de korktum. Orda çok beğendiğim şeyleri taşımayım şimdi buna. Ama bu seri bitince hemen bakacağım dediklerine ilginç geldi. İlustrasyonu da yazdıktan sonra bulduğum için aradığım gibi bişey bulmak için baya uğraştım. Yine tam anlamı ile oturmadı ama olsun.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 15 Ekim 2009, 11:45:37
GİRİŞ
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/ifitsafightyouwantbydam.jpg)

Tenador Krallığı’nın uç kısmında krallığa ismini veren Tenador şehri bulunuyordu. Şehir iki taraftan engin ve sarp geçit vermeyen kayalıklarla çevriliydi. Şehrin güney sınırını büyük bir nehir kesiyordu. Kuzeyde ise yıllardır bölgeyi yavaş yavaş yağmalamış ve buraya yerleşmiş ork kabileleri vardı. Orklar sanıldığı kadar aptal yaratıklar değillerdi. Birlik olmuşlardı. Çünkü dünyanın geri kalanı ile aralarında bir tek bu krallığın olduğunu biliyorlardı.

Hızla esen rüzgar uzun kahverengi saçlarını havada uçuştururken Xen aşağıdaki manzarayı seyretti. Uzun ve geniş, eskiden beyaz renkli olduğu belli olan surlar ve bu surların önüne kurulmuş binlerce savaş çadırını gördü. Ork kabilelerinin karaltıları göz alabildiğine uzanıyordu. Şehirde ise krallığın dört bir yanından gelmiş soylu şövalyeler ve birliklerinin bayrakları şehirde karnaval havası yaratıyordu. Biraz daha yaklaşınca durumun hiç de eğlenceli olmadığını vurgulayan bir gerginlik havaya yayılmıştı. Hepsi bekliyordu. Yumuşak bir hareketle asperiyi tuttuğu yelesi ile yönlendirdi ve havada tur atmasını sağladı. İnsanlar ne kadar da kibirli ve gururluydu. Surlarının kapılarını açmışlar şövalyelerini bir bir dışarı çıkarıyorlardı. Orklardan korkmadıklarını kanıtlamak için ne kadar da aptalca bir yöntem diye düşündü içinden. Orkların kalın tok ses çıkaran borularından gelen sesler insanların fildişinden yapılma beyaz ve süslemeli savaş borazanlarına karıştı. Atlıların ve orkların ayaklarının gürültüsü yeri sarstı. Ortaya çıkan toz bulutu her iki tarafın da görüşünü engelliyordu ama iki tarafta hızlarını arttırarak birbirlerine doğru ilerlemeye devam ediyordu. Xen hafifçe eğildi ve asperiye seslendi. ‘İnişe geç asperi. Tam ortalarına’ ve hayvan inanılmaz bir hızla dediklerini yaparken o gümüşsü yelelere sıkı sıkıya tutundu. Elinde krallığın dört bir köşesinde tanınan kocaman gümüşten bir sancak belirdi.

Kalkan toz bulutları hızın artması ile iyice yayılmaya başlamıştı, hızla esen rüzgarın da etkisi büyüktü. Yukarıdan tam ortalarına doğru gelen şekli ilk fark eden Lord Keril oldu. Orklara olan kini ve düşmanlığı ile ünlenen kumandan orduların en başında olmak için gönüllü olmuştu. İnanılmaz bir hızla orklar ile çarpışma noktasına ilerleyen birliğini mümkün olabilecek en isteksiz şekilde yavaşlattı. Adamları da ne olduğunu merak edercesine etraflarına bakındılar ve orkların da aynı şekilde yavaşladığını fark ettiler. Orkların lideri etrafa hırlayarak sinirli bakışlar fırlattı ve gökyüzüne bakarak giderek temposunu yavaşlattı. Asperi mükemmel bir manevra ile yere çok az bir mesafe kala yükseldi ve Xen inanılmaz bir çeviklik ile yere atladı. Yerdeki koyu kahverengi toprağın üzerinde iki santim kaydı ve dengesini sağlar sağlamaz ‘Ar nin ameth!’ diyerek sancağını yere sapladı. O anda sözlerini vurgularcasına bir gök gürlemesi duyuldu ve toprak titredi. İki tarafta artık tamamen durmuştu ve inanmazlık içinde gümüş şövalye zırhları içindeki geniş omuzlu uzun boylu adamı izliyorlardı. Lord Keril atından tereddüt ve çekingenlikle indi ve yavaşça alanın ortasına doğru seyirtti. ‘Hemen arkasından onu takip etmek için atılan iki şövalyeyi elinin tersi ile durdurdu. Ork tarafında da aynı senaryo yaşanıyordu. Tek bir farkla: Ork kralı o kadar sinirlenmişti ki o sırada kendi ile birlikte hareket ettiğini gördüğü bir orku tek yumrukta yere serip okkalı bir küfür savurduktan ve yüzüne tükürdükten sonra yoluna devam etmişti. İki tarafın liderleri de birbirlerini bakışları ile öldürmeye çalışıyormuş gibi temkinlice birbirlerine yaklaştılar ve tam ortada durdular. Yerden kalkan toz bulutu nedeniyle uzaktan seçemedikleri sancağı görünce ikisinin de gözleri büyüdü. Birbirlerini öldürme istekleri artık yoktu. Lord Keril durdu ve saray odalarına yakışacak bir reverans ile Xen’i selamladı. Ork kralı ise göğsüne bir yumruk patlatarak hırladı ve hafifçe eğildi. Bir ork söz konu olunca bu yerlere kadar eğilip reveranslar yaparak saygı göstermeye denk bir hareketti. Xen sabırla bekledi. Esen rüzgarda savrulan kahverengi saçları hariç hiçbir yeri kıpırdamıyordu. Tek eliyle tuttuğu Seveal’ın tarafsızlık Tanrıçasının sancağı son bir kez dalgalandı ve rüzgar dindi. Sanki tam olarak başlamak üzere olan bir savaşın ortasında değil de evde sandalyesinde oturmuş şömineye bakar gibi tek düze bir sesle konuştu Xen ‘Neden dengeyi bozuyorsunuz?’

-----o-----
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: hanne - 15 Ekim 2009, 17:13:36
Bence iyi bir iş çıkartmışsın tebrik ederim ama mutlaka devamı olmalı..
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Berre - 15 Ekim 2009, 18:09:21
Çok güzel, tebrik ederim.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 15 Ekim 2009, 19:08:11
Bence iyi bir iş çıkartmışsın tebrik ederim ama mutlaka devamı olmalı..

Devamı var iş yerinde buraya koymaya vakit bulamadım. Yarım saate yükleyeceğim. Beğenmenize sevindim. Yorumlarınız için çok teşekkürler
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 15 Ekim 2009, 19:27:17
TENADOR

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/knightsz.jpg)

Ork kralı Ghashog ve Lord Keril birbirleriyle bakıştı. Bu soruya nasıl yanıt verebilirlerdi ki. Yıllarca süren kanlı çatışmalar her iki tarafın da sebeplerini unutmasına sebep olmuştu, artık sadece öldürme isteği ve büyük bir kin vardı ortada. İlk olarak saçma sapan bir ortak lisan ile Ghashog konuştu ‘Yakıp yıkalım çünkü intikam var!’ Bu sözleri duyan Lord Keril’in gözleri alevlendi. ‘Küçük çocukları ve kadınları bile öldüren siz katillerin ne gibi bir intikam talebi olabilir! Yemin ederim dünyada tek bir ork kalmayana kadar ırkınızı öldüreceğim!’ dedi ve sözlerini pekiştirmek için yere tükürdü ve elini kılıcına götürdü. Xen gümüş gibi parlayan zırhlarla kaplı elini kaldırdı ve iki tarafı da susturdu. Her kelimenin üzerine basa basa ‘Burada bugün savaş olmayacak.’ Dedi ve iki taraf da itiraz etmek üzereyken ekledi. ‘Her ikiniz de en iyi beş savaşçınızı buraya getirin’ Bir süre sessizlik oldu.  İlk hareket eden atına ukala bir gülümseme ile atlayıp birliğine doğru at süren Lord Keril oldu. Ork kralı gaddar bir gülümseme ve kendinden emin bir tavırla arkasını dönüp adamlarına doğru ilerledi.

Lord Keril ve ork kralı yanlarında beş kişilik ufak birlikleri ile ortada durmuş Xen’i bekliyordu. Keril in seçtiği adamların hepsi de sert görünüşlü orta yaşlarında tecrübeli şövalyelerdi. Hepsi de kılıç tutuşlarından ata binişlerine kadar bu konuda ne kadar iyi olduklarını kanıtlarcasına hareket ediyorlardı. Parlatılmış çelikten zırhlarının üzerine her biri krallığın armalarını taşıyan tüniklerini giymiş tek ellerinde kılıçları diğer ellerinde kalkanları hazır bekliyorlardı. Ghashog’un birliği ise kelimenin tam anlamı ile devasaydı. Her biri kas yığını, inanılmaz güçlü görünen, sivri dişlerinin arasından salyaları akan kana susamış bir birlikti. Kocaman baltalarının mümkün olabilecek her yerinde keskin dikenler ve kurukafa motifleri vardı.

‘Şimdi ne olacak’ dedi Lord Keril. ‘Kimin birliği ölürse o mu kaybedecek?’ Ork kralı pis pis sırıttı ve ‘Yani siz ölecek!’ dedi. Xen bir adım ilerledi ve sert bir ses tonu ile konuştu.’Hayır. İkiniz de bu birlikler öldükten sonra savaşı durdurmayacak kadar aptalsınız. Kraliçem Seveal’ın emriyle bu savaşı durdurmak için buradayım ve bunu ne pahasına olursa olsun yapacağım. Önünüzde iki seçenek var ya savaşırsınız ve bu topraklarda tek bir canlı kalmayana kadar hepinizi öldürürüm –ki inanın bana bunu yapmak istemiyorum ama gerekirse yaparım, ya da ikiniz de bu beşer adam haricinde burada kimsenin ölmeyeceğine dair bana söz verirsiniz ve bir süre daha beni görmezsiniz. İki taraf da şimdi bu konuda savaş tanrılarına yemin edecek.’ Sözlerini sert bir kaş çatma ile bitirdi.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/xen.jpg)
Lord Keril sinirle gülümsedi. Bu adam tabiî ki de bu topraklar üzerindeki herkesi öldüremezdi ama güçlü olduğu bir gerçekti ve bir tanrıçayı kızdırmak akıllıca bir iş değildi. Ghashog ise adamlarının bu teneke adamları yeneceğine emindi ve hemen ileri atılıp ‘ Ben Ghashog tüm savaş tanrıları adına and içiyor ki bunlardan başkası ölmemek!’ Lord Keril omuz silkti. Ne kaybedecekti ki nasıl olsa şövalyeleri bu aptal orkları bir dakika içinde öldürecekti. O da yemin etti ve iki tarafta yeminleri ile bağlandığı anda Xen çevik bir hareketle omzunda asılı duran devasa kılıcını çekip Orkların arasına atıldı. Orklar daha ne olduğunu anlayamadan koca kılıcını yanlamasına savurdu ve öndeki ilk üç ork göğüslerinden kanlar fışkırarak yere kapaklanırken suratlarında anlamsız ifadeler vardı. Geride kalan iki ork ise savunma pozisyonu almışlardı bile koca baltaları ile Xen in iki yanından saldıracaklardı. Akıllıca diye düşündü Xen, ama yeterince değil. Orklar savaş çığlıkları atıp iki yanından saldırırken tek yaptığı şey eğilerek kılıcını tam bir daire şeklinde savurmak oldu. İnanılmaz derecede keskin kılıç orkların ayaklarını bedenlerinden kopardıktan sonra yana doğru takla atıp orkların işini tamamen bitirdi. Ork kralı sinirden kudurmak üzereydi ama beş seçilmişini öldüren bu zırhlı adama da saldırma konusunda derin şüpheleri vardı. Şövalyeler ise yüzyıllardır düşmanları olan orklardan akan kanlarla birlikte coşkularını gizlemeyip Xen’e tezahüratta bulunuyorlardı. ‘Ama…’dedi Ghashog ve kala kaldı. Çünkü Xen’in tek hareketi ile asperi göklerden inmiş ve ona doğru oldukça tehditkar bakışlar atıyordu. Xen tek eliyle beş kişilik kendisini alkışlayan şövalye birliğini gösterdi ve ‘Atlar’ dedi duygudan arınmış sesi ile. Asperi toynaklarını yere koydu ve bir nefes verdi. Şövalyelerin eğitimli savaş atları karşı koymaya çalışır gibi yerlerinde kıpırdandılar. Asperi tekrar daha güçlü bir şekilde kişneyip dört nala kalktı ve yerden etrafa tozlar saçan toynaklarını tekrar yere indirdi. Şövalyelerin eğitimli atları kanlı savaşlara bile gözlerini kırpmadan giren cesur yaratıklar aniden şaha kalktılar ve sağa sola koşuşturmaya başladılar. Yerden kalkan toz bulutları ve atların kişnemeleri ile tam bir kaos ortamı oluşmuştu.

Herkes sağına soluna bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Tek birisi hariç… İki şövalye atlarından düştü ve diğer ikisi ayakları takılı halde sürüklenmeye başladı. Kontrolünü sağlayabilen tek bir şövalye kalmıştı. Xen şimşek gibi hareket etti yere düşen şövalyelerin zırhlarının tek açık noktası olan boyunlarına seri darbeler indirdi ve asperiye atladığı gibi atlarında sürüklenen adamların yanına koşturdu. Kontrolünü sağlayan şövalye daha şaşkınlığını üstünden atamadan dört yoldaşı kanlar içinde yerde yatıyordu ve onların katili şimdi atının üstünde kendisine doğru geliyordu. Şövalye atından indi ve kalkanı ile kılıcını yere attı. Miğferini yere bırakıp bir dizinin üstüne çöktü ‘teslim oluyorum…’ dedi. Xen asperiden inip yavaş adımlarla adama yaklaştı. Yanına geldiğinde kılıcının tek hamlesi ile boynunu kusursuca kesti. ‘Üzgünüm’ dedi sadece önündeki diz çökmüş şövalyenin canını verirken duyabileceği bir fısıldama ile. Üzgünüm diye düşündü. Eğer orklar ya da insanlar birbirlerini öldürse bu kin ve kan davası devam edecekti. En azından şimdi nefretlerini yöneltecekleri ortak birini buldular. Şövalyenin düşen bedenini tuttu ve yere hafifçe bıraktı. Asperiye tek bir hamle ile atlayıp kılıcını sırtındaki kına yerleştirdi. Şaşkınlıktan ve sinirden dillerini yutmak üzere görünen Lord Keril’e ve Ghashog’a baktı ve o meşhur güç kıvılcımları saçan gür sesi ile ‘Tanrılar üzerine yemin ettiniz.’ Savaş alanının ortasına saçılmış cansız on bedene işaret etti. ‘Bunlar dışında kimsenin ölmeyeceğine.’ Asperi emre ihtiyaç duymadan dört nala koştu ve kısa bir süre sonra gökyüzüne yükselip inanılmaz bir hızla uzaklaştı. Xen’den geriye kalan tek şey olan Seveal’in sancağı alanın tam ortasında herkes ile dalga geçercesine dalgalanıyordu. Aperinin kulaklarına eğilip çok az duygu kırıntısı barındıran bir ses tonu ile ' Bazen dengeyi sağlamak sandığımdan daha zor oluyor' dedi Xen ve atın boynuna sıkıca tutundu.
-----o-----


Mit'e sonsuz teşekkürler. Ork ismi bulmakta hep zorlanmışımdır...
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: diana - 15 Ekim 2009, 20:31:50
Devamıda başı kadar güzel olmuş.Tebrikler.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: hanne - 15 Ekim 2009, 21:05:04
Devamı var iş yerinde buraya koymaya vakit bulamadım. Yarım saate yükleyeceğim. Beğenmenize sevindim. Yorumlarınız için çok teşekkürler
Devamını koyman çok iyi olmuş bu da birincisi kadar güzel olmuş..
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: mit - 15 Ekim 2009, 22:16:56
Güzel mi? Hiç güzel olmamış. Harika olmuş!!!  :fight:

(Asıl ben teşekkür ederim.)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: BerkeB - 16 Ekim 2009, 18:59:43
Bence iyi bir iş çıkartmışsın tebrik ederim ama mutlaka devamı olmalı..
Evet aynen.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: mit - 16 Ekim 2009, 19:04:58
Bence de :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: BerkeB - 18 Ekim 2009, 11:24:10
ya bidaha teşekkür edicem sana :)
Güzel oldu güzel ellerine sağlık senden bir  istek hikayem var :)
Şöyle harry potter tarzı büyülü müyülü birşeyler yazarmısın ben öyle hikayeleri çok severimde ;) Lütfen :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 18 Ekim 2009, 17:43:30
ya bidaha teşekkür edicem sana :)
Güzel oldu güzel ellerine sağlık senden bir  istek hikayem var :)
Şöyle harry potter tarzı büyülü müyülü birşeyler yazarmısın ben öyle hikayeleri çok severimde ;) Lütfen :)

Peçeteye yazıp yolla belki yazarız... :=)
(Harry Potter tadında hikaye arıyosan. Hatta kanımca HP den daha iyi birşeyler. Semerkant Tılsımı nı okuyabilirsin. 3 Kitaplık bir seri
http://www.kayiprihtim.org/forum/empty-t5868.0.html (http://www.kayiprihtim.org/forum/empty-t5868.0.html))

Güzel mi? Hiç güzel olmamış. Harika olmuş!!!  :fight:

(Asıl ben teşekkür ederim.)

Teşekkür ederim yorumlar için arkadaşlar. Devamını yazmayı da düşünüyorum bu güzel yorumlarınızdan sonra. Xen'i daha fazla tanıtmak isterim tabii ki sizlere... Vaktim olduğu ilk anda yeni bölüm karşınızda olacak.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: BerkeB - 18 Ekim 2009, 20:00:07
Peçeteye yazıp yolla belki yazarız... :=)
(Harry Potter tadında hikaye arıyosan. Hatta kanımca HP den daha iyi birşeyler. Semerkant Tılsımı nı okuyabilirsin. 3 Kitaplık bir seri
http://www.kayiprihtim.org/forum/empty-t5868.0.html (http://www.kayiprihtim.org/forum/empty-t5868.0.html))


Ovvvvvvv.. Fevkalade.Harika HP tarzı ve hatta daha iyi demek inanmıyorum buna inanamıyorum niye 3 kitaplık insan bi 5 kitap fln yapar :(
Başlık: Ynt: Denge - BÖLÜM II
Gönderen: Malkavian - 22 Ekim 2009, 15:24:33
DENGE - BÖLÜM II
BUZ DANSI

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/hava1.jpg)

Yerlere kadar saygı ile eğildi. Annesinin ona yola çıkmadan önce verdiği yiyecek ve kıyafetlerinin bulunduğu sırt çantasını yere bıraktı. ‘Saygılarımı sunarım büyük üstad. İnsan annem bana daha fazla bakamayacağını ve artık size ait olduğumu söylüyor’ Ezberlediği cümleleri söylerken duygusuzdu. Daha sekiz yaşındayken hava ırkına teslim edilmişti Melanot. İnsan olan annesi onunla ne yapacağını bilemediğinde çareyi onu ait olduğu yere göndermekte bulmuştu. Sonuçta babası hava ırkından ünlü bir savaşçıydı ve bu yüzden onu kabul edeceklerini biliyordu. Melanot hayatındaki tek amaç, önüne çıkan herkes ile dövüşmekmiş gibi davranıyordu. Normal okullarda başarılı olamadığını gören annesi onu şövalyelerin eğitildiği askeri okula yollamayı bile denemişti. Fakat Melanot oradan da atılmayı iki hafta gibi kısa sürede başarmıştı. Katı kurallarla eğitilen soylu şövalyelere ve onların eğitmenlerine ‘Bu savaş tekniği çok saçma’ demek pek de iç açıcı bir yankı yaratmıyordu. Hele ki bunu dedikten sonra kendinden 3 yaş büyük olan baş şövalyenin oğlunu bir güzel pataklamak.

 Hava ırkı dünyanın en ücra köşesinde bulunan sarp kayalardan inatla akan çağlayanların oluşturduğu büyük bir gölün civarında yerleşmişti. Yüzyıllardır sabırla çağlayanlar tarafından oyulan mağaralara bir bir yerleşim yerlerini kurmuşlardı. Kışları geçit vermez karlarla kaplanan bu bölgede yaşamaya cesaret edebilen yegane varlıklar onlardı. Fakat onlar bu zorlukları yüzyıllar önce eğitimlerinin bir parçası olarak kabul etmişlerdi. Binlerce yıldır kendilerine miras bırakılan bilgileri saklamış ve bunları uygulayabilmek adına kendilerini hep daha fazla geliştirmenin yolunu aramışlardı. Ustalaştıkları ve uğruna yaşadıkları tek şey ‘Savaş Sanatıydı’. Sert görünüşlü, mavi ve gümüş saçlı, ortalama 1.70 boylarında olan hava ırkı içlerinden gelen büyü gücü ile havada yükselme yetisine sahipti ve hareketleri şehirlerini etrafına kurdukları çağlayan gibi akıcıydı. Bu yüzden savaşlarda oldukça üstünlük sağlıyorlardı. Kuzey Batı Tenar Kütüphanesindeki parşömenlerde kayıt altına alındığı bilinen II.Tenador Kralı’na ait sözler arasında şunlar yazmaktadır–ki bu kral kendisine karşı birleşmiş tam 30 ork kabilesi ile savaşırken gözünü kırpmadan savaş meydanında en önde çarpışmıştır-: ‘ Hava ırkından birini görürsen ya kaç ya da teslim ol!’

Hava ırkının o muhteşem kahramanlık hikayelerini dövüş sanatındaki ustalıklarını babasından defalarca dinlemişti Melanot. Heyecandan neredeyse dizleri titriyordu. Hemen eline bir sopa alıp hünerlerini ve beş yaşından beri yaptığı egzersizlerin hepsini biran önce karşısındakilere göstermek için sabırsızlanıyordu. Üstad yerden kalkmasını işaret ederken bir an bile tereddüt etmeden hızla hareket etmişti. Ona yetişmek için küçük bacaklarını hızlandırması gerekti. Çağlayanın biraz ilerisindeki küçük bir oyuğun içinde kendi yaşıtı birçok çocuk kare bir tahtanın üzerinde ellerini oynatıyorlardı. Tam anlamıyla hayalindeki sahne birden binlerce parçaya bölünmüştü. Bu çocuklar ne dövüşüyordu ne de egzersiz yapıyorlardı. Tek yaptıkları tahtanın üzerindeki koyu ve açık renkli karelerin üzerinde tahtadan oyulma bir takım figürleri oynatmaktı.
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/12461022.jpg)

Üstad daha o konuşamadan gümüş bir sakalla çevrelenmiş ağzını açıp söze başladı : ‘Savaş sanatı öğrenilmesi ve ustalaşması en zor sanattır evlat. Bir ressam yanlış bir boya kullandığında bundan ders alıp bir daha yapmaz ve kaybettiği tek şey boşa harcanmış bir boya takımı olur. Bizim sanatımızda ise bir yanlış hayatının ellerinden kayıp gitmesine yol açabilir. Burası bizim çaylak sınıfımız. Bu oynadıkları oyunun adı ise satrançtır. Gerçek bir savaş da aynı bu oyundaki gibi hamleler ve stratejiye bağlıdır. Rakibini ne kadar iyi tanırsan ve ne kadar önce planlarını sezersen o kadar başarılı olursun.’ durdu ve Melanot’un anlattığı şeyleri dinleyip dinlemediğine baktı. Dinleyicisinin bütün dikkatinin üzerinde olduğunu görünce eline bir dizi tahtadan oyulma figürü alıp başıyla onaylayarak devam etti. ‘Piyonlar savaş esnasında yaptığın hamlelerindir evlat. Eğer savunma ile karşılanırsa kilitlenirler. İki piyonun karşı karşıya gelince birbirleri ile yenişememesi gibi. Kaleler senin savaş alanındaki kozlarındır. Yerden yüksek olman, çalıların arasında olman, rakibinin arkasında olman gibi. Bu şartları korumalısın. Çünkü bu avantajlar seni dosdoğru zafere götürür, aynı oyundaki gibi. Atlar senin ayaklarındır. Hızla uzaklara gidebileceğin gibi kısa adımlar atıp akıllıca hamleler de yapmalısın bazen. Filler ise senin ellerin ve dolayısı ile kullandığın silahlarındır. Piyonlarla yani karşı hamleyle karşılaşmadığın sürece savaş alanında serbestçe hareket ederler. ‘ Durdu ve en uzun görünen iki figürü aldı. ‘Vezir…’ dedi ve durakladı. ‘ Vezir senin bedenindir. Bedenin yara alabilir hatta yok olmayla yüz yüze gelebilir. Ama onun yara alması oyunu sonlandırmaz. Çünkü çoğu savaşçının sadece son anlarında kavradığı gibi beden sadece bir araçtır. ’ Sonra elinde kalan son taşı gösterdi ve ciddi bir ses tonu konuştu: ‘Şah denir bu taşa ve bu senin uğruna savaştığın şeyi simgeler. Uğruna savaştığın şeyi kaybettiğin anda oyun yani yaşamın sona erer… Her şeyi aklından çıkarabilirsin, dikkatsizliğin dolayısı ile unutabilirsin, ellerin yaralanabilir, avantajlarını kaybedebilirsin, bileğin burkulabilir ama bunu sakın unutma evlat.’ Dedi ve elindeki taşı Melanot’ a verip arkasını dönüp uzaklaştı. Arkasına bakmadan konuştu. ‘Bu arada insanlar seni ne diye çağırıyorlardı bilmiyorum ama bundan sonra adın Xen olacak ve ırkımızdan her üye seni böyle tanıyacak.’ Üstad uzaklaşırken kimsenin duyamayacağı bir fısıltı ile kendi kendine konuştu ‘…ve birgün bu isimle dünyada nam salacak, ünlü bir savaşçı olacaksın. Xen… Alev Öfkesi ve Buz Dansını birleştirecek kişi’
-----o-----
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: mit - 22 Ekim 2009, 18:26:33
Hava ırkı fikrini beğendim doğrusu. Farklı bir şeyler görmek bazen hoş oluyor. Xen'in de geçmişinin bir kısmını öğrenmiş olduk bu arada. Devam devam... :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 23 Ekim 2009, 10:48:39
Hava ırkı fikrini beğendim doğrusu. Farklı bir şeyler görmek bazen hoş oluyor. Xen'in de geçmişinin bir kısmını öğrenmiş olduk bu arada. Devam devam... :)

İkinci Bölümün başını beğenmene sevindim. Hava ırkını da daha detaylı tanıtacağım ve o zaman ilgini daha da çekeceğine eminim. İlgine ve yorumlarına teşekkürler tek devam eden okuyucu sen kaldın sanırım. Neyse ben hikayeyi yazmaktan zevk aldığım sürece devam edeceğim sanırım. :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: mit - 23 Ekim 2009, 12:01:00
Neyse ben hikayeyi yazmaktan zevk aldığım sürece devam edeceğim sanırım. :)

Önemli olan da bu değil mi zaten? Hem yorum yazmasalar bile başkalarının da okuduğuna eminim. Devamında görüşmek üzere...
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 23 Ekim 2009, 12:16:17
İsim babası olduğun kötü değil ama neutral (ne kötü ne iyi) diyelim karakterimiz de yakında geliyor :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Berre - 23 Ekim 2009, 17:52:45
İlgine ve yorumlarına teşekkürler tek devam eden okuyucu sen kaldın sanırım. Neyse ben hikayeyi yazmaktan zevk aldığım sürece devam edeceğim sanırım. :)
Kesinlikle hayır. Ben yaptığın tüm gelişmeleri takip ediyor ve çok da beğeniyorum sadece beğenimi çok dillendirmemin seni sıkacağını düşündüm.Ama bu şekilde düşünüyorsan bende hep söylerim ; çok başarılısın, çok güzel yazıyorsun ve kesinlikle devam etmelisin...
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 23 Ekim 2009, 19:17:30
Kesinlikle hayır. Ben yaptığın tüm gelişmeleri takip ediyor ve çok da beğeniyorum sadece beğenimi çok dillendirmemin seni sıkacağını düşündüm.Ama bu şekilde düşünüyorsan bende hep söylerim ; çok başarılısın, çok güzel yazıyorsun ve kesinlikle devam etmelisin...

İlgine teşekkür ederim. Sıkılmam söz konusu değil. Ama sadece iyi eleştirilerinizi yazmayın aklınıza gelen keşke şurası şöyle olsaymış dediğiniz yerleri de yüzüme vurun lütfen. Okuyan insanların gelip 'iyi yazmışsın ' demesine bile gerek yok 'okudum' bile yazsa bu beni sevindirir. Hep iyi eleştiri insanı köreltir :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Berre - 24 Ekim 2009, 21:15:25
İlgine teşekkür ederim. Sıkılmam söz konusu değil. Ama sadece iyi eleştirilerinizi yazmayın aklınıza gelen keşke şurası şöyle olsaymış dediğiniz yerleri de yüzüme vurun lütfen. Okuyan insanların gelip 'iyi yazmışsın ' demesine bile gerek yok 'okudum' bile yazsa bu beni sevindirir. Hep iyi eleştiri insanı köreltir :)
Ne yapalım o zaman sende kötü yazmışsın diyebileceğimiz bir şey yaz :)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: kusad - 24 Ekim 2009, 23:30:23
Aslında okuyucuları kasar ama bene Irk ve Karakterleri arttırmalısın.Daha bir profesyonellik yakalarsın.
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Nihbrin - 24 Ekim 2009, 23:52:44
Gerçekten yapıcı olacağına inandığım bir yorum yapabilirim özellikle bu son yazın ile ilgili. Okuduktan sonra kafama takıldı ve ctrl-F yaparak "savaş" yazdım...

15 kez savaş demişsin tüm bölüm boyunca. (savaş sadece bir örnek olmak üzere:)
Bazı kelimelerin kendilerini tekrarlamalarından kaçınmalısın. Misal savaş yerine cenk, harp, çatışma, vb kelimeleri uygun olan yerlerde kullanabilir okurken aslında olandan daha zengin olduğu tadı uyandıran bir betimleme oluşturabilirsin.

Bölüm içinde her kelime olabildiği kadar kendisine özel olmalı (uniqé)
Başlık: Ynt: Denge
Gönderen: Malkavian - 25 Ekim 2009, 02:02:33
15 kez savaş demişsin tüm bölüm boyunca. (savaş sadece bir örnek olmak üzere:)
Bazı kelimelerin kendilerini tekrarlamalarından kaçınmalısın. Misal savaş yerine cenk, harp, çatışma, vb kelimeleri uygun olan yerlerde kullanabilir okurken aslında olandan daha zengin olduğu tadı uyandıran bir betimleme oluşturabilirsin.

Bölüm içinde her kelime olabildiği kadar kendisine özel olmalı (uniqe)

Haklısın kelimeleri genelde çeşitlendirmeye dikkat ederim ama bu bölümü yazarken yapmamışım nedense. Teşekkürler yorumun ve eleştirin için (unique bu arada eğer ingilizce ise tabi )

Aslında okuyucuları kasar ama bene Irk ve Karakterleri arttırmalısın.Daha bir profesyonellik yakalarsın.

Yeni ırklar var aslında ama kısa hikayenin 'kısa ' olmasından kaynaklı bir problemimiz var :) Irkları tanıtırsam roman olur. Hava ırkını tanıtırken bile biraz kısa kestim hikaye ilerledikçe kendi ortaya çıkar diye. Yorumun için sana da teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Denge //BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 12 Kasım 2009, 18:28:49
DENGE - BÖLÜM III
KILIÇ ve KADER
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/asdxxxccccc.jpg)

Elindeki uzun kahverengi meşeden yapılmış sopayı rahatça omzuna attı Xen. İki saat süren zorlu sabah egzersizini tamamlamış ve şehre dönüyordu. Sekiz yıl önce teslim olduğu şehre uzaktan baktı. Karşısında hemen hemen her sabah görmeye alıştığı bir manzara vardı. Koyu yeşil kıyafetinin başlığını yüzünü gölgede bırakacak şekilde önüne çekmiş iki kısa sopa kullanan Furian işkence edecek bir başka kurban bulmuştu kendine. Bu adamın sorunu neydi bir türlü anlamıyordu. Kendisine de defalarca insanlar arasında savaş meraklısı olduğu söylenmişti fakat buraya gelince anlamıştı ki bu normal bir durumdu. Furian’ın durumu ise biraz farklıydı. Son zamanlarda çömezlerle kavgaya tutuşmak için her zaman ürettiği saçma bahaneleri bulmaya bile ihtiyaç duymuyordu. Furian’ın karşısında duran Dentor daha iki yıllık çömezdi ve iki üç hamle ile yere düşmüştü bile. Omzuna attığı sopayı sanki vücudunun bir parçasını oynatırmış gibi rahatça eline kaydırdı Xen ve Furian’a doğru ilerledi. Bu sefer bu olanlara göz yummayacaktı.

‘Ufaklığı rahat bırak Furian’ derken onun rakibini sadece daha fazla dövüş için rahat bırakacağının bilincinde sopasını bir sağından bir solundan savurarak yaklaştı. Başlığının gölgelerinden sadece ağzı görünen adam gülümsedi ve önündeki çömezin gözlerini yuvalarından fırlatacak bir hızla savunma pozisyonu aldı. Sopalar birbirine çarpmaya başlayınca çıkan sesler sokaklarda yankılanmaya başladı ve etrafta seyirciler birikmeye başladı. Ne de olsa iki son sınıf öğrencisinin dövüşü her zaman görülen bir manzara değildi. Furian dört adım geriledikten sonra savunma pozisyonunda dengeyi kurdu ve karşı atağa geçti. Savaşırken yüzünde yaptığı işten zevk aldığını belirten daimi bir gülümseme oluşuyordu. Xen’in yüzü ise çağlayanın üzerine kurulu şehirlerinin duvarları gibiydi. Sadece yüzünü gören bir kişi oturmuş huzurlu bir şekilde nehrin akışını izlediğine yemin edebilirdi. Üstad da onları izlemek için sabah egzersizini yarıda bırakıp kalabalıkta kendine yer açtı. İzlerken sürekli başını iki yana sallıyordu ve onun homurtularını duyan öğrenciler etrafında güvenli bir mesafe boşluk oluşturmaya başlamışlardı bile. Sopaların birbirine çarpma hızı inanılmazdı ama iki tarafta bu hızdan şikayetçi değil gibi dövüşmeye devam ediyordu. Xen sıkkın bir ses tonu ile konuştu ‘Ben bu savunma pozisyonunda kaldıkça ki bunu bütün gün yapabilirim beni yenemezsin bunu biliyorsun değil mi?’ Furian’ın gülümsemesi yüzüne yayıldı. ‘Görünüşe bakılırsa seni yenecek kişi ben değilim’ dedi. Xen tabiî ki de bu ucuz numarayı yiyecek değildi. Gözünü kırpmadan savunma pozisyonunu savaşın hızına göre ayarladı hesaplarına göre kırk yedi hamle sonra Furian bir açık verecekti –kırk altı- ve o zaman –kırk beş- saldırabilecekti. Bileklerinde inanılmaz bir acı hissetti ve yere kapaklanırken aklında tuttuğu sayılar bir anda sağa sola uçuşuverdi. Arkasını dönüp acı ve şaşkınlık dolu bir ifade ile kendine arkadan vuran kişiye baktı. ‘Dentor? Ama neden?’ Dentor sinirle konuştu ‘ Bir daha sakın bana hakaret etme.’ Ve arkasını dönüp uzaklaştı. Lanet olasıca kurallar dedi Xen içinden. Sonra hatırladı hava ırkının üçüncü kuralını. Asla bire bir dövüşen hava ırkı üyesinin savaşına dahil olma. Bu ona hakarettir. Gözlerini yuvarladı. Gerçekten çok onurlu savaşçılardı ve sanatlarını çok önemsiyorlardı. Hatta gereğinden fazla. Omuz silkti darbe almaya alışık bedenini hemen toparladı ve üstündeki tozları silkti. Furian ın kendisine doğru uzattığı elini yakalayıp ayağa kalktı. ‘İyi savaştın’ dedi Furian gülümsemesi de ufak duellolarının bitmesi ile solup gitmişti.

Üstadın tek elini kaldırması ile birlikte bütün kalabalık bir anda dağıldı. İki öğrencisinin yanına giden üstad onlara bakmadan arkasını döndü ve ‘ Benimle gelin’ dedi. İkisi de birbirine bakarak sessizce ‘Nereye?’ diye sordular ama takip etmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Üstad karışık yollardan ve sayısız mağaradan oluşan bir labirentte tereddütsüz ilerliyordu ve ikisi de onu izledikçe şaşkınlıktan dillerini yutmak üzereydi. Çünkü bu bölgelere öğrencilerin girmesi yasaktı. Furian tam ağzını açmak üzereydi ki arkası dönük olan adam tek elini kaldırdı. ‘Tanrım bunu her seferinde nasıl beceriyor’ diye geçirdi içinden Xen. Çünkü ustaları ne zaman birisi konuşmaya başlayacak olsa ya da soru sormak için niyetlense daha soru sorulmadan tam olarak o istenilen cevabı sakin bir şekilde anlatmaya başlardı. Yine aynısı olmuştu. Konuşmaya başladığında sesine her zamanki dinginlik hakimdi ‘Siz son sınıf öğrencileri artık son sınıfta değilsiniz. Yarın büyük sınava gireceksiniz. Geleneklerimiz gereği…’ mağaralarda çok altlara ilerlemiş olmalılardı çünkü üstadın sesi giderek daha fazla yankılanmaya başlamıştı. Bir açıklığın önünde durdular ve üstad eli ile kayalardan birine dokundu ve anlaşılmaz sözler söyledi. Kayalar sanki orada olmayan bir dev tarafından kenara itilircesine inlediler ve sürtünmeden oluşan gıcırtılı bir ses ile kenara kaydılar. Devasa sütunlardan oluşun bir şekilde ışığın içeriyi tamamen aydınlattığı her tarafında zırhlar ve çeşitli silahlar bulunan geniş bir odaya gelmişlerdi. Konuşmaya devam eden adam şöyle söyledi

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/ascxcdfvdf.jpg)

‘ Evet… Geleneklerimiz gereği silahlarınız sizi bulacak siz onları değil.’

Furian itiraz edercesine söze başladı ‘Ama hepimiz özel ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan öğretmenler tarafından eğitilecektik. Yasalar gereği son sınıf mezunları özel hocaları tarafından dünyada eğitilir…’ Sesindeki hayal kırıklığı dünyaya çıkamadığından dolayı üzgün olduğunu bariz bir şekilde belli ediyordu ama silahları görünce suratındaki sadece savaşırken takındığı gülümsemenin bir kısmı geri gelmişti.

Üstad tekrardan konuşmaya başladı. Hatta birazcıkta olsun tebessüm etmeyi de başardı ‘Oğlum bu dediklerin zaten olacak her son sınıf öğrencisi özel kişiler tarafından eğitilir ama sanıyorum ki özel hocalarının kim olduğunu önceden tahmin etmen imkansızdı, değil mi?’
 
Üstad konuştukça ikisinin de merakı artmıştı sonra adam odadan çıkarken ‘Yarın sabaha kadar burada kalacaksınız ve buradan ayrılırken aradığınızı bulacaksınız. Sizinle sabah görüşürüz eşyalarınızı toplamaya vakit yok şafakta yola koyulacağız’ İkisi de ‘Nereye?’ dediler fakat üstadın az önce durduğu boşluğa yetişen soruları havada anlamsızca yankılandı.

‘Pekala’ dedi Xen ‘Madem buradayız bir keşif gezisine çıkalım’ ama Furian çoktan silahları tek tek incelemeye başlamıştı bile. Omuz silkti sağ tarafında bulunan sütunun arkasına doğru gitti. Alanda ışığın az vurduğu yegane yer burasıydı ve bakımlı rafların arasında kalmış tozlu bir kılıç gördü. Kılıcı ilk gördüğünde tarzına hayran kalmıştı ama bu kadar parlak ve ihtişamlı silahlar arasında ne işi olduğunu merak etti. Kılıcın kabzasında yüzleri birbirine bakan biri altın diğeri gümüş iki ejderha vardı sanki kanatlarını açmış birbirleri ile savaşıyorlardı ve kanatları ise kılıcın iki yanındaki çıkıntıları oluşturuyordu. Ejderha motiflerinin ayakları ve kuyrukları birbirine dolanmış ve kılıcın keskin tarafının başlangıcını oluşturuyordu. ‘Tam bir şaheser diye geçirdi’ içinden. ‘Paslanmış olması ne yazık’ Sonra bir dürtü ile kılıcı eline aldı. Dengesi inanılmazdı ve eline aldığı silah o kadar uymuştu ki onu kolunun bir parçası olarak kabul etmişti bile şimdiden. Büyülü olmalı diye düşündü ve kılıcı aldığı yere bırakmaya çalıştı ama elindeki kılıç itiraz edercesine titredi. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açıldı. Hayal görüp görmediğini anlamak için tekrar onu bırakmak için hamle yaptı ama elindeki silah tekrardan titredi. Sonra içeriden Furian’ın sesini duydu. ‘Lanet olasıca büyü tanrıları adına benim öğretmenim sen mi olacaksın yani?’ Xen elinde kılıç ile Furian’ın yanına doğru seğirtti ama görünürde kimse yoktu.

‘Beş yüz yıl mı dedin sen?’ dedi Furian şaşkınlıkla
‘Ne saçmalıyorsun ne beş yüz yılı ?’ diye yanıtladı Xen
‘Sana demiyorum, duymuyor musun bana beş yüz yıldır savaştığını söylüyor ?’
‘Kim’
‘Kılıç…’ Furian’ın kafası karışmıştı.
‘Savaşırken umarım sopayla kafana vurmamışımdır’ dedi Xen gülümseyerek
‘Sadece ben mi duyabiliyorum?! Bu gerçekten inanılmaz bu sanatı öğrenmek için bundan iyi bir öğretmen düşünemiyorum üstad haklıymış?’

Xen onun neredeyse delirdiğine kanaat getirecekti ki elindeki kılıç tekrardan titredi. Bu sefer hayal etmiyordu. Furian’ın kılıcına baktı daha dün parlatılmış ve keskinleştirilmiş gibi bakımlıydı. Sonra gözü kendi paslı kılıcına kaydı. Furian’ın kılıcı gibi konuşamıyordu da. Eh üstadın dediği gibi kılıçlar onları seçecekti onlar kılıçları değil. Kaderine boyun eğdi ve kılıcı sağa sola savurarak birkaç deneme yaptı. Tamam eski olabilirdi ama hala bu antikada iş vardı ve dengesi inanılmazdı.

‘Hey seninki de süpermiş tam sana yakışır bir antika bulmuşsun’ dedi Furian ilgisini kendi kılıcından birazcık olsun uzaklaştırınca

‘Ehh..’ dedi Xen söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. ‘Kılıç’ dedi fısıldayarak ‘Beni duyabiliyorsan bir daha elimin içinde titre bakalım’ ve kılıç neredeyse neşeyle titremeye başladı neredeyse elinden kurtulup yere düşecekti. ‘Çok güzel. Bana konuşamayan bir kılıç düştü öyle mi?’ tek ve üzgün bir onay sallanışını elinde hissetti.  ‘Her ne olursa olsun beni seçtiğine göre sana en iyi şekilde bakmak artık benim görevim sayılır. Seni yarın silah atölyesine götürüp güzelce bir cilalarım. Sıkma artık canını hala güzel bir kılıç olduğunu düşünüyorum’ Bunu neden söylediyse zaten kılıçların duyguları olmazdı. Ama yine de bir şekilde kılıcın mutlu olduğunu hissedebiliyordu…
-----o-----

Mit'e Furian ismi için teşekkürler...
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: kusad - 12 Kasım 2009, 18:41:15
Çok güzel fakat ben çok merak ettim bu resimleri nerden buluyorsun
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 12 Kasım 2009, 18:49:01
Çok güzel fakat ben çok merak ettim bu resimleri nerden buluyorsun

Sağdan soldan arşivimden filan. Baya bu tip resim var bende. Ordan da bulamazsam ressamların sitelerini kurcalıyorum. Yine de tam istediğim gibi resimler bulamıyorum tabii ki.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 13 Kasım 2009, 00:30:27
Ben de devam edip etmeyeceğini düşünmeye başlamıştım ki yeni bölümle karşıma dikiliverdin :) Bu bölümü diğer iki bölüme oranla daha çok beğendim ben. İlk paragrafta biraz düzeltme yapabilirsin aslında. Orada kafam hafif karışır gibi oldu. Ama geri kalan kısmı çok güzel ve keyifliydi. Silah odasında biraz daha betimleme ve detaya girebilirdin bir de... Silahları çok çabuk buldular gibi geldi bana. Yanlış anlama, "eleştirin" dediğin için yazıyorum bunları. yoksa bu haliyle de oldukça güzel...
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 13 Kasım 2009, 11:49:33
Ben de devam edip etmeyeceğini düşünmeye başlamıştım ki yeni bölümle karşıma dikiliverdin :) Bu bölümü diğer iki bölüme oranla daha çok beğendim ben. İlk paragrafta biraz düzeltme yapabilirsin aslında. Orada kafam hafif karışır gibi oldu. Ama geri kalan kısmı çok güzel ve keyifliydi. Silah odasında biraz daha betimleme ve detaya girebilirdin bir de... Silahları çok çabuk buldular gibi geldi bana. Yanlış anlama, "eleştirin" dediğin için yazıyorum bunları. yoksa bu haliyle de oldukça güzel...

Bu bölümü beğenmene sevindim uzun süredir aklımda yazmak istediklerim birikti ama bir türlü yazamıyordum. İlk paragraf gerçekten biraz anlaşılmaz olmuş ama suçu direk editörüme atıyorum... Kendisi bu aralar biraz uyuyor ve meşgul (Yarın nişanımız var da...  ;) )

Silah odası hakkındaki yorumuna da katılıyorum o tamamen benim suçum bak aklıma yeni fikir gelince bölümü hemen bitirip yenisine geçmek istedim üstünkörü oldu biraz... Eh suçluyum cezama razıyım. Silahlar ise ayrı bir mesele yakında anlarsın...

Bu arada yaptığın yorumlar oldukça yapıcı kesinlikle kırılmıyorum hatta seviniyorum böyle yapıcı eleştirilere.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 13 Kasım 2009, 15:23:17
Nişan ha? :) Tebrik ederim kardeşim. Allah hayırlısıyla tamamına erdirsin. Çok mutlu oldum adınıza. Tekrar tekrar tebrikler...
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 13 Kasım 2009, 18:54:23
Nişan ha? :) Tebrik ederim kardeşim. Allah hayırlısıyla tamamına erdirsin. Çok mutlu oldum adınıza. Tekrar tekrar tebrikler...

Teşekkür ederim. Başımızı bağlıyoruz bakalım sonumuz ne olacak :) Küçükken hatta 3-4 yıl öncesine kadar hep 'Ne evliliği ya bana uzak olsun' diye düşünürdüm ve bana hep ' Sabret sen de birşeylere adım atacaksın kimse öyle kalamaz' derlerdi. Haklılarmış ne diyim :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: deanna - 08 Aralık 2009, 22:50:16
yine bir çırpıda hepsini okudum! hepsine tek tek yorum yapmak isterdim ama geç kalmışım bu hikayeyi bulmakta :D

son bölüm hariç diğer bölümler çok güzel - sanmaki üçüncü bölüm kötü aksine oda çok güzel ama ona sonra deyinicem :D- yazış tarzını çok beğeniyorum zaten ama bi arkadaşımızında söylediği gibi bazı kelimeleri fazla kullanıyorsun bundan kaçın derim okuyucun olarak.

üçüncü bölüme gelince benim burda baya aklım karıştı. hatta dönüp dönüp bir daha okuduğum yerler bile oldu ve evet o kılıç bulma meselesi biraz erken girmiş. sabaha kadar ordalar biraz daha araştırma yapmaları hoş olabilirdi ama yine de güzel bi bölüm olmuş tebrikler.

resimlere gelince... bunun içinde tebrikler gerçekten güzel resimler buluyorsun. bayıldım hepsine.

ve seni kınıyorum. 12 kasımda son bölümü koymuşsun. sence 4. biraz geç kalmamış mı? :D

ahh birde son olarak allah tamamına erdirsin mutlu bi hayat nasip etsin diyorum. :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 11 Şubat 2010, 11:03:27
Sağol yorumun için. Senin yorumunu da oldukça geç görmüşüm kusura bakma. Boş vaktim oldukça bu hikayeye devam ediyorum bu arada bir iki bölüm birikti takip edenler hala varsa müjdemi vereyim :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 11 Şubat 2010, 16:54:15
Takipteyiz efendim :) Unutulmadın merak etme. Görüyorum ki biz de unutulmamışız. Dilerim en kısa zamanda hikayenin geri kalan kısmını okuma fırsatı buluruz.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: deanna - 11 Şubat 2010, 16:54:53
Aahaha. Böyle bir şey yazdığımı dahi hatırlamıyorum baya olmuş ama önemli değil tabiki :)
Merakla o bölümleri bekliyoruz :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 22 Mayıs 2010, 11:01:40
Eh... Artık devam edersin herhalde. Hmmm? :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 22 Mayıs 2010, 12:12:08
Sağol mit devam edeceğim kafamda güzel bir sıralama yaptım ama tabi asker sonrası bir tembellik mevcut şu an. Kafamdaki listeye göre önce senin kitabını okuyacağım sonra taaa ne zaman bitirmem gereken Fırtınakıran'ın Sakat Rahibe'si  var ondan sonra da oturup kara kalem ile bir ajandaya yazdığım hikayeyi bilgisayar ortamına aktarmam gerek ki bunun uzun sürecek olması geri adım attırıyor bir iki güne toparlanırım :) Desteğin için çok sağol
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 22 Mayıs 2010, 15:53:29
DENGE - BÖLÜM III
KILIÇ ve KADER
(Devam Bölümü)
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/godofwarpspconceptbyand.jpg)

Kapının önünde üstadları belirdiğinde, Xen ve Furian yerlerinden sıçradılar. İkisi de uyuya kalmıştı ve kendilerini odaya bırakılmalarının üzerinden yıllar geçmiş gibi hissediyorlardı. Eklemlerini oynatıp esneme hareketleri yaparak üzerlerindeki bu ilginç yorgunluğu atmaya çalıştılar. Bu çok saçma geliyordu Xen’ e. Taş çatlasa yarım gün silah odasında kalmışlardı. Nemli mağara havasından olmalı diye düşündü ve önemsemedi. Üstad makul bir süre beklediğine kanaat getirip, ikisinin de kendisini izleyeceğinden oldukça emin arkasını döndü ve yürümeye başladı. ‘Yolumuz uzun’ dedi ve mağara duvarlarında yankılanan bir ses ile  elindeki su tulumlarını öğrencilerine uzattı. Furian esneyerek su tulumunu kafasına dikip koca bir yudum aldı. Geceyi çölde geçirmiş gibi susamıştı. İlk molalarını verdiklerinde hala yerin altındaydılar ve bu Xen’e hiç mantıklı gelmiyordu. Silah odasına gitmeleri bu kadar uzun sürmemişti. ‘Üstad neden şehrimize hiç uğramadık. Neden bu yoldan gidiyoruz.’ Dedi Xen şüphe ile.

‘Gideceğimiz yer, yani sizin son sınavı vermek için karşılaşacağınız rakiplerinizden bazıları yeryüzünden ulaşılamayacak bir yerde yaşıyorlar. Şimdi bu soruları bırakıp dinlenmenize bakın akşam güneşi battığında turnuva alanında olmamız gerekiyor.’

Ne Furian ne de Xen yolun geri kalanı boyunca ağızlarını açmadılar. Ne de olsa sabırlı olmak ve her türlü olaya hazırlıklı olmak için yıllarca eğitim görmüşlerdi. Zaman kavramı yerin altında olduklarından oldukça karışmıştı. Furian’ın canı çok sıkkın görünüyordu. Kasvet içlerine kadar işlemişti.

İki günlük zorlu bir tempoda yürüyüşlerinin ardından, nesillerdir damarlarında dolanan miras sayesinde havadaki en ince değişimleri bile fark edebilen Xen, basık ve rutubetli mağaranın daha geniş bir oyuğa açıldığını hemen fark etti. Eli kılıç kemerinde duran paslı ve oldukça eski kılıcına gittiği sırada mağara tavanının olağanüstü genişliğine bakmaktan kendini alamadı. Bu kadar büyük bir boşluk nasıl olur da gökyüzüne açılmadan burada öylece durabilirdi ki? Dar mağara koridorundan çıkmaları ile birlikte bir ayak boyunda gri renkte parlak taşlarla özenli bir şekilde döşenmiş köprünün geniş yuvarlak bir arenaya açıldığını fark etti. Arenanın dış kısmında seyirciler, satıcılar, savaşçılar, resmi kıyafetli kişiler, diplomatlar… Kısacası her kesimden insan vardı. Çeşitlilik göz kamaştırıcıydı. Soğuk mağara duvarının granit taşlarının oluşturduğu cansızlık arenadaki ırkların, karmaşık birbirine geçmiş ve kendine özgü hareketleri ile tam bir tezat oluşturuyordu. Furian da neşe ile etrafı izlemekteydi ki dikkatleri derinden gelen büyük bir gong sesi ile dağıldı. Alanda birden bir koşuşturmaca başladı ve sanki önceden planlanmışcasına herkes arenanın etrafında kendilerine yer buldu. Daha da yaklaşıp onlar da izleyici saflarında yerlerini alınca karşılarında manzara onları şok etti. Arenanın ortasındaki iki figüre anlamsız anlamsız bakıyordu Xen. Biri en fazla 1.20 boylarında her yerlerinde savaş boyası olan mavi saçlı ufak bir bayan –tabi bayan demeye bin şahit isterdi- , diğeri ise hava ırkının nesillerdir en büyük düşmanları sayılan kılıç dövüşü konusunda kendilerine denk gördükleri tek ırk olan kara elflerin erkek bir üyesiydi. Bu ne saçma bir eşleşmeydi böyle bu kara elf rakibini anında yenecek gibi duruyordu. Derinden gelen gong sesinin tekrar duyulması ile kalabalık çılgın bir tezahürata başladı. Dediklerinden hiçbir şey anlaşılmıyordu ama Xen içinde kabaran coşkunun çoktan esiri olmuştu. Furian’ın nasıl da gülümsediğini ve şu an dövüşenlere imrenerek baktığını bilmek için onun suratına bakmasına gerek yoktu.

Müsabakanın başlaması ile yüzünde savaş boyaları olan gnome ileri doğru hızlı bir takla atıp iki elinde tuttuğu ufak kılıçlarını yanlara doğru açarak kara elflerin klasik dıştan içe doğru kapanan saldırı fırtınasını önlemeyi başardı. Daha kara elf ikinci saldırısına başlamadan bir takla atıp kara elfin ayaklarının dibinden arkasına geçti ve kılıçlarını sapladı. Kara elf her ne kadar şaşırmış olursa olsun zamanında kılıçları uzaklaştırmak için inanılmaz bir hızla mücadele etti. Rakibini hafife almasının bedelini şimdi ayağından aldığı ufak kesikten akan kızıl kan ile ödüyordu. Elindeki kılıçları fırtınayı andıran bir hızla sağdan soldan üstten ve alttan karmaşık bir hareketler dizisi ile rakibine saldırdı kara elf, fakat rakibi normal bir dövüş üstadının yapacağı gibi hamleleri kılıçları ile karşıladıktan sonra ikinci kılıcı karşılamıyor bunun yerine sürekli kaçıyor ya da taklalar atarak uzaklaşıyordu. Bu da kara elflerin alışık olduğu arka arkaya gelmesi gereken saldırı taktiklerinin hemen hemen hepsinin boşa gitmesine sebep oluyordu. Fakat drow pes etmeye niyetli değldi inanılmaz bir el yatkınlığı ve neredeyse 4 yaşından beri silahlarla yatıp kalkmasının verdiği tecrübe ile birbirinden farklı savaş taktikleri denedi. Sinsi bir hareketler dizisi ile gnomu kaçacak yerin kısıtlı olduğu arenanın köşesine doğru sürüp rakibinin bir anlık dikkat dağınıklığından yararlanan kara elf, gnomun omzunda derin olmayan bir çizik bırakmayı başardı. İkisi de birbirinden uzaklaşıp birer nefes alıp rakiplerini tekrar tarttı. Gnome birden rakibine işve ile göz kırptı. Yarasına baktı ve resmen çılgına dönmüş gibi birden kılıçlarını yüksek saldırı pozisyonuna getirip rakibine doğru koşmaya başladı. Bu çok saçmaydı. Bir araya toplanmış ork orduları bile böyle bilinçsizce ve bu kadar açık bırakan bir saldırıya girişmezlerdi. Bu gnomun derdi neydi böyle? Kara elf kılıçlarını aşağıdan yukarı doğru hareket etmek üzere savunma pozisyonu aldı. Sonuçta bu oldukça zayıf bir saldırıydı. Kılıçlarını bir kez yukarı doğru savuşturduktan sonra karın boşluğuna atacağı tekmeyi ileri atılıp iki kılıç darbesiyle tamamlayacak ve kolayca bu savaşı kazanabilecekti. Son saniyede yerdeki parlak taşlar üzerinde kayarak duran gnomun, kılıçları alttan yukarı doğru savunma yapan drowun kılıçları ile buluştuğu anda gnome iki kılıcını da bırakıp belinde duran iki hançeri çekti ve boyunun avantajı ile erişilemeyecek kadar alçak bir mesafeden rakibinin karın boşluklarına saldırdı. Seyirciler bu hamle ile birlikte irkildiler. Drowdan gelen koyu kırmızı kan hançerlerin saplı olduğu yerlerden fışkırıyordu. Bütün seyircilerden gelen bir inanmazlık nidası ile yere serilen kara elfin yanına gelen gnome tekrardan işve ile göz kırptı ve silahlarını saplı oldukları yerden çıkarıp seyircilere abartılı bir reverans yaparak uzaklaştı.

Furian neredeyse keyiften ölmek üzereydi. ‘Bu inanılmazdı!’ diyebildi sadece ve gnomu alkışlamakta olan seyircilere büyük bir şevkle katıldı.

Üstadları arkasını döndü ve ikisine takip etmelerini işaret etti. ‘Yarın bu alanda sizler dövüşüyor olacaksınız. Şimdi gidip dinlenin ve son hazırlıklarınızı yapın. Birer kılıç ustası olup yolunuza devam etmek ve yerde yatan şu kibirli drow gibi ölmek arasındaki ince çizgide duruyorsunuz. Yaşmala ölüm arasındaki o ince çizgide...' son cümlesini havadan gelen buz gibi bir esinti karşıladı ve Furian ve Xen'in şüphe ile titremesine sebep oldu.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 24 Mayıs 2010, 12:58:58
İşte özlediğim tat bu... Uzun zaman aradan sonra gelen bu muhteşem devamı ben çok beğendim. Dövüş sahnesi esnasında bazı cümlelerin aşırı uzun olması dışında neredeyse kusursuz. Dövüş sahnelerini anlatışın, iki karakteri yansıtışın, tasvirlerin.... Hepsi yerinde ve kıvamında. Eline sağlık.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 26 Mayıs 2010, 11:47:58
Güzel yorumun için teşekkür ediyorum mit. Görünüşe göre devam eden tek sen kaldın sana özel hikayenin devam bölümleri de yakında gelir :)
BU arada seni şiddetle kınıyorum gözlerime kast ettiğin için senin romanını okumaktayım ama bilgisayardan kitap okurken gözlerimi bozacağım senin yüzünden! :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 26 Mayıs 2010, 12:13:19
Yorum yazmasalar da başkalarının da okuduğuna eminim. Devam bölümleri geldikçe yorumlar da gelecektir, merak etme sen.

Gözlerinize kast etmedim ben yahu :) Demek zor oluyor? Hmmm... üzüldüm şimdi. Yazıcıdan çıktı almayı deneyebilirsin ama sayfa sayısı bayağı fazla. Okuduğun için çok teşekkürler bu arada ;)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: brisingr - 26 Mayıs 2010, 12:43:55
3. Bölüm'ün başındayım şu an ama bir işim çıktı daha sonra devam edeceğim. Hikayen okuduğum yere kadar çok güzel. Mutlaka devam etmelisin ben de takip ederim.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 26 Mayıs 2010, 20:32:49
Sağol yorumun için çok teşekkür ederim. Devam etmeye çalışacağım zaten sıkılana kadar. Bitirince eleştirilerini bekliyorum
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: brisingr - 26 Mayıs 2010, 21:38:28
Hikayeyi yazdığın yere kadar bitirdim, şu an harika olduğuna karar verdim. Özellikle kılıçların sahibini seçip onu eğitmesi, tebrikler ;)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 27 Mayıs 2010, 00:02:33
Senin gibi yeni başlayacak arkadaşlara kolaylık olsun diye bütün bölümleri ilk sayfaya editledim. Editlerken fark ettim amma yazmışım kısa hikayelikten çıkmış bu yazı resmen :) Sabırla okuduğun için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Ropinie Hystria - 27 Mayıs 2010, 08:17:04
Ben de tamamını okuyamadım henüz, hikayen çok güzel, devamını merak ettiriyor insana. Fakat ufacık bir problem gördüm -kesinlike iyi bir eleştirmen olduğumdan değil sadece gözüme çarptığından söylüyorum, yanlış anlamazsın umarım-, bazı cümlelerini uzattıkça kontrol elinden çıkmış gibi görünüyor. Tasvirlerin çok iyi, tam anlatmak istediğin durumu rahatça izah ediyor fakat yine bu beceriyle kullandığın tasvirleri uzun cümlelere yaydığın zaman amacından uzaklaşıyor bazen. Ya da sadece benim kafam dağılıyordur hehe :)

Emeğine sağlık..
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 27 Mayıs 2010, 12:43:00
Eliştirileri yanlış anlamıyorum tabiki de :) Zaten asıl amacım hikayeyi buraya koyarak herkezin eleştirilerini duymak. Mesela bi yerlerde Nihbrin uyarmıştı aynı kelimeyi çok kullanıyorsun diye bir baktım şu son bölümde yine ' kara elf' diyip durmuşum. Eleştirilerin hepsi kesinlikle yapıcı buna inanıyorum. O yüzden eleştirilere devam edin okudukça.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: deanna - 27 Mayıs 2010, 17:11:33
Ah, işte beklediğim bölüm! Özlemişim. Mmm.. Tam kıvamında :D
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 27 Mayıs 2010, 18:59:37
Teşekkür ederim yeni bölümler için arayı soğutmamaya çalışacağım bu güzel yorumlarınızdan sonra ama malesef başka düşünceler araya girdi mi çok ara açılıyor :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 02 Haziran 2010, 15:22:50
DENGE - BÖLÜM III
KILIÇ ve KADER
(Devam Bölümü)

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/sawswordbyignusdei.jpg)

' Karanlıkaltı'nın 15. evinden kara elf Er'daln Harrdelin, insan ve hava ırkının miraslarını taşıyan Xen ile karşılaşacak. Kazananın kaderi elindeki kılıçlar kadar keskin olsun! Kaybeden ise unutulup gitsin...' ve böylece dövüşün başlamasından önce yapılacak bütün formaliteler bu nerden geldiği belli olmayan sesin kendisini ve rakibini tanıtması ile tamamlanmış oluyordu.

Kaybedenin öleceği gerçeğini Xen farketmişti fark etmesine fakat önündeki müsabakanın heyecanından ve sonrasında alınacak ünvandan o kadar etkilenmişti ki bu ölüm gerçeği bile ufak bir ayrıntı olarak zihninde kalmıştı. Azıcık da olsa terlemeye başlayan ellerini son bir kez çıplak vücuduna giydiği koyu lacivert yeleğe sildi ve paslı kılıcını elinden eline geçirerek tekrar tekrar kılıcını tarttı. İnanılmazdı paslıydı paslı olmasına fakat bu silah şimdiye kadar kullandığı her silahı geride bırakacak bir dengeye sahipti. Kılıcına ve üzerindeki ejderha motiflerine ve ince işçiliğe son bir kez bakıp kafasını rakibine çevirdi. '15. evden Er'daln Harrdelin. ' demişti o nereden geldiği belli olmayan ses. Karanlıkaltı hakkında bildiği tek şey evlerin hiyerarşik bir sıraya göre dizildiği ve sürekli birbirleri arkasından oyun çevirdiğiydi. Bu gerçek ışığında rakibinin bir gram bile yağ olmayan kaslı vücuduna baktığında her an her yerden gelebilecek olan tehlikelere karşı yıllar yılı yaşamanın vermiş olduğu zindeliği ve bunu harekete geçirecek olan zinde vücudunu inceledi. Hareketlerini sınırlamamak adına giydiği deri pantolonun bacak kısımlarına bağlı iki hançer taşıyan kara elf at kuyruğu yaptığı uzun saçlarının hemen arkasında asılı duran iki tarafında bıçaklar bulunan bir mızrak taşıyordu. 'Adam resmen cephanelik gibi' diye düşündü Xen kendi elindeki tek silah olan paslı kılıcına tekrardan bir bakış atarak. Omuz silkti. Rakibi her ne kadar güçlü olursa olsun kendisi de ataları savaşçılar ve kılıç ustaları ile dolu olan bir ırktan geliyordu ve küçüklüğünden beri teslim edildiği hava ırkı üstadları tarafından oldukça iyi yetiştirilmişti.

Düşüncelerini dağıtan derinden gelen gong sesi duyulduğu anda rakibine doğru yaklaştı. Ya da Xen yaklaştığını düşündü. Oysa ki rakibi şimdi solundan kendisine doğru sırtındaki iki tarafı bıçaklı mızrağı ile saldırıya geçmişti. Şaşırmıştı ve rakibi beklediğinden de hızlıydı bunun için Xen de dengeyi tekrar sağlamak adına beklenilmeyen birşey yapmalıydı. Mızrak darbesinin rüzgarı ensesindeki bütün sinirleri harekete geçirirken yüzü koyun yere kapaklandı ve beklemeden hemen yana doğru yuvarlandı. Doğrulurken yerden ayakları ile bir süpürme hareketi yaptı. Bu oldukça zayıf bir direnişti fakat drow yerden gelen tekmenin üstünden atlarken Xen doğrulup rakibi ile eşit bir şekilde tekrardan başlama avantajını kazanmış oldu. Kılıç ve mızrak birbiri arkasına darbeler indirmeye başladı ve müsabakanın temposu giderek arttı. Hamlelerin hızı başlarda seyircilerden şaşkınlık nidaları yükselmesine neden olduysa da şimdilerde herkes nefesini tutmuş sadece bu darbelere anlam vermeye çalışıyordu. Çünkü kara elf ve Xen inanılmaz bir hıza ulaşmışlar artık kılıç ve mızrak darbeleri gözle zor seçilebilen bir akkor haline gelmişti. Yandan üçlü saldırı, yüksek kartal uçuşu, alt tekme, ikili kılıç kıskacı ve vurkaç taktikleri boşa gitmişti bile. İki taraf da dersini iyi ezberlemişti. Saldırı taktikleri ve o saldırıları hangi darbelerin keseceğini sanki ezberlerinden otomatik olarak uyguluyorlardı. Atılan sinsi bir darbenin, karşılanması beklenmeyen güçlü bir saldırının karşısında daima rakibinin kılıcını bulan ikili biraz soluklanmak adına birbirlerinden ayrıldıklarında ikisinin de alnında derin ter damlaları oluşmuştu. Drowun kendinden emin bir şekilde çevirdiği mızrağa bakan Xen kendinin de dıştan bu kadar hareketlerinden emin göründüğünün farkındaydı. Kara elf kendinden emin ve dinlenme amaçlı pozisyon değiştirirken bir anda mızrağını dümdüz Xen in karnına doğru uzattı. Darbenin hızı o kadar müthişti ki havayı yaran mızrağın sesi  Xen'in kulaklarında çınladı. Tamamen bilinçsizce yıllarca egzersiz yapmış olmanın verdiği bir refleks ile antika kılıcını, mızrağın önüne tutmayı başardı ve mızrak kılıcın kabzasında tiz bir çınlama ile saplı kaldı.

Daha sonraları 'Devlerin Hikayeleri' adlı tarih eserini yayınlayacak olan Mithalos' un da eserinde değindiği gibi : ' İşte her ne olduysa o andan sonra oldu. Cehennemin çukuru dünyaya  nefretini kustu ya da cennetin kapıları açılıp orada bulunanları kutsadı.Her ne derseniz diyin. Fakat birşeyden eminim okurlar orada bulunanların kaderi artık eskisi gibi olmayacaktı...'

Xen bu muazzam çınlamanın arasından bir klik sesi duydu ellerinin titremesine sebep olan darbe ile ellerini iki yana açtı. Hayretle ağzı açıldı darbenin etkisi ile mi bilmiyordu fakat her bir elinde şimdi birer kılıç duruyordu ve bu kılıçlar sanki demirci ocaklarından dün çıkmışcasına parlak ve yeniydi. Sol elinde saf altından dövülmüş gibi parlayan kabzasına sarılı altın bir ejderha bulunan kılıcı, sağ elinde ise gümüşten yapılma gümüş ejderha motifleri olan kılıçları incelemek için bir o eline bir ötekine bakıp durdu. Drowun mızrağı ise adeta plastikten yapılma bir mızrak gibi çarptığı yerde büzüşüp kullanılmaz halde yere tangırdayarak düşmüştü.

O anda Xen sağ elindeki kılıcın kabazsında bulunan gümüş ejderhanın konuştuğunu hayretle fark etti.

'Yedi göldeki balçıklar üzerinde uçuşan sinekler adına! Kurtulduk Sui! ' diyordu gümüş kılıç

Xen ağzı bir karış açık kendisi ile konuşan sağ elindeki gümüş kılıca bakakaldı. Tabi adı Sui değildi ama net bir şekilde kendine seslenildiğini algılıyordu. Belki de diğer kılıca seslenmişti. Sonuçta Furian'ın kılıçları da sadece kendisinin duyabileceği bir şekilde onunla iletişim kuruyordu.

Rakibi bir drow olmasaydı belki de bu boşluğu değelendirmezdi fakat kara elf hızla hareket edip bacaklarındaki hançerleri çekip Xen' e doğru hamlede bulundu.

'Kes sesini Dui bir savaşın ortasındayız... Hay Lanet...Bin mamut kadar ağır!' dedi Xen'in adının Sui olduğunu yükselen bir şaşkınlık ve şok ile öğrendiği sol elindeki altın kılıç.

Drowun Yüksekten gelen bu darbesi tam yüzünü çizmek üzere iken, sol elindeki altın kılıç inanılmaz bir ağırlık ile sıkı sıkıya kılıcı tuttuğu elini ve dolayısı ile bedenini alta doğru çekti. Kafasının üzerinden geçen hançerler ile birlikte bu ani savunmayı beklemeyen drow da dengesini az da olsa kaybederek Xen'e çarptı ve ikisi de farklı yönlere doğru yere yuvarlandılar.

'Hey bu 1000 yıl savaşlarında kullandığın basit numaradan daha fazlasını yapabilirsin Sui hadi ama' diye titreyen sağ elindeki gümüş kılıçtan son bir ses yükseldi 'Sonuçta özgürlüğümüzün tadını doyasıya çıkarmalıyız değil mi ama. Kurbağalardan kaçışan sivrisinekler kadar hızlı!' Xen bu kendi aralarında sanki evlerinde oturmuş oyun oynayan çocuklargibi konuşan iki kılıcın konuşmasına katılmak isterdi fakat agzı beş karış açıkken diyecek hiçbir söz bulamıyordu.

Xen sağ elini drowdan gelen ikili saldırıdan kurtulmak adına kaldırdı fakat gelen ikili darbeyi tek kılıçla karşılayamayacağını biliyordu. Diğer eli ise maalesef kullanamayacağı kadar ağır bir kılıcı kavramıştı. Fakat sağ eli beklentilerinin ötesinde bir hızla kalkınca drow atağını yarıda kesti. Hatta inanılmaz bir hızla hareket eden sağ eli ikili darbeyi karşıladıktan sonra bir de atak yapmış ve drowun sol bileğine ufacıkta olsa bir sıyırık bırakmıştı.

'İlk kan benimdir! ah bu tadı ne kadar da özlemişim' diye titredi gümüş kılıç istekle.

' Sessiz ol da zaten şokta olan çocuğu daha da korkutma Dui. Ufaklık senin gibi yüzbinlerce yıldır savaşmıyor...' dedi Sui bariz bir şekilde Xen'i kast ederek.
-----o-----

Xen bu anı hatırlayıp neşelendiği zamanlardan birinde Tanrıçası Seveal' a dönüp ' Beni sakinleştirmek amacında olan Sui'nin aklından o an ne geçiyordu bilmiyorum ama yüzbinlerce yıl savaşan iki kılıcın elimde olması bilinci o an beni sakinleştirebilecek en son şeydi ve çenemin neredeyse yerlere kadar açılmasına sebep olmuştu.' Alıntı: Devlerin Hikayeleri - Yazar: Mithalos
----o----

Xen'in karşılaştığı kara elf hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler için link (Fırtınakıran'ın hikayesinden alıntı bir drowdur) :
http://www.kayiprihtim.org/forum/sakat-rahibeunutulmus-diyarlar6bolum-t5172.0.html (http://www.kayiprihtim.org/forum/sakat-rahibeunutulmus-diyarlar6bolum-t5172.0.html)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: KoyuBeyaz - 02 Haziran 2010, 15:54:53
III. Bölüm, III. Bölüm devam gibi başlıkları görünce ''Belli ki hikaye uzun, başka bir zaman okurum artık.'' diyerek geçiyordum ama yanlış yapıyormuşum. Baştan aşşağıya okudum ve gerçekten çok beğendim. Anlatım tekniğin çok hoş, konuda gayet güzelmiş. Gördüğüm tek eksik virgül kullanmıyor olman, bazı yerlerde iki kez okumak zorunda kalıyor insan anlayabilmek için. Ama aksiyonu olsun, olaylar olsun, karakterler olsun hepsi mükemmel. Eline sağlık, takip edilecek bir başlığım daha oldu.  :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 02 Haziran 2010, 16:08:10
Güzel yorumun için ve okuma sabrını gösterdiğin için çok teşekkür ederim. Virgül hataları hikayenin genelinde mi, yoksa son okuduğun bölümde mi?

Son bölümü iş yerindeki laptopta yazdığımdan ve bu klavyenin virgülü alışılmışın dışında ve ulaşılabilecek en zor noktada olduğundan üşenmiş olabilirim cidden. Eve gidince bir gözden geçiririm.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: KoyuBeyaz - 02 Haziran 2010, 16:17:02
Alıntı
-Xen bu muazzam çınlamanın arasından bir klik sesi duydu ellerinin titremesine sebep olan darbe ile ellerini iki yana açtı. Hayretle ağzı açıldı darbenin etkisi ile mi bilmiyordu fakat..
-Şaşırmıştı ve rakibi beklediğinden de hızlıydı bunun için Xen de dengeyi tekrar sağlamak adına beklenilmeyen birşey yapmalıydı.

Bunun gibi birkaç yerde eksiğini gördüm yalnızca..
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 02 Haziran 2010, 16:25:39
Evet okumayı zorlaştırıyor gerçekten de eve gidince bakarım eleştirin için teşekkürler. Konu kadar, okunur birşeyler sunmak da önemli her zaman.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 02 Haziran 2010, 16:30:59
Bir solukta okudum :) Çok sürükleyici ve çok heyecanlı bir bölümdü. Okurken nefesim kesildi adeta.
Yalnız... Kılıçların ortaya çıktığı yerde biraz kafam karıştı. Kim ne diyor tam olarak anlayamadım doğrusu. Drowun mızrağına ne olduğunu da belirtmemişsin bu arada. Bunların dışında leziz mi leziz, tadı damakta kalan bir bölüm olmuş. Devamını heyecanla bekliyorum.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 02 Haziran 2010, 16:41:05
Bir solukta okudum :) Çok sürükleyici ve çok heyecanlı bir bölümdü. Okurken nefesim kesildi adeta.
Yalnız... Kılıçların ortaya çıktığı yerde biraz kafam karıştı. Kim ne diyor tam olarak anlayamadım doğrusu. Drowun mızrağına ne olduğunu da belirtmemişsin bu arada. Bunların dışında leziz mi leziz, tadı damakta kalan bir bölüm olmuş. Devamını heyecanla bekliyorum.

Evet bunun üzerine o kısmı biraz editledim umarım biraz da olsun daha anlaşılır olmuştur. Eh yine olmadıysa senin biraz editörlüğüne başvurmalıyım sanırım mit :)  Bu arada tarihçinin adı sana birşeyler çağrıştırdı mı?
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: mit - 02 Haziran 2010, 17:29:12
Hoba! :) Sen söyleyince fark ettim. Hikayenin içine öyle bir dalmışım ki ilk okuduğumda görememişim. Sağ olasın, böylesine güzel bir hikayede kendime yer bulmaktan dolayı onur duydum.

Böyle daha iyi olmuş. Yalnız bir yerde Xen'in ismini Furian olarak yazmışsın.
"Sonuçta Furian'ın kılıçları da sadece kendisinin duyabileceği bir şekilde onunla iletişim kuruyordu."

Bir yerde de halde yerine kalde yazmışsın.
"Drowun mızrağı ise adeta plastikten yapılma bir mızrak gibi çarptığı yerde büzüşüp kullanılmaz kalde yere tangırdayarak düşmüştü."

Aceleden olsa gerek. Editörden sevgiler :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: brisingr - 02 Haziran 2010, 17:52:28
   O kadar özel mesaj atım devam ne zaman gelecek dedikten sonra yorum yapmazsam olmaz. Mit'in de dediği gibi yine muhteşem bir bölüm olmuş ve tadı damakta bırakan bir bölüm olmuş.


"Sonuçta Furian'ın kılıçları da sadece kendisinin duyabileceği bir şekilde onunla iletişim kuruyordu."


   Orası doğru sanırım, çünkü Furian ile kılıçlar başta konuşuyordu birbiriyle ama Xen duyamıyordu. Xen ile de kendisinin kılıçlarının konuşmasını açıklamak için öyle yazmış.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 02 Haziran 2010, 18:09:09
Evet durum Brisingr'ın dediği gibi olayı biraz daha açıklamak için koydum Furian örneğini. ama o yazım hatasını düzelteyim. Yorumlarınız için çok teşekkürler bu arada.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: brisingr - 15 Haziran 2010, 15:20:22
Yeni bölüm ne zaman? Baya bir geçmiş üstünden yeni bölüm gelmeyeli.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 15 Haziran 2010, 17:40:23
İlgine çok teşekkür ederim. Aslına bakarsan kafamda oluşturdum bile fakat bu hafta iş yerinde o kadar yoğunum ki bir türlü yazı yazacak o huzurlu ortamı bulamıyorum. Buraya yazılan diğer hikayelerden bile birkaçını anca takip edebiliyorum. Ama merak etme boş olduğum ilk an yazacağım yeterki senin gibi takip edenlerim olsun :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Vega - 16 Haziran 2010, 13:16:34
Size çok kızgınım Malkavian  >:( hikayenizi okurken çayım buz gibi oldu.

Şaka bir yana hikayeniz mükemmel.Oldukça akıcı.Ama bir şeyi anlamadım.Tüm bu ırklar vs. Unutulmuş Diyarlar'dan mı?Yoksa Hava Irkı sonra ilk bölümdeki şövalyeler sizin mi?
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM III
Gönderen: Malkavian - 16 Haziran 2010, 13:25:24
Çok teşekkür ederim değerli yorumların için. Çayı da dert etme ne zaman istersen ısmarlarım :) Hikayede alıntı olarak kullandığım ırklar sadece bilinen ırklar yani Drowlar ve Gnomelar ve bir de Asperiyi (Xen in atı).Bunlar dışındaki ırkları yani Hava Irkını kendim oluşturdum.

Yorumun için tekrardan teşekkürler.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM IV
Gönderen: Malkavian - 21 Haziran 2010, 13:10:30
DENGE
Bölüm IV
Seçimler

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/mahkeme.jpg)

Gong derinden gelen azametli bir sesle tekrar çaldı. Bu müsabakanın bittiği anlamına geliyordu. İki tarafta ufak sıyrıklar almıştı ve iki tarafın da ölüme yaklaştığı yoktu. Bu şartlar altında gongun çalması alışılmadık bir durumdu. Yaşlı ve gri cübbeler içinde, keçi sakalı bir karış uzun, ellerini önünde birleştirmiş sakince arenaya yaklaşan adama herkes saygı ve huşu içinde bakıyordu. Bu Kılıç Konseyinin başkanı olan Seniath' tan başkası olamazdı. Dingin ama insanın içine işleyen ve delip geçen sesi ile şunları söyledi:

' Müsabakaya iki tarafın üzerindeki büyülü gereçleri incelemek için ara veriyoruz. Eşit şartlarda bir dövüşün olmadığına kanaat getirilirse üstün taraf diskalifiye edilecektir.'

'Mıy mıy mıy...' dedi Dui -sağ elindeki gümüş kılıç-

'Kes sesini de gizleme büyüsüne başla. Bu adamların şakası yok biliyorsun. En son açığa çıktığımızda… Ehm her neyse, dediğimi yap.' diyordu sol elinde kararlılıkla titreyen Sui. Sonra fikir değiştirdi ' Ya da boşver bunun için vakit yok. Xen beni iyi dinle bizi tekrar yan yana tut ve kılıçların üzerindeki ejderha oymalarının ikisinin de kafalarına basılı tut. Bu bizi tekrar birleştirir.

'Hayıııır. Bunu yapamazsın Sui lütfen ben ikimizi de gizleyecek bir büyü yaparım hem de hemen. Daha yeni özgür haldık lütfen bunu bana yapma.' diyordu Dui' nin yakaran sesi

'Ve Xen tabi ki bizi müsabaka başlayınca tekrar ayırmayı da unutma. Eski halimiz pek işine yaramaz.' dedi Sui biraz endişe ile.

Xen ne diyeceğini bilemiyordu. Hayatının en büyük şokunu yaşıyordu. Elinde belki de dünyanın bütün savaşlarını görecek kadar yaşlı iki kılıç vardı ve ikisi de kendisi ile konuşuyordu. Aklının bir köşesinde ise haykıran bir ses vardı. – konseyden gizlenmeye ihtiyaç duyacak kadar güçlü kılıçlar!-

Xen kafasını sallamakla yetindi ve denileni yaptı. Tıpkı Sui' nin söylediği gibi kılıçlar Dui' nin sızlanmaları arasında birleşip yine eski paslı görünümlerini aldı.

Üstad ve Furian hemen yanına geldiler.

 ‘ Bu da ne demek oluyor Xen? Müsabaka sırasında herhangi sıra dışı bir şey oldu mu?’ diye sordu Üstad.

‘Sıradan herhangi bir şey olmadı desem daha yerinde olur Üstad. Kılıçlar drowun darbesi ile ikiye ayrıldığımda konuşmaya başladılar ve söylediklerine bakılırsa…’

Üstad hemen araya girdi. ‘Her ne söylediler ise, bunlar senin için söylendi evlat. Eğer bunları herkese yayın yapmak isteselerdi, herkesle konuşuyor olurlardı. Şimdi bakalım konsey ne karar verecek. Diskalifiye olursan gerçekten çok yazık olacak. Onca emek, meslektaşlarıma karşı seni o kadar korumam ve kehanet…’ sesi gittikçe azalmıştı ve en son ne dediği duyulamaz hale gelmişti.

Xen bir şeyler söylemek üzereydi ki Seniath dingin sesi ile konuşmaya başladı. ‘Konsey kararını salonda oylama ile verecek. Müsabaka tarafları hemen içeri girip konsey salonunda beklemeye başlasınlar.’

İçeriye girdiklerinde mahkeme salonuna benzer bir açıklığa drow ile birlikte yan yana geçtiler. Konsey üyeleri önlerinde hafif ahşap bir yükseltinin üzerinde oturmuş onlara bakıyorlardı. Arkada ise az sayıda tanık ve seyirci. Kara elf olan seyirciler belli ki Er'daln Harrdelin ‘in diskalifiye edilmesine ve onursuz bir şekilde buradan ayrılmasına sevinecek kişilerden oluşmuşlardı. Xen için orda bulunan ise sadece Furian, üstadları ve beklenmedik bir şekilde salondaki herkese tezat oluşturan ilk dövüşte izledikleri gnome vardı.

‘Üzerinizde ne tür büyüler taşıdığınızı hemen mahkememize bildirin.’ Seniath yine o delip geçen sesi ile konuşmuştu.

Drow hiç tereddüt etmeden pelerinini çözdü ve yere bıraktı. Ardından çevik bir hareket ile kolunda gizlenmiş ufak bir dart mekanizmasını yere bıraktı ve ayakkabılarını çıkartıp önündeki yığına ekledi. Bir an tereddüt ettikten sonra yan ceplerinde bulunan bıçaklarını önüne atıp kara elflerin anlaşılmaz dilinde bir şeyler mırıldandı. Elinde oluşan iki tarafında mızrak uçları bulunan silahı son çarpışmanın etkisinden tamamen arınmış vaziyette elinde duruyordu. Onu da önündeki yığına ekledi ve omuz silkerek ortak lisanda konuştu.
‘Eh ben bir kara elfim ne bekliyordunuz ki?’ dedi.

Xen şaşırmıştı bu kadar büyülü eşyayı rüyasında bile bir arada görmemişti. Arkasındaki kalabalığa göz gezdiren Xen gözleri parlayan ve daha şimdiden ellerindeki sivri bıçakları alenen bilemekten kaçınmayan üç tane drow gördü. Bu müsabakanın drow için ne kadar önemli olduğunu anlamamıştı. Evet karşısındaki ezeli rakibiydi fakat o bile saygın bir dövüşü hak ediyordu. Ne kadar eşya önüne atmış olursa olsun Xen biliyordu ki kendi kılıçları müsabakanın dengesini defalarca bozmuşlardı ve onu ölümden defalarca kurtarmışlardı.

Seniath gözlerini drowdan Xen’e doğru çevirdi ‘Peki sen evlat? Sende ne tür büyülü eşyalar var?’

Xen elindeki paslı kılıca bakıp önüne bıraktı. ‘ Sadece bu efendim’ dedi şüphe içini yakıp kavururken.

Seniath ve konsey aralarında yaklaşık iki dakika fısıldaştıktan sonra Seniath tek elini kaldırdı. ‘Açık olarak görülüyor ki birçok büyülü eşyaya karşılık tek bir paslı kılıç ve bildiğimiz kadarı ile sadece ikiye bölünebiliyor. Karar vermek bizim için zor olmadı. Er'daln Harrdelin dengesiz güç kullanmaktan ve şanlı müsabakamıza hile karıştırmaktan dolayı sizi suçlu buluyor ve diskalifiye ediyoruz. Dövüşmeden ve onursuz bir şekilde buradan ayrılacaksınız’

Xen’in gözü istemsizce arkada duran kalabalığa kaydı. Suratında derin yara izleri bulunan kırmızı gözlü kötücül bir gülüşe sahip drow elini boğazına götürerek Er'daln Harrdelin’ e ölüm getirecek hareketi yaptı.

‘Durun!’ dedi Xen dayanamayarak ve izleyenlerin ve konseyin şaşkın bakışları arasında önündeki paslı kılıca atılıp, eliyle ejderha başlarını bulmaya çalıştı. Kılıç yaptığı hareketi onaylamadığını her hali ile belli edercesine elinde deli gibi titriyordu...

Spoiler: Göster
Planlarıma göre uzun anlatmak istediklerime göre kısa bir bölüm olduğu için. Okuyacak arkadaşlarımı sıkmamak adına 4. bölümü ikiye böldüm. Devamının da %80 i bitmiş durumda bilginize... Saygılar iyi okumalar
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM IV
Gönderen: mit - 21 Haziran 2010, 13:18:45
Bu hikayeni gerçekten de çok ama çok beğeniyorum. Diğer yazdıklarından çok daha farklı ve kendine bağlayıcı bir havası var. İnsan kendini karakterlerle özleştirmekte hiç zorlanmıyor. Diyaloglar güzel, bilindik ırkların yanında orijinal ırkların olması güzel, kılıçlar güzel, konu güzel... Eee daha ne olsun? :)

Şu kadarını söyleyeyim iyi yazılmış bir romanı okurken aldığım o eşsiz tadı Denge'yi okurken de alıyorum. Umarım bu çizgini bozmadan devam ettirebilirsin.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM IV
Gönderen: KoyuBeyaz - 21 Haziran 2010, 15:06:52
İyi karakterlerin en sevmediğim huyu; vicdan azabı yüzünden sürekli başlarını derde sokarlar.  :hemk

Kendisini okutan bir bölüm daha gelmiş. Gerçekten çok özel bir havası var hikayenin, asla sıkılmayacağınız bir kitap gibi. mit'in bütün söylediklerine katılmakla beraber, tebrik ediyorum ve devamını ciddi ciddi okumak istiyorum.  :)
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM IV
Gönderen: Malkavian - 21 Haziran 2010, 20:20:24
Bu hikayeni gerçekten de çok ama çok beğeniyorum. Diğer yazdıklarından çok daha farklı ve kendine bağlayıcı bir havası var. İnsan kendini karakterlerle özleştirmekte hiç zorlanmıyor. Diyaloglar güzel, bilindik ırkların yanında orijinal ırkların olması güzel, kılıçlar güzel, konu güzel... Eee daha ne olsun? :)

Şu kadarını söyleyeyim iyi yazılmış bir romanı okurken aldığım o eşsiz tadı Denge'yi okurken de alıyorum. Umarım bu çizgini bozmadan devam ettirebilirsin.

Umarım çizgimi bozmadan devam ederim baya çabalıyorum bu konuda. Hikaye uzadıkça çizgiden uzaklaşmamak ve karakterlere özgü yanlışlar yapmamak giderek zorlaşıyor... Okuduğun ve güzel yorumlarını eksik etmediğin için teşekkürler. Ben o kadar başarılı bulmasam da yazmaktan keyif aldığım için yazıyorum :)

İyi karakterlerin en sevmediğim huyu; vicdan azabı yüzünden sürekli başlarını derde sokarlar.  :hemk

Kendisini okutan bir bölüm daha gelmiş. Gerçekten çok özel bir havası var hikayenin, asla sıkılmayacağınız bir kitap gibi. mit'in bütün söylediklerine katılmakla beraber, tebrik ediyorum ve devamını ciddi ciddi okumak istiyorum.  :)

Devamını ciddi ciddi yazıyorum. aslında bu kadar uzun bir hikaye olmasını planlamamıştım. Gittikçe uzuyor nereye kadar bakalım. Yorumun için sana da teşekkür ederim. Umarım devamını da beğeneceğiniz bişeyler yazabilirim.
Başlık: Ynt: Denge // BÖLÜM IV
Gönderen: brisingr - 22 Haziran 2010, 13:09:02
Her zamanki gibi güzel bir bölüm olmuş. Mit'in de dediği gibi karakterlerle kendimizi özleştirebiliyoruz. Ayrıca hikayen çok akıcı bu da insanın okuma ihtiyacını pekiştiriyor. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum. %80'i bittiyse bu kadar bekletmezsin herhalde ;)
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: Malkavian - 22 Haziran 2010, 16:32:56
DENGE
IV. Bölüm Sonu
Seçimler
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/councilb.jpg)

Furian ‘Ne yaptığını sanıyor bu…’ demeye kalmadan Xen’in eli kabzadaki ejderha başını buldu ve bir klik sesi duyuldu. İnanılmaz güzellikteki altın ve gümüş oymalarla elinde beliren iki kılıç herkesi kendine hayran bıraktı.

‘Lanet olsun derdim ama özgürlüğün tadı lafı ağzıma tıkıyor resmen…’ dedi Dui bir iç rahatlaması ile.

‘Sen ne yaptığını sanıyorsun Xen?’ dedi Sui azarlarcasına.

Xen zihninden ‘Buna izin veremezdim’ diyebildi sadece. Drow sadece bir saniyeliğine ona minnetle baktı ve kimsenin anlayamayacağı sadece rakiplerin fark edebileceği bir el hareketi ile müsabakalarını onurlandırdığını ona belli etti. Xen için bu bile yeterdi.

‘Onca asil kan varken yüzyıllarca bizi o mağaramsı silah deposunda beklettin. Ne için bir yarım kan için ve bak o da nasıl biri çıktı… Vicdanlı… böhh’ Dui’ nin bir ağzı olsaydı şimdi kesinlikle onu büzüyor ve tiksinti hareketi yapıyor olurdu.

‘Çocuk kılıç konusunda çok iyi bunu sen de biliyorsun Dui saçmalamayı kes. Ayrıca bekleme kısmına gelirsek, bu ne senin, ne de benim seçimimdi. Bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun’ dedi Sui iç çekerek.

İki kılıç ve Xen arasındaki konuşma hararetlenmeye başlamıştı ki Kılıç konseyinin başkanı ayağa kalktı.

‘Arayıcı içeriye gel!’ dedi Seniath‘ ın buyurgan sesi.

Xen için dünya, mahkeme salonunun yan kapısı aralanıp içeriye arayıcı girince resmen durdu. Hayatında gördüğü hiçbir kadına ilgi duymamıştı fakat şimdi önlerinde duran arayıcı dedikleri kadın hayatına giren bütün kadınların öcünü alırcasına nefesini kesmişti. Koyu ve yer yer parlak kırmızı saçları, beyazın en açık tonu teni ile tam bir heykeli andırıyordu. Xen şaşkınlık içinde ağzının açık kalmaması için büyük çaba sarf etmek zorunda kaldı. Arayıcı süzülürcesine hafif adımlarla drowun eşyalarını yığdığı yere ilerledi ve yığının önünde durup gözlerini kapattı. İnce ve hüzünlü ses tonu ile Xen’ in ve o odada bulunan birçok kişinin yüreğini dağlayan bir şarkı mırıldandı. Şarkı sözleri her geçen saniye temposunu arttırdı ve müziğin bitimine yakın tiz bir çınlama duyuldu. Odadaki herkes kulaklarını kapatırken eşyaların üzerende gri ve siyah tonlarında ve biraz da yeşil renkte şeffaf dumanlar yükseldi.

Arayıcı hüzünlü ve kendine hayran bırakan sesi ile ‘ Genelde düşük ve bir de zayıf büyü kullanılmış sevgili Konsey üyeleri.’ Dedi

Xen gözlerine, kulaklarına ve açıkçası vücudunun hiçbir yerine inanmak istemiyordu. Böyle bir güzellik hayatında görmemişti.

‘Bir bu eksikti… Vicdan azabından ölmesini tercih ederdim. İyilik timsali ve aşık… Böhh. Yapmaya çalıştığımız şeyler için pek uygun.’ Diye dalga geçti Dui.

‘Aşk eğer doğru yolu bulabilirse muazzam bir güç verir Dui. Bizi asırlar önce asit denizinin ortasında koruma büyülerimiz olmadan kaldığımızda kurtaran şeydi hatırlarsan.’ Diye karşı çıktı Sui.

‘Sanırım kusacağım.’

‘Ağzın yok Dui’

‘Bunun için şükrediyorum ya. Sen bana laf yetiştirmeyi bırak da bu durumdan nasıl kurtulacağız onu söyle. O arayıcı cadı buraya gelince ne renk parlayacağımızı sen de biliyorsun değil mi?’

‘Bence her şey için çok geç bırakalım da kader ağlarını bir kez daha örsün. Biz elimizden geleni yaptık sonuçta’

Kılıçlar konuşurken Xen bu konuşmaların tek kelimesine bile odaklanamadı. Gözünü bile kırpmadan arayıcının kendine ve iki elinde tuttuğu kılıçlara yaklaşmasını bekliyordu. Arayıcı hüzünlü şarkısına tekrar başladı ve tiz ses tekrar duyuldu.

Salondaki kimsenin sonucu bilmek için arayıcının cümlelerine ihtiyacı kalmamıştı. Şarkı biter bitmez kılıçların üzerinden bir altın bir de gümüş sis bulutu etrafa yayıldı ve dönerek bir girdap oluşturdular aralarından çıkan iki ejderha kafası sağa sola alevler saçtı ve geldikleri gibi girdabın içinde yok olup gittiler.
Salondaki herkesin ağzı şimdi açık kalmıştı.

‘Bunu yapmak zorunda değildin.’ Dedi Sui azarlayan bir ses tonu ile.

‘Eh olayı kadere bırakacağımızı sen söyledin. Kader denen o pisliğin ne yapacağı belli olmaz. Vaktim varken eğleniyorum.’

Xen bu kadar ciddi bir durumla bile dalga geçebilen ve yorum yapabilen kılıçlarına gülümsemeden edemedi. Şaşkınlığını biraz olsun üzerinden atıp kılıçları ile krallara layık bir reverans yaparak eğildi ve ‘Leydim ve sayın konsey üyeleri.’ Dedi.

Fruian seyircilerin arasından kimsenin görmemsine rağmen gözlerini devirdi.

 Xen devam etti. ‘Bildiğiniz gibi hava ırkının üyeleri belirli bir olgunluğa ve eğitim seviyesine geldiklerinde silah odasına götürülürler ve biz kılıçlarımızı değil kılıçlarımız bizi seçer. Çünkü onlar hayat boyu bizim öğretmenlerimizdir. Amacım ne müsabakanızı aşağılamak ne rakibimin karşısında üstünlük kurmaktı. Emin olun kılıçlarımın bu kadar güç sahibi olduğunu ben de müsabakanın ortasında öğrenebildim. Bu durumu göz önüne alarak eğer rakibim de kabul ederse müsabakamıza kaldığımız yerden devam etmeyi öneriyorum.’ Drowa döndü ve bir sonraki cümlesini kesinlikle kabul edeceğinin bilincinde devam etti ‘Tabi kabul etmezsen dövüşmeyebiliriz’

Drowun gözlerinde şimşekler çaktı. Bir drowa dövüşten kaçan bir korkak olduğunu ima etmek bile çok tehlikeliydi ve Xen tam o tehlike sınırında dolaşıyordu.

Drow yığına doğru bir hamle yaptı ve silahlarını kuşanmaya başladı. ‘ Konsey kabul ederse bu savaşı sonlandırmak istiyorum. Ailemin adını savaştan kaçarak lekelemeyeceğim.’

‘Çocuk iyi… En azından ağzı laf yapıyor tabii bir yerlerden güzel bir kız her durumda temin edebilirsek, ve söylemiştim demeni istemiyorum Sui çeneni kapa ve hadi şu olayı bitirelim.’ diyebildi Dui ancak.

Kılıç Konseyi başkanı ayağa kalktı ve derinden gelen sesi ile tekrar konuştu. ‘ Bu ne senin ne de rakibinin seçimi kara elf. Rakibinin elinde çok güçlü kılıçlar var ve biz ünvanımızı sadece eşit dövüşlerle kazanılan mücadelelerde veririz.’

‘Dediklerimi aynen konsey başkanına söylemeni istiyorum Xen’ dedi Sui ve Xen onaylayarak başını öne bir kez eğdi.

‘Efendim… Kılıcım söyle...’ Dui sol elinde uyarırcasına titreyince Xen konuşmasını yarıda kesti.

‘Sen ne yaptığını sanıyorsun ahmak adam. Bizim konuştuğumuzu kimseye söyleyemesin. Sadece sen söylüyormuşsun gibi tekrar et yeter.’ Dui hala elinde sinirle titriyordu.

‘Tamam tamam.’ Diye yarım ağızla mırıldandı Xen ve kılıcın kendine söylediklerini kendi cümleleri gibi tekrarlamaya başladı.

‘Söyleyeceklerim yalnız sizin için Kılıç Konseyi gizli bir görüşme talebinde bulunuyorum.’

Kılıç konseyi üyeleri kendi aralarında fısıldaştılar. Her hallerinden bu talebe şaşırdıklarını belli ediyorlardı ama yine de bu isteği geri çevirmediler.

---0---


(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/whenthedustsettlesbykay.jpg)

Fruian sabırsızlıkla ayağını yere vuruyordu. Mahkeme salonunda beklemediği bir takım olaylar gerçekleşmişti ve bunları hatırlamak bile endişelenmesine ve meraktan çatlamasına neden oluyordu. Gong tekrar çaldı ve Er'daln Harrdelin ile Xen arasındaki mücadele tekrar başladı. Drow belli ki aile şerefini ve kendi hayatını korumak için mücadele ediyordu. Xen ise şimdiye kadar sadece eğitimini gördüğü ve hakkıyla talep ettiği kılıç ustalığı ünvanını almak için. Fakat işler değişmişe benziyordu. Yıllardır yaptıkları dövüşlerde Xen, Furian ile karşılaşırken hep sabırlı, düzenli ve disiplinli olmuştu. Belki de yüz hamle sonra elde edebileceği bir avantaj için riske girmeden sabırla kılıçlarını dans ettirirdi. Furian’ın katlanamayacağı bir durum olsa da gerçek bir kılıç üstadının yapacağı gibi. Fakat şimdi Furian’ın karşısında gördüğü Xen, tam bir dövüş makinesi haline gelmişti. Hırsla saldırıyor, kendini zorluyor, gereken ve bazı gerekmeyen yerlerde riskler alıyor, rakibine ufak da olsa çizikler atmayı başarıyordu. Sanki birisi ondan en sevdiği şeyi istemiş ve o da bu müsabakayı kazanarak onu kurtaracakmış gibi.

Xen hızla geriye doğru koşup arenanın köşesine iki ayağını birden atıp kendi devinimi ile tekrar rakibine doğru kılıçları önde dalışa geçtiğinde, Furian istemsiz olarak gülümsedi. ‘Tam bana göre bir hareket’ dedi. Mükemmel bir denge ve mızrak gibi durarak rakibe uçmak rakibin saldıracağı alanı daraltmak dahianeydi. Bir o kadar da riskli. Saldırısı drow tarafından mızrağının savruluşu ile yavaşlatıldı ve drow yana takla atarak bu ölümcül saldırıdan kaçmayı başardı.

‘Xen içeride de söylediğimiz gibi bir seçim yapman gerekecek.’ Diyordu Sui makul bir şekilde. Sesinde hafif bir hüzün sezdi Xen. Kafasını sağa sola oynattı ve saldırmaya devam etti.

Furian, Xen’in yüzünü okudu kılıçları ile konuştuğunu biliyordu. Az bir süreliğine de olsa o disiplinli katı savunma pozisyonunu tekrar alan arkadaşını inceledi. Drowun fırtınayı andıran kılıçlarını bir bir karşılayışını ve yüzündeki hüznü fark etti. Xen kendisinin bile zor duyabileceği bir şekilde fısıldadı;

‘Bunu benden istemeyin.’ Diyordu.

Hava ırkının o muazzam mirası sayesinde havadaki en küçük değişimi ve titreşimi tüm bedeninde hissedebilen Furian arkadaşının dediklerini duymuştu fakat bu söylediklerine bir anlam veremiyordu.

‘Bunu şimdi isteyemezsiniz. Tam her şey bir anlam ifade etmeye başlamışken… Tam yaşamıma değer katan şeyi bulmuşken’ Xen’in gözü arayıcının onu hüzünle süzen açık yeşil gözlerine takıldı. Kız ağlıyor muydu?

Furian ayağa kalktı. Bu işte bir terslik vardı. Kılıçlar Xen’den ne istemişlerdi ve Xen neden bu kadar hüzünlüydü.

Xen hırs ile bağırdığında Furian’ın düşünceleri dağıldı. Sekiz yaşından beri tanıdığı çocuk bir kez bile olsun dövüşürken bağırmamıştı. Rakibine sağanak yağmuru andıran darbeler ile saldırdı ve onu geriye itti. Sağ omzuna bir çizik, sol ayak bileğine bir tekme ve karnına dirsek atıp tekrar yuvarlandı ve geriye kaçtı. Rakibini köşeye sıkıştırmıştı Xen ve çocukluğundan beri öğrendiği öğretilerde bu durumdan çıkmanın tek bir yolu vardı. Rakibi en riskli saldırısını ve tek vuruş şansını deneyecekti ve Xen ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Pozisyon aldı kılıçlarını iki yana açtı ve önünde kapatıp drowu karşılamak ve onu öldürmek için hazırlandı. Az önce mahkeme salonunda Drowu diğer drowların elinden kurtaran o değilmişcesine hırsla drowu bekledi.

Furian gözlerine inanamıyordu saniyeler sonra Xen bu müsabakayı kazanmış olacaktı yine de Xen in gözleri dolmuştu ve hüzünlüydü. Dudakları ‘Hayır.’ Diyordu bir yakarışla.

Sonrasında Furian’ın tüylerini diken diken eden ve şaşkınlıktan küçük dilini yutmasını sağlayacak olaylar gerçekleşti.

Drow son bir saldırı için güç topladı ve yüzde doksan ölümü ile sonuçlanacak saldırısına umutsuzca başladı. Xen’in kılıçlarının pozisyonu çok doğruydu daha bu hareketi yaparken bile drow öleceğini biliyordu fakat onu bekleyen drowlar yerine bu onurlu savaşçının ellerinde ölmeyi tercih etmişti. Drow ileri doğru atıldı. Kendisini karşılaması gereken Xen’in sol eli bir tangırtı ile Xen’ i iki büklüm bırakarak yere düştü. Asıl saldırıyı yapacak olan ya da yapması gereken sağ eli ise bir ağırlık tarafından aşağı çekildi. Drowun ileriye uzattığı keskin mızrağı Xen’in vücudunu deldi ve arkadan bir kan seli ile birlikte geri çıktı. O an arenada çıt çıkmıyordu. Xen önce dizlerinin üzerine sonra da mızrakla beraber geriye düştü. İnsan annesinin mirası olan kırmızı kanlar arenanın granit taşlarını kaplarken, babasından kalan miras ile vücuduna yaşam veren buz gibi bir sis dalgası da havaya karışıyordu.

Furian ayağa kalktı ve arenaya atlayıp drowu kenara ittirdi. ‘Bu olamaz. Olmaması gerekiyordu!’ dedi. Etrafında kendisi gibi düşünen birini bulmak için gözlerini bir o yana bir bu yana deli gibi hareket ettirirken. Üstadına baktı fakat o da arkasını dönmüş çoktan arenayı terk etmeye başlamıştı. Ellerini sevinçle çırpan ilk dövüşteki gnome hariç kimseden ses çıkmıyordu. Ellerini Xen’in boynuna doğru uzattı ve arkadaşına son bir kez baktı. Sormak istediği o kadar çok soru vardı ki… ama o yine de en saçma olanı sordu ‘Neden?’

Xen inanılmaz bir güçlükle tekrar nefes aldı ve ağzını itiraz edercesine açtı fakat konuşamadan bir öksürük nöbetine tutuldu. Öksürdüğü kan ve soğuk bir sis bulutunun ardından gözlerini son bir kez kapatıp kendini salıverdi…
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: KoyuBeyaz - 22 Haziran 2010, 16:55:50
Hönk? dedim resmen. Bilmiyorum ne söylenir başka, güzel olmuş harika bir bölüm falan diyemiyorum; olayın etkisinde kaldım çünkü. Nasıl yahu?

Okumaya başlamamla bitirmem arasında kaç dakika olduğu hakkında hiçbir fikrim yok, zamanın geçip geçmediğinden bile haberdar değildim. Zaten harika giden hikayenin en iyi bölümü gelmiş bana göre. Ayrıca kafamda oluşan bir çok soru işaretini bile kenara ittirmeyi başaran bir sonu olması, yani bilmiyorum artık. Aşmış!

Meraklandırmanında bir sınırı var yahu, nasıl bekleyeceğiz diğer bölümü şimdi?
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: brisingr - 22 Haziran 2010, 17:10:43
Söyleyecek kelime bulamıyorum :clap .
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: Malkavian - 22 Haziran 2010, 19:54:59
Söyleyecek kelime bulamıyorum :clap .
Umarım beklediğine değmiştir. Sen sıkıştırmasan ben bu hikayeyi bu kadar hızlı yayınlamazdım yavaş yavaş takılırdım :)

Hönk? dedim resmen. Bilmiyorum ne söylenir başka, güzel olmuş harika bir bölüm falan diyemiyorum; olayın etkisinde kaldım çünkü. Nasıl yahu?

Okumaya başlamamla bitirmem arasında kaç dakika olduğu hakkında hiçbir fikrim yok, zamanın geçip geçmediğinden bile haberdar değildim. Zaten harika giden hikayenin en iyi bölümü gelmiş bana göre. Ayrıca kafamda oluşan bir çok soru işaretini bile kenara ittirmeyi başaran bir sonu olması, yani bilmiyorum artık. Aşmış!

Meraklandırmanında bir sınırı var yahu, nasıl bekleyeceğiz diğer bölümü şimdi?


Okuyup beğenmene sevindim. Hoş vakit geçirmene de. Ben de biraz uzun oldu insanlar sıkılacak okumayacak diye korkuyordum :)
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: mit - 27 Haziran 2010, 14:02:08
Nefessiz kalarak okumak nedir, hatırlattığın için sağol :) Heyecanın tavan yaptığı, bitirici darbenin ise sonunda vurulduğu enfes bir bölümdü. Ellerine sağlık...
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: Malkavian - 27 Haziran 2010, 23:43:09
Teşekkür ederim değerli yorumun için. Aylık öykü seçkisinin yanında sönük kaldı diye düşünüyordum ben de :)
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: Baal Adramelech - 28 Haziran 2010, 02:05:22
Giriş bölümündeyim, yazmadan edemedim, paragraf sayısını arttırman güzel olacaktır. Wall-o-Text oluyor, satır atlıyor gözlerim yanlışlıkla. :)

Düzenleme: Okudum, gayet güzel bir seri olmuş. Devamını merakla bekliyorum! ^^
Başlık: Ynt: Denge // IV. Bölüm Sonu
Gönderen: Malkavian - 28 Haziran 2010, 10:18:49
Paragraf atlama genelde konu bütünlüğü hafif de olsa değiştiğinde kullanılması gereken bir durum. Bütün olan bir konuda da sırf uzun oldu diye paragraf atlarsam hikaye anlatımı bölünür hem de imla açısından yanlış olur. Ama biliyorum bana da oluyor dediğin ve sıkıntılı bir durum. Ben olayı çözmek için burdakileri kopyalayıp word e yapıştırıp okuyorum. Çünkü bu Wall-o-text diye tabir ettiğin olayın asıl mimarı kahverengi ton üzerine beyaz yazılar :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: Malkavian - 29 Haziran 2010, 12:18:00
DENGE
Bölüm V
Geçmiş ve Gelecek

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/arayici.jpg)

Melanot oturduğu kaya parçasından, az ilerisindeki yemyeşil çimenlerin üzerinde gülüşen ve eğlenen çocuklara baktı. Erkek çocuklar, ellerinde tahtadan yapılma kılıçları ile çiçeklerden yapılma taçlarını giymiş kızları trollerden koruyorlardı. Kendini bildi bileli yan komşularının kızı olan Anie’ nin etrafına toplanmış bir sürü çocuk vardı ve hepsi de onu korkunç canavarlardan kurtarma vaadinde bulunuyorlardı. Annie attığı kahkahanın ardından gözlerini Melanot’ a kilitledi ve yanındaki çocukları nazikçe iterek kendine yol açtı.

‘Neden burada oturuyorsun Melanot?’

‘Canım sıkıldı.’ Melanot kafasını önüne eğmişti.

‘Sen beni trollerden korumayacak mısın?’ Annie, Melanot’u her zaman yumuşatmayı başarırdı bu cümlesi ile.

‘Zaten seni koruyan dört kişi var daha fazlasına ihtiyacın var mı ki?’ Melanot kendi sesindeki kıskançlığa inanamadı. Annie’ yi kendini bildi bileli seviyordu ve yine kendini bildi bileli ona açılamıyordu.

‘Hem tahta bir kılıç ile bir trolü öldüremezdim.’ diye sesindeki kıskançlığı örtmeye çalıştı Melanot.

‘Eğer inanırsan tahta kılıcınla bir ejderhayı bile öldürebilirsin Melanot. Tek ihtiyacın olan kusursuz bir inanç.’ dedi Annie birden ciddileşmişti.

‘Yarın gidiyoruz Annie’ dedi Melanot. Sonunda. Ağzındaki baklayı çıkarmıştı. ‘Uzaklara… Annem babamın döneceğine dair ümidini artık kesti. Beni bir çeşit yatılı okula göndereceğini söylüyor.’

Annie bir an ne diyeceğini bilemedi. Bir süre Melanot’ a baktı ve arkasına hızla dönüp eve koşmaya başladı. Melanot elini uzattıysa da onu yakalayamadı. Tahta kılıcını yerden alıp evine doğru ilerlemeye başladı. Kendisi ile her fırsatta dalga geçen diğer çocuklara veda bile etmemişti.

Evlerinin önüne geldiğinde, yan eve bakmak için bir süre durdu ve sonra odasına gidip eşyalarını toplamaya başladı. Bir çift yedek kıyafet, yolculuk pelerini, tahta bir kılıç ve babasının madalyonunu aldı. Kapının önüne çıktığında Annie kendisini bekliyordu. Yeşil gözleri kıpkırmızı olmuştu. Biri kıza bir şey yapmıştı! Hemen koşup yanına gitti ve kızı kollarından tuttu.

‘Kim sana bunu yaptı!’ dedi. Sesi istediğinden de sert çıkmıştı. Bunun sorumlusunu bulur bulmaz onu doğduğuna pişman edecekti. Elindeki tahta kılıç belki Trollere karşı etkisizdi ama bir insanı sakat bırakabilecek cinsten sağlam bir ceviz ağacından yapılmıştı. Etrafta dolanan gözleri dikkatliydi ama hiçbir ipucu yoktu.

Annie biraz utanarak geri çekildi ve sonra aniden hafif sinirlenerek. ‘Sen…’ dedi. ‘Bunu sen yaptın ahmak!’

Melanot şaşırmıştı. Kızın kollarındaki elleri yana düştü. ‘Nasıl? Neden?’ diyebildi anlamsızca.

Annie başlarda biraz çekingendi ve utanmıştı ama şimdi hafif bir sinirle kelimeleri arka arkaya sıralıyordu. ‘Kendimi bildim bileli sana aşığım da o yüzden. Ne kadar aptalım ki başka çocuklarla hiç ilgilenmedim. Onlar hep beni canavarlardan korumaya yeminler ediyorlar. Bana prensesmişim gibi davranıyorlar. Sen ise benim sevgimi bile anlamayacak kadar körsün.’

‘Melanot! Hemen buraya gel at arabası yola çıkmak üzere!’ Melanot annesinin sesini duyduğuna hiç bu kadar üzülmemişti.

‘Ben… Sen…’ Melanot bir arkasına bir kıza bakıyordu. Aniden içinde oluşan bir dürtüye teslim olup, kızı kollarının arasına aldı ve onu dolgun dudaklarından öptü. ‘Ben de seni tanıdığımdan beri sana aşığım. Asıl sen benim sevgimi göremeyecek kadar körsün ve bunu tam şimdi ben giderken söylüyorsun!’

Kız öpücüğün etkisi ile şaşırmıştı ve Melanot’ un kendisine çıkışmasıyla iyice afallamıştı. İstemsizce gülümsedi ve annesi tekrar bağırırken o da Melanot’u öptü. İkisi de mıknatıs gibi birbirlerine yapışmıştı ama çocuk kollarını hafifçe gevşetti. At arabasının arkasındaki gıcırdayan tahtaların üzerine kendini attı ve kıza doğru el salladı. ‘Seni bulacağım Annie! Ve senden başkasını sevmeyeceğim’

At arabası ilerlemeye başladı ve çıkan toz bulutunun arasından Annie’ de bir şeyler söyledi. Annesi ne söylediğini anlamamıştı ama Melanot bir şekilde anlamıştı. Hatta kelimeler kızın ağzından çıkarken havada bıraktığı titreşimleri bile hissetmişti. ‘Ben de…’ diyordu kızıl saçlı, beyaz tenli ve yeşil gözlü kız. Melanot hayatında hiç bu kadar güzel bir kız görmemişti. Orda arabanın gitmesini beklerken tıpkı bir heykeli andırıyordu. Kız ağlıyor muydu?

--------0-------
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: brisingr - 29 Haziran 2010, 14:09:34
Şimdi bu bölüm Flashback. Xen hakkında önemli açıklamalar yapmış. Aşık olduğu kişi hakkında. Bilgilendirici olmuş. Bir önceki bölümde Xen'e kılıç saplanmıştı. Ama o da Xen'in geçmişini anlattığı için nasıl kurtulacak bakalım. :hmm
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: deanna - 29 Haziran 2010, 14:34:11
Oups. Ben bölüm kaçırmışım! Neyse, hemencecik okudum bile.
Mmm.. Leziz. :D
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: Malkavian - 29 Haziran 2010, 14:35:17
Oups. Ben bölüm kaçırmışım! Neyse, hemencecik okudum bile.
Mmm.. Leziz. :D
Şimdi bu bölüm Flashback. Xen hakkında önemli açıklamalar yapmış. Aşık olduğu kişi hakkında. Bilgilendirici olmuş. Bir önceki bölümde Xen'e kılıç saplanmıştı. Ama o da Xen'in geçmişini anlattığı için nasıl kurtulacak bakalım. :hmm


Sağolun okudğunuz için. Xen in aşık olduğu kızı tam tasvir edemedim mi acaba hiç mi tanıdık gelmedi... hmm yan karakterlerin üzerinde daha çok durmam gerekecek sanırım  :shrlock
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: brisingr - 29 Haziran 2010, 14:47:40
Benim bir tahminim vardı aslında, söylemedim. O baştaki kraliçe geldi aklıma nedense. O olabilir mi :D
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: Malkavian - 29 Haziran 2010, 14:49:58
Xen için dünya, mahkeme salonunun yan kapısı aralanıp içeriye arayıcı girince resmen durdu. Hayatında gördüğü hiçbir kadına ilgi duymamıştı fakat şimdi önlerinde duran arayıcı dedikleri kadın hayatına giren bütün kadınların öcünü alırcasına nefesini kesmişti. Koyu ve yer yer parlak kırmızı saçları, beyazın en açık tonu teni ile tam bir heykeli andırıyordu. Xen şaşkınlık içinde ağzının açık kalmaması için büyük çaba sarf etmek zorunda kaldı. Arayıcı süzülürcesine hafif adımlarla drowun eşyalarını yığdığı yere ilerledi ve yığının önünde durup gözlerini kapattı. İnce ve hüzünlü ses tonu ile Xen’ in ve o odada bulunan birçok kişinin yüreğini dağlayan bir şarkı mırıldandı. Şarkı sözleri her geçen saniye temposunu arttırdı ve müziğin bitimine yakın tiz bir çınlama duyuldu. Odadaki herkes kulaklarını kapatırken eşyaların üzerende gri ve siyah tonlarında ve biraz da yeşil renkte şeffaf dumanlar yükseldi.

----------

At arabası ilerlemeye başladı ve çıkan toz bulutunun arasından Annie’ de bir şeyler söyledi. Annesi ne söylediğini anlamamıştı ama Melanot bir şekilde anlamıştı. Hatta kelimeler kızın ağzından çıkarken havada bıraktığı titreşimleri bile hissetmişti. ‘Ben de…’ diyordu kızıl saçlı, beyaz tenli ve yeşil gözlü kız. Melanot hayatında hiç bu kadar güzel bir kız görmemişti. Orda arabanın gitmesini beklerken tıpkı bir heykeli andırıyordu. Kız ağlıyor muydu?

Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: brisingr - 29 Haziran 2010, 14:51:33
Hay Allah! Sen beni kafana takma, sen yeterince güzel anlatıyorsun, ben anlayamamışım ;)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: Malkavian - 30 Haziran 2010, 00:18:40
Hay Allah! Sen beni kafana takma, sen yeterince güzel anlatıyorsun, ben anlayamamışım ;)

Bu konunun üzerinde biraz daha durmam gerek sadece sen değilsin :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: mit - 01 Temmuz 2010, 17:04:10
"Kızıl saçlı" cümlesini okuduğum anda bir "acaba?" sorusu doğdu aklımda. Görüyorum ki yanılmamışım, mahkemedeki kadın Annie... Güzel bir flashback kısmı olmuş. Böyle bölümler hem hikayenin zenginliğini arttırıyor hem de kahramanı daha iyi tanımamızı sağlıyor. Bakalım bundan sonrası nasıl gelişecek...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: Wanderer - 01 Temmuz 2010, 19:04:34
İlk bölümden itibaren tek solukta okudum yazını. Kesinlikle harika manyak bölümler ardı ardına sıralanmıştı Malkavian. Mükemmel bölümler vardı fakat son bölümde ne olduğunu pek çözemedim daha... Bu şapşal ama deneyimli kılıçlar ne istediler acaba..?

 Sorulara yanıt bulacağımız bir bölümle karşımızda olmanı istiyorum, umarım şifacılar filan etraftadır... (Gerçi sonucu ölüm olacak bi dövüşte sağlık ekibi ne geziyorsa ? )

  Tek kelimeyle V bölüm birden (IV) harikaydı... Sana ne desem bilemiyorum, evet Kaos Döngüsü'nü açık ara farkla yeniyor :D

 Harika bir öykü, ellerine sağlık =)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: Malkavian - 10 Temmuz 2010, 22:33:26
DENGE
V.Bölüm Sonu
Geçmiş ve Gelecek

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/asdxxxccccc.jpg)

Furian kucağında ölen arkadaşını nazikçe yere bırakmaya çalıştı. Elleri, varlığını şimdiye kadar hiç bilmediği bir yerinden gelen acı spazmları ile titriyordu.. Xen’i hep en büyük rakibi olarak görmüştü ve çocukluğundan beri onunla dövüşmek için bin bir türlü bahaneler üretmişti. Okuldaki savunmasız çocuklara yaptığı zorbalıkları bile sırf Xen onları korumaya çalışırken biraz olsun kaliteli bir dövüş bulabilmek adına yapıyordu. Rakibi, arkadaşı, şimdiye kadar ona denk dövüşebilen tek kişi; arenanın parlak taşlarla döşenmiş zemininde hareketsiz yatıyordu.

‘Beni eline al’ dedi kılıcı aniden. 'Yukarı kaldır! Hemen!' diye uyardı onu kılıç. Furian biraz da refleksif bir şekilde denileni yaptı ve kılıcı başına hedeflenmiş olan bir başka bir silahla buluştu, fakat Furian bir rüyada gibiydi ve arkadaşının canlı olmadığı bu rüyadan hemen uyanmak istiyordu.

‘Kendine gel!’ diye bir uyarı geldi kılıcından ve Furian bu güçlü önermeye karşılık vererek kendisine doğru gelen ikinci kılıcı da savuşturdu. Kafasını sağa sola silkeleyerek kendine gelmeye çalıştı. Gözündeki yaşların oluşturduğu lanet olası bulanıklıktan dolayı görüşü sınırlıydı. Seyirciler, konsey üyeleri hepsi hareketsiz, oldukları yerde kalakalmışlardı. Furian kafasını kaldırıp baktığında kendine saldıran üç drow gördü.

‘Neden? Neden bu haksız saldırıyı izliyorlar? Neden kimse bu işe karışmıyor?’ diye düşünürken kılıcı hemen cevabı verdi. ‘Drowlar zamanı geçici olarak durdurmak için büyü yaptılar.’

‘Ne?!’ diye haykırdı Furian ve bu bir anlık şaşkınlığı ona topuklarını yerden kesen bir tekme olarak geri ödendi. Kara elflerle dövüşüyordu hem de üçü ile birden ve bir de baş belası gnome vardı.

‘Sorularını sonraya sakla Furian önümüzde bir dövüş var ve düşmanların, arkadaşının bedenini istiyor’ makul cevaplarla Furian' ın dağılan dikkatini toplamasına yardımcı olmaya çalışan kılıç.

İşte bu kadarı fazlaydı. Hiçbir şey anlamıyordu. Bu kara elfler neden arkadaşının ölü bedenini istesindi ki? Kafa yormayı bıraktı. Yeni kaybettiği arkadaşına duyduğu bağlılık sandığından da derindi.

Hayal meyal gördüğü görüntüler arasında çok ilginç şeyler vardı aslında. Arenada ilk dövüşü yapan savaş boyalı gnome koca bir gülümseme ve bir haykırış ile savaşa katılmıştı. Furian ne tarafa ait olduğunu kestiremiyordu bir türlü. Bazen drowlardan gelen saldırıları bazen de onun saldırılarını karşılıyordu. Fazla savaş beyin hücrelerini öldürmüş olmalıydı.

‘İstediğiniz şeyi ben hayatta oldukça alamayacaksınız.’ dedi boğuk bir sesle arkadaşının ölümüne az önce şahit olmuş Furian. Drowlar sadece sırıtmakla yetindiler ve saldırılarına devam ettiler. Gözünde biriken yaşlar ve boğazında oluşan bir yumru ile sadece reflekslerini kullanarak karşıladığı kılıçlardan birinin arkasından diğeri gelip koluna bir çizik atınca Furian bir anda kendine geldi. Vücuduna bir anda hücum eden acı, hırs, kin ve adrenalini birleştirdi ve arkadaşının tıpkı son dövüşünde yaptığı gibi bir çığlık attı. Rakipleri bu gür bağırış karşısında durakladılar. Hatta savaşı bırakıp kulaklarını tıkamak zorunda kaldılar. Furian’ ın kin ve nefret dolu haykırışı istediğinden güçlü çıkmıştı. Hava ırkından olan atalarına ait yazıtlardaki hikayeleri daha önce de dinlemişti Furian. Ama bunların deli saçması olduğunu düşünmüştü hep. Damarlarında dolaşan ve her hareketini hissettikleri havayı bilmeden de olsa bir silah gibi kullanmıştı. İstemsizce oluşturduğu güçlü ses dalgası rakiplerine çarptığı anda duraksayan üç kara elfe inanılmaz bir güç, atiklik ve hırs ile saldırdı. Belki de hayatında ilk defa dövüşürken yüzünde bir gülümseme oluşmadı Furian’ ın. Gnome şimdi hazırlıksız olan kara elflerden birine sağladığı kısa kılıçlarını bir tekme ile cansız bedenden çıkarmakla meşgulken Furian adına yakışır bir şekilde kılıçları ile dans edercesine büyük bir hızla savaşa katıldı. Savaş çılgınlığı içinde birçok yara almış ve birçok yara açmıştı rakiplerine ama rakipleri güçlüydü ve gnome tamamen apayrı bir konuydu. Kolunda ve belinde bulunan çizikleri o açmıştı. Kara elflerin üzerindeki yaralardan bazıları da onun eseriydi. Her kan akışında hevesle gülümsüyor ve kenara çekilip tekrar savaşa dahil oluyordu.

Furian savaşın adrenali içinde unuttuğu fakat şimdi dövüş uzadıkça sızlayan belindeki yaraya elini götürdü ve eline gelen soğuk esintinin miktarından hemen anladı ki yarası derindi. Onu ölüme götürüyordu. Umursamadı arkadaşı ile aynı arenada onu korumak için ölecekse bu şerefli bir ölüm olurdu. Hava ırkının herhangi bir üyesinin isteyebileceği en onurlu ölümlerden biri olacaktı. Ölümün yanıbaşında onu beklediğini düşününce birden zihni tamamen açıldı Furian’ın. Bu daha önce hiç ulaşamadığı bir konsantrasyon seviyesiydi. Gözlerini kapattı ve gülümsemesine engel olamadan uzun kılıcını etrafında döndürmeye başladı. Drowlar akıllıca davranıp onu iki yanından sıkıştırmaya başlamıştı. Gnome ise şimdilik savaşın dışında kalmayı tercih eder gibiydi. Furian kılıcını döndürdüğü sırada kendi de etrafında dönüp kılıcın devinimini arttırmaya başladı. Vücuduna bir titreme yayıldı. Ölüm sandığından da kısa zamanda onu bulacaktı anlaşılan. Bir rahatlama ve serinlik hissi içinde hızla dönerek rakiplerine yaklaşmaya devam etti. Ölümü yaklaşmış hatta onu kucaklamış olmalıydı. Şimdiye kadar duyduğu en hüzünlü şarkı kulaklarına çalınırken Furian dönmeye devam etti. Kılıcı elinde şiddetle titrerken hatırladığı son şey kulaklarındaki o melodiydi.

-----0-----

Belki de herkes arenada önemli olayların olacağının bilincindeydi dostlarım. Fakat tanrılar sanki bütün büyük olayları tek güne sıkıştırmak için acele ediyordu o gün. Xen kendisi için çok önemli olan kılıç üstadlığı sınavına girmiş ve başarısız olmuştu. Kim bilir belki de başka şeyler kazanmıştı o gün. Çocukluğundan kalan silik ama unutmadığı bir anı mesela… Bedeni cansız bir şekilde kanlı arena taşlarının üzerinde dururken en yakın arkadaşı ve rakibi Furian ise hava ırkı tarihinde ilk defa kılıç fırtınasına dönüşmüştü. Evet yanlış duymadınız. Kılıç fırtınası. O kadar büyük bir konsantrasyon ve bilinçle hareket etmişti ki vücudunda zaten var olan çeviklik özellikleri birden kat be kat artmıştı. Karşılaştığı zavallı drowlar daha önce hayatlarında hiç bir kılıç fırtınası  görmemişlerdi ve ona yaklaştıkları anda vücutlarının muhtelif yerleri parçalanarak korkunç bir şekilde can verdiler. Unutmadan belirtmeliyim. Bu işin içinde başka birisi daha vardı tabi ki. Kendisine verilen tüm emirlere karşı gelerek Furian’a yardım eden o hüzünlü kız.
Soru soran seslerinizi duyar gibiyim. Peki ya ne yaptığı anlaşılmayan deli gnoma ne oldu der gibisiniz. Eh bunu da başka bir kitabımda anlatırım size dostlarım.

Yazan Mithalos. Efsaneler Tarihi kitabından alıntıdır.


Düzenleme mit
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V
Gönderen: Nihbrin - 10 Temmuz 2010, 22:55:06
Uzun zamandır Denge ile ilgili yorum yapmadığımı farkettim. Genel bir fikir beyanı yapmamı gerektirecek kadar uzun süre sessiz kaldım gibi geldi. Yazara karşı sorumluluk hissim kabardı belki de. Ben tatlıyı önce yemeyi severim ki acının tadı daha çok öne çıksın;
Ara geçiş bölümü denilebilecek bir bölüm yok, bu güzel bir şey. Kurguyu okuyucuya aktarmakta aksaklık yaşamadığını ve musluğun suyunu gerekli gördüğün düzende açıp kapattığını düşünüyorum. Her kısım kendi başına ayakta durabiliyor ve herhangi bir okuyucu ilk bölümleri okumadan rastgele bir bölümü açıp okuyabilir. Bütün olarak bakıldığında elbette daha derli toplu. Her bölüm en az bir akılda kalıcı sahne içeriyor. Sanki donup kalmış o anların üzerlerine sarmal merdivenli birer kule inşa ederek şık bir şato resmi oluşturuyor gibisin.
Ancak, bazı terimler tam hikayeyi okurken donup kalmama sebep oluyorlar. Plastik mızrak, tornado vs. Büyük olasılıkla tek kusuru nihbrin okuru için onlar. Başkaları onlardan rahatsız olmayabilirler. Ben de sert ve sıkı demek yerine rijit kelimesini kullanmıştım bir ara ama sonra daha objektif baktığımda bana da rahatsız edici geldi (Fırtınaya saygılar)

Böyle devam et ^^ Ayrıca Mit yine kusursuz bir iş çıkartıyor.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: Malkavian - 10 Temmuz 2010, 23:05:42

Ancak, bazı terimler tam hikayeyi okurken donup kalmama sebep oluyorlar. Plastik mızrak, tornado vs. Büyük olasılıkla tek kusuru nihbrin okuru için onlar. Başkaları onlardan rahatsız olmayabilirler. Ben de sert ve sıkı demek yerine rijit kelimesini kullanmıştım bir ara ama sonra daha objektif baktığımda bana da rahatsız edici geldi (Fırtınaya saygılar)

Böyle devam et ^^ Ayrıca Mit yine kusursuz bir iş çıkartıyor.

Haklısın hemde çok haklısın. Sen de hikaye yazıyorsun belki beni anlarsın. Bazen yazarken ingilizce anlamları kelimelerin tam kafama yatıyor diyorum ki şöyle güzel bir Türkçe karşılık bulayım şuna. Çünkü bazen güzel terimler yeni keşifleri direk ingilizce isimlerle yapıyorum. Ama takılıyorsun kalıyorsun ikili anlamlar yüzünden türkçecedeki. Blade Storm desem süper durur belkide ama orda Furian ın döndüğünü ve hortum şeklinde geldiğini vurgulamam gerek türkçe. Kılıç Hortumu/ Kılıç Tornadosu ve Kılıç Fırtınası (ki en düzgünü bu olsa da kafamdaki tanımı yansıtmıyor)  Böylecek takılıp kalıyorum ve eeeh diyorum tornado olsun.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: Wanderer - 10 Temmuz 2010, 23:47:54
Çok güzel bir bölüm çok güzel bir anlatım. Tek problem şu ki, ben bu bölümde kafamdaki sorulara cevap bulurum diye düşünüyordum. Aile pikniği cart curt vardı inan kalabalığı görünce aklıma o dövüş arenası geldi... Malkavian ne zaman yazar acaba sorularıyla geçirdim bütün günümü.

  Şimdi yazmışsın çok da güzel bir bölüm fakat bir soru hafiften yanıtlanmış bir kaç soru birden açılmış... Umarım bir dahaki bölüme tüm sorularımıza olmasa da bir kısmına cevap buluruz...

 İsim konusuna gelince, kafandakini bilmem de, Fırtınası hoş dururmuş bence... =)

Eline, yüreğine sağlık...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: KoyuBeyaz - 11 Temmuz 2010, 00:28:46
Oldukça dramatik bir bölüm daha gelmiş. Nihbrin'in yorumuna çoğunlukla 'katılmakla' birlikte, olayların akışını da çok güzel verdiğinizi söylemeliyim. Şöyle bir baktığımda bu bölümde eleştirilecek bir yer bulamıyorum bile, çizgisi giderek yükselen bir çalışma gerçekten. Fazla klasik olacak ve fazla tekrar ediyorum sanırım ama; mükemmel.
Ayrıca hala en beğendiğim öykü olma özelliğini korumakta. Devamlılığı bu kadar güzel sağlamanız harika doğrusu.

Başka bir kitaptan kastımızın başka bir hikaye değil de başka bir bölüm olduğunu umuyorum bu arada.  :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: mit - 12 Temmuz 2010, 12:49:16
Olayları anlatımın ve yaşattığın macera her bölümde okuyucuyu içine çekmeye devam ediyor. İnsan heves ve heyecanla bir sonraki bölümü beklemeden edemiyor. Anlatımdaki ufak tefek hatalar... hata demeyeyim de kelime seçimlerindeki bazı şeyler okurken şöyle bir duraklamaya ve tam olarak ne demek istediğini anlamaya çalışmaya sebep oluyor. Bu senin de bahsettiğin "kafandaki doğru kelimeyi kaleme dökememenden" kaynaklanıyor sanırım.

Ayrıca Mit yine kusursuz bir iş çıkartıyor.

Bu bölümdeki katkım tamamen sıfır, tüm başarı Malkavian'a ait.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: Malkavian - 12 Temmuz 2010, 15:09:02
Yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim ayrı ayrı.

@Antiseptik, Nihbrin :  Evet hikayedeki isimleri fırtınası olarak değiştirdim.
@Koyubeyaz : Çok teşekkür ediyorum evet farklı kitaptan kastım başka bir bölümün altına düşülecek Mithalos imzalı ufak notlar :)
@Mit: Yorumun ve hikayeyi takip etmekteki azmine teşekkür ediyorum. Hatalarıma gelince editörüm ve fahri editörüm biraz yoğunlar sanırım ne dersin ? :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: Wanderer - 12 Temmuz 2010, 16:28:18
Yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim ayrı ayrı.

@Antiseptik, Nihbrin :  Evet hikayedeki isimleri fırtınası olarak değiştirdim.
@Koyubeyaz : Çok teşekkür ediyorum evet farklı kitaptan kastım başka bir bölümün altına düşülecek Mithalos imzalı ufak notlar :)
@Mit: Yorumun ve hikayeyi takip etmekteki azmine teşekkür ediyorum. Hatalarıma gelince editörüm ve fahri editörüm biraz yoğunlar sanırım ne dersin ? :)

Teşekkürler, bu arada, kim bu Mithalos ?
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: Malkavian - 12 Temmuz 2010, 17:31:19
Teşekkürler, bu arada, kim bu Mithalos ?

Mithalos benim fahri editörlüğümü yapan, hikayelerimi düzenleyen, meslektaşım 'mit' isimli saygıdeğer kullanıcımıza gönderme yaparak hikayeme kattığım renkli bir karakter. Kendisi hafiften Ejderha Mızrağında yaşlanmadan tarihi kaydeden tarihçiyi andırıyor. (En azından ben öyle düşünmek istiyorum.) Hem mit e de tam uyuyor :)

Not: mit düzenlemen için çok teşekkür ederim. Hikayemi editledim ve bence şu an çok daha okunur oldu.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm V Sonu
Gönderen: brisingr - 13 Temmuz 2010, 22:32:06
Kaç günden beri bu bölümü okumamışım, şimdi daha erken okumadığıma pişman oldum. Hikayen hep ileri düzeyde ilerliyor. Aksiyon tam tadında, aynı zamanda bölümlerin hüzün yüklü. Bu bölümde olan "Kılıç Fırtınası" bence isim olarak çok güzel uymuş. Böyle orijinal fikirler daha bekliyorum Denge boyunca. ;) Aynı zamanda diğer hikayelerin de de. ;)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VI
Gönderen: Malkavian - 20 Temmuz 2010, 11:25:56
DENGE
Bölüm VI
Büyü Okulu

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/tyrenk.jpg)

Yaklaşık yirmi kişilik bir gruptu. Bedenleri, üzerlerine giydikleri büyücü cüppelerine küçük geliyordu ama yine de tehlikeli bir gruba benziyordu. Ellerindeki kitaplar ve kemerlerine taktıkları keselerden baharatımsı kokular yayılıyordu. Her hallerinden bir çeşit büyücü oldukları belli oluyordu. En önde gruba liderlik eden Cordi’nin, elinde taşımakta zorlandığı bir kitap vardı ve bir yandan cüppesini çekiştirmekle meşguldü . Grup yolda tozlar çıkartan ilerlemesini durdurdu ve devasa kulenin önünde aniden durdu. Cordi bir adım öne çıktı ve kulenin kapısının hemen önünde bekleyen karartılmış metalden zırhlar içindeki, uzun boylu, geniş omuzlu kadına seslendi.

‘Geçmemize izin ver ya da tutsağımız ol!’

Bunu söylemesi ile birlikte gruptan hevesli birkaç çığlık duyuldu. Zırhlı kadın kılıcı ile reverans yaptı ve yukarıya doğru çıkan kulenin sarmal merdivenlerinde gruba eşlik etti. Kulenin en tepesine geldiklerinde yirmi kişilik grup o kadar yorulmuştu ki artık sağa sola tehdit saçacak takatleri kalmamıştı. Koca zırhlarına rağmen, yılların vermiş olduğu eğitim ile hala atik ve hızlı bir şekilde merdivenleri çıkan Tyren hariç herkes oflayıp puflamakla meşguldü. Sonunda kapıya ulaştıklarında kadın kapıyı saygı ile çaldı ve giriş izni verilmesini bekledikten sonra içeri girdi.

‘Hoş geldin Tyren. Bu şerefi neye borçluyum?’ dedi çalışma masasının üzeri parşömenlerle dolup taşan Mithalos. Kısa kesilmiş saçlarının yanlarında hafif kırçıllar vardı ve yüzündeki o sıcacık gülümseme ile Tyren’ e baktı. Gözündeki altın işlemeli gözlükleri çıkartıp gözlerini kısarak şövalyenin arkasından oflaya puflaya merdivenleri çıkan gruba takıldı gözleri.

Kadın ellerini iki yana açarak teslim olurcasına ‘Onları buraya getirmezsem beni tutsak alacaklarını söylediler efendim. Başka çarem yoktu yirmisi ile başa çıkamazdım’ dedi ve göz kırptı.

‘Gelin bakalım ufaklıklar.’ dedi Mithalos en içten sesi ile. Her zaman ilk sınıf öğrencilerine tarih dersi anlatmaya bayılırdı. Zaten büyücülerin çoğu sadece ilk yıllarında tarihe önem verirlerdi. Büyü sanatını öğrenme hırsı diğer her şeyin önüne geçene kadar bütün çocuklara tarihin bir kısmını anlatmak için bu büyücülük okuluna gelmişti Mithalos. Böyle ünlü birini ağırlamanın onlar için büyük onur olduğunu düşünen yöneticilerin ona verdiği kulede tarihi yazmaya devam ediyordu.

‘Biz ufaklık değiliz.’ Dedi Cordi sekiz yaşına yeni girmişti ve sesi oldukça ince çıkıyordu. Biraz içerlemişti. ‘Biz artık büyücü olduk Mithalos’

Tyren bir kahkaha patlattı ve daha sonra özür dilercesine Mithalos’a bakarak çıkmak için izin istedi. Mithalos da iki gözünü kırparak ona çıkması için izin verdiğinde kapıyı arkasından kapatarak görev yerine dönmeye koyuldu kadın. Kapının arkasından duyulan kahkahaların giderek uzaklaşması ile sert görünümleri yumuşayan çocuklar cüppelerini çekiştirerek yerlere oturdular ve Mithalos’a beklenti içinde bakmaya başladılar.

‘Bize tarih anlatır mısın Mithalos lütfen… Bize Xen’in hikayelerinden anlat…’ dedi yalvarırcasına Cordi. Diğer çocukların sesi de odada yankılanmaya başladı ‘Lütfen… Lütfen… Lütfen…’

Mithalos ellerini kaldırdı ve şefkatle gülümsedi. ‘Eh pekala çocuklar bugün kayda değer bir olay olmadı zaten. Sanırım vaktimin bir kısmını size tarih anlatmakla geçirebilirim.’

Mithalos sözünü bitirir bitirmez bir ‘Oleyyyy’ sesi yükseldi çocuklardan. Elindeki gözlükleri masaya bırakan Mithalos şöminenin yanına rahat bir koltuk çekti ve oturdu.

‘Pekala çocuklar. Şimdi anlatacaklarımı çok iyi dinleyin ve sakın unutmayın. Xen daha doğmadan…’ Dedi Mithalos ve çocuklardan bir itiraz sesi yükseldi. ‘Biliyorum, Xen hakkında hikayelere bayılıyorsunuz ama bu anlatacaklarım zaten Xen ile ilgili. Doğmamış olsa bile…’ İtirazlar azalmıştı ve bütün çocukların zaten pürdikkat onu dinlediğini görünce gülümsemesine engel olamadı.
---0---

Ejderhaların görkemli ve güçlü, şövalyelerin onurlu ve inatçı, kötülüğün saldırgan ve sinsi olduğu bir çağda geçiyor öykümüz çocuklar. İşte böyle bir zamanda tarihin en büyük, en görkemli ve en talihsiz savaşı olan Kaos Savaşı patlak vermişti…




Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VI
Gönderen: brisingr - 20 Temmuz 2010, 12:07:17
Geçiş bölümü olmuş sanırım bu, güzel akıcı bir bölüm olmuş. Ayrıca Mithalos'u da bir karakter olarak görmek güzeldi. Kaos Savaşı anlatılacak sanırım ilerideki bölümlerde. :hmm Devamını bekliyorum ;)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VI
Gönderen: KoyuBeyaz - 20 Temmuz 2010, 16:17:56
Her bölümde hikayenin çemberi biraz daha genişliyor ama şu ana kadar hiçbir kopukluk yok. Takdir etmemek elde değil. Geçiş bölümü gibi duruyor, diğer bölümü bekleyeceğim kapsamlı bir yorum için. Okumaya devam ettiğimizi bil diye yazıyorum bu yorumu da.  :P

Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VI
Gönderen: Wanderer - 20 Temmuz 2010, 23:02:27
Gün boyu giremiyorum, akşam gelince yeni bölüm görmek harikaydı. Çok güzel bir yeni bölüm olmuş, Mithalos'u tanımak harika. Büyü okulu filan çok hoşuma gitti, olaya yeni karakterler bağlandıkça sürdürmek daha keyifli oluyordur sanırım. Bitirmek zor olabilir ve bittiği zaman da bittiğine üzüleceğimiz bir son olacak. Doyulmaz bir hikaye gerçekten ellerine sağlık Malkavian. Senden iki isteğim var, cümle yapılarını biraz düzeltiyorsun. Lütfen daha fazla dikkat et, anlatımın çok hoş fakat arada bir "tık" edince insan yoruluyor. İkinci olarak da; lütfen daha hızlı yaz bölümleri, beklemek zor oluyor. =)

Ellerine sağlık, yüreğine sağlık. Olay mükemmel gidiyor...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VI
Gönderen: mit - 21 Temmuz 2010, 12:27:16
Okundu, yutuldu, bir önceki bölümlerin ardına iliştirildi ve bir sonraki bölüm beklenmeye başlandı. Mithalos'un Astinus gibi burnu büyük biri olmadığını görmek güzel. Daha çok Dumbledore'un gençliği gibi olmuş.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 15 Ağustos 2010, 13:04:11
Yazarın Notu: Eh destansı savaşlar kolay anlatılmıyormuş bunu öğrenmiş oldum. Uzun zaman yazamadığım için kendimi affettirmek için biraz bolca yazdım. Birçok sorunuza da bu bölümde cevap bulacağınızı düşünüyorum. İyi okumalar.

DENGE
BÖLÜM VII
KAOS SAVAŞI

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/siyahejder2.jpg)

Ejderhalar dünyaya gönderilmeden çok önce… Dünyaya tam bir kaos hakimdi. Kendinden büyük bir güç olmadığını düşünen insan ırkı sadece yakıp yıkmayı ve üstünlük kurmayı amaçlayan düşüncesizce davranışları ile dünyayı yaşanmaz kılıyordu.

Tarih kitapları der ki, Kaos Savaşı’ndan yüzyıllar önce ejderhalar dünyaya insanları yönetmek için gönderildi. Güçlü, zeki, yetenekli, kimilerine göre ölümsüz ve açgözlüydüler. Bir liderde olması gereken bütün vasıflara sahip bu ejderhalar çağlar boyunca Ejder Krallar olarak anıldılar. Dünyanın bölünmüş ve savaş içindeki her bir krallığına bir ejderha gönderildi ve onları yönetmeleri istendi.

Tanrılar yanılmamıştı. Her bir Ejder Kral ülkesini başarıyla yönetti. İçlerinde bulunan muazzam büyü gücüne ve devasa fiziki güçlerine bir de zekâları eklenince bir anda insanların bu krallara karşı isyan başlatma istekleri azalmıştı. Ejder Krallar’ın en büyük zaafı değerli madenlere ve parlak taşlara olanıydı. Bu zaafları bile insanları yönetmede onların işine yarıyordu. Eksiksiz bir vergi sistemi ile her biri hazinesini ve dolayısı ile ülkesinin ekonomik gücünü büyütüyordu. Bu zenginleşme çağında savaşlara tam yüz otuz iki yıl boyunca ara verildi ve her krallık kendi içinde gelişmeye başladı. Hazine tepeleri büyüdükçe büyüdü ve çeşitli uzak ülkelerden gelen hediyelerle doldu.

Tek sorunları vardı; çok yalnızdılar. Bunun en büyük sebebi de cüsseleri ve etraflarına saçtıkları korkutucu auralarıydı. İnsanlar onlardan korkuyordu. Saygı duyuyordu ama onları bir türlü insan bir kralı sevecekleri gibi sevmiyorlardı. Savaşların ve kaosun son bulmasının yüz otuz yedinci yılında Güneyin büyük ve kudretli büyücüsü Ejder Kralların diyarına ziyarette bulundu. Ejder Krallar bu büyücüye önce temkinli yaklaştılar çünkü insanlar arasında kendi güçlerine denk bir büyü gücüne ve belki de daha fazlasına sahip tek bir kişi vardı.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/talu1.jpg)

Talu’ydu, Güney’in aman vermez çöllerinde yaşam mücadelesi veren halkın kralının adı. Söylenene göre büyü gücü o kadar kudretliydi ki; sıcaktan kavuran güneşin altında çağlayanlar oluşturabiliyordu. Denilene göre çölün ortasında, yemyeşil bitki örtüsü olan, çağlayan kenarına yerleştirilmiş bir kalede halkıyla beraber yaşıyordu. Ejder Krallar onu delicesine kıskanıyordu. Çünkü onda sahip olmadıkları tek şey vardı; Halkının sevgisi ve desteği.

Çok geçmeden açgözlülüklerine boyun eğen Ejder Krallar birer birer ordularını toplayıp, Güneyin mutlu görünen halkına saldırmaya başladılar. Talu ülkesini cesareti ve gücüyle korumaya devam ettikçe halkı onu daha çok sevip saymaya başladı. Onun için çölün dibinden büyük taşlar çıkarıp büyük surlar inşa ettiler. Onun heykelleri ile krallıklarının her yanını doldurdular. Açgözlülükleri ile Talu’ya saldıran Ejder Krallar’ın ülkesinde ise işler pek de iyi gitmiyordu. Her Güneye saldırılarında hazineleri azalıyor ve her başarısızlıklarında halkları onları daha çok isteksizce takip ediyordu. Tek istedikleri, tek kıskandıkları sevgi uğruna daha az seviliyorlardı günden güne.

Sonunda tek başına Talu’ yu yenemeyeceğini anlayan ejder krallardan Than, Orix ve Atish bir araya gelip güneyin çöl ülkesine saldırdılar. Dev surlar ejderhaların nefesiyle arka arkaya dövüldü. Açılan deliklerden kuzeyin, yani ejder kralların orduları akın akın Talu’nun cennet parçası şehrine saldırdı. Yıllarca emek verip çalıştığı bütün her şeyin yıkılacağını anlayan Talu, teslim oldu ve krallığına zarar vermemeleri için ejder krallara geri çeviremeyecekleri bir teklifte bulundu.  Üç ejder krala, ömürlerinde görüp görebilecekleri en büyük yakutlardan verdi ve bunları öyle bir büyü ile doldurdu ki; ejder krallar bu taşları kullanıp istedikleri zaman insan suretine bürünebileceklerdi.

Talu’nun krallığını yalnız bırakan ejder krallar aynı zamanda çok akıllıca planlanan bir savunma stratejisinin de parçası olmuşlardı. Eğer Talu ölürse yakutların içindeki büyü gücü de solup gidecekti.

Böylece başladı tam kırk iki yıl süren Kaos Savaşları. Diğer ejderhalar da ordular toplayıp Talu’ dan zorla bu taşlardan istemeye çalıştılar ama ne zaman bunu deneseler, Than, Orix ve Atish ‘ den oluşan ittifak karşılarına çıktı. Savaşın kırk ikinci yılında Güneyin aman vermez çöllerinde at koşturan, on sekiz gümüş zırhlara bürünmüş şövalyenin eşliğinde Talu geldi. Bütün krallıklara birer şövalyesini gönderip onlara şunları söyledi:

 ‘Siz Ejder Krallar, yaptığınız savaşlar ve iktidar kavgaları yüzünden yıllardır fakir düştünüz. Çiftçilere ekin almaları için para vermek yerine askerlerinize kılıç ve kalkan aldınız. Bunun sonucunda halklarınız fakirleşti. Hepiniz ne kadar kötü krallar olduğunuzu bir kez daha kanıtladınız bizlere. Ben ise bunların hepsinin çaresini elimde bulunduruyorum. Krallığımın ücra köşelerinden bin bir türlü zorluklarla getirttiğim on sandık dolusu yakutu sizlerden sadece biri ile paylaşacağım. Bunlar öyle yakutlar ki; kullanana büyük güç ve kudret verecek. Druia Ovasında sandıklarımla birlikte bekliyor olacağım ve hayatta kalan son ejderhaya bu hazineyi hediye edeceğim.’

Ejder krallar akıllıydı akıllı olmasına fakat on sandık dolusu büyülü yakut iştahlarını kabartmıştı. Sonunda bu parlak taşlara olan isteklerini bastıramayan ejderhalar ordularını da toplayıp Druia ovasına akın ettiler.

Talu’ dan hiçbir iz yoktu ve sandık öylece ovanın ortasına bırakılmıştı. İlk oraya ulaşan ejderha Unix sandıkları aldı ve büyülü bir koruma olmamasına şaşırmasına rağmen sandıklarla beraber krallığının yolunu tuttu. Fakat ejder krallar bir bir ovaya gelmeye başladığında yakutların Unix de olduğunu gördüler ve hep birlikte onu yok ettiler. Druia Ovası bir anda birbirine saldıran insanlar ve onarlın tepelerinde uçarak onları yakan alevler gönderen ejder krallarla doldu.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/siyahejdersavas.jpg)


Tam üç gün ve üç gece süren savaş acı bir sonla noktalandı. Bütün insanlar ikinci günün sonunda ölmüştü ve geriye sadece sekiz ejder kral kalmıştı. Ejder kralların her birinin vücudunda ölümcül yaralar vardı ama inatla birbirleriyle savaşmaya devam ettiler. Üçüncü günün sonunda Than ve Orix bu savaşın kazananı olmayacağını anlamışlardı. Atish’in yerde yatan cansız bedenine bakan ikili bir karar verdi. Yakutlarını kullanıp insan suretine bürüneceklerdi ve yerde yatan ölü insanların arasına karışıp bu savaşı bilek gücü ile değil kurnazlıkları ile kazanacaklardı.

Sonunda pullarının arasından kızıl kanlar akan, zalimliği ve krallığında suç işleyen insanları bir bir yemesi ile nam salan Ritua ayakta kalmıştı. Son rakibini de yere serdi koca kızıl ejderha ve büyük bir kahkaha attı. Sendeleyerek yakutlara doğru ilerledi ve pençeli ellerini sabırsızca sandıklara uzattı. O sırada Than ve Orix’ in ona arkadan saldırmak için koştuklarını fark etmedi bile.

Büyük bir kayalığın ardından savaşı yüzünde koca bir gülümseme ile izleyen Talu ellerini havaya kaldırdı ve çok kadim ve büyük güçte büyü sözlerini havada birikmekte olan bulutlara haykırdı. Gökyüzünde şimşekler çaktı ve büyük bir patlama ile sandıklar dolusu yakut etrafa saçıldı. Büyülü sözlerine devam eden Talu hafifçe sarsıldı ve dizleri üzerine çöktü. Yapmakta olduğu kolay bir büyü değildi ama içinde bu işi tamamlayacağına dair inanç vardı. Yakutlar bir araya geldi ve içlerinden bin bir renkte ışık parçası etrafa saçıldı. Birbirine girmiş ve hala savaşan üç ejderin etrafında bir çember oluşturdular.

-----0-----

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/xenation.jpg)


Xenation kırmızı pelerini arkada delicesine sallanırken atını fırtınanın olduğu yöne doğru hızla sürmeye devam etti. Tam üç gün üç gecedir yoldaydı sürgündeki şövalye. Kaos Savaşı’nın son çarpışmasının başladığını haber alır almaz, Kuzey Doğudaki sürgün adasından yola çıkmıştı. Halkına olan sadakatini son kez yerine getirip huzur içinde Tanrıların katına çıkmaya niyetliydi. Zırhı ve kalkanı mat gümüş renginde kırmızı işlemelerle süslüydü. Miğferinin kafalığının kenarında şahin kanatları oyulmuştu. Bu onuru hak ediyordu da. En hızlı ve en cesur şövalye seçilmişti yıllar önce yapılan sayısız savaşta. Zaten bu yüzden zalim ejder kral Unix tarafından sürülmüştü uzaklara. Halk onu kraldan daha çok sevmeye başlamıştı.

Savaş alanına geldiğinde gözleri hayret ve tiksinti ile açıldı. Tüm insanlar, tüm savaşanlar vücutlarında yanıklar ve geniş yarıklarla yerde yatıyordu. Unix’in cansız bedeninin hemen yanı başında, savaş alanının ortasında hala savaşan üç ejderha büyülü bir şekilde ışık saçan yakutlar tarafından sarılmıştı. Büyük kan çukurlarına bata çıka dövüşmeye devam ediyorlardı.

Talu bu büyük büyüyü tek başına yapamayacağını biliyordu ama halkını korumanın tek yolunun bu ejder kralları sonsuza kadar yok etmek olduğunun da bilincindeydi. Bunun için yıllarca kendisini çelmeye çalışan Kaos Tanrısı Tarundi ile bir anlaşma yaptı. Kaos tanrısı, eğer ona istediği büyü gücünü verirse, o da üzerine düşeni yapıp tarihte görülmüş en büyük savaşı başlatacaktı. Üçüncü günün sonunda üç ejder dövüşürken Kaos Tanrısı doyumun doruklarına ulaşmıştı ve Talu’yu yüz üstü bıraktı. Nasıl olsa istediğini almıştı.

Güzel ve düzgün fiziği olan üzerine sadece beyaz tülden elbise giymiş bir kadın büyücünün bulunduğu tepenin arkasında belirdi. Talu bile onu fark etmemişti ama o gizlice Talu’nun büyüsüne kendi gücünü kattı ve onu destekledi. Talu sonunda büyüsünü tamamladı ve dermanı kalmamış dizleri onu daha fazla taşıyamadı. Öne doğru sendeledi ve talihsiz bir şekilde uçurumdan düşerek can verdi. Savaşan ejder krallardan ise sadece ikisi hayatta kalmıştı ama ışık o kadar parlaktı ki hangileri olduğu seçilmiyordu Xenation. Büyü tamamlandığında savaşan ejderler yok oldu ve savaştıkları kan çukurunun üzerinde biri altın biri gümüş işlemeli iki kılıç belirdi.

Xenation kan çukuruna doğru hızla ilerledi tereddüt etmeden içine dalıp kılıçları çıkardı ve nefes nefese ellerine baktı. Kanın bir damlası bile kılıçlara bulaşmamıştı ve kılıçlar demirci ocağından yeni çıkmış gibi parlıyordu. Kılıçlar ellerinde titreyip onunla konuşmaya başladığında hayretle ağzı açıldı. Ejder Kralların ruhunun bu kılıçlara hapsolduğunu hemen anladı Xenation fakat hangi ikisinin ruhunun hapsolduğunu asla öğrenemedi. Defalarca ‘ Siz hangi Ejder Krallarsınız?’ diye sorduysa da cevap alamadı.

Kılıçları eline aldıktan hemen sonra kan ile harmanlaşmış çamurla kaplı ovanın kenarında güzelliği ve ışıltısı ile dikkatini hemen çeken bir kadın gördü. Kadın o kadar uzakta duruyordu ki neredeyse kadın olduğunu bile zor seçebiliyordu ama yine de içten içe biliyordu dünyadaki en güzel kadındı bu. İstemsice ayakları onu bu kadına doğru götürdü.

Kadın inanılmaz derece düzgün fiziğe sahipti ve vücudunun kıvrımlarını göstermekten zevk alırcasına omuzlarından aşağı sallanan beyaz incecik bir kumaşı sade görünen fakat yakından bakıldığında binlerce detaylı motife sahip olan gümüşten bir kemerle tutturmuştu. Konuştuğunda en pis savaş kokusunu bile silen bahar esintileri Xenation’ a doğru geldi.

‘Kuzeye git Xenation sürgün edildiğin adaya. Sonra kendine bir yelkenli inşa et ve yedi gün yedi gece boyunca Kuzeye git ben yelkenlerini hava ile dolduracağım.’

Xenation hiç ‘Neden?’ diye sormadı. Sormak aklına bile gelmedi. Elinde deli gibi titreyip ona zihninden konuşan ejderha kralları bile duymadı. Atına atladı ve üç gün at sürerek sürgün edildiği adaya ulaştı. Burada kendine yapabileceği en güzel yelkenliyi yaptı ve Güzel kadının söylediği gibi 7 gün boyunca Kuzeye yol aldı. Fırtınalarla boğuştu, dalgalar iki kez gemisini alaşağı etti ama o yılmadı. Ona söz verildiği gibi yelkenleri hep hava ile dolu oldu.

Yedi günün sonunda bitap düşmüş şekilde karaya vurduğunda bacaklarında derman kalmamıştı.  Altı günü at sırtında on günü de aralıksız denizde geçiren Xenation kendini kaybetti ve sahile kendini bilinçsizce bıraktı.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/hava1.jpg)


Uyandığında etrafı küçük şelale havuzları ile dolu olan bir odadaydı. Temiz çarşafların ipeksi yumuşaklığından bir o tarafa bir bu tarafa dönerken keyif aldı. İnanılmaz güzel görünen meyvelerin kokusu burnuna kadar geldi. Meyveleri açlık ile ağzına tıkıştırırken bir yandan başında duran ve keşişler gibi giyinmiş adama göz gezdirdi. Son lokmayı da yuttuğunda adama dönüp ‘Nerdeyim ben?’ dedi

‘Senin gibi güney krallıklarından kaçan mülteciler arasındasın kardeşim.’ Dedi keşiş olabilecek en sakin ses tonu ile.

‘Benim gibi mi? Ben… Ben halkımın hepsinin öldüğünü sanıyordum.’ Dedi Xenation başını savaş alanının iğrenç görüntüsü ile önüne eğerek.

‘Burada yeni bir yaşam kurduk. Bu küçük yerleşim yerinde inzivaya çekildik ve kendi ırkımızdan olanları yetiştiriyoruz.’ Eliyle işaret etti keşiş ve dışarıya buyur etti yabancı savaşçıyı.

Çocuklar ellerinde sopalar birbirleri ile dövüşürken kadınlar ellerinde sepetlerle onlara meyve ve ekmek taşıyorlardı. İleride büyük beyaz bir binanın avlusu çitlerle çevrilmişti ve genç erkeklerin çoğu bu çitlerin etrafına sıralanmıştı. Ortada ise birbiri ile duello yapan iki genç vardı. Gençlerden biri yapılan hamleyi savurdu ve karşı atağa geçti. Diğeri ise hamleyi karşılamak için çok geç olduğunun farkına vardı ve doğuştan gelen yeteneğini kullanıp havaya yükseldi.

Xenation aniden keşişe döndü ve ‘O…’ şaşkınlıktan cümlesini tamamlayamadı.

‘Evet’ dedi keşiş başını sallayarak ‘Bizler, yani ejder kralların zulmünden kaçanlar, burada bir yaşam olduğunu bilmiyorduk. Buraların bizim krallıklarımızdan bile daha geniş bir coğrafya olduğunu öğrendiğimizde senin gibi şaşırmıştık. Fakat bu ülkeye geldiğimizde damarlarımızda kan yerine havanın dolaştığını ve onu vücudumuzun her zerresinde hissedebildiğini öğrendiğimizde daha da şaşırdık. Bize burada Hava Irkı deniyor kardeşim. Aramıza hoş geldin...’

-----0-----

‘Ve böylece dövüldü ejder kralların ruhunu içinde barındıran güç kılıçları ve böylece bizim topraklarımıza taşındı.’ Dedi Mithalos hafifçe gülümseyerek. İzleyicileri dikkatlerini bir an olsun kaybetmemiş gözlerini bile kırpmadan onu dinlemişti ve soran gözlerle ona bakıyorlardı.
‘Bu davetsiz misafir, adasından sürgün edilen şövalye aslında farkında olmadan beraberinde tüm Tanrıların sahip olmak için can attığı büyülü eşyalar getirmişti…

İyilik Tanrısı Treal bu ejderlere sahip olursa kötülüğün ordularını def edeceğine inanıyordu ve kendine inananlardan büyü gücüne sahip olanlarını eğitmeye başladı. Kendini sırf bu kılıçları bulmaya adamış Arayıcılar topluluğu ilk olarak böyle ortaya çıktı. Her yerde büyüleri ile eşyaların büyü gücünü kontrol edip Tanrıları olan Treal’e mutlu haberi vermek için can atan bir mezhepti.

Kötülük Tanrıçası Psaela ise emrinde çalışan en sinsi, en yetenekli ve en güçlü ırkın üyelerinden elit bir topluluk oluşturdu. Bu topluluk o kadar gizliydi ki bu gün bile isimleri bilinmez. Ama üyelerinin drowlardan oluştuğunu çok iyi biliyoruz.

Kaos Tanrısı Tarundi ve Tarafsızlık Tanrısı Seveal ise ordulara sahip değillerdi. Onlar iyi ve kötü gibi kavramlar için kavga etmezlerdi. Bu yüzden iki taraf da kendine bir şampiyon seçti ve onları büyük güçlerle donattılar. Böylece yeryüzünde Kaos Tanrısı’nın seçilmişi yüzyıllar boyunca ejder kralları ararken Seveal’ın seçilmişi bu kılıçları saklamak ve korumakla görevlendirilmişti.

Xenation’un Hava Irkı tapınağına ulaşmasının yedinci gününde o güzel kadın tekrar ziyaretine geldi ve ona dedi ki: ‘Sen ve senin soyundan gelenler cömertliğimle tanışacaklar ve büyük güç sahibi olacaklar. Nesiller boyu sen ve senin çocukların benim seçilmişim olacak ve elinde tutmuş olduğun kılıçları koruyacak. Şimdi elindeki kılıçları ver ki onları birleştirip daha az dikkat çeken bir hale getirebileyim.’

Şövalye tereddüt etmeden Tanrıçası Seveal’ın önünde dizleri üzerine çöktü ve kılıçları ona sundu. ‘And içerim ki kraliçem ben ve mirasçılarım size hayatlarımız pahasına hizmet edeceğiz.’

Seveal büyülü sözleri söyledi ve büyük bir ışık patlamasının ardından kayboldu. Az önce durduğu yerde eline aldığında hafifçe titreyen ama eski ihtişamlı kılıçların görkeminin yanından bile geçemeyecek kadar paslı bir kılıç duruyordu.

Evet çocuklar doğru bildiniz bu şanlı şövalye Xen’in büyük büyük babasıydı.

Arenadaki savaşa gelecek olursak. Şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur umarım O kötücül bakışlı drowların neden müsabakayla ilgilendiğini ve kılıçların bile neden kimliklerini açığa vurmak istemediğini. Hava ırkının üyelerinin dört yüz yıl kadar ömürleri olduğunu düşünecek olursak yaklaşık bin altı yüzyıldır saklı tutulan kılıçların arenada açığa çıkmasının ne kadar büyük bir olay olduğunu şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur. Kimilerine göre Kehanet adı verilen öngörüler gerçekleşmişti. Kim bilir belki de dünyanın sonunu getirecek olan ejder kralların gücü tekrar açığa çıkmıştı.

Ama bir şeye emin olabilirsiniz. O gün arenada Tanrısının emirlerine harfiyen uyan tek bir seçilmiş vardı. O da pembe saçları ve savaş boyalı yüzü ile tanınan ne yaptığı belli olmayan deli gnomdan başkası değildi.
-----o-----
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: brisingr - 15 Ağustos 2010, 13:43:36
   Aklımdaki soru işaretlerinin tamamının cevabını bu bölüm içerisinde alabildim. En merak ettiğim konu olan ilk bölümde Xen'in "Denge" Tanrıçasına neden hizmet ettiğini de bu bölümde anladım. Bir şey daha söylemem gerekiyor ki savaş atmosferini mükemmel yansıtmayı başarmışsınız. Gerçekten de bolca yazmışsınız. Ancak bu uzun yazı sırasında tek bir yerde bile sıkılmadım. Hikaye boyunca en beğendiğim bölüm bu bölüm oldu. Umarım bizi bir daha bu kadar bekletmezsiniz. :D Tam ben de "Ne zaman gelecek yeni bölüm acaba?" diye sormaya niyetleniyordum. 

   Bu hikaye için ne kadar tebrik etsem azdır. Bu güzel hikaye için teşekkürler! :clap
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Nihbrin - 15 Ağustos 2010, 14:23:00
Spoiler: Göster
(http://img337.imageshack.us/img337/6039/siyahejdersavas.jpg)

Bu resmi daha önce kullanmıştım Tengu dahilinde ^^ tekrar görünce bir hoş oldum. Bu son bölüm ile ilgili söylemez isem çatlarım diyebileceğim bir durum var. Üçlü ittifak kuranlar dışında diğer ejderhalar o kadar ahmak ki onları tanrıların gönderdiğine inanmak zor geldi bana. Talu kadar cingöz biri olmasını ve olayları perde arkasından izlemeyi bilmesini istedim açıkçası. Bunun dışında her zamanki gibi güzel.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 15 Ağustos 2010, 14:31:33
@ Brisingr: Savaş sahnelerini analtırken gerçekten çok zorlandım. Çünkü istediğim gibi yazsam baya uzayacaktı kısaltmaya çalışmak beni öldürdü. Yine de beğendiğinizi görmek sevindirici.

@Nihbrin: Ben de diyorum bu resmi nerden hatırlıyorum :) Güzel resim ama... Bu arada ejder krallar konusunda hepsi aslında  zekiler zeki olmalarına da tek tek 18 tane ejderhayı anlatsam ya da bir kaçını baktım ki hikaye alıyor başını gidiyor. Ben de işi açgözlülüklerine vurdum kısa kesip. Başka bölümde detaylara inmeye karar verdim. Çok gerzek değiller emin ol işin içine bulaşan tanrılar var sadece bol bol :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Wanderer - 15 Ağustos 2010, 14:58:10
Nihbrin, öykünün başında denildiği gibi, zekiler fakat zaafları var değerli taşlara karşı. Ne kadar zeki olursan ol zaaf zaaftır sonuçta, yani ilk alanlar bu üçlü yerine başka üçlü olsaydı olay yine aynı şekilde gerçekleşirdi bence.

Kaos Savaşı benim beklediğim bir olaydı, neymiş nasılmış filan... Gerçekten 'doyurucu' bir bölüm olmuş, gece gündüz yeni bölüm yaz diye iteklediğimize deymiş yani. Aklımdaki tüm sorulara cevap buldum, o Gnom gizemi de hoş durmuş bak. Savaşı mükemmel anlatmışsın, ellerine sağlık resimler de çok güzel süsemiş olayı.

Ellerine sağlık diyorum başka da bir şey diyemiyorum.

Xenation, çok havalı durmuş bu isim, salladın mı yine? Bizim öykülerde de isim salla be :P İhtiyacımız oluyor. :D
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: KoyuBeyaz - 15 Ağustos 2010, 15:17:09
Beklediğimiz cevaplar, evet. Hala bir iki pürüz var kafamda ama genel olarak neredeyse hepsi cevaplanmış. Görseller çok güzel uymuş hikayeye, farklı bir hava vermiş. Uzunca bir süre sonra da böyle uzun bir bölüm görmek güzel olmuş gerçekten.

Gnome ile ilgili kısım hala merak konusu ama.

Kaliteli olmuş. [*]Yorum kabiliyetim yok olmuş bugün. -.-[/*]
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: mit - 18 Ağustos 2010, 13:46:49
"Çok geçmeden açgözlülüğüne boyun eğen Ejder Krallar..." Buradaki "açgözlülüğüne" kelimesini "açgözlülüklerine" olarak değiştirmeni tavsiye ederim. Bir de "Çocuklar ellerinde soplar birbirleri ile dövüşürken..." Buradaki de sopalar olacak sanırım. Değiştirdin mi? Güzeeeel.. İşte şimdi "mükemmel" oldu ;)

Drowlar, kılıçlar, Xen'in kökeni, ilk bölüm... Bir çok soruya cevap vermişsin bu bölümde ve bunu harika bir anlatımla yapmışsın. Mithalos'un öyküsünün buralara varacağını hiç tahmin etmiyordum açıkçası. Kılıçların kökeni ise beni en çok şaşırtan şey oldu.

Az önce de dediğim gibi, mükemmel bir öykü. Bir gün kitap raflarında yerini almayı hakkedecek kadar iyi...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 18 Ağustos 2010, 15:21:00
Drowlar, kılıçlar, Xen'in kökeni, ilk bölüm... Bir çok soruya cevap vermişsin bu bölümde ve bunu harika bir anlatımla yapmışsın. Mithalos'un öyküsünün buralara varacağını hiç tahmin etmiyordum açıkçası. Kılıçların kökeni ise beni en çok şaşırtan şey oldu.

Az önce de dediğim gibi, mükemmel bir öykü. Bir gün kitap raflarında yerini almayı hakkedecek kadar iyi...

Düzenlemeler yapıldı... Evet okuyucuları daha fazla merakta bırakmamak birkaç şeyi açıklamak isterken bütün olaylar birbirine bağlantılı olması nedeniyle baya birşeyi açıklamış oldum. Sürekli kısaltma yapmaya çalıştım hikayede yoksa alıp başını gidecekti. Bu yüzden benim havada kaldı diye düşündüğüm bu bölüme savaş atmosferini iyi anlattığım ile ilgili yorumlar gelince ister istemez baya sevindim.

Gnome ile ilgili kısım hala merak konusu ama.
Kaliteli olmuş. [*]Yorum kabiliyetim yok olmuş bugün. -.-[/*]

Gnome ile ilgili bir bölüm gelebilir pek emin değilim bu konuda ama belki olur kim bilir, o zaman soruların yanıt bulur sanırım.

Yorumun ve hikayemi azimle takip ettiğin için teşekkür ederim sana da
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: cankutpotter - 12 Eylül 2010, 19:03:58
Gerçekten çok güzel bir hikaye. Eşsiz bir evren yaratmışsın. Soluksuz okudum. Neyse, devamını bekliyorum.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 13 Eylül 2010, 11:31:21
Teşekkür ederim değerli yorumunu da hikayeme kattığın için.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Fırtınakıran - 14 Eylül 2010, 16:43:24
Ben buraya hiç yorum yapmamışım -_-'. Yaptım sanıyordum ?!

Genel kurgu için şunu söylemeliyim ki akıcılık ve yaratıcılığın denge noktası :D. Madem adı Denge, sen bu dengeyi güzel yakalamışsın. İnsan okudukça meraklanıyor, yarattığın evren içinde küçülüp, başını kaldırdığında koskoca bir dünya görüyor. Yarattığın evrene bir de üşenmeden bir tarih yazman ise takdire şayan :).

Her şey bir yana ama ben bölümlere koyduğun resimlere bayılıyorum ^^.

Özellikle taa en başta Denge için yazdığın, hikayenin sloganı olarak görülebilecek "Yaşam ve ölüm kadar keskin olmayan, ışık ile karanlık arasında savaşanlar, düşmeyen ve uçmayan sadece dengede kalanların dünyası..." sözün, hem birçok şeyin özeti olduğu gibi tek başına bir cümle olarak düşünüldüğünde de harika bir his uyandırıyor okuyanlarda.

Tam gaz devam ^^!

Not: yine yorum yapmayı unuttuğum bir şeyi hemen söyleyeyim, Ern'dal yenilseydi keşke :P. Yenilsin diye vermiştim ben onu :D
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: alper - 15 Eylül 2010, 01:22:57
Hikayeye bugün başladım üşenmeden sonuna kadar okudum, aslında üşenmek pek aklıma gelmedi okurken. :) Okuduğum bölümler harikaydı devamının da aynı olacağına eminim, çünkü belirli bir ivme yakalanmış.

Bir eleştrim olacak; önceki bölümlerde kafamda fazlasıyla soru birikiyordu hafif hafif endişelenmeye başlamıştım bir "Lost" vakası olmasın diye, yanıldığımı anladım çok güzel bağlandı. Fakat çok hızlı oldu verilen cevaplar, neredeyse cevaplanmayan bir şey kalmadı bir iki paragrafta. Cevapların hepsine hemen kavuşmak rahatsız etti beni. Belki de bana arka arkaya okuyunca öyle gelmiştir bilmiyorum. Yine de yazayım dedim içimden gelenleri.

Bu kadar uzun süre okumadığım için kızdım kendime oysa ki harika bir hikayeymiş, devamını bekliyorum, sıkıştıran takipçilere ben de katıldım. :)

Not: Gnome ilk ortaya çıktığında mavi saçlıydı, bu aralar pembe saç moda sanırım. :D
Not2: Arka arkaya okuyan, hafızası taze olan birinin yapabileceği tüm uyuzlukları yaptım sanırım, af diliyorum.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 15 Eylül 2010, 14:14:12
@ Fırtınakıran: "Yaşam ve ölüm kadar keskin olmayan, ışık ile karanlık arasında savaşanlar, düşmeyen ve uçmayan sadece dengede kalanların dünyası..."  cümlesi herşeyin başıydı. Hatta Xen'i bile düşünmeden önce hikayenin felsefesini düşündüm. Bunu yakalaman ve istediğim etkiyi yapmış olması beni çok sevindirdi. Ern'dal ile olan duello ise kelimenin tam anlamıyla şaibelerle dolu bir olay. Biliyorsun aslında kim yenildi kim güçlü ama sonuç bu şekilde gelişiyor işte bakalım. Devamını okuyunca arena bölümünün belki hoşuna gider :)
Değerli yorumların için gerçekten çok teşekkür ederim.

@Clorus:
Ben ufak ayrıntılar verdikçe hikaye çok dallandı ve aynen senin dediğin gibi Lost'a dönüşmesin istedim. Bilgilerin hepsi de birbirine bağlantılıydı. Ben de madem hepsi yazılacak bir tarih bir destansı anlatım yapayım dedim ve son bölüm böyle ortaya çıktı. Ama emin ol daha merak edecek birçok şey var ortada. Xen'in nasıl yetiştiği ve Tenador ovasındaki savaşı nasıl durdurduğu, Furian'a ve Ağlayan bayana ne olduğu, Gnome'un kim olduğu ve ne emirler aldığı, Kılıç Konseyinde Xen ile yapılan anlaşmanın ne olduğu ve üstadın nereye kaybolduğu gibi...

Not1 Hakkında: Bu küçük bir ipucu kırıntısı idi ama fark etmene gerçekten çok sevindim. Yazım yanlışı yoktur efendim. Gnome'un saçları mavi, kırmızı hatta bir ara da pembe oldu. Ufak da olsa bir spoiler vermek gerekirse sormanız gereken soru şu; 'Neden kahverengi,sarı ve siyah gibi renkler şeklinde görmüyor insanlar saçlarını da imkansız renklerde görüyorlar'

Ne kadar dikkatli okuduğuna bakarsam hikyeden hoşlanmışsın. Teşekkür ederim değerli yorumların için.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: duhan - 16 Eylül 2010, 19:30:39
çok emek verdiğin herhalinden belli bir hikaye. yarattığın evren fevkalafr. yalnız yanlış anlamazsan bir iki noktada sorum olacak. belki hikaye içinde cevabı vardı ben kaçırdım, eğer öyleyse özür dilerim şimdiden.

birincisi, insan ırkını yönetmesi için gönderilen ejderhalar, bildiğimiz ejderha dormunda yaratıklar mı yoksa insan formuna bürünebilen yaratıklar mı?

ikincisi, tanrıların, insan ırkını yönetmesi için ejderha yollaması, ejderhaları onların yarattığı anlamına gelir. peki tanrıların yönetici olarak atadıkları bu ejderhalara bir nevi bug yada defo diyebileceğimiz değerli taşlara karşı zaafiyet vermeleri biraz tuhaf değil mi? neticede yönetici olarak, düzeni sağlamaları için özel olarak gönderilmişler. bu kötü özelliğin farkında olmamaları biraz tuhafıma gitti açıkçası.

dediğim gibi bu cevaplar belki hikaye içinde vardır ama ben göremedim.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Wanderer - 17 Eylül 2010, 02:18:39
Vay Clorus, cidden iyi fark etmişsin.

Malkavian, o, direk tanrının kendisi filan değildir di mi :P (Fena salladım.)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: Malkavian - 17 Eylül 2010, 14:28:38
birincisi, insan ırkını yönetmesi için gönderilen ejderhalar, bildiğimiz ejderha dormunda yaratıklar mı yoksa insan formuna bürünebilen yaratıklar mı?

ikincisi, tanrıların, insan ırkını yönetmesi için ejderha yollaması, ejderhaları onların yarattığı anlamına gelir. peki tanrıların yönetici olarak atadıkları bu ejderhalara bir nevi bug yada defo diyebileceğimiz değerli taşlara karşı zaafiyet vermeleri biraz tuhaf değil mi? neticede yönetici olarak, düzeni sağlamaları için özel olarak gönderilmişler. bu kötü özelliğin farkında olmamaları biraz tuhafıma gitti açıkçası.

1. Ejder Krallar,insan formuna bürünemiyorlar. O yüzdne yalnızlık hissedip, o yüzden halkları tarafından tam anlamıyla kral gibi sevilmiyorlar. Talu'nun yakutlara yüklediği güç ile 3 tanesi sadece insana dönüşebiliyor. Bu yüzden zaten Talu'nun hediyesi büyük bir lütuf gibi geliyor onlara.

2. Herşey kusurludur. Tanrılar zaten kusursuz birşey yaratmazlar. Ne zevki kalır ki o zaman. Ayrıca kusursuz Ejder Krallar yaratsalar Tanrılara ihtiyaç kalmazdı :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: duhan - 17 Eylül 2010, 14:43:48



1. Ejder Krallar,insan formuna bürünemiyorlar. O yüzdne yalnızlık hissedip, o yüzden halkları tarafından tam anlamıyla kral gibi sevilmiyorlar. Talu'nun yakutlara yüklediği güç ile 3 tanesi sadece insana dönüşebiliyor. Bu yüzden zaten Talu'nun hediyesi büyük bir lütuf gibi geliyor onlara.

2. Herşey kusurludur. Tanrılar zaten kusursuz birşey yaratmazlar. Ne zevki kalır ki o zaman. Ayrıca kusursuz Ejder Krallar yaratsalar Tanrılara ihtiyaç kalmazdı :)
[/quote]

o halde tanrıların yarattığı kusurlu insanların, kusurlarının yarattığı istenmeyen durumları düzeltmek için yeniden kusurlu yöneticiler yaratması da biraz anlamsız kaçıyor bence. fikrine ve yarattığın esere sonsuz saygım var ve bunlar sadece kişisel düşüncelerim.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VII
Gönderen: alper - 17 Eylül 2010, 15:59:29
Tanrılar kibirlidir diyelim. En makul cevap bu olur sanırım. Tanrıların, insanların düzgün yönetilmesinden çok, kendilerine tapılmasına ihtiyaçları vardır. Kusursuz yöneticiler yollanan halklar tanrılara ihtiyaç duymaz, yöneticilerine taparlar.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Malkavian - 13 Ekim 2010, 15:49:38
DENGE
BÖLÜM VIII
Değişen Hayatlar

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/lonelyepicdeath.jpg)

Parlak zırhlarla kaplı kaslı kolları ile uçan atın yelesine sıkıca tutunmuştu Xen.Yüzlerce farklı sancağı taşıyan, zırhlarından bulutlu havanın boğuk ışığı yansıyan şövalyeler düzenli bir şekilde savaş alanını terk ederlerken, hüzünlü bir melodi çalan bando takımı havadaki kasveti iyice arttırmıştı. Bu düzenli ordunun tam zıt yönünde her bir yana düzensice kabileler halinde dağılan, hatta dağılırken bile kendi aralarında kavga eden ork grupları yer alıyordu. Xen güçlü kolları ile tuttuğu yeleyi hafifçe çekti ve uçan atı yere doğru yöneltti. En çok değer verdiği dengeyi korumak adına en nefret ettiği şeyi yapmıştı yine. Dağılan orkların çaldığı kalın borular, şövalyelerin hüzünlü melodisine karışmıştı. Atından inip öldürdüğü şövalye ve orkların yerde bıraktığı kanlı izlerin önünde durdu. Kulağına çalınan hüzünlü müzikle ayaklarını sürüyerek savaş alanından uzaklaşan kalabalık ork grupları ve şövalyeler, arkadaşları için mi yoksa savaşamadıkları için mi bu kadar isteksizler acaba diye merak etmeden duramadı.

Uzun bir süre en iyi kılıç üstadlarından eğitim görmüştü Xen ve yüzyıllardır savaşıyordu. Amaçsızca duello yaptığı gençlik yılları ve bir amaç uğruna savaştığı uzun yılların görüntüleri zihninde birbirine karışmıştı. Şövalyelerin liderleri güvenli surlarının arkasına geçmek üzereydi. Bulutlu havanın hafif nemli ve güneş ışınlarından yoksun ferahlatıcı kokusu burnuna çalınırken, Xen havadaki titreşimleri şövalyelerin yanındaymışcasına duyabiliyordu. Onur, gurur, şan, şöhret ve orklara karşı zaferden bahsediyorlardı. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve sinirle gülümsedi. Kimse savaşın o kötü yüzünü görmek istemezdi. Savaşta düşenlere kutlamalar, şaşalı törenler, yakınlarına ise hediyeler sunulurdu. ‘Bir amaç uğruna cesurca öldü.’ denirdi hep. Oysa ki, Xen biliyordu. Hem de çok iyi biliyordu ki muharebe alanında bu anlatılanlar neredeyse hiç yaşanmazdı.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/whenthedustsettlesbykay.jpg)

Dümdüz uzanan Tenador Ovası’nın ortasında bulunan Seveal’ın sancağına tutundu ve bir dizinin üzerine çökerek çelik gibi sert bakan gözlerini usulca yumdu. Görüntüler hemen gözleri önünde akmaya başladı. Kalabalık ork güruhu, dört nala üzerlerine gelen parlak zırhlı şövalyeler ile karşılaşmak üzereydi. Dikkatle izledi Xen. Etrafında ne gurur, ne de onur görebiliyordu. Tek duyduğu ve keskin olarak tadabildiği şey olan ‘korku’ havayı doldurmuştu. Tüm benliğinde savaş alanındaki her bir orkun ve şövalyenin korkularını hissedebiliyordu. Büyük bir gürültü ile ilk sırayı oluşturan orkların devasa baltaları, şövalyelerin dört nala koşan atlı birliklerinin mızrakları ile buluştu. Bütün o ihtişamlı sözlerin unutulması için savaşın ilk saniyeleri bile yeterliydi. Hızla kafasını uzağa çevirdi Xen. Hayatında yeterince kan ve vahşet görmüştü. Kafasını çevirdiğinde gördüğü manzara karşısında gülümsedi tekrardan. Şanlı ve onurlu şövalyelerin bazıları savaş alanını terk etmeye başlamıştı bile. Hiçbir şeyden korkmayan vahşetle doğup kinle yaşayan orklar gibi. Kaçanların bazıları kendi askerleri tarafından katlediliyordu ve hain olarak damgalanıyordu. Kim bir metre önündeki arkadaşının parçalara ayrılıp her uzvundan kanlar fışkıran görüntüsünü görüp ümitsizliğe kapılmazdı ki? Körü körüne böyle bir savaşa devam etmek için deli olmak gerekirdi ve görünüşe göre yeterince deli bu alanda toplanmıştı.

Kimse savaşın bu yönünü anlatmazdı. Belki de bunları görüp anlatacak kadar uzun süre yaşayamadıkları içindir kim bilir. Ama Xen çok iyi anlıyordu. Kuru toprağın bir saat içinde ter ve bolca kan ile sulanmış yapışkan bir çamura dönüşmesini izledi. Güç ve hızla saldıran gurupların birbirlerine yorgunluk, susuzluk ve ümitsizlikle, kalan güçlerinin son bir damlası ile etkisiz vuruşlarını izledi. Bir süre sonra balçığa dönen çamurun üzerinde dayanıklılık savaşı verilecekti. Zırhların ağırlığı alınan darbeler ile on kat artmış ve savaşanların üzerlerinde inanılmaz bir baskı yaratmaya başlamıştı. Ölümü açıkça davet etmek için bile olsa yorgunluktan bitap düşmüş şövalyeler, zırhlarından birkaç parçayı üzerlerinden çıkarmaya başladı. Yere düşenlerin sayısı o kadar fazlaydı ki adım atacak yer bulmak çok zorlaşmıştı. Adım atacak yer bulunsa bile çamura gömülen ayaklarını geri çıkarmak ve yeni bir hamle yapmak işkence haline gelmişti.  Yerde yatanların neredeyse üçte biri yorgunluktan bayılmıştı. Güneş batarken ayakta kalabilen insan ve orklar birbirleri ile boğuşmaktan öteye gidemiyorlardı. Saçı başı kan, ter ve çamurla yıkanmış suratı artık görünmez olmuş bir şövalye parmaklarını bir Orkun gözüne batırdı. Acı çığlığı atan ork o anda sıktığı şövalyenin boğazını daha da hiddetle sıktı. İkisi birden birbirlerine kenetlenmiş şekilde, çamurla kaplı yer yer bordoya çalan ölü nehrine katıldılar.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/savasalan.jpg)

Kimse kızılımsı çamurdan, kesilen ve biçilen uzuvlardan, ölü yatarken gözleri kargalar tarafından çalınıp götürülen cesetlerden, baygın yatarken tek tek bıçaklanarak öldürülen cesur savaşçılardan, birbirine saldırırken suratlarında oluşan korku ve üzüntü ile ölümü bulan kahramanlardan bahsetmezdi. Çoğu savaşçının öleceğinin bilincine son anda varıp savaşırken ağladığını kimse bilmezdi. Bilenler de hayatları pahasına bu sırrı saklar ve ‘ Cesurca öldü.’ Demekle yetinirdi.

Xen daha fazla dayanamayıp gözlerini tekrar açtı. Kendine her gün yeniden dengeyi sağlamak adına yaptıklarına dayanma gücü veren, Seveal’ın mükafatına şükretti. Eğer bu yerde yatan az sayıda şövalye ve orku öldürmeseydi ne olacağını az önce görmüştü gözlerini kapatınca. Şimdi yaptığından ve kendinden daha da emin ayağa kalktı. Bu yeteneği olmasaydı bir gün bile yeni yaşamına dayanamazdı. Balçıkla kaplanmış kan gölünün içinde yatan yüzlerce cansız bedeni düşündü. Tekrar kendi kendine fısıldadı kimsenin duyamayacağı şekilde ‘Üzgünüm…’

O kadar uzun süre düşüncelere dalıp, kanla kaplı toprağın üzerinde hareketsiz durmuştu ki bir karga onu heykel zannedip üstüne konmaya kalktı. Asperi’den gelen sinirli bir kişneme ile son anda farklı yöne uçan karganın telaşlı kanat çırpışları Xen’i kendine getirdi.  

Bu alternatif geleceğe bakış onun yaşam enerjisini az da olsa götürmüştü. Duyuları yavaş yavaş eski haline dönerken atı tekrar kişnedi. Xen bu kişneme tonunu çok iyi biliyordu ve hızla sese tepki vererek yere yattı. Kafasının hemen üzerinden büyük bir vızıltı ile geçen çelik uçlu mükemmel yapılmış ok arkasındaki ağaca saplanırken, hızla kafasını kaldırıp elini kılıcına götürdü.

‘Üzülmene gerek yok Xen.’ dedi ilerideki çalılıktan bir ses.

Xen ayağa kalkarken kılıcını tekrar kınına soktu. Bu derece düşük bir fısıltıyı ancak bir kişi duymuş olabilirdi.

‘Bu savaşın arkasında senin olduğunu anlamalıydım Furian… Eski dostum’ dedi Xen ‘eski’ kelimesini vurgulayarak.

‘ve ben de planlarımı mahvedenin sen ve senin lanet olasıca Tanrıçan olduğunu anlamalıydım’ dedi Furian. Yüzündeki gülücük Xen’in kılcını kınına sokması ile birlikte yavaş yavaş silinirken, kendini gizleyen çalılığın içinden çıkıverdi.

‘Neden Furian? Orkların insanları öldürmesi ne işine yarayacaktı? Neden bir zamanlar en yakın dostum olan sen bu yola düştün? Ve neden artık kaosa hizmet ediyorsun?’ dedi Xen bu soruları defalarca Furian’a sormuştu ama hiç doğru düzgün bir cevap alamamıştı. En yakın dostu bildiği birlikte eğitim aldığı. Hatta Arenadaki o savaşta hayatını –ya da ruhunu- kurtaran can dostu şimdi tek rakibiydi.

Furian sadece ağzını açıkta bırakan başlığının altından fısıltı ile konuştu: ‘Göremeyen birine güneşi, nehirleri, dağları ve okyanusları anlatarak onun ufkunu aydınlatabilirsin, fakat görmemeyi seçmiş birine güneş bile karanlıktır Xen, eski dostum…Bu soruların ile her ne yapmaya çalışıyorsan boşuna uğraşıyorsun.’ Furian durakladı ve arkasını dönüp geldiği çalılıkta kaybolurken ekledi ‘Bir dahaki karşılaşmamızda attığım ok seni ıskalamayabilir. Aptallık edip savaş alanında bu kadar dalgın dolaşmaya devam etmezsin umarım.’ Ve gözden kayboldu Furian fısıltılı sesi daha anca Xen’in kulaklarına ulaşabilmişti.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Wanderer - 13 Ekim 2010, 16:20:02
İçimden okkalı bi küfür ettim Furian'ı görünce. Hisleri, düşünceleri filan çok farklıydı, kötü yola düşmesi pek beklenen biri değildi bence.

Yeni bölüm biraz(!) geç geldi abicim :P O yüzden daha uzun bir bölüm beklerdim açıkcası. Öykü, her zaman olduğu gibi harikaydı, son kısıma kadar. Son kısımda o Xen'in soruları olayı biraz Yeşilçam filmlerini andırdı bana.

Yine de güzel ilerliyor, daha hızlı ilerlemesi dileğiyle. =) Ellerine sağlık...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: KoyuBeyaz - 15 Ekim 2010, 14:36:48
Xen'in gençliğine o kadar dalmışız ki gerçek zamana dönüş bocalattı biraz. Gerçi bunda iki bölüm arasının uzun olmasının da payı var sanıyorum, gene de sonunda olacağı buydu hani. Demek ki neymiş? Geçmişini öyle sansasyönel yazmışsın ki doğrudan orada kalmış aklımız.  :P

Sade bir geçiş bölümü olarak yazmışsın sanırım, gayet zevk verdi okurken. Xen'in düşüncelerini takdir etmemek mümkün değil, bunlar aslında yazarın işlettiği düşünceler olunca insan ona da bir saygı duyuyor tabi. Furian olayında da bir 'haydaa' çektim sesli olarak. Sanırım büyük kahramanlar her zaman ihanete uğramak zorunda.  :P

Ayrıca; hikayenin devamının gelmesine sevindim!
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: mit - 28 Ekim 2010, 00:51:30
KoyuBeyaz'ın da dediği gibi zamanda birden ileri atlayınca insan hafiften bocalıyor. İki bölüm arasında çok fazla konu işlendi çünkü. Üstelik o bölümler o kadar iyiydi ki hepimize şimdiki zamanı unutturmuş.

Furian'a biçtiğin asıl rolü ne zaman gözler önüne sereceğini merak ediyordum bir de. O da bu bölüme kısmetmiş.

Geç yorum için özür...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Malkavian - 29 Ekim 2010, 15:41:17
@Antiseptik: Bölüm biraz geç geldi haklısın ama arada evlendim filan. Mecburi bir ara oldu yani :)

@Koyubeyaz: Haklısın biraz geçmişe fazla ağırlık verdik. Ama karakterlerin olacağı şeyler gözler önüne serilince geçmişlerini okumak daha keyifli olur diye düşündüm

@mit: Lafı mı olur mit. Senin de kendine göre telaşların var. Son zamanlarda ne kadar yoğunsun biliyorum. Bu kitap işi baya oyalıyor sanırım seni. Furian'ın neye dönüşeceğini başından beri bilen bir tek sen vardın zaten. İsim babası olarak. Geçmişi umarım hoşuna gider :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Black Helen - 29 Ekim 2010, 19:24:30
Kurgu iskelesinde neler varmış da ben kör halimle hiçbir şey görmeden geziniyormuşum. Hikayenizin tümünü yaklaşık iki saatlik duraksız bir süreç içinde okudum. Okudum ve neler kaçırdığıma yandım. Neyse bu şekilde hepsini birlikte, beklemeden okumak daha lezzetli oldu.
Öncelikle bu kadar geniş bir alana yayılmış kolları olan bir hikaye yazıp, bu kadar farklı zaman dilimleri kullanıp aradaki bağlantıyı en ufak bir kopukluk olmaksızın devam ettirebilmeniz etkiledi beni. Ayrıca karakterlerin geçmişleri, ruhsal özellikleri ve hikayeye katılmış destansı anlatım soluksuz okumama yardımcı olmadı diyemem.
Arasam da bir aksaklık, hata bulamadım (Yanlış anlamayın her işin içinde bir kusur arayan bir tip değilim ;D ) Normalde bu tarz, tamamen fantastik bir evrende geçen hikayeleri pek sevmem ancak sanırım artık bir istisna buldum. Özellikle savaş sahnelerindeki ayrıntılı ve akıcı anlatım bir film izliyormuşum gibi hissetmeme neden oldu.
Fazla uzatmayayım, ellerinize sağlık. Bu hikayeyi okuduktan sonra çıkardığım dersse bir daha kurgu iskelesinde gezerken daha dikkatli olmam gerektiğidir. Gelecek bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum. :)

Not= İsimler hikayeyle bu kadar uyuşunca oturaklı olunca işin içinde mit'in de parmağı olduğunu anlamalıydım :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Malkavian - 01 Kasım 2010, 21:58:48
Hikayeyi hali hazırda takip etmeyip de baştan sona okuyanların azmine hayran kalıyorum gerçekten. Baştan okumak için baya uzun oldu. Hikayeye de başlayalı bir hayli zaman oldu. Yine de aralıklarla yazdığım bu hikayede kopukluk bulamamış olman beni çok sevindirdi gerçekten.

Karakterlere ise mit'in de dediği gibi bu hikayede çok özeniyorum. Empatiyi tam anlamıyla kurabiliyorum bu karakterlerle. seviyorum çünkü hepsini teker teker :) mit in de parmağı var tabiki. Ara sıra editörlüğümü ve bazı karakterlerin isim babası olması beni sevindiriyor gerçekten. Payı çok büyük.
Özellikle savaş sahnelerindeki ayrıntılı ve akıcı anlatım bir film izliyormuşum gibi hissetmeme neden oldu.

Beni en çok sevindiren yorum bu oldu gerçekten. Kafamda kurguladığım gibi anlatıp anlatamadığımı hep merak etmişimdir bu sahneleri.

Kurgu İskelesi'nde ayrıca benim tavsiye edebileceğim Fırtınakıran'ın Sakat Rahibe'si ve Nihbrin'in Tengu'su var, mit'in hikayelerini zaten okuyorsundur. Onlar da benim takip ettiğim hikayeler :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Wanderer - 19 Aralık 2010, 00:04:39
Bu öykü unutulmadı umarım?
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm VIII
Gönderen: Malkavian - 20 Aralık 2010, 12:08:52
Unutulmadı merak etme. Sadece bu kadar bölüm sonra sıkı sıkıya tuttuğum hikayenin iplerini bırakmak istemiyorum. Her bölümde bu daha da güçleşiyor. Kurguda mantık hatası olmaması için her bölümü yazmadan, önceki bölümleri okuyorum. Bu da yazım işlemini yavaşlatıyor.

Ama bir problem çıkmazsa bu seriyi takip edenlere kendimi affettireceğim yakında.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm IX
Gönderen: Malkavian - 20 Aralık 2010, 22:32:39
DENGE
Bölüm IX
Yalanlar

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/xeniskelet.jpg)

Furian’ın fısıltılı sesi daha kulaklarına ulaşır ulaşmaz Xen’in ayakları aceleyle hareket etti ve Furian’ın az önce kaybolduğu çalılıktan geçerek ileri doğru atıldı. ‘Bu sefer değil.’ diyordu kendi kendine.

Hızla koştu. Eski dostu gözünün önünden ayrıldığından beri ancak saniyeler geçmişti, fakat yine de onu bulmak kolay değildi. Aceleci tavırlarla havadaki izleri inceledi. Yerdeki izleri incelemek anlamsızdı. Furian neredeyse hiç iz bırakmadan yürürdü. Boğuk havadaki ufak titreşimleri takip etti ve dakikalar süren bir takipten sonra ileride aradığı adamın siluetini gördü. ‘Bu sefer cevaplarımı alacağım!’ Dedi Xen inatla.

Furian’ın kulaklarına kadar açılan ağzının kıvrımları görülmeye değerdi. Her zaman tartışmadan kaçınan Xen olurdu ama bu sefer işler değişmişti.

Furian gülümsemesini bastırmayı başaramadı ve ‘Bakalım ne kadar paslanmışsın eski dostum!’ diyebildi. Daimi gülümsemesinin arasından sıktığı dişleri belli oluyordu. Kırmızı güç kıvılcımları saçan ellerini toprağa doğru çevirdi ve eliyle havayı yakalayıp yukarıya kaldırmaya çalışıyormuş gibi bir hareket yaptı.
 
Toprak sarsıldı ve çatlamaya başladı. Bir anda Xen’in etrafı çatlaklardan yavaşça çıkan iskeletlerle doldu.  Toprak dolmuş eklemlerini gıcırdatarak, silahlarını ellerine alan yaratıklar hiç vakit kaybetmeden bir bir Xen’e saldırmaya başladılar.

Tehlikeyi hemen hissedip yanına gelen atının üzerine rahatça atladı. İskeletlerin oluşturduğu ufak güruhun arasında kalan gümüş şövalye kılıcına daha davranmamıştı. Zırhlı omuzlarını hafifçe geriye doğru yuvarlak yaparak açma hareketi yaptı. Kafasını sağa ve sola hızla salladı ve boynunu kütletti. Son olarak iki ellini birbirine geçirerek İskeletlerin hareket etmesi ile oluşan gıcırtılara eşlik etti.

Ölülerin gözleri yoktu ama olsa bile bir şey fark etmezdi. Şövalyenin hareketlerini yakalamanın imkanı yoktu. Xen kılıcını ilk düşmanı ona varmadan saniyeler önce çekmişti. Kılıcın kından çekilme sesi düz ovada yeni yeni yankılanırken önüne ilk gelen üç iskelet kemik yığınları şeklinde yerde yatıyorlardı.

Xen vakit kaybetmeden atını hızlandırdı ve kılıcını iki tarafından sallayarak müthiş bir ölüm dansına başladı. Etrafında onu öldürmek için can atan iskeletler yokmuş gibi Furian’a doğru ilerledi.

‘Paslanmamışsın…’ diye fısıldadı Furian gülümsemesi bir an olsun yüzünden silinmeden. Uzun zamandır kendini zorlayacak bir rakiple dövüşmemişti.

Xen arkasında yirmiye yakın iskelete aldırmadan önündeki adama doğru ilerledi. Furian ile arasında duran iki iskelete doğru atını sürdü. Beyaz atın üzerinden sanki üzerinde zırhlar yokmuş gibi çevik bir hareketle takla atarak yere indi. Rakiplerine bir adım kala aniden durdu. Ayaklarının yerde kayması ile çıkan tozun arasında, iki eliyle tuttuğu kılıcı, etrafında çemberler çizerek döndürmeye başladı. Devinimi giderek hızlanırken oluşan ufak kum fırtınasının arasından ölüm saçan kılıcı bir görünüp bir kayboldu. Son iskeletler de bilinçsiz varlıkları ile bu ölüm saçan döngüye yaklaştılar ve birer birer yere yığıldılar. Etrafına saçılmış kemik yığınlarının üzerinden tam bir takla atarak sıçradı ve Furian’a doğru kılıcını saplamaya çalıştı. Havadayken iki eliyle tuttuğu kılıç yere sertçe saplandı. Furian çoktan geriye doğru bir adım atmıştı bile.

Furian bu diyarlara akıttığı kanlar ile nam salmış kılıcını hızla çekti. Xen de yere saplanan kılıcının ejderha motifleri arasındaki gizli düğmeye dokundu. Çıkan ufak mavi akımlar kollarına titreşimler gönderirken yerden iki kılıcı çekti.

‘Siz çocuklar daha sık dövüşmelisiniz. Yirmi beş yıldır sıkıntıdan patladım resmen.’ dedi Dui daha kıvılcımlar çıkarken.

‘Sanırım onu çok iyi yetiştirdik Dui. Artık bize ihtiyaç duymuyor bile baksana.’ Sui’nin telepatik sesi kulaklarında yankılandı.

‘Sessizlik!’ Xen’in sesi otoriter ve etkileyiciydi. İki kılıçta hemen seslerini kestiler.

Az önce ayaklarını sürüyerek ovadan ayrılan ork ve şövalye birlikleri ilk kılıç çınlamasıyla birlikte sesin geldiği yere doğru yönelmeye başladılar. Sarı toprak tekrar havalandı. Aceleci adımlarla dövüşen iki siluetin olduğu yöne doğru akın akın koşmaya başladılar. Tek bir farkla; İki tarafın da aklında savaşma düşüncesi yoktu.

Psaela ve Seveal’ın şampiyonlarını dövüşürken görmek her ölümlüye nasip olmazdı. Şimdi ise ork ve şövalyelerin oluşturduğu topluluk az önce savaşmayacaklarmış gibi yan yana bu mücadeleyi izliyorlardı. Daha doğrusu izlemeye çalışıyorlardı. Yapılan her on hamlenin ancak ikisini yakalayabiliyorlardı. Geniş ovadaki herkes gözlerini kısmış, suratlarında anlamaya çalışan bir ifade ile izliyordu.

Furian hızla etrafında döndü. Alçaktan ve yukarıdan hızla saldırdı. O kadar karmaşık saldırılar yapıyordu ki karşısındaki Xen’den başkası olsa çoktan birkaç darbe almış olurdu.  Furian akıllıca davranarak nefesini toparlayabildiği her anda farklı sayılar söylüyordu. İzleyicilerden hiçbiri buna anlam veremiyordu fakat Xen bunu neden yaptığını çok iyi biliyor ve rakibine bir kez daha saygı duyuyordu. Gümüş şövalyeyi bütün hamleleri saydığını ve sabırla açık beklediğini bilecek kadar iyi tanıyordu.

Furian’ın yerden gelen tekmesinin üzerinden atladı ve anında kafasını eğdi. Az önce orda olmayan bir kılıç başının üzerinden geçerken yere basan ayaklarını serbest bıraktı ve bir takla atarak yana doğru bir hamle yaptı. Furian sol ayağını kılıcın önünden son anda çekti ve çektiği hızla geri indirip kılıcı toprak ile ayağının arasına sıkıştırdı.

‘Dui elektirik!’ dedi Xen sıktığı dişlerinin arasından sağ elindeki kılıç bir anda rakibini çarpıp birinci kalite botları üzerinde delikler açarken.

Furian ayağını irkilerek kılıcın üzerinden çekti ve elinde tuttuğu kılıç ile hızla hamleler yaparak avantajını kaybetmemek adına mücadele etti. Fakat artık çok geçti. O bir saniyeden de az olan tereddüdü sırasında Xen istediği ve beklediği açığı bulmuştu.  Sağ elinde tuttuğu Sui ile yaptığı hamle gevşekçe Furian tarafından karşılanır karşılanmaz kılıcını diğer kılıcın etrafından dolandırdı ve gümüş zırlı eliyle Furian’ın suratına okkalı bir yumruk attı.

Furian darbenin etkisi ile üç adım geriledi ve sarsılmış bir şekilde zorla ayakta kalabildi.

‘A-Oo Sağ ayağını geriye attı.’ Dedi Dui sesi endişeli geliyordu.

‘ve belinin üst kısmını da iyice arkaya gerdirdi.’ Diye fikrini belirtti Sui.

‘Evet kılıç fırtınasına hazırlanıyor.’ Dedi Xen dövüşe muazzam bir şekilde odaklanmıştı ve sesinde hiçbir duygudan eser yoktu. Sağ elindeki kılıcı sıkıca tuttu. ‘Dui kalkan!’ diye emir verdi.

‘Her seferinde ben kalkan oluyorum. Artık sıkıldım. Neden Sui hiç kalkan olmuyor ki?’ diye mızmızlandı Dui

Furian sendeleyen sahte görünümünü aniden bıraktı ve birden etrafında dönmeye başladı. Ovada kendilerini izleyenlerin hayret dolu nidaları ile karışan ‘Kılıç Fırtınasından sağ çıkan olmadı.’ Sözleri bir ilahi gibi etraflarında dolaşırken tek bir ses duyuldu.

‘Dui kalkan!’
‘Dui kalkan!’ Xen ve Sui inin sesi aynı anda bağırmıştı.

Furian’ın oluşturduğu kılıç fırtınası inanılmaz bir hız ile Xen’e çarptı.

Gümüş şövalye arkadaşının bu hamlesini çok iyi biliyordu. Dikkatle ayaklarını gözlemlemişti. Furian’ın sağ ayağını destek alıp sol ayağı ile dönmeye başladığını görmüştü. Kılıç fırtınasının tek bir açığı vardı. O da bir kez başladı mı kontrolün tamamen elinizden çıkmasıydı ve böylece saldırılar tek bir taraftan geliyordu.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/xenkalkan.jpg)

Son anda kalkana dönüşen Dui’yi sağ tarafına sertçe sapladı ve hemen mükemmel bir denge kurarak tek dizinin üzerine yere eğildi. Sol elindeki Sui’yi de yere saplayarak kılıçtan güç aldı ve boyun eğmez bir kaya kadar sert üzerine gelen fırtınayı karşıladı.

‘Bir dahakine ne durumda olduğumuz umrumda bile değil. İsterse kocaman bir ejder tüm nefretini üzerimize kussun. Ben kalkan olmuyo… Ahh… Hey bu acıttı! Hay bin çölde kaybolasıca…’ Dui’nin sesi çok kısa aralıklarla çınlayan kılıç sesinin arasında boğuldu kaldı.

Xen sabırla kılıç fırtınasının dinmesini bekledi. Furian bütün hırsıyla yaptığı çılgınca saldırıya devam ederken dişlerini sıktı ve dayanmaya çalıştı. Fırtına dakikalar sonra bittiğinde kulağındaki çınlamaya aldırmadan ayağını ileriye doğru uzattı. Kontrolü tamamen elinden kaybetmiş olan Furian uzatılan ayağa sertçe çarptı ve yere kapaklandı. İskeletlerle yaptığı anlamsız gösteri sonrasında böyle büyük bir saldırıya girişmişti umutsuzca ve bu onun gücünü büyük bir ölçüde tüketmişti. Oysa Xen kılıcını sallamak ve savunmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Xen hemen Furian üzerinde baskı kurdu ve açıkları bulduğu bütün anlarda rakibine ufak kesikler atmaya başladı. Sonunda bitap düşmüş Furian yere kapaklandığında artık savaşmak için kolunu bile kaldıramayacak durumdaydı.

Xen son tekmeyi de atıp Furian’ı yere serer sermez yanında bitti ve ayağı ile onu yerde tuttu. Kılıcı ile Furian ın kılıcını elinden ittirdi ve dirseği ile boğazına abandı.

‘Sadece bir kere soracağım eski dostum.’ Artık Xen de yorulmuştu ve nefes nefese kalmıştı. ‘Neden Psaela’ya hizmet ediyorsun?’

Furian kana bulanmış dişlerini göstererek gülümsedi. Ağzındaki kanı tükürdü ve derin bir nefes aldı.

‘Seni kurtarmak için aptal!’

‘Beni kurtarmak mı? Ne saçmalıyorsun sen kafana çok mu hızlı vurdum acaba…’

‘Arenada drow ile dövüşünü hatırlıyor musun? Sen öldün Xen ve ben...’

‘Ne arenası? Neler saçmalıyorsun sen?’

Furian kahkahalara boğuldu. ‘Bana inanmıyorsan Seveal’a sor. Seni kurtarmak için kendi ruhumu Psaela’ya feda etmemi öneren oydu dostum.

‘Sana inanmıyorum!’

Xen sinirden köpürmüştü. Eskiden arkadaşı olan bu adamın yalanları artık canına tak etmişti. Sui yi havaya kaldırdı ve hızla rakibinin boğazına doğru indirdi.

Furian’ın az önce kanlar saçan ağzından dökülen ‘dostum’ kelimesini duymamıştı bile…
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm IX
Gönderen: Wanderer - 20 Aralık 2010, 23:17:20
Ben inandım la Furian'a. Yapma böyle be... Hüzün müzün verme abi sinirimiz bozuluyor vallahi, Sturm öldüğünde hissettiğim gibi hissettim. Gerçi Kitiara'nın karşı tarafta olmasını da senin Furian'ın söylediği gibi bir şeye yormuştum başta ama... Neyse spoiler olmasın orta yerde şimdi.

Bölüm güzel, umarım daha seri bölümlerle bu içimizdeki boşluğu bu gediği kapatırsın. :) Yazıma, imlaya carta curta hiç bir şey demiyorum zaten onların harika olduğu ortada. :) Daha önce yaptığın bazı anlatım hataları oluyordu abi artık onların olmaması harika. Ellerine sağlık :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm IX
Gönderen: mit - 28 Aralık 2010, 13:56:14
Bu aralar çok yoğun olduğumdan hikayeyi okumaya bir türlü fırsat bulamamıştım. Tam başladığım sırada ya bir iş çıkıyor ya da biri gelip bir şeyler isteyerek okuma zevkimi katlediyordu. Neyse ki bugün yemek arasında bir taraftan tıkınırken bir taraftan da yeni bölümü okumaya fırsat bulabildim. Ama ne bölüm!? Kendimi öyle bir kaptırmışım ki yemeğimi bitirdiğimin farkına bile varamadım. Son hatırladığım şey boş tabağa çatalımı saplamaya çalıştığım :)

Furian ile Xen arasındaki destansı dövüşe bayıldım. Dövüşten daha fazla beğendiğim bir şey varsa o da hareketleri kağıda döküşündeki becerin. Gözümün önünde canlandıramadığım sahne yok neredeyse. Sadece en sonda Xen, Furian'ın üzerine basıp sonra da dirseği ile rakibinin boğazına bastırdığı yerde ufak bir takılma yaşadım o kadar.

Dui ve Sui'nin konuşmaları, kalkan olup olmama tartışmaları vb diyaloglar çok hoştu ve araya başarı ile serpiştirilmişler. Kılıç fırtınasını da daha başarılı bir şekilde aktarmışsın bu kez. ‘Kılıç Fırtınasından sağ çıkan olmadı.’  sözü de çok hoşuma gitti ayrıca :)

Tek eleştirim hikayenin sonuna olacak sanırım. Ben olsam Furian'ın o açıklamayı orada yapmasına izin vermez, hikayeyi "Ne arenası?" sorusunun sorulduğu yerde keserdim. Bir sonraki bölümde ise o olayı birinci elden aktarırdım okuyucuya. Ama bu, senin tarzının kötü ya da yanlış olduğu anlamına da gelmiyor.

Son darbeye gelecek olursak... İyi ki Dui ve Sui bilinçli varlıklar :)

Görüşmek üzere...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm IX
Gönderen: Malkavian - 04 Ocak 2011, 17:27:52
@Antiseptik: Teşekkür ederim takip edip yorumlarını esirgemediğin için. Olayın aslını da yakında işlemeyi düşünüyorum. Bu yüzden sorularına cevap bulabilirsin.

@mit: Bu duello kafamda uzun süredir evirip çevirdiğim bir olaydı bu yüzden detaylı anlatıp birşeyleri kaçırmamaya çalıştım. Son kısımdaki karışıklık Xen'in eğildiğini söylemediğimden kaynaklanıyor sanırım. Önce ayağı ile bastırıp sonra eğilip boğazına çöküyor. Eh gözden kaçmış galiba. Sonuna gelecek olursak. Aslında sonuna 2 paragraf daha yazmıştım bu daha da kırpılmış hali gelecek bölümle alakalı olarak orada bıraktım ama haklısın bağlantıyı dediğin yerden yapsam daha çarpıcı olurmuş. Sonradan hayıflanmadım değil :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm IX
Gönderen: - 28 Ocak 2011, 15:44:23
Xen İlginç bir karakter. Fazlasıyla gizemli. Dengenin neden bozulmaması gerektiğini anlamadım savaşlar olmamalı mı yani o dünyada?
Lord Keril fazla kibirli gibi sevmedim bu karakteri Orkları fazla küçümsüyor gibi.
Bir an sadece 5 orkun öleceğini sanmıştım. Son ölen kişiye acıdım  :-\ yazık oldu ona diye düşünüyorum :( Birde Xen haklı bu denge işi gerçekten de zormuş :P

Melanot ve Hava Irkına hayran kaldım. Gerçekten yaratıcı :)
Spoiler: Göster
Xen ? Melanot ? şu an büyük bir şaşkınlık içerisindeyim. Hiç beklemediğim bir olaydı bu. Ama satranç ve savaşı özdeşleştirmen gerçekten güzel olmuş :)
Kılıç konuşabilseydi keşke ya ama olsun en azından titriyor :P


Şimdilik sadece bu kadar okuyabildim daha sonra devamını okurum :) yorum yapmaya çalıştım elimden geldiği kadar. Çok güzel bir hikaye.

Başlık: Ynt: Denge // Bölüm IX
Gönderen: Fırtınakıran - 30 Ocak 2011, 17:33:19
Uzun zamandır okumayınca tüm bölümleri en baştan okudum. Yoo, hayır abartmıyorum. En baştan itibaren tüm bölümleri yeniden okudum :).

Xen ilk karşımıza çıktığında mükemmel şövalye(!) havası ile çıkagelmişti. Kusursuz diz çöküş, dimdik bir sırt, geniş omuzlar ve her hareketinde kusursuzluğun sembolü olan tavırlar... Fakat daha sonraları geçmişini öğrenmemizle bu durum epey bir değişiyor. Benim ilk eleştirim, keşke o giriş bölümünde o kadar da mükemmel olmasaydı demek olacaktır. Diğer bir eleştirim ise, Dui ve Sui'nin malum gerçek kimliklerine göre biraz fazla şeker oldukları yönündedir :). İkisi de okuması çok zevkli karakterler, fakat madem geçmişte onlar
Spoiler: Göster
Ejderha krallardan biriydiler

o zaman bu olayın getirdiği bir ağırlık ve bilgelik de bekliyordum ben. Dediğim gibi, bu tatlı tavıralrı çok hoş, ama gerçek kimliklerini daha çok yansıtmalarını diliyorum. Yani daha ağır ve daha otoriter ve hatta bilge tavırlar.

Furion olayına ise "abov!" dedim öncelikle. Hem de Pseal'ın emrinde karşımıza gelmesi beni bir hayli şaşırttı. Son bölümde Xen'e de çok kızdım. Senin için diyordu niye adamı öldürdün? Bir dur, dinle. Zaten "neden?" demek için gitmişsin, madem amacın konuşmak niye küt diye kestin o.O?
Ah, şeçilmişler! Onları anlamak gerçekten güç :).

Şunu rahatlıkla söylüyorum ki, DENGE son zamanlarda okuduğum en özgün hikaye! Bir kere iyi veya kötü olmaksızın, tarafsızlık için savaşan bir ana kahraman fikri çok güzel. Ayrıca, Hava Irkı gibi hikayenin kendisine has özellikler de leziz!

Bir de sorum olacak, Hava Irkı insanları havada durabiliyordu sanki? Xen de şöyle bir yerden yükselse hoş olmaz mı?

DENGE'yi bir kitap olarak okumak istiyorum. Elime alıp okuyacağım bir eser tadında ve ben onu kitap raflarında görmek istiyorum. Çünkü o derece özgün ve o derece okuyucuyu oturduğu koltuktan çekip alan bir etkisi var. Umarım biz bir kitap olarak görürüz bu hikayeyi :).
Çok yaratıcı ve özgün bir dünya. Her bölümde ayrı bir hayran kaldım.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Malkavian - 21 Mart 2011, 15:43:50
DENGE
Bölüm X
Ölüm
(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/AltinKale.jpg)

Yüzyıllar gelip geçer. Mevsimler birbiri ardına dünyayı kendi istedikleri renge boyamak için çekişip dururlar. Yerküreyi sıkı sıkıya sarmalayan pamuk gibi bulutlar, kötücül kuzenleri olan koyu gri bulutlarla saklambaç oynarken, sıcacık gülümsemesi ile kemiklerini ısıtan güneşi bir görüp bir kaybeder yaşadığımız topraklar. Gördüğü zaman özlem ve sevinçle içi sıcacık olurken, göremediği zamanlarda hüzünlenip çoğu zaman saatlerce gözyaşlarına boğulur dünyamız.

Zaman denilen meret ne kadar da hızlı geçiyor. Daha dün enerji dolu güneşi içlerine kadar çeken koyu yeşil yapraklar, yaşlanıp kurumuşlar ve kendilerini son duraklarına taşıyacak asi rüzgara kapılıp gitmişler bile. Bereketli toprağın şefkatli kucağında dünyaya gözünü açan, gökkuşağının bütün renklerini içinde barındıran çiçeklerin neşeyle söylediği o şarkılar nerde?   Meltemlerin sevgi dolu okşamaları ile bir sağa bir sola sallanan yemyeşil örtüye ne oldu?

Şimdilerde kuralıktan çatlamış, verimsiz, uçsuz bucaksız sarı kumların ortasında kalıverdim. Her yerde söylenen tek bir şarkı var artık, her yerde bilinen tek bir kelime; ‘Ölüm!’

Derinden, hastalıklı bir öksürük sesi duyuldu. Yaşlı ağacın koca cüssesinin her yanını, yapraklarının yeşil ve sarı renklere bulandığı kısmına kadar sert çizgileri olan kabuklar kaplamıştı. Xen gümüş zırhlarla kaplı elini ağacın gövdesinden çekmemek için kendini zor tuttu. Kadim ağacın konuştuğu unutulmuş dili işitiyor ve her kelimesinde iliklerine kadar hissettiği derin titreme ile sarsılıyordu. Dünyayı bu kadar değişik algılayan devasa ağacın bilgeliği altında ezilip kalıyordu her işittiği açıklama ile.

---0---

Furian ile arasında geçen son duellodan sonra hızla atına atlayıp Tanrıçası Seveal’ın huzuruna çıkmıştı. En ufak duygu kırıntısı olmayan yüzünde her zamankinin aksine endişeli bir merak vardı. Seveal, Xen daha kapının önüne gelmeden ‘İçeri gel şövalyem.’ diye onu davet etti. İçeri girip muazzam bir denge ile yere çökerken bir eliyle de miğferini çıkartıp yere koydu. Düsturu gereği tanrıçasının konuşmasını sabırla bekliyordu. Dışarıdan bakan biri heykelimsi duruşunun altında patlayan yanardağı ve alev saçan gözlerini göremezdi. Tabi bu Seveal değilse.

‘Ne düşündüğünü biliyorum Xen. Yine cevabını alamayacağın soruların peşindesin.’ Tanrıçanın sesi net ve sevecendi. Xen’in bu dünyada hoşuna giden bütün her şeyin tınısını içinde barındırıyordu neredeyse.

‘Bunun cevabını bilmeliyim…’ dedi şövalye içindeki yanardağı bastırıp hüzünle söylemişti sözlerini.

‘Bizleri anlamak çok zordur bunu sen de biliyorsun. İnsanlara iyiliklerin en iyisini bahşederiz ve onlar bize küfür ederler. Bazen de onların kötülüklerine olduğunu bildiğimiz şeyleri yapınca minnetlerini kazanırız.’ Sesi o kadar ikna ediciydi ki Xen neredeyse hipnotize edici etkiye kapılmak üzereydi.

‘Cevabını öğrenmeliyim.’ Dedi tekrar bütün benliği ile sesin akıcı ve derinden işleyen tınısına karşı koyarak.

Seveal şampiyonunu iyi tanıyordu. Bu sefer gerçekten de bilmek istiyordu. ‘Önce bizim ölümlüler gibi düşünmediğimizi kendi gözlerinle görmelisin. Bir hesabın üzerinden yüzlerce yıl geçse de unutmadığımızı, sonsuz yaşamlarımızda bizi anlayan tek varlıkların yine kendimiz olduğu bilinciyle yaptığımız hareketleri anlamalısın.’ Hüzün, öfke, yaptırım ve daha birçok duygu dolu ses Xen’in içine işliyordu.

---0---

Ve işte buradaydı. Nedenini bilmese de tanrıları anlamak için uçsuz bucaksız, kurak ovada tek başına heybetle duran kadim ağacın yanındaydı ve onu dinliyordu.

Ne diyordum? Hah ölüm… Bu lafımı unutma ufaklık;  Ölüm sabırlı bir düşmandır…
Hem de aralarında en sabırlısı.

Yüzyıllar önce bu ova yaşam dolu bir yerdi. Az ileride akan coşkulu nehrin kenarına kurulu sıra sıra taş binaların oluşturduğu güçlü bir şehir vardı. Şehri tam ortasından bıçak gibi yarıp ikiye ayıran coşkulu nehir dışında görkemli surları aşabilen olmamıştı. Çok önceleri kötücül barbar kabilelerden ve yarı orklardan aldıkları bu ovayı ihtişamlı bir yapıya çeviren cömert ve iyi insanlar, huzur içinde yaşadıkları bu toprakları ellerinden kaçırmamak için var güçleri ile çalışıyorlardı.

Seveal’a olan bağlılıklarını göstermek için inşa ettikleri büyük tapınak ve surların dört bir yanını süsleyen tanrıçanın amblemleri göz kamaştırıcı güzellikteydi.

Şehir kurulduktan tam iki yüz elli yıl sonra, Seveal kendine bir şampiyon aramak için tüm kıtayı gezmiş ve artık umutsuzluğa kapılmaya başlamıştı. Kendine layık birini aramış ve bulamamıştı. Ona tapınanların görkemli şehrinde bile bağlılık ve yetenek açısından yeterli birileri çıkmamıştı. Standartlarını gözden geçirmeden önce Büyük Okyanusu aşıp Güney’deki farklı tanrıların yönettiği kıtaya gitmeye karar verdi. Ayrılırken bütün şehri güçlü koruma büyüleri ile donattı ve on beş yıl sürecek olan yolculuğuna başladı. Şehre davet edilmeden kimsenin giremeyeceğine neredeyse emindi.

Seveal’ın gidişinin üzerinden bir yıl geçmeden surların önünde bir adam belirdi. Genç yüzü bakımlı ve pürüzsüzdü, çelimsiz bir vücudu vardı, fakat öyle bir duruşu vardı ki dağları bile dize getirirdi. Kapıya yanaştı ve sabırla bekledi. Çok geçmeden bir muhafız neden burada olduğunu sordu, uzun surların tepesindeki gözetleme kulesinden. muhafıza dönüp ‘Ben bir şifacıyım. Tanrıçanız Seveal sizleri yalnız bırakmamam için beni yolladı. Hastalarınıza bakacağım ve yaralarınızı iyileştireceğim. Sizlere en az onun kadar iyi bakacağıma yemin ettim.’

Bu sözleri duyan muhafız yumuşadı. Fakat yine de, her muhafızda olması gerektiği gibi içinde ufak bir şüphe vardı. Aşağı inip adamı yakından incelemek istedi, fakat yerde duran bir halat yığınına takıldı. Parlak zırhları bir tangırtı ile yere çarptığında bütün muhafızlar surlara toplandı. Oluk oluk kan akan vücudunun kırık uzuvlarının imkansız açılarla çarpıtılmış görüntüsüne kimse kısa bir süreden fazla bakamıyordu. Genç adam dışında. O elini kaldırıp asasına tutunmuş, çoktan bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı. Muhafızın yattığı kan çukuruna dönen topraktan bir parça aldı ve adamın göğsüne iyice bastırdı. Kimsenin anlamadığı kadim dilde söylediği büyülü sözlerin tonu giderek yükseldi ve bir şimşek çakması ile son buldu. Derin bir nefes alan muhafız dehşetle gözlerini açtı. Ellerini her yerinde gezdirdi ve daha da şaşırdı. Bir çizik bile kalmamıştı vücudunda.

Hemen genç adamı içeriye aldılar ve ona kalacak bir yer inşa ettiler. Genç adam hiç ismini söylemedi. Sadece işini yapıyordu ve bu konuda çok iyiydi. Bir veba salgını başladığında tüm şehrin çocukları ölümle burun buruna geldiğinde hepsini bir alana topladı ve onları iyileştirdi. Tek tuhaf yanı her iyileştirdiği hastasına ‘Seni ölümden kim kurtardı?’ diye sormaktı ve hastaları ‘Sen’ demediği sürece de onların yakasını bırakmıyordu.

Genç adam şehirde on dört yıl kaldı. Seveal Güney Kıtasından dönmeden hemen önce şehirdeki herkesin sevgisini kazanmıştı. Bir sabah erkenden ardında bir not bile bırakmadan şehri terk ettiğinde, gidişi büyük bir hüzün yarattı. Şehirdekiler, ismini bile bilmedikleri bu adam için şarkılar yazdılar.

Seveal’ın bir savaşçı ile döndüğü, yanında çok güçlü ve tehlikeli bir kılıç getirdiği dilden dile söyleniyordu. Şehirdekiler sevinci ve hüznü bir arada yaşıyorlardı. Tanrıçaları adına seviniyorlardı fakat gelecek yıllarda onun yüzünü göremeyeceklerini de biliyorlardı. Tanrıçalarının bütün işi artık şampiyonunu eğitmek olacaktı.

Aradan yirmi yıl geçti. Veba salgınından kurtulan tüm çocuklar, artık birer şövalyeydi ve Seveal’ın armasını zırhlarının omuz kısmında gururla taşıyorlardı.  Birliklerini gösteren rengarenk bayraklar havada dalgalanırken, komutanları arkasını dönüp her birinin yüzüne gururla baktı.

‘İleri!!!’

Seveal’ın altın şehrine saldırmaya cesaret eden düşmanları ile neredeyse eşit sayıdaydılar. Rakipleri de onlar gibi atlara binmiş karşılaşacakları noktaya doğru hızla at sürüyorlardı. Genç şövalyeler dört nala giden atlarının üzerinden birbirlerine gülümsediler. Eğitimleri sert ve zorlu geçmişti. On yıldır bu an için eğitiliyorlardı ve rakipleri sayıca eşit olsa bile yetenek olarak onların yanına bile yaklaşamazdı. Hemen dördüncü formasyona geçtiler. Bir ok başı gibi dizilip rakiplerini ortadan yaracaklar sonrasında iki yana ayrılıp onları bir ölüm çemberine hapsedeceklerdi.

Seveal şampiyonu Xenathion’u eğitirken içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Büyülü şehri saldırı altındaydı. Hemen şampiyonunun yanından ayrıldı ve kendisini savaş alanına nakletti. İnsanüstü gözleri saniyeler içinde aradığı figürü buldu ve hızla kendini Kötülük Tanrıçası Psaela’nın yanına ışınladı.

(http://i1114.photobucket.com/albums/k533/Malkavian999/Psaela.jpg)

‘Sana neden şehrime saldırdığını sormayacağım. Zira öcünü almak niyetindesin. Fakat şunu bil ki şövalyelerim senin eğitimsiz askerlerini fazla vakit kaybetmeden yenecektir. Neden gücünü azaltacak bu hamleyi yapıyorsun?’ Seveal’ın sesi saf bir merak duygusu barındırıyordu.

Psaela derinden gelen kötücül bir kahkaha attı. Kahkahası ile durdukları yükselti sallandı ve gök yüzü ona eşlik edercesine kara bulutlarla kaplandı. ‘Öcümü alacağım Seveal ve sen de beni izlemekten başka hiçbir şey yapamayacaksın!’ sözleri biter bitmez kendini savaş alanının ortasına taşıdı Psaela ve büyülü sözler söyleyerek büyünün tüm bedenini sarmasını bekledi. Topraktan kara dumanlar çıkıp tüm bedenini kapladı.

Dağılan kara dumanların arasında başka bir figür belirdi. Sıska, genç bir adamdı. Yüzü pürüzsüz ve düzgündü. Büyü ile güçlendirilmiş sesi ile Seveal’ın tüm şövalyelerine seslendi.

‘Şövalyeler sizi ölümden kim kurtardı?’ ses ovada yankılanırken iki tarafın da koşan atları yavaşladı ve durdu.

Şövalyeler hep bir ağızdan hipnotize olmuşcasına ‘Sen kurtardın!’ dediler. Gür sesleri havada bir savaş marşı gibi yankılanırken, kimsenin ismini bilmediği genç adam eli ile havayı keser gibi bir hareket yaptı.

Birbirine az önce gülümseyen şövalyeler yüzlerinde büyük hayal kırıklığı ile bir bir yere düştüler. Binlerce şövalye atlarının üzerinden tangırtılar saçarak yere yığılırken, savaş alanını toz bulutları kapladı. Hepsinin vücudunda veba yarası gibi büyük kara izler vardı. Şövalyelerin komutanı karnında yeni oluşan kalın kan izine baktı. Bacağı sanki az önce kırılmış gibi çarpık bir açıyla atından sallanıyordu. Miğferini çıkartmak istedi fakat ellerini kullanamıyordu. Her yeri kırılmış gibiydi. Yirmi yıl önce kapıdan içeriye büyük bir minnetle aldığı kendini iyileştiren sıska adama baktı ve bir lanet okudu. Ardından sessizce yere kapaklandı bir zamanların şanlı muhafızı.

Böylece yitti Seveal’ın şövalyeleri. Böylece yağmalandı altın şehir.

Ölüm sabırlı bir düşmandır evlat. Hem de içlerinde en sabırlısı.

İşte bu yüzden Seveal’a hizmet eden ve edecek olan tüm Şampiyonlar ölüme mahkumdur. Sadece kendi tanrıçalarının ellerinden, sadece ona borçlu olarak bir kez daha hayata dönmek için.

---SON---
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X
Gönderen: Wanderer - 21 Mart 2011, 16:36:37
Kusursuz, harika bir bölüm. Bölümü bize anlatan kimdi? Mit mi? :D

Yorum yapamıyorum, hani iyi olduğunu söylemekten bıktık orası ayrı ama keşke azıcık daha uzun olsaydı be... Harika fakat kısa. :) Yeni bölümleri bekleyemiyoruz sanırım, kitabı bekleyelim bari! :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X
Gönderen: mit - 22 Mart 2011, 12:01:25
Son mu? Son olmasın ama yahu, ne güzel okuyorduk :) Bu hikayeden daha çok yan bölümler, çok güzel maceralar çıkar rahat rahat. Bitmesine üzüldüm doğrusu...

Veba olayı ve şifacı kesinlikle harika bir fikirdi. Adamın içeri girmek için kullandığı küçük numara, seni kim iyileştirdi demesi vs. hepsi çok iyi tasarlanmış ve iyi bir biçimde kaleme alınmıştı.

Tanrıça Seveal'in adının nereden geldiğini de tam anlamıyla ilk kez fark ettim bu bölümde :) Ufak ama güzel bir kelime oyunu.

Son olmasın...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X
Gönderen: Malkavian - 22 Mart 2011, 12:40:20
@Wanderer: Bölümü anlatan kadim bir ağaçtı bu bölümde. Ayrıca her ne kadar aksi söylense de bölüm kısa filan değildi. 4 word sayfasına kısa denebilirse o ayrı tabi. Ayrıca en büyük sorulardan birine de yanıt veriyor. Umarım doyurucu bir bölüm olmuştur. Sıkı takipçilerimden biri olduğun için sana teşekkür ederim bu arada:)

@mit: Birçok yan bölüm ve birçok macera zaten hali hazırda word sayfalarına özenle işlenmeye devam ediliyor. Foruma yazdığım bu son bölümün ardından 2-3 bölüm daha yazdım ve daha birçoklarını da yazmaya devam edeceğim gibi duruyor. Bu niyetle başlamasam da inanılmaz boyutlarda bir evren yaratmışım ve anlatılacak o kadar çok şey var ki... Neyse umarım sonu bir yere bağlanır. Bu konuda kendimden emin olamıyorum nedense :) Her bölümü okuyup eleştirilerini, düzenlemelerini esirgemeyen sana da bir teşekkür borçluyum. Teşekkürler.

Seveal'ın ismine gelince bu çok barizdi. Son bölümde mi anlayabildin yani? Benim de frp oyunlarında, msnde ve bazı yerlerde kullandığım takma adım Maxen'dir. Xen in ismi de oradan geliyor.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X
Gönderen: KoyuBeyaz - 22 Mart 2011, 14:00:12
Seveal'in anlamını mit dikkat çekince ancak çözebildim ben de, gerçekten hoş bir ayrıntı olmuş.

Beklenmedik, mantıklı, Kurgu İskelesindeki 10. hikayenin, 10. sayfasındaki 10. bölümüne yakışır bir son olmuş. Denge'nin herhangi bir bölümünün bitiminde SON kelimesini görmek insanı biraz hayal kırıklığına uğratsa da son bölümün kendine has havası o hayal kırıklığını bir nebze unutturmuş. Genel olarak bakarsak ''bir başyapıt'' demek doğru olur sanırım Denge için. Yan hikayelerini beklemeye devam edeceğiz. :)
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Malkavian - 23 Mart 2011, 10:01:52
KoyuBeyaz inan 10. hikayem olduğunun da , 10. sayfa olduğunun da farkında değildim. Sadece bölümleri 10'a tamamlayıp foruma gönderdiğim bölümlerin sonuna gelme niyetindeydim. Geri kalan hoş bir tesadüf olmuş...

'Denge' isimli hikayemi bir roman yapmaya karar verdim arkadaşlar. Zaten fark etmişsinizdir tam anlamıyla bir son gibi olmadığını. 10. bölüm sadece foruma gönderdiğim ve göndereceğim bölümlerin sonuncusudur. Bu bölümden sonra olan bölümleri yazılmaya başlandı bile. Ne kadar sürer, bu işin altından kalkabilir miyim bilemiyorum ama deneyip görmek istedim. 

Şimdiye kadar her bölümü takip edip yorumlarını esirgemeyen Koyubeyaz a da teşekkürlerimi sunarım.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: mit - 23 Mart 2011, 18:03:57
İşte bu çok güzel bir haber! Ta hikayenin başından beri söylediğim gibi, bu hikaye basılı bir roman olmayı sonuna kadar hakkediyor. Altından başarı ile kalkabileceğine eminim. Zorlandığın yerler olursa rıhtımdaki dostlarını hatırlaman yeterli ;) Şimdiden başarılar...
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: cankutpotter - 26 Mart 2011, 21:48:04
Çok güzel bir son oldu fakat ben anlayamadım malesef ki! Yani o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim ama muhteşemdi.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Malkavian - 27 Mart 2011, 14:21:38
Çok güzel bir son oldu fakat ben anlayamadım malesef ki! Yani o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim ama muhteşemdi.

Ben de neyi anlamadığını anlayamadım malesef.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Raisor - 27 Mart 2011, 17:46:01
Çok güzel bir son oldu fakat ben anlayamadım malesef ki! Yani o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim ama muhteşemdi.

   Anlamadığın bir şey hakkında yorum yapman garip.


Ben de neyi anlamadığını anlayamadım malesef.

   Sanırım hikayenin sonunu anlayamadı.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Fırtınakıran - 27 Mart 2011, 18:52:37
Çok kalbim kırıldı  :hemk. Küstüm, oynamıyorum.

Ne güzel okuyorduk, hemen bitti :(. Merak ve beğeni ile takip ettiğim Denge'den mahrum kalıyorum artık demek. Ne diyeyim, inşallah kitap olarak elimize alırız da o zaman kesintisiz okuruz. Sana bu zorlu yolda başarılar ve iyi şanslar diliyorum. Umarım yayınevlerinden olumlu cevaplar alırsın da, biz de övünürüz. "Denge'nin yazarı var ya, ben tanıyorum onu!" diye etrafa hava atarız :D.

Neyse gelelim son bölüme. Açıkçası pek bir son gibi olmamış bence. Şöyle ki, bir şeyler eksik gibi. 10.bölümü yine soluksuz okudum fakat yine de, kesin bir şeyler söylemiyor bu son. Yani evet ortada bir son var ama kesin hatlarla çizilmiş bir son değildi bana göre. Hani o bilindik, kesin hatlar çizen sonlardan değil. Ama bu da yazarın tercihi aslında. Bu konuda söylediklerimi pek de eleştiri olarak söylemiyorum açıkçası. Sonuçta bu seri başka şekillerde de olsa devam ediyor :).

Xen, haklı olarak merak ediyordu. Seveal'ın onun merakını gidermesi ise mantıklı bir davanıştı. Bir tanrıça olarak pek ala cevaplamayada bilirdi. Ancak Seveal'ın şampiyonuna karşı derin bir sevgi de beslediğini düşünüyorum ben. Öyle mi?

Ben de Şifacı fikrini çok yaratıcı buldum. Uzun yıllar sabırla bekleyerek ve hiçbir şüpheli harekette bulunmadan, Seveal'ın halkına sadık kalması da güzeldi doğrusu. Hamlelerini çok akıllıca oynamış ve şüpheye yer bırakmamış.

Tek eleştirim şu olacak:

Alıntı
Hemen şampiyonunun yanından ayrıldı ve kendisini savaş alanına nakletti.
Bu ve bunun gibi "ışınlanma", "nakletme" gibi kelimeler, benim için, biraz tuhaf kaçıyor. Okurken bir durmama neden oluyor. Bahsedilen tanrısal bir varlık olunca "ışınlamak" gibi tabirlerin yerine, "hemen olay yerine gitti" gibi daha basit bir cümleyi daha uygun görüyorum. Bu tamamıyla benim düşüncem :). Çünkü bana göre, diğer türlü tanrısal bir varlıktan bahsetmiyormuşuz gibi geliyor. Orada bir çelişki yaşıyorum.

Bunun dışında, hoş bir destansı anlatıma sahip, ölümün sabrına dair çok doğru bulduğum bir tespiti ve mesajı da taşıyan güzel bir bölümdü. Ama bitti :/.
Başlık: Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
Gönderen: Malkavian - 29 Mart 2011, 15:45:16
Ne yalan söyleyim daha kendimce bitirmedim bir hikayeye 'SON' yazmak benim de zoruma gitti. Tam bir son olmadığı da doğrudur çünkü zaten nihayetine ermedi daha hikaye. Şifacı olayını ise emin olun kafamda kurarken daha iyi planlamıştım. Ama her bölümde bana öyle geliyor zaten. Nakletme, kendini taşıma gibi tabirler de EM serisinden kalma alışkanlık sanırım bunu aşmam gerekiyor cidden. Seveal'ın Xen' e duyduğu sevgiye gelecek olursak. Olabilir diyip bunun ucunu açık bırakayım :)