Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Laughing Madcap

Sayfa: [1] 2 3 ... 52
1
cankutpotter;

Öyle bir kısım yok zaten, haddime düşmeyerek ben uydurdum. Kitabı okuyan birisinin, okuduğu süre içerisinde gerçek hayattan sıyrılarak Diskdünya'da yapmış olduğu gezintiyi anlatan mini bir hikaye olarak karaladım. Pratchett beni affetsin.

2
Garip bir şekli olan (bilim adamları buna geoid diyorlardı), eliptik bir yörüngede, küçük kardeşinin heyecanla etrafında dönüp durmasına aldırmadan usul usul ilerleyen Dünya'nın sayısız şehirlerinden birisinde, kendi halinde bir apartmanın orta katlarında bir odanın kapısı savrularak açıldı ve içeriye, sıradan görünümlü birisi girdi. Adam dengesini korumakta zorlanıyor gibiydi, ellerini iki yana açmıştı. Kısa sürede bu garip şekilli gezegenin yer çekimine alışmış olacaktı ki, duruşunu düzeltti ve odanın ortasında bulunan çalışma masasına doğru ilerledi.

Yolculuğu bir hayli kısa sürmüş, fazlasıyla dolu dolu geçmişti. Öyle ki, bir iki günlüğüne turist olarak gezme fırsatı bulduğu Diskdünya'dan sonra yıllarını geçirdiği kendi dünyası (Geoid-dünya) ona garip geliyordu. Bir kere bu dünya fazla renksizdi ya da Diskdünya'da fazladan bir renk vardı. Bu dünyada fay hatlarının hareketleri gibi sıkıcı şeyler vardı, Diskdünya'da ise fillerin huysuzluğu... Güneş bu dünyayı elinde (ya da çekiminde) oynatıyordu, Diskdünya'da ise "Hepimiz aynı A'Tuin'in yolcusuyuz.".

Adam sandalyeye otururken kendi kendine gülümsedi. Diskdünya'nın yerlilerine ne demeliydi? İçinde kendi çapında bir sanatçı taşıyan fotoğraf kutusu, oldukça renkli giyimi ve kişiliğiyle bela çeken turist, engin büyü bilgisi kadar şansı olan bir büyücü, kahramanlar, belki de evrenin en tehlikeli varlığı olan bir sandık ve daha niceleri...

Kendi dünyasına dönmeden önce bir hatıra getirmek istemişti ama gezisi sırasında tanıştığı büyücü bunun tehlikeleri konusunda onu uyarmıştı. "Diskdünya'dan bir parça götürürsen..."  demişti, "...peşinden neyin geleceğini bilemezsin.". Adam cebinden altın olan ama aslında altın olmayan bir parayı çıkarıp gülümsedi. En fazla ne olabilirdi ki?

O sırada oda birden soğudu. Cehennem zebanilerini titretecek kadar hem de. Ve sesler, belki korkudan belki de başka bir yerde işleri olduğunu hatırladıklarından, odayı terk ettiler. Zaman ise durmuştu, belli ki bu anı kaçırmak istemiyordu. Adam; elinde ne kadar keskin olduğunu hiç merak etmediği bir tırpan tutan, baştan aşağı siyahlara bürünmüş figürü görünce istemsizce mırıldandı.

"Ah, olamaz..."

Figür; karşısındakini, ödünü dışkısına karıştırıp akli dengelerini yerle bir etme yöntemiyle sakinleştirmeye çalışırcasına bir ses tonuyla konuştu.

"OLUR OLUR."

**

Öncelikle; DeliDolu, sen koca bir çılgınsın.

Kitabın başlarında, Diskdünya'nın fiziğini anlatmaya başladığında "Haydi bakalım, başlıyoruz." demiştim. Tamamen orjinal bir evrenin okuyucunun anlayışına sunulması, altından kalkılması zor bir iş. Pratchett bunu güle oynaya, her sayfada yeni bir sürprizle, yeni bir hicivle, farklı şakalar ve olaylarla başarmış. Sürekli yaratıyor, sürekli eğlendiriyor ve sürekli kendisine şapka çıkarttırıyor efendim, durduramıyoruz!

Monty Python izler gibi okudum kitabı. Karakterler, olaylar, anlatım tarzı, hepsi şahaneydi. Orjinalini okumadım ama gördüğüm kadarıyla, çeviri de bir hayli başarılıydı. Hani böyle bir yazarın eserini çevirmek de göz ister, nizam ister.

Okuma rehberinden devam!

Not 1: Kitabın arka kapağına yapıştırılmış haritayı görünce ağladım. Okuyucuyu bu kadar da şımartmayın ama...

Not 2: Şanssızlığı dillere destan, sadece tek bir büyü bilen büyücü ile beladan belaya atlayan ve hiç oralı olmayan turist birlikteliği bana Marius'la oynadığımız bir frp oyununu hatırlattı. Rincewind'in tepkilerini çok iyi anlıyorum.  :)

3
Kurgu İskelesi / Ynt: Sarhoş Dedektif
« : 04 Aralık 2015, 21:21:20 »
Gerek kişisel zevk ve meraklardan gerekse Agatha Christie'nin bana kitap okuma illetini bulaştırmasından dolayı, polisiye türüne karşı zaafım var. Yorumlarım objektif olmayabilir.

En yukarıdan başlayacağım, hikayenin ismi ile okuduğum şey arasında bir tutarsızlık var. Evet, sarhoş bir dedektifi okuyoruz ama ben başlığı görünce çok daha yüzeysel ve basit bir kurguyla karşılaşacağımı düşünmüştüm. Yanıldığım için bir hayli memnunum.

Hikaye güzel başladı. Birinci tekil anlatımı beni hiç rahatsız etmiyor, tersine güzel kullanıldığında (Jim Butcher kıps kıps) çok hoşuma gidiyor. Başlangıçta bu açıdan bir hayli heveslenmiştim fakat ikinci paragrafta tehlike çanları çalmaya başladı. Dedektifimizin hareketlerini ve evi gözümde canlandırabiliyorken, nedenini bilmediğim bir sebepten bu görselleştirme dağılmaya başladı. İkinci paragraf uzun mu geldi, uzatılmış mı geldi, ilk paragrafın aksine fazla süssüz mü geldi, bilmiyorum.

Anlatım konusunda takıldığım bir başka nokta da, dedektifimiz biz okuyuculara sesleniyor. Hatta okur diyor bizlere. Bu da yazılı bir metin okuduğumuzu gösteriyor ama bunun dışında, bu fikri destekleyen bir şey yok. Bu çok da mühim bir şey değil muhtemelen ama bizlere direk okur olarak seslenilmese iyiymiş. Bu yorumumun edebi bir eleştiri ile uzaktan yakından alakası yok, tamamen kişisel bir düşünce.

Kurguya gelince, iki bölümde dünyamızı sarsması elbette beklenemez ama ilk bölümde karşılaştığımız "ilginç" sahne, kesinlikle doğru bir hamleydi. Dedektifimizin hayatı ve karakterini tam olarak idrak edemediğimiz için yürüttüğü tahminlerde ne kadar tutarlı olduğunu bilemeyiz elbette ama bana biraz "Deus Ex" geldi.

Alıntı
Katile gelecek olursak büyük ihtimalle bir tür sosyopat veya şizofren arıyoruz.Bölünmüş kişilik de olabilir.İyi bir işe hatta belki bir aileye sahip olması muhtemel.Ama burada kilit nokta katilimiz her kimse çocukluk ve ergenliğinde hatta erken yetişkinliğinde asla sevgi veya ilgi görmemiş hiç ciddiye alınmamış biri.Amacı cinayet işleyerek ilgi çekmek.İlginç bir lakap bulup akşam haberlerinde istediğini almasını sağlayın.Vahşileşmesini istemiyorum.Şüpheli her kim olursa olsun yakınlarını veya onu tanıyanları gizlice ziyaret edip geçmişi hakkında bilgi almaya çalışmalıyız.Mümkünse sorguya sizinle beraber bir psikolog da sokun.Ve gelebilecek telefonlar konusunda da dikkatli olun.

Benim çıkarımımım çok daha farklıydı açıkcası. Andy'nin neden böyle düşündüğünü daha net bir şekilde görebilmek isterdim.

İkinci bölüm de selefi gibi merak uyandırdı ama bu sefer hissettiğimiz "Aa, haydi bakalım, neler olacak!?" değil "Bu neydi şimdi?" gibiydi.

Yaptığım tüm yorumlar okuduğum iki bölüm içindi tabii. Kurgusal anlamda kafamda oluşan soru işaretlerinin çözülmesi için sonraki bölümleri de takip edeceğim. Şimdilik geliştirildiğinde tadından yenmeyecek şey, dedektif. Dedektifi, ruh halini ve karakterini daha iyi kavrayabilirsek bence gayet güzel gidecek bu öykü. Sonuçta onun ağzından bize sunulan bir hikaye bu, dedektifi ne kadar iyi anlarsak hikayeye de o kadar rahat bağlanırız gibi geliyor.

4
Sinema / Ynt: Batman v Superman (2016)
« : 03 Aralık 2015, 13:21:54 »
Yumulmayın.

Filmin içine eden fragmanlardan biri. Ne anlamı kaldı gidip izlemenin şimdi? Bir kere de şu en başta düşündüğümüz saçmalıkları yapmayıp şaşırtın bizi, bir merak duygusu bırakın yahu. O kadar gaz verdiniz, beklenti yükselttiniz... Ne gerek vardı şimdi? İnsanlara "acaba?" dedirttikten sonra gelip fragmanda sonunu gösterdiniz filmin. Oha artık ya.

İşte bir tek Flash ve Aquaman görülmedi, onlar da film çıkmaya yakın yayınlanan fragmanda gösterilir. Filme gitmeye gerek kalmaz.

Ha fragmanın yegane güzel tarafı, artık kafamda Ben Affleck hakkında bir soru işareti kalmadı. Baya sağlam bir Bruce Wayne olmuş. Hatta çok ilginç, filmin adı Batman v Superman olmasına rağmen; Bruce Wayne v Clark Kent sahneleri daha kaliteli olacak galiba. Superman'in gözünün içine baka baka "Palyaço gibi giyinmiş ucube" demek? Oh evet.

5
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 03 Aralık 2015, 13:10:54 »
Zaman gezgini, maceralarından birinde ölümsüz olan bir adamla karşılaşmış. Birbirlerinin sohbetlerinden pek hoşlanan ikili, yüz yıl sonra aynı yerde ve aynı saatte buluşmaya karar vermişler. Gezgin, yeni tanıştığı arkadaşını daha iyi tanımak ve anlamak istediği için, hemen zaman makinesini kullanarak yüz yıl sonraya gitmiş. Fakat ölümsüz olan ortalarda yokmuş. Anlaştıkları saatten bir hayli sonra, ölümsüz olan çıkıp gelmiş.

"Nerelerdesin!?" demiş zaman gezgini öfkeyle. "Saatlerdir seni bekliyorum. Sıkıntıdan patlayacaktım."

"Hah" demiş ölümsüz olan gülümseyerek. "İşte şimdi beni biraz olsun anlamaya başladın."

6
Sinema / Ynt: Batman v Superman (2016)
« : 03 Aralık 2015, 12:16:14 »
Müjdelenen fragman bizlerle, yumulun!

7
Bence TÜBİTAK'a çok büyük haksızlık yapılıyor. Son dönemlerdeki gelişmeler düşünülürse, ülkenin doğal gaz sıkıntısı çekme ihtimali çok yüksek. İhtiyaç duyanlara kömür iletmek de bir hayli zor, zaten yakın bir zamanda seçim de yok. Peki insanlar bu soğuk kışı nasıl atlatacaklar?

TÜBİTAK bu yenilikçi hareketiyle hem kültürümüzü koruyor hem de bu tehlikeli kitapları yakarak evlerimizi ısıtıyor. Bir de böyle düşünün.

Ayrıca bu kararın bizleri Orta Çağ'a döndüreceğini söyleyenler var. Orta Çağ'da koskoca imparatorluk vardı, medeniyetler arasında zirvedeydik. Şimdi tekrar zirveye çıkmamız için, elbette o çağlara dönmemiz gerek. Bir de böyle düşünün.

Ya da fazla düşünmeyin. Sıkıntı çıkmasın.

8
Serinin ilk kitabı olan Locke Lamora'nın Yalanları'nı, binbir zorlukla ve ikna çabalarıyla okudum, bitirdim ve yorumlamaya geldim. Böylesine kaliteli bir eserin yazarına saygı duyulması ve yazarın özenli bir yorumlamayı hak ettiği gerçeğini de göz önünde bulundurarak sözlerime başlıyorum.

Kitabın güzelmiş, götoş.

Şaka bir yana, Patrick Rothfuss'un belirttiği üç maddeden başlayalım.

1. Kitabın girişi güçlü.

Evet, kitabın girişi kesinlikle güçlü. Kendisinin de belirttiği üzere, ilk 50 sayfada hem karakterlere giriş yapıyorsun, hem yaratmış olduğun evreni tanıtıyorsun hem de bu sırada IMDB'de 7 ve üzeri puan almış sayısız "soygun" filmlerinden daha kaliteli bir soygunu gözler önüne seriyorsun. Kitabın başlangıcının bu etkili havası beni çok heyecanlandırmıştı. Tahminim, iki-üç günde bitirir; ikinci kitabı da bir çırpırda harcardım ancak öyle olmadı.

Yeni bir evren yaratmanın en büyük sıkıntısı bunu okuyucuya aktarmak olsa gerek. Orjinal bir coğrafya ya da bir meslek grubunun ötesinde, takvimlerin, günlerin ve saatlerin bile yeni olduğu bir dünyadan bahsediyoruz. Scott Lynch, haklı olarak bu serinin her yönüyle "olmuş" olmasını istiyor ve bu yüzden, sıfırdan yarattığı bu evreni biz okuyuculara tanıtmak zorunda. Ancak bu durum, benim okuma hızımı bir hayli baltaladı. Kendimi "The Camorr Job" ya da "Lamora's Eleven" tarzı bir filmin en heyecanlı yerini izlerken, birden filmin geçtiği bölgenin tarihi ve coğrafyası hakkında bilgi bombardımanına tutulurken bulunca, zaman zaman hevesim kırıldı. Betimlemeler konusunda oldukça yetenekli olmasına rağmen, bu bahsettiğim "tarih ve coğrafya" derslerinin çok da karmaşık ya da kafa zorlayıcı olmamasına rağmen, bu durum benim için kitabın okunma sürecini çok dalgalandırdı. Sanki her an bir quiz yapılacakmış gibi; Aşağıdakilerden hangisi Camorr'un mahallelerinden birisi değildir?

2. Kitabın ismi güzel.

Serinin adı "Centilmen Piç", kitabın adı "Locke Lamora'nın Yalanları", arka kapağında kitaptan alıntılanan bölüm de"Boğazında kanayan bir kesik olsa ve bir hekim o kesiği dikmeye çalışsa Lamora iğneyle ipliği çalar ve kahkahalar atarak geberip gider. Çocuk...çok fazla çalıyor." olunca, gel de okuma.

3. Scott, kitapta ağzını bozmayı iyi beceriyor.

Hem evet, hem hayır. Burada takıldığım nokta küfürlerin içeriği ya da yoğunluğu değil; gerçek hayatta da küfürlerden rahatsız olan birisi değilim. Takıldığım nokta, bu durumun da bir hayli dalgalı olması. 1. maddede belirttiğim dalgalanma gibi yazarın tarzında da bazen dalgalanmalar oluyor. Mesela, şu meşhur "götoş" sahnesinde, sesli gülmeme rağmen çok şaşırdım; hiç öyle bir şey beklemiyordum. Yazar kitabın bazı yerlerinde takım elbisesini giymiş, binlerce kişilik bir topluluğa ders verircesine bir tarz takınmışken, bazı bölümlerde ise altına pijamasını çekmiş de sağ eli...cebinde, yazmış geçmiş gibi. Hayır, özensizlikten bahsetmiyorum; rahatlıktan bahsediyorum. Kitabın bazı bölümlerinde edebi ve planlı bir üslup hakimken, bazı bölümlerinde Jim Butcher tarzı bir rahatlık hakim.

Bu yazarın özensizliğini ya da kalitesizliğini göstermiyor; tersine, bu yazarın ne kadar geniş bir yelpazede yetenekli olduğunu gösteriyor. Tarih dersleri ve üslup farklılıkları konusundaki düşüncelerimin bir övgüden çok bir eleştiri olmasının tek sebebi, bu Scott Lynch'in ilk kitabı olması. Serinin planlanan 7 kitabı olduğu düşünülürse; çok da uzaklaşmaya gerek yok aslında, ikinci kitabı okumamla beraber aynı cümleleri övgü niyetiyle kullanacağımdan şüphe yok.

Karakterlere gelecek olursak, tanıtılan tüm karakterler; Hırsızbaşı'ndan Ibelius'a, hepsi de özenli ve tutarlı karakterlerdi. Tutarlı ve güncel olayların etkilerine mantıklı tepkiler veren karakterler yaratmak; yani hem sabit hem de gelişime açık karakterler yaratmak, okuyucunun bundan hiç rahatsız olmaması, oldukça güzel bir şey. Don ve Dona Salvara'nın kitap boyunca hallerini düşünün.

Centilmen Piç'lere ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bence Centilmen Piçler ; -Jean hariç- berbat dövüşçüler, yetenekli düzenbazlar ama en önemlisi mükemmel birer rahipler. Böylesine kaliteli birer din adamları yetiştirdiği için Peder Zincir'e, Fred ve George'dan sonra sonunda bağrımıza basacağımız enfes ikizleri bize tanıttığı için Scott Lynch'e teşekkür ediyorum. Şu son hususta Scott Lynch'e başka bir şey de söylerdim ama, spoiler.

Kurgu konusunda ise, kitabın başlarında düşündüklerim ile şu anda düşündüklerim arasında dağlar kadar fark var. Kitabın başlarında eğlenceli bir düzenbazlık gösterisine tanık olmak gibi çapsız ve küçük hayallerim vardı. Şimdi ise, bunca tarih ve coğrafya dersi, tanık olduğumuz iç içe geçmiş olaylar, uzak diyarlardan gelen haberler ve etkileşimler düşünülünce, heyecanlanmadan edemiyorum.

Sonuç itibariyle, kitap idare ederdi; Gri Kral'a kadar yavan, sonrasında ise oldukça basit bir kurguya sahipti.

YALANCI!

Kitaptaki ara bölümler gereksizdi; o bölümleri okurken sıkıntıdan patladım.

YALANCI!

Kitabın çevirisi bir hayli sıradandı ve yazım hatalarından geçilmiyordu.

YALANCI!

Kitabın en kötü yanı, serinin ikinci kitabının okuma listemde üst sıralara yükselmesine izin vermesi.

PİÇ KURUSU!

Peki, o zaman şöyle söyleyeyim. Kitabı alın, okuyun. Bitirmeseniz de olur aslında. Tek yapmanız gereken kitabı elinizde tutmak... Jean gelene kadar.

9
Kurgu İskelesi / Ynt: Sabah Haberleri
« : 16 Kasım 2015, 18:57:56 »
Objektif yaklaşamamanı anlarım ama düpedüz abartıyorsun Marius. Teşekkür ediyorum ve sana bir Shepard selamı yolluyorum.

Spoiler: Göster

10
Oyunlar / Ynt: Fallout 4
« : 16 Kasım 2015, 18:55:07 »
Açıkçası böylesi, diyalog sisteminin kısırlığını daha da göz önüne sermiş. Karşılaştıracak olursak;

Spoiler: Göster


Farkettiyseniz, ilk iki oyunun diyaloglarından bahsetmiyorum bile. Neyse ki oyuncuyu yine oyuncu düşünüyor.

Bonus

Düdüt: Bir de böyle bir şey var;

Spoiler: Göster

11
Oyunlar / Ynt: Fallout 4
« : 16 Kasım 2015, 18:01:31 »
Ben de o parayı/zamanı ayıramayan; ayırsa bile öyle bir bilgisayara sahip olmayanlardanım. Henüz oyunu oynamış değilim fakat bir hayli video izledim ve evet, olmamış yeri çok.

Bethesda, Obsidian gibi firmaların mod komünitelerine dikkat ederek, yapacakları oyunlar için çok güzel fikirler edinebileceklerini aşikardı. Ama Fallout New Vegas'tan örnek verecek olursak, Project Nevada gibi modlar varken; Wasteland Defence gibi modlardan yararlanmak?. Yani karşımızdaki crafting sisteminin güzel yanları yok değil, çöp eşyaların parçalanıp ana maddelerini kullanabilmek çok güzel fikir. Yerleşim yeri inşa etmek, su/yemek/barınak sağlamak da güzel fikir. Ama bunları bizzat bizim yapmamıza pek ısınamadım. Bireysel bir oyuncu olarak konuşuyorum tabii ki. Yoksa bu getirdikleri sistem hem oyunun oynanışını bir hayli uzatıyor hem de sınırsız mod imkanı sağlıyor. Ki sanırım biraz da tribünlere oynama durumu var. Ama -kendi adıma- dinazorlar kale arkasında kaldı, o hoş olmadı.

Oyunun "minecraft" kısmının dışında bir başka eleştirildiği nokta da fazla vurdu kırdılı bir shootera dönüşmesi ki bu biraz oyuncuyu bağlayan bir şey. Oyun 3 boyutlu değilken (Interplay,öpücük.) oyuncu rol yapmaya çok daha kolay odaklanabiliyordu ama Fallout 3 ile birlikte bu iş biraz değişti. Yine New Vegas'tan örnek verecek olursam, bölüm sonu canavarı Lanius'u konuşarak da yenebiliyorsunuz ama uzaktan Fatman ile nükleer saldırıda bulunmak daha eğlenceli geliyor.

Yine bir başka eleştiri, dialog sistemi ki buna kesinlikle katılıyorum. Seçenekleri seçtiğinizde karakterin tam olarak ne söyleyeceğini bilmemenin ötesinde, gerçekten ne söyleyeceğine dair hiç bir fikrimiz yok. Atıyorum; "Is it enough?" diyor. Ne enough? Neyden bahsediyoruz? Noluyor?

Bu eleştirilere bir tane de ben ekleyeceğim; SPECIAL, perk ve skill sistemindeki değişiklikler. Oyunu oynamadan tam olarak algılayamayacağım muhtemelen ama benim hiç hoşuma gitmedi.

Velhasıl, kayzerin hakkı kayzere. Gördüğüm kadarıyla, çok eğlenceli ve güzel bir oyun olmuş. Bazı sorunları olan ama yine de yenebilecek, Bethasda üretimi bir Fallout olmuş ki serinin ilk iki oyununu oynamamış olanların bayılacağından da eminim. Ama Interplay gözlüğüyle bakarsak, ı-ıh.

Yine de Fallout yahu.

Özet geç diyenler için; Grayswandir'in mesajına imzamı atarım.

Daha da özet versiyonu için, ekşi sözlükten gelsin; "seni goty yaptırmayacağız!" - geralttin demirtaş

12
Kurgu İskelesi / Sabah Haberleri
« : 16 Kasım 2015, 13:19:53 »
Henry Scott Lloyd kahvesinden bir yudum aldı ve gözünün ucuyla kendisini çeken kameranın üzerindeki uyarı panosuna baktı. Reklamların bitmesine bir dakikadan az bir zaman kalmıştı ki bu Henry için oldukça uzun bir süreydi. Spikerlikte yirmi ikinci yılına girmişti; bu onu çoğu meslektaşından ve şu anda çalışmakta olduğu Kanal 6’nın tamamından daha tecrübeli yapıyordu.

“Yayına 30 saniye! Bay Lloyd, herhangi bir şeye ihtiyacınız var mı?”

Amanda Heyes, haberci olmak için iş başvurusunda bulunup patronlarına kahve getirmek gibi sıkıcı işleri yapmaya zorlanan sayısız hevesli stajerden birisiydi. Henry gülümseyerek cevap verdi.

“Amanda, bana Henry demen dışında, bir isteğim yok. Bu kameralar öyle göstermiyorsa bile Bay kelimesi kesinlikle beni yaşlı gösteriyor.”

Amanda gülümseyerek başıyla onayladı ve stüdyodan dışarı çıktı. Bu sırada Henry kahvesinden bir yudum daha aldı ve kravatını düzelterek karşısındaki kameraya doğru döndü. Kameranın arkasında, suratında dünyanın en canı sıkılmış insanını bile hayat dolu gösterebilecek bir ifadeyle Alex duruyordu. Elini havaya kaldırmış, beşten geriye sayarken Henry suratını buruşturdu. Birlikte çalıştığı herkesin adını hatırlamaya özen gösteriyordu ve bir süredir sabah haberlerinde karşısında duran bu genç kameramanın soyadını hatırlayamamıştı.

Panonun kırmızı renkteki “Yayında” uyarısı ve kulaklığına fısıldanan küçük bir hatırlatma ile kendine gelen Henry gülümsedi ve kameraya bakarak konuşmaya başladı.

“Bugün 23 Ekim 2077, saatlerimiz 09:30’u gösterirken sabah haberlerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.”

Bu sırada uyarı panosunun hemen altındaki suflör ekranı titreyerek açıldı ve okuyacağı metin yavaş yavaş yukarı doğru kaymaya başladı. Ekran, Alex’in tam kafasının üzerine denk geliyor ve yazılar sanki Alex’in düşünceleriymiş gibi duruyordu. Kameramanın genelde takındığı surat ifadesi de düşünülünce bu durum Henry’e hep komik gelmişti.

“RobCo Endüstrileri’nde araştırma ve geliştirme çalışmaları yapan bir bilim adamı, William Shaw’un dün akşam yapmış olduğu basın açıklaması ülke genelinde geniş yankı buldu. Bay Shaw, gündelik işlerimizde sıklıkla kullandığımız Mr. Handy gibi robotların üretiminden ve bilgisayarlarımızın yazılımından sorumlu RobCo’ya, yıllar önce hükümetin, sınırsız maddi destek karşılığında askeri çalışmalarda bulunmasını teklif ettiğini fakat Robco’nun kurucusu Robert House’un bunu kabul etmediğini ifade etti. Bay House’un hep söylediği gibi artık savaşların değişmeşi gerektiğini ve bilimsel gelişmelerin askeri alanlardan çok sosyal hayata yönelik olması gerektiğini dile getiren Bay Shaw, bunun dışında çarpıcı bir iddiada daha bulundu.”

Trent! Alex’in soyadı Trent’ti. Henry’ye “Tanıştığım kişiler arasında bunu duyup da kelime oyunu yapmayan ilk kişisiniz” demişti; Henry de dilinin ucuna kadar gelen “Yeni trend sensin o zaman!” espirisini yapmak yerine kapalı durmayı tercih eden çenesine teşekkür etmişti. Derin bir nefes alıp, habere devam etti.

“Bay Shaw, hükümetin kendilerinden sonra kapılarını çaldığı ve çoğumuzun çoktan belgelerinin altına imza attığımız Vault-Tec firmasının göründüğü kadar iyi niyetli olmadığını iddia etti. Olası bir savaşta halkı korumak üzere devasa sığınaklar üreten Vault-Tec’in, biyolojik silahlar ürettiğini ve canlı insan denekleri üzerinde deneyler yaptığını ifade eden William Shaw, Vault-Tec belgelerine imza atarken bir kere daha düşünülmesi gerektiğini söyledi.”

Henry bir süre duraklayıp omuz silkti ve gülümseyerek ekledi.

“Eh, bunun için biraz geç kaldınız Bay Shaw çünkü sıradaki haberimiz tam da bununla ilgili. Vault-Tec’in yaptığı açıklamaya göre, sığınaklara yapılan başvurular son iki haftada rekor-“

Suflör ekranında yavaşça yukarıya doğru kayan yazılar durdu. Henry,sol kulağına takılı olan kulaklığa yapılan uyarı ile duraksamıştı ve yayın odasından gelen yeni haberi daha iyi duyabilmek için sol elinin işaret parmağını kulaklığa iyice bastırdı.

“Evet... Sevgili seyirciler.. Yayınımıza önemli bir haber nedeniyle ara vermek zorundayız. Batı yakasında bir nükleer patlama yaşandığına dair-“

Henry’nin kaşları çatıldı ve soru soran bakışlarını kamera yerine, stüdyonun arka kısmındaki camlı bölgeye, yayın odasının bulunduğu bölgeye kaydırdı. Yayın odasından gelen haberler kısa ve netti; Alex’in kafasının üzerindeki uyarı panosunun ve suflör ekranının kapanması ise kafasındaki sorulara nispeten yanıt olmuştu.

“Sayın seyirciler, ülkenin batı yakasından birden çok nükleer patlama haberi geldi. O bölgedeki istasyonlarımız ile bağlantıyı kaybettik. Tüm bu gelişmelere karşın hükümetin sessizliği düşünülürse... Görünen o ki Bay House, savaş... savaş asla değişmiyor.”

Birlikte çalıştıkları sekiz ay boyunca ilk kez Alex’in suratında can sıkıntısı dışında bir ifade oluşmuştu. Henry, yayın odasından gelen koşuşturma ve bağırışlar dışında bir şey duyulmayan kulaklığını yavaşça çıkartırken kamera yerine Alex’e bakıp gülümsedi. Genç kameramanın yüzü büyük bir ihtimal korkuyla karışık bir heyecan ifadesine bürünmeye çalışmıştı ama pek başarılı olmuşa benzemiyordu. İfadesiz bir şekilde görmeye alıştığı suratın böyle eğreti bir hal alması, içinde yükselen berbat hissiyata rağmen Henry’nin suratında, bir saniyeliğine de olsa, gülümsemeye yol açmıştı. Midesinde filizlenip yukarı doğru tırmanan ve şimdi de kalbini bir sarmaşık gibi sarmaya başlayan o berbat his, gülümsemeyi sildi. Henry başıyla stüdyonun çıkış kapısını işaret edemeden Alex oturduğu tabureden fırlayıp çıkışa doğru koşmaya başlamıştı. Tecrübeli spiker bunu yadırgamadı; bundan 20 sene önce olsaydı o da aynı şeyi yapardı. Ama Henry Scott Lloyd, Kanal 6’nın sabah haberleri spikeriydi ve izleyicilerine veda etmeden hiç bir yere gitmeye niyeti yoktu. Halen televizyonun karşısında oturan kişilerin gördüğü son şeyin, 50’li yaşlarını çoktan tüketmiş bir adamın çığlık çığlığa koşuşturması olmamalıydı. Hem, çok büyük bir ihtimal, artık her şey için çok geçti. Kolundaki saati kontrol edip ciddi bir ifadeyle kameraya dönen Henry, konuşmaya devam etti.

“Bugün 23 Ekim 2077. Saatlerimiz 09:46’yı gösterirken yayınımızı sonlandırıyoruz. Sizlere veda etmeden önce şunu söylemek istiyorum ki, bu bir tatbikat değil. Ve Katherine... Umuyorum sirenleri ilk duyduğunda hemen sığınağa koşmuşsundur. Umuyorum şu anda televizyonun başında, beni izlemek yerine sığınağa ulaşmışsındır. Eğer halen ekran başındaysan...”

Henry asla romantik birisi değildi ve eşi Katherine asla ondan romantik olmasını beklememişti. Aralarında, sadece bir bakışla iletilebilen sağlam bir sevgi bağı vardı. Son anlarında bile olsa, kocasının hiç değişmeyeceğini gösterircesine kameraya gülümsedi ve kollarını iki yana açtı.

“Bugün eve biraz geç gelebilirim... “

Spoiler: Göster
Not: Fallout 4'ü alabilecek ya da oynayabilecek durumum yoktu. Ben de yazdım. Pişman değilim.

13
Kurgu İskelesi / Ynt: Karantina
« : 06 Kasım 2015, 22:55:16 »
Yazıyı okuduğumda ilk aklıma gelen şey şu sevgili Black Helen, sizleri bu sahnede daha sık görmeliyiz. Özellikle betimlemeler için kullandığınız kelimeler, enfesti. Çiftçilerin eve dönüşü ya da üvey evlat-anne kavgası böyle estetik tasvir edilince diyaloglar yavan kalmış gibi olabiliyor ama benim için bir problem yaratmadı.

Sonsuz döngü ve "işin aslı şöyle de olabilir böyle de" ikilemi, kurgularda pek sevdiğim durumlar. Hikayenin sonuna gelene kadar takıldığım tek bir nokta vardı, o da hikayenin zaman zaman bahsedilen ortama uyumsuz bir havaya bürünüp tekrar o havayı yakalamasıydı. Ancak kurgunun tamamına bakılırsa, belki de böylesi çok daha uygun.

Velhasıl farklıydı. Anadolu'nun tozlu topraklı bir köşesinde dolaşan viktoryan tarzında giyinmiş bir leydinin hikayesini anlatan bir psikolojik gerilim filmi hayal edin.

Diyeceğim odur ki devamını yazmayın ama buralara bol bol yazın.

14
Çizgi & Anime / One-Punch Man
« : 02 Kasım 2015, 18:49:20 »

Hepimiz izlediğimiz filmlerden/çizgi filmlerden ya da okuduğumuz çizgi romanlardan etkilenip "süperkahramancılık" hayallerine kapılmışızdır. Belki halen kapılıyorsunuzdur. Aranızda "Param olsa ben Batman olurdum ya" diyen Karabüklü arkadaşlar var mesela, biliyorum.

İlk önce web comic olarak yayınlanan, tutunca da mangası çıkan, o da beğenilince animesi yapılan One-Punch Man'in de hikayesi bu "Ben kahraman olucam!" haykırışı ile başlıyor.

Kodummu oturturum!

Görüntüsünden zekasına, hayat standartlarından tarzına kadar her şeyiyle vasat birisi olan Saitama'nın hikayesini anlatıyor anime. Zamanında vasat bir işi varken bir gün bunalıp, "çocukken süperkahraman olmak istiyordum, şu hale bak. Bi dakka ya, ben süperkahraman olucam!" diyen Saitama işini gücünü bırakıp kendini bu işe adıyor ve 3 senelik zorlu bir antrenman süresinden sonra tüm bu vasatlığına tezat olacak şekilde çok büyük bir güce sahip oluyor. Öyle ki kimse karşısında duramıyor, tüm düşmanlarını tek yumrukta paramparça edebiliyor.

Özetle büyük gücün büyük can sıkıntısı getirdiği bu animede, Saitama'nın kendini tekrar hayata bağlayacak, heyecanlandıracak bir rakip arayışını izliyoruz.

Dalga geçeyim derken çığır açmak

Tür olarak bir "seinen parodisi" diyebileceğimiz bir tarza sahip olsa da bahsi geçen "aksiyon dolu, bol vurdulu kırdılı" bu tarzın çok da esaslı bir üyesi olmuş One-Punch Man. Yani komedisinin kalitesinin yanında dalga geçtiği öğeleri de çok iyi işlemiş ki bir dövüşü 7 sezona yayan türdaşlarının yanında, ilaç gibi geldi.

Çizimler ise şahane. Gerçekten, mangası da okuduğum kadarıyla tadından yenmiyordu ve animede de bunu çok iyi başarmışlar. Sade, net ve bir hayli komik.

Komedi unsuru ise genelde göndermeler ve karakter üzerine. Yani izleyicileri eğlendirmek ya da güldürmek amacıyla bariz oluşturulmuş şakalar yerine anlık, durum komedisi tercih edilmiş ve bu aksiyon dolu sahnelere mükemmel bir şekilde yedirilmiş. Türdaşlarının aksine savaş sahnelerinde sıkılmak yerine aksiyona kapılıp heyecanlanabiliyor ve bu heyecanın tam ortasında birden kahkahalara boğulabiliyorsunuz.

Kel mel ama çalışıyor

Saitama; işinde gücünde, her gün karşılaşılabilecek normal bir adamken kahramanlığa soyunan, kendi deyimiyle "eğlence olsun diye kahramanlık" yapan, dünyanın en güçlü ama en düz insanı. Kendisine saatlerce ne kadar güçlü olduğunu anlatan rakibine verdiği tepki bir nevi özet olabilir.

Spoiler: Göster


Tabi asla yenilmeyen, durdurulamayan ve tek yumrukta herkesi deviren bir karakter, izleyiciyi sıkmadan ne kadar ilerleyebilir ki? İşte burada diğer karakterler devreye giriyor. Ailesinin intikamını almak için daha güçlü olmanın yollarını arayan yakışıklı cyborg "Genos" olsun, halkın kahramanı gönül adamı "lisanssız sürücü" (bisikletli) olsun, Saitama ile karşılaşana kadar kendisini kimsenin hareketlerini göremeyeceği kadar hızlı sanan "Sonic" olsun, birbirinden saçma düşmanlar olsun, hepsi de animeyi gümbür gümbür sürüklüyor.

Sonuç?

Açılış müziğine yakışan bir aksiyona ve kapanış müziğine yakışan bir duygusallığa sahip olan One-Punch Man; izlemesi bir hayli eğlenceli, oldukça başarılı bir anime olmuş. Şimdilik 5 bölüm çıkmış olmasına rağmen beni kalbimden vurdu. Kurgusal olarak öyle müthiş bir derinliği yok, sonuçta aksiyon-komedi tarzı bir anime. Fakat iddia ettiği aksiyon kısmını da komedi kısmını da çok iyi başarmışlar.

Kaliteli bir "süperkahraman" hikayesinin olmazsa olmazı olan "karakterin geçmişi, amacı ve yaşadıkları" konularını çöpe atıp öylesine bir kahramanı işlemek ve bunu böylesine güzel başarabilmek... İzleyiniz efendim.

Not: İçimdeki %50'yi spoiler vermemek için zor tutuyorum.

Edit:Bu da iyiymiş;
Spoiler: Göster

15
Harry Potter / Ynt: En Korkunç Halloween
« : 01 Kasım 2015, 00:36:40 »
Karadeniz'in Hogwarts'dan daha güvenli olduğu gerçeğini kafam bi türlü almıyor...

Hogwarts, Harry Potter evreninin Samsun'u...

Bence "Mirror of Erised" de eklenebilir.

Spoiler: Göster

Sayfa: [1] 2 3 ... 52