Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - mbdincaslan

Sayfa: [1] 2 3 4
1
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Elli Altıncı Ay
« : 17 Şubat 2014, 22:11:27 »

"At çoban, postunu omuzlarına
Koy artık meydana bütün varını
Ya çıkar, ya çıkmaz o kurt yarına
Yaylaya zağarsız sal davarını"

Faruk Nafiz Çamlıbel

Esen olsun.

Çoban bazen “insanlığın hayrı için günahlarını üstlenip bedel ödeyen İsa”nın “babası”na dair bir metafor, bazen insanlığı yoluna davet eden Muhammed’e “pek sarp yere çıkmışsın, koyun çobanı!” diye gelen bir hakaret. Bazen insanları “panik”lettiren bir tanrı, bazen Dede Korkut’un dilinde, koskoca Salur Kazan’ı kurtaran bir “kahraman”.

Rıhtım dostlarının tanıyacağı sevgili Mercan Aytuna’nın çizimiyle bu ay 12 “çoban öyküsü” dinleyeceğiz. Tarihteki çoban öykülerinin gezdiği sınırlarda mı, yoksa daha mütevazı çobanların öyküleri mi, hep birlikte göreceğiz.

     - Kırpılan Koyunlar Kuyucusu adlı öyküsü ile Bahri Doğukan Şahin

     - Yazgı adlı öyküsü ile Ceyhun Özçelik

     - Korkusuz – Bölüm 1 (The Man Without Fear – Part I) adlı öyküsü ile Emre Sümer

     - Tüccar adlı öyküsü ile Hacı İmrağ

     - Yörük adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık

     - Ütopya Projesi 7 – Gabriel İle Görüşme (Son) adlı öyküsü ile Mehmet Kayhan

     - Kuzeyin Çobanı adlı öyküsü ile Oyıl Varol

     - Karanlık Günler 1 – Kepenekli Adam adlı öyküsü ile Sefa Tursun

     - Zerre Hikâyeleri 1 – Çoban adlı öyküsü ile Servet Tursun

     - Güzel Bir Gün adlı öyküsü ile Suat Vural

     - Tezgâh adlı öyküsü ile Taha Sancar Çalışkan

     - Küçük Dostumun Şarkısı adlı öyküsü ile Ufuk Ali Kaftanlı

Gelecek ayki temamız “Çığlık” olarak belirlendi. Çobanların öyküsünü bir dinleyelim hele, belki uzaklardan kurdun kaptığı bir kuzunun çığlığı çalınacaktır kulağımıza. Öykülerinizi mart ayının ikinci hafta sonuna kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

M. Bahadırhan Dinçaslan

2
Esen olsun.

Birinci http://tonyukuk666.blogspot.com/2013/10/ak-don-bir-modern-zaman-samannn-oykusu.html
İkinci http://tonyukuk666.blogspot.com/2014/01/ak-don-bir-modern-zaman-samannn-oykusu.html
Ve Üçüncü http://tonyukuk666.blogspot.com/2014/01/ak-don-bir-modern-zaman-samannn-oykusu_13.html

Bölümlerini blogumda yayımladığım öyküyü burada da paylaşayım istedim. Her üç bölümde bir buraya da ekleyeceğim kısmetse. Bloga koyduğum notları da buraya ekleyerek, öyküyü paylaşayım:

Bir kaç yıl evvel, bir "kam"ın torununun, atasının rüyasına girmesiyle, modern zamanda kamlık yapmaya başlaması üzerine, gayet klişe bir senaryoyla bir öykü yazmaya girişmiştim. Birazdan okuyacağınız öykü, yitip gitmiş bir çağdaki bir "kam"ın (şaman) torunu Batıralp'in, dede yadigarı "ak don" ile yaşadığı maceralara dair bu denememden yadigar ilk kısım. Belirtmem gerekir ki, Türk mitolojisine atıflar varsa da, onlara "olduğu gibi" atıf yok, yeni bir "evren kurgusu"nda atıf var. Bir nevi, "fantastik" öykü denemesi diyebiliriz.

Okuyucunun akılda tutması gereken bir kaç husus var. Öncelikle söylemeliyim ki, öykü şamanizmden motifler taşıyor, evet, bu motifler üç türlü: İlk tür, orijinal haliyle. İkinci tür, orijinali esnetmemle oluşanlar. Üçüncü türse, tarihi metinlerde vs. var olmayan, benim şaman geleneği sınırlarına uygun bir şekilde türettiklerim.

Bir de, kullandığım benzetmeler, sözcükler, deyimler, konuşma tarzları vs. çoğu zaman "tesadüfi" değil. Sözgelimi "Han dediğin Yenisey'e vuran günün ışığıdır" sözcüğü, benim Han sözcüğünün etimolojik kökenini Yenisey dillerinde "kağn" gibi telaffuz edilen "kan" yani "ışık" sözcüğünde görmem. (IPA yazımı:  kʌˀn) Özellikle "Kayan" konuştuğunda, okuyucunun biraz etimolojik sözlük, mitoloji ansiklopedisi vs. karıştırması yerinde olacaktır. Çalışma tamamıyla bittiğinde gerekli açıklamaları ayrıca koyacağım kısmetse.

Ak Don
[/b]

“Beni bir ölünün üstünden çıkardılar. Burada satılacak adam bekliyorum, öbürü tıpkı benim gibi, bugün bir ölünün üstünden çıkmadıysa yarın ikinci veya üçüncü sahibinden sonra bir ölünün üstünden çıkacak. Düşün, düşün, biz insanlardan evvel eskidiğimiz halde kaç insan eskitiyoruz? Bizim ıstırabımızı düşün! Biz vücutsuz kalan bir elbise miyiz, yoksa elbisesiz kalmış bir ıstırabın vücudu mu?”
Necip Fazıl Kısakürek, “Eski Elbiselerin Hafızası”


Bölüm I: “Ete Kemiğe Büründüm”

“Oğul! Sakalım aktır, bildiğim çoktur, belim eğikse de şükür, başım hep diktir. Ozanlardan ataları dinledim, diz kırdım kamların huzurunda serinledim, nice gönle tanrı buyruğun ben esinledim. Gördüm geçirdim, dondan dona girdim, yedi kat göğe ağdım, yağmur oldum yere yağdım. Balalıkta atam Kayan dedi adıma, bu yaşıma eriştim ve yettim muradıma, ak sütü ben bozdum kımız eyledim, sert yele ben sızdım yırlar söyledim; sözümü dinle, kara yazgıyı önle.

Oğul! Bilmeze bildiren, yitmişi bulduran, ata yol aldıran, balığı göle daldıran, yüklü kadının karnını dolduran, çiçeği bitiren solduran, yatmışı kaldıran, ozana çaldıran buyruk verende, bulutlarla gölgesin gökyüzüne serende, börü soylu kağanlar bozkırda hüküm sürende, kamlar yürüdü bir zaman, beylere kalmayan acunda, acunun unutulup gitmiş bir ucunda. Gözleri gök rengi, kopuzlarında göklerin ahengi, sözlerinde Bay Ülgen’le Erlik Han’ın avaz avaz cengi, bilmezi uyardılar, dört diyarı dolanıp, günbatımına vardılar. Ak dona büründüler, kuş olup uçtular da yılan olup süründüler, kurt olup göründüler.

Oğul! Kamlar göklerle konuşur, Bay Ülgen’e danışır, dondan dona Görklü Tanrı neye isterse dönüşür. Kamlar Tanrı’ya kulak verir, Tanrı cümle yaratığı onlara ulak verir, sıfatına kam denenin artık adı anılmaz, tanrıya dilmaçlık eder kamlar asla yanılmaz. Düşmanları Erlik’tir ki bastığı yer bunludur, bin kere bin fikirli bin bir oyunludur, gökten şüphe ettirmeye çaşıt salar Yek gönderir, gök kamların ayağına bin çeşit köstek gönderir.

Oğul! Çağı çatanda Bay Ülgen, ak donuna sarındı, Han Tengri’nin pınarlarında yıkanıp arındı, Erlik Han’a karşı geldi, kılıç vurup kalkan çeldi, Erlik kara donludur, türlü türlü oyunludur, bir o çaldı bir bu vurdu, iki tanrı birbirine yaman lanet savurdu. Tanrı tanrıya baskın gelse, gök çöker yer yarılır, biri basıp meydan alsa, ya yer ya gök darılır. Gök Tanrı buyruğun verdi, ikisini de yere serdi, donlarından azad edip katına aldı kayırmadı, bu ak bu kara demedi, ikisini ayırmadı. Altayların uzağında, bir ormanın kırağında, tanrıların vuruştuğu ata kamların çağında, iki don kaldı geriye, biri karlardan beyaz, biri geceden siyah, birinde tanrının kutu, birinde günah. 

Oğul! Bana Kayan derler, kam sözünü yayan derler, ozanların ulusuyum, bin bir boşun dolusuyum, sözümü dinle, kara yazgıyı önle. Bu kamların dileğidir, elim gök kamların eli, bileğim tanrı bileğidir, kaç bin yıllık uykumdan uyandırıldım, bu gece kapına dayandırıldım. Erlik Han’ın kara donu çalındı, Bay Ülgen’in akça donu bulundu. Ben kamların bakşısıyım, emanetin bekçisiyim; sen oğlumun oğlusun, benim kutlu görevime damarından bağlısın. Emanete hıyanet olmaz, hainde din diyanet olmaz, ak donun giyilme çağı erdi, görklü tanrı bu muştuyu benim neslime verdi, dilerim Yek usunu bulandırmasın, kanını sulandırmasın. Akça oğul, gökçe oğul, seni Erlik kandırmasın, kutlu olsun vazifen Gök Tanrı utandırmasın!”

Batıralp kan ter içinde uyandı. Pek rüya görmezdi, mezarlığa nazır çay bahçesinde sarıklı mezar taşlarını bir süre seyre dalıp, griden ve yağmurdan tiksinmiş bir halde evine döndüğünde yastığa kafasını koyuşuyla kendini içinde bulduğu bol kavgalı rüyalar hariç. Rüya görüyorsa, sadece bu rüyaları görüyor olmalıydı, hatta belki aynı rüyayı tekrar tekrar görüyordu: Çirkin adamlar, hatları belirsiz, karanlıkta acemi fırça darbeleriyle şekillendirilmiş gibi her an beliren ve her an karanlığa karışan gövdeler, boşa giden yumruklar ve her defasında kaçan adamların arkasından bakış; ve uyandığında dahi sıktığı dişlerinde elektrik gibi titrediğini hissettiği öfke. Yüzlerini görememek, boğazlarını sıkamamak, çenelerini dağıtamamak; gözlerine bakamamak öfkeyle, ama çirkin olduklarına –tuhaftır ki- emin olmak. Hele uyanmak; iki kere öfkeli oluyordu uyandığında, neden olduğunu, nereden geldiğini anlayamadığı rüyasındaki sebepsiz öfke ve bir şekilde boğazlamak istediğine emin olduğu çirkin adamların sırrını anlayamayışından doğan hırs.

Yine de, bütün günleri bu rüyaların etkisinde geçmiyordu; pek sık olmazdı çirkin adamların gece ziyaretleri. Olduğunda birkaç gün etkisinden çıkamazdı, o kadar. Ardından herkes gibi yaşamaya devam ederdi, lüzumundan fazla gülmeden, lüzumundan fazla somurtmadan. Hiç kimsenin sıradan olmadığı ve herkesin sıradan olduğu dünyada hiç kimse onun kadar sıra dışı değildi ve o herkes kadar sıradandı. Ve Batıralp, kan ter içinde uyandığı o sabaha dek herkes kadar sıradan olmanın rahatlığıyla yaşayıp gitmişti işte, sıra dışı rüyalarıyla hafiften gurur duyarak.

Ancak işte kan ter içinde uyanmıştı Batıralp, öfkeden dişleri kenetlenmiş, yumruğu sıkılmaktan parmak boğumları beyazlamış asabi bir uyku mahmuru gibi değil. Karanlıktan korktuğu yaşlarda hissettiklerini hissediyordu şimdi, sanki onu kovalayan ilk köpek yine peşindeydi ve o yine beş yaşındaydı. Rüyasına tuhaf kafiyelerle konuşan bir ihtiyarın girmesinin bekleneceği bir adam varsa dahi, o Batıralp değildi ve zangır zangır titriyordu; korkuyordu, çirkin adamların yüzünü göremeyişinin doğurduğu öfkeye inat, şimdi ne olduğunu anlamıyor ve bu kez öfkelenmiyor, siniyor, küçülüyordu.

Bir sigara yaktı. On dört yaşından beri her gün, uyandığında ilk işi sigara yakmaktı; bu defa uykudan yeni uyanmışlıktan acemi ellerle değil, ürkek ve titreyen ellerle aramıştı paketi komodinin üstünde. Dumanı içine çekti, bir an tavana dikti gözlerini. “Altı üstü bir rüya, abartmaya gerek yok” dedi, kalp atışları yavaşlıyordu, titremesi geçiyordu. Bir nefes daha çekip tablaya bıraktı izmariti, ve yavaşça doğruldu yataktan, gözlerini ovuşturdu. Ve kafasını kaldırdığında, dolabının üzerine asılmış bir beyaz kaftan gördü.

***

"Şerefli bir milletin zillete düşen oğlu
Çığ oldu ızdıraplar, saçlarını yoldur gel
Beşiklerde büyüyor nice Alparslan bağlı

Şehitlik kefenini kıratınla aldır gel"
Duran Dinçaslan, "Gel".


Bölüm II: Yedi Cebe


Odaya dalgalı bir camın arkasından bakıyordu sanki, her şey eğilip bükülüyor, şekilden şekle giriyordu Batıralp kaftana baktıkça. Kaftan, Batıralp’i korkudan titretse de, insana tekin gelen soluk bir ışıltıyla parlıyor, sabit duruyordu bir çizgi filmden fırlamış gibi gelen sahnede. Arkadaşlarına sık sık “dünyanın en yüzeysel adamı, işte o benim” diyerek, sıra dışılığa olan özlemiyle kendince dalga geçen Batıralp, yaşadığı ilk sıra dışı tecrübenin şokuyla afallamıştı. Kaç insan, bir sabah tuhaf bir kabustan uyanıp bir kaftan asılı bulur dolap kapağına asılı?

Yine de, bütün imkansızlığına rağmen, odadaki tek gerçek kaftan gibi duruyordu. Eşyanın helezonuna inat, olmaması gereken yerde bir öte dünya kaçkınıydı bu kaftan, Batıralp’in bir miktar karbon atomundan pek de öte olmayan gözlerinin önünde. Ve bütün eşya olmaması gereken bir girdaba kapılmışken, kaftan oldukça normal duruyordu.

Sigarasını tablaya bastı. Sıradışı şeyler yaşayan insanlar nasıl davranır bilmiyordu ama, içinde bir yerlerde, sıra dışı şeyler yaşayan insanların tam da onun gibi önce şoka uğradığını, ardından tam olarak hangi an olduğu işaretlenemeyecek kadar hızlı bir süreçte durumu kabullenip, sıradanlaştırdığını düşündü, bildi, hissetti. Artık korkmuyordu, çekiniyordu ancak korkusu geçmişti, şimdi merak vardı içinde ve hafif bir gurur: Gri mezar taşlarını izleyerek geçirdiği günler ve o taşlara şiir yazdığı gecelerin intikamını alıyordu artık, sıradanlığından kurtulmuştu.

Yavaşça kalktı yataktan. Kaftana doğru yürüdü. Yaklaştıkça odadaki tuhaf görüntü azalıyor, dünya ve eşya daha normal gelmeye başlıyordu. Ancak görüntü düzeldikçe, ses bozuluyordu, küçüklüğündeki tüplü televizyonlar ve insanlığa zûl antenleri hatırlayıp gülecekti neredeyse. Bir mırıltı kaplamıştı evi, şeytana adanmış bir grup keşiş kutsal metinlerin uhreviliğinin ırzına geçerek uğul uğul bir ayin yapıyordu sanki. Bir şey, biri vardı onunla bu odada, kaftandan ve ondan başka. Yaklaştıkça mırıltı apaçık bir haykırışa dönüştü. Müstehzi mizacının bir anlık kıpırdattığı neşe ve alay da kayboldu. Çok çabuk alışmıştı durduk yere dolabına asılı bir kaftan bulmuş olduğu gerçeğine. Uğultu onu gerçeğin ciddiyetiyle yüzleştirmişti tekrar.

Haykırışın dozu arttıkça, Batıralp hareket edemez oldu. Bir irade, onun 23 yıllık iradesinden çok daha görmüş geçirmiş, engin ve derin bir düzlemin beslediği bir irade onu alıkoyuyordu. Üç adım ötedeki kaftana gidemiyor, kulak zarında çan sesleri ve haykırışlarla işkence çekiyordu iki ayağının üstünde. Aniden aklı ilk gençliğine gitti…

“Gördüm ki, adım adım, gölge gölge keşişler
Ebedi karanlığın mahzenine inmişler...”


Nasıl severek okurdu Necip Fazıl şiirlerini… Ve nasıl tiksinmişti Necip Fazıl’ın fikirlerinden, büyüdükçe… Yeniden gülümsedi, daha doğrusu, kaslarını hareket ettirebilseydi gülümseyecekti. Aklını kaçırması gereken bir anda, çan sesleriyle işkence çekerken aklı Çan Sesi şiirine gidebiliyordu… Ve gülesi geldiği anda, çan seslerinin kesildiğini fark etti. Haykırış tekrar mırıltıya dönüşmüş, irade onu azat etmişti, hareket edebiliyordu yine.

Kaftana yaklaştı Batıralp, bu tuhaf sabahın yarattığı bütün soruların cevabına kaftanı inceleyince ulaşabilecekti, biliyordu. Ve kaftana dokundu.

Aniden boşlukta asılı buldu kendini. Ne ses, ne görüntü, ne bir his; bütün duyu organları körelmişti, yalnızca kendi zihniyle baş başaydı şimdi. Ve mırıltıyı, kötülük dolu koroyu susturan sesi duydu, rüyasındaki adamın sesi, berrak ve gür bir perdeden, vakur bir coşkuyla okuyordu beyninin içinde:

Körügme Kün Tengri döndü yüzünü
Ay Ata bizlere garaz doludur
Bir kara alamet Kıpçak düzünü
Kapladı, bu bela gökten uludur
Ağla! Göğe kastı bu hıncın, ağla!
Ağla! Pas tutacak kılıncın, ağla!
Çarnaçar kalacak akıncın, ağla!

Ak kazın teleği düştü düşeli
Ev başı kara han bu yağız yere
Hiç böyle esmedi Kuzey'in yeli
Gözle bak! Diler ki vurup devire
Bozkırın bekçisi balballarını
Kök Tengri yükünün hamallarını
Şad eder bozkırın çakallarını!

Doğudan eserdi bir zaman rüzgar
Bir zaman, Kün Tengri gülerdi bize
Teng Tengri kıpkızıl afakı yakar
Ererdi yer-sular kadim denize
Ahoy! Orhun, İtil, Yenisey kaydal?
Ahoy! Kağan, tigin, şad ve bey kaydal?
Oğuz Han, Tunga Er, Edigey kaydal?

Kuzeyin çağıdır çatan bu kıyım
Türkuaz yağısı bu kara nöbet
Kök Tengri! Kurt doğdum, itin rızkıyım!
Kuzguna ram oldu dokuz tuğ devlet
Tuğrul sustu öten kuzgundur artık
Sungura güç yeten kuzgundur artık
Kanat kanat biten kuzgundur artık

Kaşın bolsa yaşın yakmas dediler
Yaktı ak ülkemi bir kara yalım
Büyüsü işlemez kam aman diler
Boza kesti yeşil, mavim kızılım
Yada taşı kan yağdırır ay Ülgen!
Ağıt olup göğe ağar kay Ülgen
Görkün yitip sefil m'oldun bay Ülgen?

Mingitav karından bozkır tozundan
Bir bala beledim, Rum'a sakladım
Ki bu salgın kokan sisin kuzundan
Saklansın hatıram, şerefim, yadım
Bekçidir ışığı ayın yıldızın
Beşiği Ayzıtça rahmi bir kızın
Doğar da zulmeti boğar ansızın!

Ve Batıralp için bildiğimiz haliyle yaşam geri döndü, hiç değilse, bir yığın karbon atomundan pek de öte olmayan gözleri yeniden görüyordu: Bir dağın zirvesindeydi. Karşısında o adam vardı yine, rüyasında  gördüğü, bir şekilde bütün bu tuhaflıkların sorumlusu olduğunu bildiği. Adım ne demişti?

Derken, yaşlı adam konuştu: “Oğul, sakalım aktır, geldiğim yer uzaktır, ruhumu dünyada tutan bin yıl evvel yaktığım ocaktır. Balalıkta atam Kayan dedi adıma, bir adımı bir ocağımı bıraktım evladıma.

Oğul! Demir Yer Ana iliği, yağmur Gök Ata kanıdır, ikisinden kılınır ki Gök Tanrı’nın ekvanıdır. Demirciler bekçisidir gökler ilmi sırrının, kollarında örsü döver muradı Gök Tanrı’nın.  Han dediğin Yenisey’e vuran günün ışığı, Kayan dediğin o ışığın aşığı, senin geçeceğin Gökler diyarının eşiğidir.

Oğul, ak don senindir senin olsun, atalar yolu kamlar dini dinin olsun, gök girsin kızıl çıksın yeminin olsun. Erlik Han’ın kara donu bulundu, Bay Ülgen’in akça donu çalındı. Gök Tanrı gücüne gider, acunu yerle yeksan eder, akça donu giy, kara donu bul, yedi cebeyi al, görklü tahta kurul. Tanrı gazabın uyanmadan, doğu göğü kızıla boyanmadan, kuzeyin kuzunu darmadağın et, börüler neslini irfanla yönet.

Oğul, benim çağımda, Tanrı adıyla yaktığım ocağımda, bir demirci yaşardı, nice işler başardı. Sen oğlumun oğlusun, benim kutlu görevime damarından bağlısın. Sözümü dinle, kara yazgıyı önle. Demircioğlu’nu bul, yanına al, yanıma gel. Kaftanla dolaşma, çalıyı dolan ite dalaşma, Erlik tohumu pisliğe bulaşma. “

Bir anda manzara silindi. Tekrar odasındaydı şimdi, eli kaftana uzanmış, dokunmasına ramak kalmış bir halde. Duydukları bu defa zihninde berraktı, aklına kazınmıştı. Bir anda gelişen bunca olayı sindirmeye çalışırken “eh, en azından adı Kayan imiş, onu unutmam bu defa” diye düşündü. Ve birden, komodinin üstünde duran telefonu çaldı, birkaç ay evvel atadığı melodisiyle, Nevid Müsmir’in yanık Türkmen sesinden:

“Sene direm Demirçoğlu
Apardılar serdarmızi…”


***

"Hani mavi denizlerim
Üç kıtada nal izlerim?"
Dilaver Cebeci, "Hasret"

Bölüm III: Demircioğlu

"Reis, gidiyor muyuz bugün Çemberlitaş'a?"

Batıralp bir an sesi tanıyamadı. "Ne Çemberlitaş'ı, ne gitmesi" diyecek oldu. "Orda mısın lan?" sorusuyla kendine geldi. Tabii ya, Cumartesiydi, Çemberlitaş'a gidecekti mutad üzre, akşama kadar "faşistlik yapacak", sohbet edecekti. Bir öksürükle boğazını temizleyip cevap verdi:

"Tamam, tamam. Geliyorum, kusura bakmayasın yeni uyandım. Geçiyor musun sen de?"

"Yola çıkarım birazdan, Kürşad'la konuştum gelemeyecekmiş bugün. Pek kalabalık olmayacağız gibi, belki erken kalkar gezeriz biraz, farklılık olsun."

"Tamam bakarız, hadi giyineyim çıkayım ben."

Telefonu kapattı. Bir anlığına, az evvel olan biten her şeyin rüya olduğuna inanmak istedi, işte Yavuz aramıştı, Cumartesi buluşmasına gidiyordu, en büyük derdi gelen misafirlerin çay parasını denkleştirebilmekti. Kafasını çevirip kaftana baktı. Hayır, her şey gerçekti işte, buz gibi hakikatti kaftan dolabının üstünde.

***

Tramvayda, kulaklığını takmayı unuttuğunu fark etti. İstanbul'un nefret ettiği dış mahallelerinin çirkinliğinden müziğe sığınırdı hep oysa. Kulaklığını taktı, oynat tuşuna bastı. Ghost Riders in the Sky, Christopher Lee yorumu... Gülümsedi; daha bir kaç ay önce "şu hayalet süvariler bana öyle gelse, seve seve ruhumu şeytana satardım ki şu tatsız sıradanlıktan kurtulayım, ebedi koşturmacalarına katılayım" demişti. Ses çıkarmadan, dudaklarını kıpırdatarak eşlik etti:

"Their brands were still on fire and their hooves were made of steel
Their horns were black and shiny and their hot breath he could feel
A bolt of fear went through him as they thundered through the sky
For he saw the Riders coming hard -- and he heard their mournful cry!

Yippie yi yay
Yippie yi ooh
The Ghost Riders in the sky!"


Çemberlitaş anonsuyla irkildi. Gökyüzünde şeytanın sürüsünü kovalayan bir kovboy olma hayalini bölmek zorundaydı bir başka seferde devam etmek üzre, gelmişti işte. Tramvaydan indi, bir sigara yaktı. Kendine şaşırıyordu, gördüğü rüya ve kaftan sürekli aklındaydı ancak çılgınca tepkiler vermiyordu, bin yıldır aşina olmuş gibiydi, her ne olduysa sindirmiş, kabullenmişti. Hala aynı adamdı işte, bildiği bir çok şeye bir şey daha eklemişti o kadar: Tamam, biraz, hatta oldukça ilginç ve sıradışı bir şey.

Çemberlitaş Türk Ocağı binası önünde yükseldi. Türk Ocağı lokaline giderken mezar taşlarının içinden geçiliyordu, insanlar buna alışmıştı, kimse hayret etmiyordu. Yalnız Batıralp kabullenememişti sanki, yalnızca o biraz tuhaf buluyordu bu durumu. Ne zaman bu mezar taşlarının önünden yalnız geçse, oturup bu taşları izlerken yazdığı şiirin son mısraını mırıldanırdı: "Bitti ve girdi mezara uyur gibi, her ölü..."

Lokal her zamanki gibi kalabalıktı, dikilip gözleriyle Yavuz'u aradı. Tanıdık bir kaç yüze gülümseyerek selam verdi:  "Neşter kesiği gibi duran acı bir tebessüm..." Derken gördü, köşeye tek başına oturmuş telefonunu kurcalıyordu. Yanına yürüdü, selam verdi:

"Ezen bolsun baurım, tek başınasın bakıyorum?"

"Evet abi ya, Mehmet'in işi çıkmış, Kürşad gelmeyeceğini söyledi. Diğerlerine de ben gelmeyin dedim. Seni alıp İstiklâl'e çıkarayım diyorum."

"E haydi o zaman. Biraz farklı mekan görelim madem."

***

"Reis aklıma düştü ya, benim kızın doğum günü. Şu dükkanda tüy kalemler var, onlardan istemişti. Ben bir girip bakayım. Sen sevmezsin bu işleri, iki dakika sigara falan iç olur mu? Bak karşıda bir emmi türkü söylüyor, onu dinleyiver, geliyorum."

Yavuz gördüğü dükkana girip Batıralp'i yalnız bıraktı. Alışverişten, "ıvır zıvır almaktan", hediye beğenmekten nefret ederdi Batıralp, bunu herkes bilirdi. Teklif dahi etmemişti içeri gel diyerek. Bir sigara yaktı, türkü söyleyen yaşlı adama doğru yürüdü. İstiklâl'de ne zaman bir türkücü görse mutlu olurdu, her çeşit "egzotik"liğin beğenildiği ancak Anadolu'ya dair ne varsa bayağı görüldüğü bu caddede. Yaklaşırken adamla gözgöze geldi, iki kişi daha dikilmiş onu dinliyordu. Adam masmavi gözleri, sarkık bıyıklarıyla ona dik dik baktı. Ve birden çaldığı havayı değiştirdi. Ona bakarak okuyordu türküsünü, daha iyi duymak için iyice yaklaştı Batıralp:

"Dağlarıma kastı nedir devranın
Yaylaya çıkılıp gezilmez oldu
Yekinin erenler, erler davranın
Yağı nerden basar sezilmez oldu

Kol kalkmaz eyledi yaşlıyı yaşı
Akıncılar atsız gözcüler şaşı
Koma ha diyende gavurun başı
Altmış batman gürzle ezilmez oldu

Yad ele yar ettim Hind'i Yemen'i
Kabusa değiştim kutlu kömeni
İt Barak soyunun dokuz tümeni
Bir kurt narasıyla bozulmaz oldu

Ak dona bir kara leke bulaştı
Kutlu yolun izi Yek'e bulaştı
Tavlama bir soysuz teke bulaştı
Göğümde atmacam süzülmez oldu

Yoldaşlık dağıldı yitti nökerlik
Acuna yeğ oldu bunlu mezerlik
Tanrılar çağında ettiğim erlik
Küfürden sayıldı yazılmaz oldu

Okunan yadırgı irfanı şimdi
Kurdoğlu çakalın sütünü emdi
Bilinmez kurt soylu kağanlar kimdi
Sözü bengütaşa kazılmaz oldu

Börüye "sus!" dendi, itlere "ürü!"
Aradı Yalquzaq kendine sürü
Deve yavrusuna ağlayan börü
Eniği öldü de üzülmez oldu

Demircioğlu'yum karardı göğüm
Yaşadığım boşa, boştur öldüğüm
Kam Ata'nın düşte attığı düğüm
Aklımda, gönlümde çözülmez oldu..."


Demircioğluyum... Demircioğlu! Kayan'ın bulmasını istediği adam, onu bulmuştu işte. Kendisinden başka kimsenin kalmadığını fark etti, adamın türküsü pek hoşlarına gitmemiş olacak ki, ayrılmışlardı, tek başına karşısında dikiliyordu. Heyecanını bastıramayarak kolundan tuttu adamı:

"Demircioğlu, sen misin? Yedi Cebe ne demek, sana bir şey ifade ediyor mu?"

"Yedi Cebe'yi bilirim, peşinde dünyayı dolaştım, teker teker aradım, buldum, bir araya getirdim. Ama uluorta sana ne olduğundan bahsedecek değilim. Gözlerinde Kam Ata'yı gördüm, deyişimi değiştirdim. Anladım ki sen de bizdensin."

"Sizden mi? Siz kimsiniz peki?"

"Şimdilik boşver bunu. Bana Kam Ata'yı nasıl gördüğünü anlat."

"Bilmem... Önce rüyama girdi. Sonra uyanıkken... Gerçi, belki de hala uyuyordum, bilemiyorum. Rüyama girip bana adını söyledi, oğlumun oğlusun dedi... Sonra odamda bir beyaz kaftan buldum."

Demircioğlu'nun yüzü değişti. Gözleri büyüdü, kolundan sıkıca kavradı. Ara sokağa doğru çekti Batıralp'i, dikkat kesildiği ve heyecanlandığı her halinden belliydi.

"Adı ne peki Kam Ata'nın? Adının ne olduğunu söyledi sana?"

"Kayan dedi sanırım."

"Sen O'sun. Son kırk yılımı senin için hazırlanmakla geçirdim ben... Nihayet çağı erdi, hüküm vakti çattı demek..."

"Peki sen kimsin? Kayan bana Demircioğlu diye birini bulmam gerektiğini söylemişti, ama ne senin kim olduğunu biliyorum, ne de neden bulmam gerektiğini."

Demircioğlu gözlerini kapatıp munis bir melodiyle mırıldanmaya başladı:

"Bir seher vaktinde dokuz yaşımda
Kam Ata göründü gözüme benim
Kuzeyin karası esen başımda
Işığını sürdü yüzüme benim

Bunalmış idim ben kuzey kuzundan
Isırgan yelinden yakan buzundan
Çıkardı Kam Baba öz kopuzundan
Tel verdi, kut verdi sazıma benim

Ağladım gözümden yaşımı sildi
Halimden anladı derdimi bildi
Göklerin ateşin içime saldı
Tininden od verdi közüme benim

Gören gözüm oldu Tanrı'yı gördüm
Tutan elim oldu Ak Kaz'ı sardım
Ayağım oldu da göklere vardım
Yenigün erişti güzüme benim

Demircioğluyum ben ben değilim
Tutarsam Kam Ata elidir elim
Söyleşsem ağzından konuşur dilim
Sözleri karışır sözüme benim"

Ben Demircioğlu'yum, senin yükün sana, benimki bana. Yedi Cebe'yi bulmakla görevliydim, buldum, bir araya getirdim, senin için hazırlandım. Uluorta çok konuşmayacağım. Yarın akşam Neyzen'in kabri başında olacağım. Yalnız gel. Kaftana dokunma, dışarı çıkarma, ilişme dursun.

O esnada, Yavuz, biraz da Batıralp'e bakınmış olmanın acelesiyle bağırdı "Reis nereye kayboldun yahu!" Batıralp arkasını döndü. Yavuz elinde bir poşetle geliyordu. Tekrar Demircioğlu'na baktı. Gitmişti, "kırklara karıştı herhalde" diye güldü.

"Ne var yahu, şiir yazıyordum dalmışım. Aldın mı hediyeni?"

"Aldım aldım. Boğaziçi'ne mi gitsek, pek tadı yok bugün İstiklâl'in?"

"Olur gidelim. Çocukları da çağıralım."

Her zamanki gibi ateşli ateşli konuşmaya başladılar yürüken. Batıralp performansından hiç bir şey kaybetmemişti, hararetle anlatıyordu yine, ama gözleri biraz donuk bakıyordu sanki, dikkatle bakan biri hemen fark edebilirdi...

M. Bahadırhan Dinçaslan

3
Şişedeki Mısralar / Waldeinsamkeit
« : 24 Eylül 2013, 15:22:40 »
Waldeinsamkeit

Medet mısralarım medet ses geliyor ormandan*
Ben değilim bu sürreal tablodaki ucube
Elim desen tutunduğu etek dolusu yalan
Gözüm desen gözbebeğim başka gözlere gebe

Sesler geliyor ormandan medet kadim sağırlık
Bu bir iyelik sancısı: Hırslar, aşklar, hevesler
Duyuyorum: Üzerimde Atlas* yükü ağırlık:
Bir plaka kaydettiğim doğum öncesi sesler

Hiç doğmamış, hiç görmemiş, duymamış olmak vardı
Bir kez duydun, ebediyyen üzerinde lanet: "kün!"
Bu kirli sarı elbise seni bir defa sardı
Artık huzur yok: Gözüne tuzak kurar gördüğün

Sen ey zavallı çocuğu toprağın iğfalinin
Sen ey kanıbozuk dölü gökyüzünün: ağla dur!
En önemsiz ayrıntısı tanrının hayalinin
Gömül kabusuna, çağır, annen gelmesin, kudur!

Balıkların umru değil okyanus ve mutlular*
Sen, küçücük fanusunu kocaman umursadın
Sonunuz hiç, taliplerin boşuna umutlular
Vuslatını bir müstakbel aşka saklayan kadın

Sesler geliyor ormandan hem bildik hem yabancı
Ve ben aklımı yitirdim kendimle konuşarak
Göbek deliğime yakın pek aşina bir sancı
Ormanda bir başımayım döküldüm yaprak yaprak

Doğduğu günü kutlayan dünya dolusu sefil
Milyonlarla paylaştığı biricikliğe meftun
Değil, değil bu yıllardır aradığım şey değil
Benliğim! Bana "ben"i ver gerisi senin olsun

Benim ruhum, benim aklım, benim benliğim! Ya ben?*
Mülk maliki tanımlamaz! Mülkiyet hırsızlıktır!*
Dört yanın Ebrehe* kalbim! Dümdüz olurken Kabe'n
Kırık kanat Ebabiller ağında: "Yazıktır..."

Oysa güneşin altında yeni bir şey yok, heyhat!*
Ram olduğun, ilk tanrının sonu malum yazgısı
Bütün hikayen bu kadar küf kokulu ve bayat
İşte insan!* Ve ırzına şeytan geçmiş algısı...

24.09.2013
M. Bahadırhan Dinçaslan

Waldeinsamkeit: "Ormanda yalnız olma hissi" anlamında Almanca bir sözcük.
Ses geliyor ormandan: Bir Necip Fazıl dizesi.
Atlas: Yunan Mitolojisinde arzı yüklenmekle görevli Titan.
Kün: arapça "ol!"
Balıklar ve okyanus: "Cihanara cihan içredir arayıbilmezler / Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler" (Cihanın süsü cihan içindedir aramayı bilmezler / o balıklar deniz içindedir denizi bilmezler) diyen Hayali'ye bir gönderme.
Benim ruhum, benim benliğim: Necip Fazıl'dan ödünç aldığım bir diyalog parçası. Yanılmıyorsam Hasta Kumarbaz karakterinin, özetle "herşeye benim diyebilen 'ben' nerededir?" diye sorguladığı bir kısımdan.
Mülkiyet Hırsızlıktır: Proudhon'a ait bir söz.
Ebrehe: Efsaneye göre, Kabe'yi fillerle yıkmaya gelen, Ebabil kuşlarının saldırısıyla bertaraf edilen komutan.
Güneşin altında yeni bir şey yok: İncil'den. "Nihil novi sub sole."
İşte insan: "Ecce homo!" Latince, "işte insan" ya da "işte o adam" anlamına gelir. Romalı vali, çarmıhtaki İsa'yı göstererek böyle demiş. Hıristiyan sanatında, İsa'yı tasvir eden sanat eserlerinin bir damarının ana temasıdır.


"Language bearers, Photographers, Diary Makers,
You with your memory are dead, frozen
Lost in a present that never stoops passing
Here lives the incantation of matter
A language forever"



4
Müzik / Etnik & Folk Metal & Gotik & Ethereal & Country
« : 21 Temmuz 2013, 22:18:30 »
Sevgili rıhtım sakinleri, YouTube'da bulunamayan kimi eserleri (türleri başlıkta saydım) yükleyip, bir nevi amme hizmeti yapayım dedim. İlgilenenleri beklerim.

https://www.youtube.com/channel/UClCssodTNz7J3deT0qB2MLg

5
Kurgu İskelesi / Beyaz Elbiseli Kadın
« : 07 Temmuz 2013, 23:01:35 »
"där mötte henne en ulv så grå..."*

I.

Ben dağların çocuğuyum, bakışım buzul bakar
Çığlar düşer kulağımdan her gece uğul uğul
Kurt doğuran obaların kanındanım, çarnaçar*
Yaz da olsa, içerimde bir parça baki buzul

Gözlerim bozkır töresi hükmünce epey çekik
Ah gözlerim! Gök Tanrı'nın kılıcının yarası
Ufuklardan bir heyula avlar gibi sert ve dik
Tetikteyim, gelir diye can borcumun sırası

En teprenmez balkanların pençem aşinasıdır
Gün görmedik koyakların kuytusu tanır beni
Teslim olurken en yalnız yazgıya ağır ağır
Her gece gözüme çalar Tanrı aynı kömeni

Ben ulurum, köy ürperir, titrer beşikte bala
Bilmezler, meydan okuma değil bu, ağıdımdır
Bu mu benim aradığım? Bulduğum, bula bula?
Ağlar nafileliğine pençelerimde nasır

II.

Kırım'ın sapsarı ufku bir al tepreşe durmuş
Deşt-i Kıpçak'ın bozundan yeşeren bu gül nedir?
Sanki yıldız ıssıları gökte kurultay kurmuş
Sanki toprak toya durmuş, esrimiş, divanedir

Bu bir yaz gecesi düşü, yavrulukta gördüğüm*
Anamdan emdiğim sütten süzülmüş mayalanmış
Bu benim göğün katında yazgılandığım hüküm
Meğer gönlüm çağlar boyu beyhude oyalanmış

Ahoy Marja! Bir ak gelin, gökyüzünün biyçesi
Umay! Bu kız fahrı mıdır göklerdeki sürünün?
Bu gök maral, bu ay çehre, kaç canavar hevesi
Üleşi olur mu acep bencileyin börünün?

Ayzıt ayın ışığına büründü yere m'indi?
Bu ak donun parıltısı Mingitav şavkı mıdır?
Bir an olsun, o durulmaz, doymaz yangınım dindi
Ah bir lahzanın kutuna adadığım beş asır!

Benim yazgım kara çalar, kara çıkar hep yolum
Ey Ak Kaz'ın kanadından kopan bulutsu telek
Meğer ben tamu yolcusu sen göz aldatan zakkum
Ey seyri latif, vuslatı faniye yasak çiçek

Heyhat! Kurdun yazgısıdır, durmak isterim ama
Dolanmak çağıdır çatan yine dereyi, düzü
Baktığım yerde bir gölge bırakacak daima
Bir yaz gecesi düşüme giren perinin yüzü

M. Bahadırhan Dinçaslan

* där mötte henne en ulv så grå: (O kız) Orada bir boz kurtla karşılaştı. [İsveççe]

*"onlar ki kurt doğuran
obaların kanındanmış." [Arif Nihat Asya]

*A Midsummer Night's Dream, "Bir Yaz Gecesi Rüyası", Shakespeare.

Çarnaçar: Çaresizlikle, mecburen
Teprenmez: Sarsılmaz
Balkan: Sarp ve ormanlık kayalık, dağ
Kömen: Hayal
Tepreş: Tatar düğünü
Deşt-i Kıpçak: Kıpçak bozkırı
Issı: Sahip, özel olarak şamanizmde bir nesnenin sahip ruhu
Ahoy: Altay Türklerinde bir ünlem
Marja: Kafkasya'da bir tanrıça ya da dişi ruh
Biyçe: Hanım
Umay: Şamanizmde bir tanrıça ya da dişi ruh
Üleş: Pay, avdan ya da ganimetten paya düşen
Börü: Kurt
Ayzıt: Şamanizmde bir tanrıça ya da dişi ruh
Mingitav: Bengü Dağ, Ebedi Dağ. Elbruz'a Karaçayların verdiği isim.
Ak Kaz: Bir kısım şamanistlere göre, Gök Tengrinin donuna girdiği hayvan
Tamu: Cehennem
Zakkum: Bir zehirli çiçek, aynı zamanda israiliyat etkisi ile, islami geleneğe göre cehennemliklerin yiyeceği

not: bir de öncülü var, "siyah elbiseli kadın", o yüzden adı biraz tuhaf durabilir.


6
Kurgu İskelesi / Yolcu: Çirkin Adamın Öyküsü
« : 03 Temmuz 2013, 10:02:51 »
"Men bele adamam menden uzak gez
Uzak gez heyrimden, şerrimden menim
Daha bu kalemim çiçek bitirmez
Kızlar çeleng örmez şeirimden menim"


Ramiz Rövşen

I.

Aklımdan tren geçer
Düdüğünü duyarsın
Tiz bir çağrıdır, meşum
Titreyerek uyarsın

İstasyonum pek gri
Bir pus çökmüş raylara
Onlar, viraneleri
Bağlayan saraylara

Aklımdan tren geçer
Ağıt yakan vagonlar
İstasyonumda benim
Tüm başlangıç ve sonlar

İki dakika - tamam.
Beklemem fazlasını
Yürürüm raylarımın
Çekerim cilasını

Uzaklarda bir kadın
Beni bekliyor, heyhat
İçimde gül açar ya
Pas kokuyor seyahat

Kimisinin içinden
Memleket geçer bazan
Bazan sevgili; ya ben?
Tren geçer aklımdan.

II.

Öyle çirkin ki adam;
Sözle tarif etmek zor
Dönüp aynaya baksa
Kendinden tiksiniyor

Baktığı yerde yeşil
Bir çift zehirli mantar
Dokunduğu yer uyuz
Öptüğü yer küf kokar

Bir hayat sürer ki o
Post-Modern Mavi Sakal;
Gerçek olamayacak
Kadar kötü bir masal!

Kimin hikayesine
Dahil olsa: mutsuz son
Yoldaşı tren yolu
Pusu yeri: İstasyon

Garezi var belli ki
Camdan yansımasına
Sabıkalı aynasız
Kin çökmüş simasına

Kendinden tiksindikçe
Dışavuruyor hıncı
Yolların müptezeli
Pek tanıdık yabancı!

M. Bahadırhan Dinçaslan


7
Müzik / Ghost Riders In the Sky
« : 18 Mayıs 2013, 23:10:08 »
Bir amerikan halk şarkısı. Peki neden yazıyorum? Adımın yanındaki "vampir" sıfatı artık değişsin istiyorum, ondan :'( Genç kızlar ergen ergen mesajlar atarlar falan, neme lazım.

1948 yılında yazılmış-bestelenmiş o zamandan beri bir çok sanatçı tarafından seslendirilmiş. Kanımca en güzeli Christopher Lee üstadın performansıdır: https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=sLecfVPlkNU

Gökyüzünde bir sığır sürüsü ve peşinde at süren kovboylar gören yaşlı bir kovboyu anlatmıştır ki, bu folklorik motifin kökleri iskandinavya'dadır, "wild hunt" olarak bilinir. Amerika'ya sadece bir yankısı ulaşmış olsa da, Amerika'ya yerleşen Avrupalıların folkloru da götürdüğüne güzel bir örnektir. Ayrıntılı olarak bu salı Kuzgundan Dinlediğim programında değineceğim, foruma da yazarım.

Sözlerini kör-topal dilimize çevirirsem: (cümleler çok sakil durmasın diye hafif yorumlama yapacağım ama edebi kaygı gözetemem, çok da iyi bir şey olmayacak maalesef)

Yaşlı bir kovboy karanlık ve rüzgarlı bir günde at sürmeye çıkmıştı
Az gitti uz gitti bir bayırın üzerinde biraz dinlendi
Birdenbire gördü kızıl gözlü sığırların muazzam sürüsünü
Bulutlara kadar karman çorman gökte saban sürerken

Damgaları (sığırlara vurulan damga) hala yanıyordu ve çeliktendi toynakları
Boynuzları parlak siyah ve sıcak nefesleri ensesinde
Gök boyunca gürleyince sürü korku bir yıldırım gibi çarptı onu
Pek çetin geliyordu atlılar, ve duyuluyordu matem dolu çığlıkları

Suratları çökmüş, gözleri donuk, gömlekleri terle ıpıslak
Bak! deli gibi sürüyor atlı ama sürüyü yakalayamayacak
Çünkü sonsuza kadar göğün otlağında kovalamacaya mahkumlar
Ateş soluyan atların üzerinde - duy onlar koşturdukça çığlıklarını

Atlılar koştururken yanında birinin adını seslendiğini duydu:
"eğer ruhunu bu cehennem otlağında sonsuza kadar koşturmaktan kurtarmak istiyorsan
o zaman kovboy, kendine çeki düzen ver, yoksa süreceksin bizimle
Sonsuza kadar atını, şeytanın sürüsünün peşinde, sonsuz gökyüzü boyunca"

Gökyüzünde bir grup hayalet atlı görsem ve bana böyle bir uyarı yapsalar, kasten kötü bir adam olurum ki ölünce onlara katılayım. Vay arkadaş.

8
Şişedeki Mısralar / Hüzne Övgü
« : 16 Mayıs 2013, 22:13:59 »
Hüzne Övgü

Bu kapıdan geçmeyegör bütün notalar minör
Bu, kuzeyin orkestrası uğul uğul istihza
Kuzgunun demidir gelen peşrev sakat, taksim kör
Bir es vermez kam davuldan elin çekmez bir lahza
"Bir"in nihavendidir bu kapıdan geçmeyegör

Kimseye etme şikayet Kharon işine bakar
İki sikke ve elveda... O! Sancta simplicitas!
Ayın karanlık yüzünde inliyorken neva-kâr
Bir giriftin mahzeninde hükmü şaşırır mikyas
Sürer dehrin mihengine mücrim cürmünü takar

Alnında bir defa yansa ışığı Silmaril'in
Sonsuza dek akça keser ufkunu, baktığını
En edilmez küfürlerle kıvranırsa da dilin
Hamd eder senalar söyler ki bilir taktığını
Medar-ı iftiharındır ey esfel-i safilin!

Dabbet'ül arz zamanıdır alnın mühr-ü Süleyman!
İşte tanrıyla güreşen bir Yakupsun sen de, gül!
Pırıl pırıl işte gerçek! Iradı zann u güman
Azazil'e naziredir ruhunda öten bülbül
Sığır gibi bu damgayla dağlandığın bu zaman

Ne neşenin kahpeliği ne mutluluk, ne sihir
Kurgusu sağlam olsa da neticede: illüzyon!
İşte vardığın hakikat, artık ne zan, ne tehir
Binbir başlagınca gebe kan pıhtısı kokan son
Yitirmeye, çekinmeye ve korkmaya panzehir

Sen ey elim dıramların, destanların çocuğu
Elisiyum bırak kalsın talibi kimse ona
Bırak dolansın umarsız varoluşu boş kuğu
Sen hazırlan kuzgununun rehber olduğu sona
Bülbülün can çekiştiği al güllerin solduğu

Böyle geçirir ömrünü Midgard'da rindaneler
Ne dünya onları anlar ne onlar aldırırlar
Nasıl umarsa boşuna mahşerde biganeler
Öyle -hani ya Tanrılar ölüyü kaldırırlar-
Kaldırılır şerefine Hades'te peymaneler!

M. Bahadırhan Dinçaslan
09.04.2013

An die Freude, "Neşeye Övgü", bir Friedrich von Schiller eseri. Beethoven bestelemiş http://www.youtube.com/watch?v=4pbMUEHvoAo Bu da o şiire nazire, bir nevi.

Kharon: Yunan mitolojisinde parayla ölüleri Styx'te taşıyan kayıkçı.

O Sancta Simplicitas: http://eksisozluk.com/entry/26451190

Neva-kar: Itri'nin en meşhur bestesi.

Silmaril: Feanor'un mücevherleri.

Dabbetül Arz: İslami inanışta, kıyametten önce çıkıp insanları damgalayacak yaratık.

Elisiyum: Yunan mitolojisinde mutlu insanların gittiği yer, cennet.

Midgard: Orta dünya, İskandinav mitolojisine göre insanların yaşadığı dünya.


9
Mitolojiler / Türk Mitolojisi - Köroğlu Destanı
« : 07 Mayıs 2013, 08:43:58 »
Mitoloji hakkındaki görüşlerim kimi rıhtım okuyucularına malumdur, ayrıntıya girmeyeceğim. Özetle, kanımca mitolojinin evrimi şöyledir: Didaktik hikayeler ve özlü sözler => Birbiriyle ilintili folklorik öyküler => Mitoloji => (Bozunma, tersine evrim) Halk öyküleri => Fantastik edebiyat.

Köroğlu bu planda, Mitoloji çağının yitip, Halk öyküleri çağının başladığı (çoğu coğrafyada, transandantal tanrılı dinlerin mitolojiyi basklıladığı) çağın destanıdır. Eğer hayli yüzyıl erken yazılsa idi (ki arketipik kökenleri mitoloji çağındadır) mitolojide tanrısal varlıklardan değilse de, "kahramanlar"dan biri olarak örgülü mitolojik metinlerde kendine yer bulacaktı. (Ural Batır destanı gibi.)

Dedim kopuzu elime alayım, Köroğlu'nu anlatayım. Ama vazgeçtim zira halk öykülerinin özelliği sebebiyle gri ve belirsiz bir yumak var elimizde, anlattığımız hiç bir hikaye bütün öyküleri kapsamayacak. Öyleyse, kendimce bir kurgu yapıp, Türkiye - Azerbaycan - Kazakistan coğrafyasında Köroğlu ile alakalı türküleri (kurgusal) bir zaman çizelgesinde verem, okuyucu dinlesin, kendince anlasın Köroğlu'nu.

Hikayenin başı meşhurdur, Köroğlu'nun babası Bolu Beyi tarafından kör edilir, Köroğlu daha çıkar, bir ozan-eşkıya olur. Meydan okuyuşudur Köroğlu'nun:

http://www.youtube.com/watch?v=CkGMSvz9ha8 "Mert Dayanır Namert Kaçar"

Yoldaşları vardır Ayvaz, Hoylu gibi... Ne der N. Fazıl? "Herkes Bolu Beyi, her taraf Bolu / Tarihe karıştı Ayvaz'la Hoylu". Över onları Köroğlu:

http://www.youtube.com/watch?v=NGayRZ09pUw "Haykırdı Çıktı Meşeden - Ayvaz Bu Gelen"

Bazen bileğini bükemeyeceği yiğitlerle karşılaşır ki, o yiğitlerin hakkını verir övgüyle, o yiğitler de gelir ona katılırlar:

http://www.dailymotion.com/video/xg3yps_osman-oztunc-kyzyroylu-www-rotafor-com_music#.UYiTHbWeOSo "Kiziroğlu Mustafa Bey"

Ama Bey'in adamları tüfek ile üstünlük sağlamaya başlar, Köroğlu'nun ilk yakınmasıdır:

http://fizy.com/#s/1ai3md "Ceng-i Köroğlu"

Ve tüfek, mertliğe üstünlük sağlar. Köroğlu "lanet olsun böyle dünyaya" deyip kaybolmadan önce der:

http://www.youtube.com/watch?v=yfMfwPZNrWc "Benden Selam Olsun Bolu Beyi'ne"

Köroğlu ortadan kaybolur. Yoldaşları, yöre halkı onu anar, gelsin isterler zira zulme başkaldıran, mazlumun hakkını arayan kalmamıştır:

http://www.youtube.com/watch?v=dmF9GY_PDzw "Qoç Köroğlu - Ağam gel, gel"

Köroğlu tekrar gelir. Derler ki, son bir gayretle, tek başına basmaya kalkar Bolu'yu. Kazakların şu yorumu sanırım bu son "ılgar"ın, son "ölüm sürüşü"nün şarkısıdır:

http://www.youtube.com/watch?v=wXh2Xxg8lbE "Korogly"

Ve Kaşkay eli (Güney İran) civarında bir türkü, Köroğlu'nun yitişinin ardından, yoldaşlarının intikam yemini edip, yeni bir saldırıya hazırlandıklarını anlatır:

http://www.youtube.com/watch?v=pvHXWrncX-g "Sefer Düştü Gürcistan'a"

Son olarak, Köroğlu'nu ve Kırat'ı kendinden dinleyelim, kahramanlığın yittiği çağımıza hayıflanalım:

http://www.youtube.com/watch?v=JpWx2pub0II&feature=related "Kırat"

10
Şişedeki Mısralar / Şairin Ölümü
« : 06 Mayıs 2013, 18:41:37 »
Heveslerim kursağımda düğüm düğüm hıçkırık,
Çocuklarım kucağımda daha doğmadan ölü,
Ve gururum hırpalanmış takatsiz kalbim kırık,
Sanki incecik bir bıçak ciğerime gömülü

Uktelere dalıp gider bakışlarım manasız,
Hatıralarla ürperir dudağımda istihza
Halime bak! Koca adam bir çocuk gibi mızmız,
Gülünçleştiriyor beni akıp giden her lahza

İşte bir tezat yumağı: Aklım,gönlüm ve davam!
Ben bir savaş alanıyım... Piyon benim, şah benim
Heves, cinnet, arzu ve hırs: Budur benim muhtevam!
Bir kılinik vakayım yok halime izah benim!

Elif kılıç oldu yüzdü dilim dilim derimi,
Boğazladılar da 'lam' bir kanca oldu astılar,
Toprak bile tiksindi de örtmedi üzerimi,
Gelen yolcular leşime seve seve bastılar...

Çığlığım yankılanmakta hala o içimdeki,
Zındanın taş duvarında... Rast değil, hicaz değil
Usulsüz makamsız müthiş bir isyan ki 'Babek'i,
Kıyas etseler isyanım onunkinden az değil...

Bugün öfkem Attila'dır, Hülagü'dür, Cengiz'dir!
Sönsün güneş, kaysın yıldız, dünya benimle ölsün!
Korkuyorum yalanım yok ölüm esrarengizdir,
Payıma düşen çileyi Tanrı size de bölsün...

Kadın hey! Bakma leşime güzel hatırla beni,
Mahzundum ya hiç bu kadar ölü değildi yüzüm,
Bakma bana değmez inan bozmaya gül çehreni,
Bakma ki saplanır bir mıh gibi gözüne gözüm...

Öyle ya... Ölü diriye başka bakar! Bambaşka!
Yiter gençliğinin aksi gözlerimde... Ölürsün...
Teker teker kırılır da içten içe matruşka,
Ferin söner, bir hayalet misali süzülürsün...

Ey kimini şair ruhlu yaratan ulu Tanrı'm,
Rüzgar bir yaprak koparsa inciniyorum,neden?
Tesellimdi... Kalmayacak ölünce derken ağrım,
Bu kez de ölmemek için didiniyorum,neden?

Kadın, şarkı söyle bana, korkuyorum, bir ses ver
Sorgu sual bekler derler boğazım düğüm düğüm
Yalan mıdır ki Azrail şairleri pek sever
Gerçek midir söyle bugün tekrar tekrar öldüğüm?

M. Bahadırhan Dinçaslan


11
Oyunlar / Crusader Kings 2
« : 06 Mayıs 2013, 17:08:37 »
Efendim, diğer oyunlar oyundur, Crusader Kings 2 bir ortaçağ simülatörüdür. Paradox Interactive ne yapsa güzel yapar, kardeşi Europa Universalis 3, kuzeni Hearts of Iron 2'dir, bunları oynayanlar bu karmaşık ama muhteşem oyunda zorluk çekmezler diyerek giriş yapayım.

Oyunumuz ortaçağda geçiyor anlaşıldığı gibi. Strateji oyunu ama, asıl strateji "savaş yönetmek" değil, "sülale yönetmek". İttifak, ünvan, casus belli (savaş açma sebebi) vs. çoğu zaman sadece sülale üzerinden yürüyor.

Nasıl oynandığını anlatacak değilim, zira çok katmanlı bir oyun, yazacak olsam on sayfa tutar, magicalbronze maaşlara zam yapmadığı sürece yazmam.  :hemk

Ancak bir kaç tavsiyede bulunayım, noktalara parmak basayım.

1. Mutlaka ama mutlaka dlcleri yükleyin. Crusader Kings 2 vanilla versiyon kekse, diğerleri kremadır, kremasız kek dudaksız Angelina Jolie'dir.

2. Bazı özellikler kalıtsal. Söz gelimi "genius", "clubfoot", "harelip" gibi "trait"ler babadan-anneden oğula geçebiliyor. O yüzden oğlunuza ya da kendinize hatun bakarken bu özelliklere sahip olanlara bakın derim. Genius özellikle; +5 veriyor bütün yeteneklere. (skill).

3. çocuğunuzu yetiştirsin diye 6 yaşından sonra birilerine gönderebiliyor ya da kendiniz yetiştiriyorsunuz. Gönderdiğiniz adam istemediğiniz özellikleri kazandırabilir, dikkat edin. Kendisinde var olan özelliklere göre yetiştirir genellikle. Mesela martial skill 22 olan bir adama yollarsanız çocuğunuz martial skill olarak yüksek olur muhtemelen. Ve unutmayın, çocuğunuz o adamın/kadının kültürü ve dinini de alır. Benim taktiğim şu, oyuna başladığımda varisi sağlam bir martial skill'i olan adama yetiştirtirim, ondan sonra mümkün olduğunca baba-oğul zinciri kurarım, her baba tahta geçtiğinde oğlanı o yetiştirir, istemediğim özellikleri en aza indiririm.

4. Pagan oynamak yasak oyunda, ama oynayabiliyorsunuz. Varisinizi bir pagana gönderin, kabul eder de yetiştirirse, çocuğunuz pagan olur, tahta geçtiğinde ülkeniz de pagana dönüşür. Eğer çıkan isyanları vs. de bastırabilirseniz, şu an tadıyor olduğum "Tengriist Anadolu Selçuklu Devleti" gibi bir güzelliği yaşar, şaman davullarıyla Bizans'a akın edersiniz Khan Börü I "The Great" of Seljuk Dynasty ile.  8)

5. Weak claim ile strong claimleri değerlendirin. Mesela, Bizans tahtına oturdum, nasıl oturdum anlatayım, teorik anlatmaktan daha iyidir. "Strong claim"ler her zaman "casus belli" olarak kullanılabilirler, "weak claim"ler ancak tahta çocuk ya da kadın çıktıysa kullanılırlar. Peki ben ne yaptım?

Bizans'la savaştım, bayağı küçüldü. Ama "Bizans İmparatoru" ünvanını "usurp" edemiyorum yani çalamıyorum çünkü bir başka devletle daha savaşmam gerekiyor bütün "de jure" eyaletleri kazanmam için. Ben de, önce tahta geçirmeyeceğim bir oğluma Bizans tahtında claim sahibi bi alman güzeli aldım. (Anadolu Selçuklu olarak.) sonra o gelinim adına Bizans'a savaş açtım, tahta geçirmek için. Bizans'ı yendim, gelinim bağımsız Bizans İmparatoriçesi olarak Bizans tahtına geçti. Soyadı "Seljuk" olacak ilk erkek torunumun doğmasını bekledim. Doğdu. İlk olarak "intrique" ile kadını öldürdüm, saraydaki Bizans soyluları da desteklediler kadın yabancı olduğu için. (Dlcleri yükledikten sonra istediğiniz için suikast intrique'si başlatabiliyosunuz.) Sonra benim oğlanı da aynı şekilde öldürttüm. Torunum bizans imparatoru oldu. Varisi de benim. İçim kan ağlaya ağlaya yolladım cennete. Padishah Batiralp II The Apostle of Seljuk Khaganate oldum, de jure olarak "Bizans İmparatoru".  :xD

Çok karmaşık olduğu için şimdilik bu kadarla yetineyim, ara ara eklerim. Son olarak diyeceğim odur ki, fantazyanın allahı var bu oyunda!

12
Efendim meşhur "arap sen içme b.kunu çıkarıyorsun" repliğinden mülhem, arada bir "arap sen karşılaştırma b.kunu çıkarıyorsun" diyesiniz gelmiyor mu? Benim geliyor.

Uzun uzadıya pop kültür - kültür endüstrisi - pazarlamanın her şeyin içini boşaltabilme yetisi üzerine yazmak mümkün ama gerek yok. Özetle diyelim ki, çoğu zaman has ve halis niyetlerle ortaya koyulan kültür - edebiyat ürünleri bir zaman sonra popüler kültür tarafından deyim yerindeyse sömürülmeye başlandığında ortaya bir de "karşılaştırma merakı" çıkıyor.

Tolkien vs George Martin? Dumbledore vs Gandalf? Flint vs Gimli? Bir yerlerde gözünüze çarpmıştır, belki siz de karşılaştırma yapmışsınızdır. Zira insan zihninin temel yönelimlerinden biridir kıyas, bunda bir sıkıntı yok. Ama söz gelimi elma ile parmak arası terlik karşılaştırılır mı? Masaüstü bilgisayar mı daha iyidir yoksa mayonez mi sorusunu sorar mıyız?

Bir edebiyat ürünü bir çok amaç için yazılabilir ve bir çok amaç için okunabilir. Yazar "kaçış edebiyatı" yapmıştır, alegoriyle bir şey anlatmaya çalışmıştır, vs vs. Okur da realiteden kaçmak istemiştir, hoş vakit geçirmek istiyordur, vs vs. Bunda bir sorun yok. Ancak popülerleşen ürünler, her ne kadar farklı boyut ya da düzlemlere ait olsalar da, bir alanda kesişiyorlar: Tüketim nesnesi. Ve sonuçta "ikisi de tüketilen birer nesne" olduğu için, elma vs traş köpüğü karşılaştırmaları ortaya çıkıyor. Karşılaştırma merakı biraz bu...

Karşılaştırma ahlakı ise, önemli olan nokta, burada. İnsan mutlaka neyin "daha iyi" ya da "daha kötü" olduğuna karar vermek isteyecektir, esasında "mantık"ın, "algı"nın vs. temelinde bir karşılaştırma vardır ancak konuyu dağıtmak için felsefeye ya da Chomsky'nin evrensel gramer kuramına girmeyeceğim. Sadece, karşılaştırma merakını peşinen "kötü" ya da "yanlış" bulmuyorum, fakat aslolan, karşılaştırma ahlakını edindikten sonra karşılaştırma yapmaktır diyeyim.

Misalen, karşılaştırma yaparken, "yazar"a kulak vermeniz gerekir, sizin şahsi görüşünüze göre yorumladığınız noktalara ya da çıkarımlarınıza göre yazarı sorumlu tutup karşılaştırma yapmak ya da yargıya varmak yanlıştır, zira ne diyor Faruk Nafiz? "Bunlar sizin duygunuz, sizin düşüncenizdir." Neyzen Tevfik ne diyor? "Mecnun'dan duyup da rivayet etme."

Ya da, hangi eserlerin, karakterlerin ya da yazarların karşılaştırılabilir, hangilerinin karşılaştırılsa da sonuç getirmez olduğuna karar vermek bir birikim-tanıma işidir bana göre. Söz gelimi ikisi de radyo programı diye Kahramanın Yol Türküsü ve Kuzgundan Dinlediğim karşılaştırılamaz, zira farklı formattalar, Hazal güzel bir program yapıyor ben gevezelik ediyorum. Ama Songulyabani'nin Yeri ve Kuzgundan Dinlediğim karşılaştırılabilir, zira Berk de tarihi konulara değiniyor, ben de değiniyorum elimden geldiğince. "Berk Bahadır'dan daha iyi bir tarihçi", bu açıdan, kabul edilebilir bir karşılaştırmadır, ama "Hazal'ın sesi Bahadır'dan daha güzel" demek absürttür, sesim güzel olsa şarkıcı olurdum zaten değil mi? :'(

Esasında çok önemli bir mesele değil. Ama benim için fantastik edebiyat çok ciddi bir mesele; ne boş zaman meşgalesi, ne realiteden kaçış aracı, benim için fantastik edebiyat insanı keşiftir. Ve böyle ciddiye aldığım bir meselede internette, sağda solda sayfalarca "Dumbledore Gandalf'ı döver" ya da sanırım Hıncal Uluç'un yaptığı LotR vs Hobbit karşılaştırmaları gibi örneklerle karşılaşınca budaklı meşe odunuyla dalasım geliyor. Bok döver Gandalf en büyük bi kere.  :hemk  :inca

Fantastik Edebiyat Okuru Tipi başlığını da biraz bu yüzden açmıştım. Okumak güzeldir, ve hiç bir şekilde okuma eylemini "nesnesine göre" aşağılamam, (bugün Twilight okuyan genç kızlar belki yarın Dragonlance okuyacaklar, Kara Kule okuyacaklar, LotR'a geçiş yapacaklar. Dün pop-rock dinleyenin bugün söz gelimi blues dinlemeye başlaması gibi.) bugün "yüzeysel" okuyan, okuya okuya derinleşecektir zira bu iş bir birikim işidir, ancak meselenin "sunum" hali, daha doğrusu "tüketiliş" hali buna izin verir bir yapıda olmadığı için maalesef "yığın"la okuyucu, "bir avuç" okurumuz var. Ve LotR vs Asoiaf karşılaştırmasınnda "biri film biri dizi bi kere!" diyen gençlerle karşılaşıyoruz. Yapmasınlar döverim.

13
Tartışma Platformu / Fantastik Edebiyat Okuru Tipi
« : 01 Mayıs 2013, 22:53:03 »
Gelecek sayılardan birinde bizim derginin dosya konusunu "Fantastik Edebiyat" olarak belirlemeyi düşünüyorum. Ben de şahsen edebiyatın kendisine dair yazmaktan bunaldım hafiften, biraz da okur hakkında yazayım diyorum. Dedim neden Rıhtım'da başlığını açmıyorum, insanlara da sormuyorum?

Anladığım ve gördüğüm kadarıyla, ki tamamen subjektif bir değerlendirmedir, şöyle "tip"ler var fantastik okurunu bir "komünite" olarak ele aldığımızda:

+Maddi durumu iyi, apolitik genç: "Malzemeye" maddi gücü sayesinde kolaylıkla ulaşabilen, ve -bu kendi suçu değildir esasında, gence biçilen rol apolitiklik ülkemizde. Ve her genç bunun dışına çıkmayı başaramıyor kendi imkanlarıyla, maalesef- apolitikliğinin bilinçaltında yarattığı "anlam" ve "rol" eksikliğini fantastik edebiyat sayesinde dolduran genç tiplemesi. Ki bu konu "kaçış edebiyatı" ve "katharsis" başlıklarında, post-modernizm ve kültür endüstrisine değinerek etraflıca ele alınmalı, ben kendimce özet çıkardım.

+Ciddi fantastik edebiyat okuru: Sanırım "okur ciddiyeti" tanımı hep subjektif kalmak zorunda, ama sanırım "ciddi okur" sadece eser okumakla kalmayan, "yan alan"lara da ilgi gösteren, eleştiri, analiz, "trivia" peşine de düşen, işi sofistike boyutta ele alan okur.

+Hevesli-Geçici okur: Hayatının bir döneminde (özellikle ergenlik çağlarında) yolu fantazyadan geçen, kendi okurluğunun seviyesine uygun eserleri okuyup bir süre sonra (şartlar ortadan kalktığında) uzaklaşan okur.

+Tolkien'e dil uzatan fantastik edebiyat okuru: Ölsün.

Rıhtım ahalisi de "tek tek örneklerden sıyrılarak, bütün olarak ele aldığımda, Türkiye'deki fantastik edebiyat okuru kitle bana şöyle görünüyor" diyerek yorum yaparsa, hem bana fikir vermiş olur, hem de güzel bir tartışma konusu olur sanırım.

14
Eğlence & Mizah / Türkü Türkü Orta Dünya
« : 21 Nisan 2013, 18:55:36 »
Sevgili rıhtım sakinleri, Daeron divanından derlediğim, orta dünya hanlarında, meyhanelerinde bir dönem hit olmuş, en güzel türküler burada. Buyrunuz efendim:

Belegaer'den Geçtin Mi?

belegaer'den geçtin mi
soğuk da suyunu içtin mi
noldor'un da içinden
feanor'u seçtin mi?

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

silmaril'in ışığı
yıldızdır taşıdığı
feanor'u sorarsan
elflerin yakışığı

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

beleriand kavşağı var
angband'ın yavşağı var
feanor'um geliyor
on kilo t....ğı var

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

morgoth dediğin kötü
orkların bozuk sütü
feanor'um geliyor
gothmog kollasın g.tü

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

ateşi ateş yakmaz
gözün yaşına bakmaz
teleri'yi vanyar'ı
feanor s..e takmaz

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

onun kaderi buydu
bir gün olanı duydu
silmaril çalınınca
valar'a posta koydu

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

ateşten akar kanı
hayran eder bakanı
feanor allahsızlığı yayma
kürsüsünün başkanı

hey gidinin feanor'u,
feanor'u
elflerin göz nuru

Kalktı Göç Eyledi Noldor Elleri

kalktı göç eyledi noldor elleri
ağır ağır giden elfler bizimdir
beyaz atlar yakın eder dor-lomin'i
hithlum'dan öte aşan yollar bizimdir

elbereth! canım hey!

kılıcımız noldor'umuzun dermanı
taşı deler mızrağımızın temranı
hakkımızda mandos etmiş fermanı
ferman mandos'undur (noldo!) silmaril bizimdir!

elbereth! canım hey!

bizim birimizi bine sayarlar
çelik miğfer vurur kalpak giyerler
kavgayı görünce anda kayarlar
fingolfin hanedanından beğler bizimdir

elbereth! canım hey!

daeron'um bir gün kavga kurulur
öter fellbeast davlumbazlar vurulur
turgon'um finrod'um yere serilir
ölen ölür kalan sağlar bizimdir

elbereth! canım hey!

Benden Selam Olsun Angband Beyi'ne

benden selam olsun angband beyi'ne
ered engrin'e yaslanmalıdır
balrog homurtusundan ejder sesinden
hithlum gümbür gümbür seslenmelidir

orklar geldi tabur tabur dizildi
mandos bize kara yazı yazıldı
glaurung çıkınca mertlik bozuldu
eğri ringil kında paslanmalıdır

fingolfin döner mi yine şanından?
ayırır çoğunu er meydanından
rochallor köpüğünden orkun kanından
çevrem dolup cübbe ıslanmalıdır

kaynak: http://eksisozluk.com/turku-turku-orta-dunyam--3677340?a=search&author=arpad

15
Şişedeki Mısralar / Parklar
« : 19 Nisan 2013, 00:10:22 »
I.



Kimsesiz şairler parklarda ölür
Bir yankı ararken orman sesinden,
Ağaçların zehirli nefesinden;
Sızan ağu kalplerine gömülür,
Kimsesiz şairler parklarda ölür...

Adımlar takipte vakur ve ağır...
İlham denen o perinin ardından,
Daha latif, şaraptan ve kadından;
Son mısra... Havada asılı kalır,
Adımlar takipte...Vakur ve ağır...

Akıbeti meçhul bir yazgıdır bu,
Bir cenin rahimde anneyi arar,
Yıkılır; çatırtı semayı sarar
Aşklarına engel olan her tabu,
Akıbeti meçhul bir yazgıdır bu...

Karanlık çökende meşum haydutlar,
Parklara doluşur bozulur sükun,
Kahkahalar atar binlerce melun!
Şairleri alan ölümü kutlar,
Karanlık çökende meşum haydutlar...

O parklar ki,kadim birer yadigar,
Şairlerin ölmediği günlerden,
Kurtların hür ve aç gezdiği yerden,
Bize son hatıra, bir anıt mezar...
O parklar ki... Kadim birer yadigar...

Anneler! Bu akşam çocuğunuzu,
Alın da gezdirin biraz parklarda
Üstünde can verdiğimiz banklarda;
Oturtup, düşünün biraz sonsuzu,
Anneler, bu akşam çocuğunuzu...

Biz de bir zamanlar böyle çocuktuk,
Büyüdük vaktinden epeyce erken,
Rüştümüzü ispat ettik ölürken...
Biz de karanlıktan delice korktuk,
Biz de bir zamanlar böyle çocuktuk...

Dünya bu, döndükçe böyle çocuklar,
Ölecekler belki bizden de evvel,
Ve muğlak muallak muhal muhtemel,
'Belirsiz' bir sır saklayacak parklar...
Dünya bu... Döndükçe böyle,çocuklar!

II.



Anasız şiirler parklarda doğar
Merhamet yoksunu bedevi baba
Kendi elleriyle kızını boğar
Kundağı bir tütün lekeli aba
Anasız şiirler parklarda doğar

Gayrımeşru peydahlanmış enikler
Öyle masumdurlar ve öyle vahşi
Gece bebek leşlerini didikler
Kaçarlar görünce doğan güneşi
Gayrımeşru peydahlanmış enikler

Bekçilerin korkulu rüyasıdır
Çöpçüler gelmeden parka her sabah
Çöken bu kız bebeklerin yasıdır
Buram buram vahşet kokan bu günah
Bekçilerin korkulu rüyasıdır

Bir bebek kanına giren bir bebek!
Kokan leşler parkın dört bucağında
Daha yeni doğmuş o şirin köpek
Diş izleri bir bebek yanağında
Bir bebek kanına giren bir bebek...

Çöpçüler, leşleri süpürür saklar
Korkar elbet bu tabloyu görseler
Analı babalı doğan çocuklar
Bebekleri bir de onlar örseler
Çöpçüler leşleri süpürür, saklar.

Bu parkların toprağının altında
Kim bilir kaç kızı boğdu babalar
Duyulmaz çığlığı Tanrı katında
Çırpınır kaç bebek, ağlar, çabalar
Bu parkların toprağının altında?

...

Bir şairi terkedecek her kadın
Bir yerden iştirak eder bu suça
Sebebidir bu can yakan ağıdın
Her cürümün failidir bir parça
Bir şairi terkedecek her kadın...

M. Bahadırhan Dinçaslan


Sayfa: [1] 2 3 4