Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Moonshield

Sayfa: [1]
1
Şişedeki Mısralar / Zugzwang
« : 22 Ağustos 2011, 22:41:23 »
Zugzwang

Zaman, üzerime üzerime geliyor,
Sırtımı yasladığım hatıralardan bir duvar.
Aldı tüm kalelerimi, dizdi piyonlarını çevreme...
                      Geriye beni koruyacak ne kaldı?
                                       Gidecek neresi var?


Hep yenilmişti insan bu satranç oyununda,
Bir zaman, bir ben, bir zaman, bir ben...
Ve bu benim son hamlem...


Ama şimdi, zaman üzerime üzerime geliyor,
Sıkıştım hatıralardan duvarlar arasına,
Sonsuz ihtimaller var dediler bu oyununda bana!
Ama şimdi, her hamlem ölüme çıkıyor.
                        her hamlem önüme çıkıyor.


“Satrançta, Zugzwang denir buna,
Tek uygun hamle, hamle yapmamak olduğunda!”*

Ya hamleni yapıp yenileceksin,
Ya da sonsuza dek oturacaksın o satranç tahtasında.

Aklıma üşüşen o mağrur hayaller,
Akşamları üşüyen o suçsuz çocuklar,
           Herkes bir yerlere bağlanmış,
           Herkesin sırtında o duvarlardan var!


Biliyorum, hapishaneleri insanlar yarattı,
                               Tutsaklığı inançlar.
                                   İnsanı Tanrı yarattı,
                                        Tanrı’yı insanlar...
Benim hapishanem dört duvar değil,
Dörtkenarlı bir satranç tahtası,
Hayatım üzerine oynuyorum zamanla,
Ve bu gün, bu akşam, bu gece yarısı,
Paradokstan labirentler dolaşıyor aklımda.
Her saniye kaçıyorum ondan,
O da beni her saniye yakalıyor!
Hangimiz daha hızlı koşuyoruz?
Belki de, aynı hızda koştuğumuzdan yaşlanıyoruz...
                                Gözlerimizle birlikte yaşlanıyoruz...
Akıyoruz, akıyoruz, akıyoruz...

Bir zaman, bir ben, bir zaman, bir ben...
Ve bu benim son hamlem...
“Satrançta, Zugzwang denir buna,
Tek uygun hamle, hamle yapmamak olduğunda!”


Zamanın gözlerinden akreple yelkovan geçiyor,
Zamanın cebinde başka bir akrep var,
Gözlerindeki akrep cebindekini yelkovanla aldatıyor.

Zamanla akıyoruz, akıyoruz, akıyoruz...
Belki de aynı hızda koştuğumuzdan yaşlanıyoruz.
Duvarlar, duvarlar, duvarlar...
Söyle bana, gidecek neresi var?
Zaman, yap hamleni, diyor, durma!
Galiba, sonsuza dek oturacağım bu satranç tahtasında
.


20.03.11  -  E.K.
 the Moonshield


* “In chess it’s called Zugzwang. When the only viable move is not to move.” Mr. Nobody filminden.

Zugzwang: Satrançtaki bir durumun adıdır. Öyle ki, ne hamle yaparsanız yapın yenileceksiniz. Bu yüzden en uygun hamle, hamle yapmamak oluyor, yani, satranç tahtasının başında öylece beklemek.

2
Şişedeki Mısralar / Sirk Yangını
« : 22 Ağustos 2011, 22:36:09 »
Sirk Yangını


Yakamozu düşmüş gecenin üzerime,
Her seferinde,
Üzerine ay sıçramış denizler kadar soğuk bedenim.
Kandil ışığında, aynadan bana bir düşman bakıyor,
Kalabalıklar arasından binlercesi düşünüyor:
Ben kaç kahkaha ederim?
Sanki her gece bu sirke bir yabancı geliyor,
Sanki her gece bu sirk bir yabancı geliyor,
Ve düşünüyorum:
Onlara neden ağlayamam dedim?
İnan denedim...
Sen deneme.
Çünkü yakamozu düşmüş gecenin üzerime.

Bir yaprak da düştü o anda alazlanmış geceye,
Bu renklerin kavga ettiği ucubeler ülkesine,
İçimizdeki karanlığa hakaret ediyor,
Belki de güneşe düşman ağaçlardan hediye...
Sanki her gün bu sirkte geceler yanıyor,
Sanki her gün başka bir gösteri,
Sanki denizler kurtarıyor bizi her seferinde.
Gecenin nefesinde o yangın kokusu,
Ve işte kaçıyor sirkten o son geminin yolcusu:
–Ama nereye?
Bir yaprak düştü o anda alazlanmış geceye.

Çıplak sokaklar altında çıplak bedenler...
Düşünüyorum: kaç kahkaha ederler?
Tanrım, her palyaço bir öncekini vurduğundan mı,
Ruhları kaçmış cennetinden dökülmüş sokaklara?
Galiba bu da cehennemin intikamı,
Kaçaklar bana bakıyor, ben kaçaklara...
Acaba yalnızlığı mı severler,
Çıplak sokaklar altında çıplak bedenler?

Rüzgâr iyileştiriyor yaralarımı,
Ama yine de sönmüyor yangınlar.
Denizler kaç tanesine yetebilir ki?
Çakılmış bir kibrit yüreklere,
Ve yangınlara hasret koca bir sirk var.

Ben deliyim.
Öldürdüm sirkten kalanları,
Ve kaçırdım insan kuklalarını!
Burası öyle bir yer ki,
Yüzlerce kat olur,
Toplasan katlandıklarımı!
Hepsini yıkmak üzereyim.
Düşünüyorum şimdi:
Ben deliyim!
Bir yaprak düşüyor işte alazlanmış geceye,
Sirki yakan bendim, yalnızca sen gelme diye.
Yanan kim?
Ben mi kaçaklar mı?
Galiba ben.
Bazıları ölü, bazıları sürgünde,
Ama tek galip sen...

Her şeyi yakmak üzereyim.
Çünkü ben,
DELİYİM.

25.02.11 –  the Moonshield

3
Şişedeki Mısralar / O'nun Masalı
« : 08 Mart 2010, 00:13:54 »
Bir yokmuş, bir varmış,
Evvel zaman önce, yine,
gözlerini kara bulutlar sarmış.
Demişler ki, ağlayacak, yakında,
Ve sen cennetin en üst katında,
gül deseler gülecekmişsin.
Dememişler.
Evvel zaman önce, yine,
Kaf dağının ardındaki bir şehre,
Gözlerinden hüzünler akınca bulutlara,
Yağmurlar yağmış.

Dere tepe düz gitseler dahi,
kimse seni bulamamış.
Saklandı, demişler,
Ya da bizi hiç önemsemiyor, ilahi.
Bazıları ise hiç sormamış...
Dikkatli baksalar göreceklermiş,
görmemişler.
Herkes omuzlarına başka anlamlar yüklemiş olsa da,
aşıkların varmış.
Ve evvel zaman içinde, yine,
umutların kararmış,
hava kararmış.

Demişler ki, o çok fena,
Tüm bu savaşlar onun uğruna!
Hep, her şeyi senden bilmişler,
Bir düşünseler farkedeceklermiş,
edememişler.
Kitaplar yazdırdı demişler, bak,
Yazıyor ki, hayatı değil, kuralları yaşa!
İçinden geleni de yapmaya kalkma.
Sonra birisi çıkmış, tam tersini yapmış.
Lanet etmişler,
onlar gibi değilmiş ne de olsa,
Nasıl sana karşı gelirmiş
-kendileri de gelmişlerdi oysa-
Sonra, o birisini öldürmüşler düşüncelerde,
Ve evvel zaman sonra, yine,
Kaf dağına kar yağmış.
Demişler ki, kızdı şimdi,
herşey onun yüzüne!
Yüklemişler tüm yükü o birisine...
Bir anlasalar, kızmayacakmışsın aslında,
anlamamışlar.

Sen Tanrı'ymışsın.
Üzülünce yağmur olurmuşsun,
bazısına felaket bazısına bereket,
Gülünce güneş olurmuşsun, deniz olurmuşsun, ağaç olurmuşsun,
Bazen de bir heykelden ibaret.
Sen Tanrı'ymışsın,
Sen sonmuşsun.
İşlerine geldikçe,
bir varmış, bir yokmuşsun...

4
Şişedeki Mısralar / Mürekkep Senfonisi (IV)
« : 15 Ocak 2010, 20:54:10 »
Not: "Mürekkep Senfonisi" adlı başlıkta topladığım ve 10'u yayınlanmış, 11 şiirden oluşan şiirlerimin 4. kısmı bu. :) ilk kez Şubat 13, 2009'da yayınlamışım, neredeyse bir sene geçmiş. Neyse fazla uzatmayalım.



IV


Acıdan bir kasırga, alıp götürsün hayallerimi,
Sen kal ki, yaslanabileyim gölgene.
Seninle kendime bir dünya kurdum,
Yalnızlığın üzerine.
Sarı yaprakların üstüme düştüğü, boş sokaklar...
Kendimle yürüyordum, bir de gölgen var.
Sokak lambaları ironimizle aydınlanıyordu,
Karanlık üflüyordu içime rüzgâr.
Ve her gün yağmurluydu burası,
Her gün Sonbahar.
Seninle kendime bir dünya kurdum,
Yalnızlığın üzerine.
Ölmüyormuş gibi yaptım,
Zaman dokunurken yüzüne.
Kendi göz yaşlarımdan bir deniz yarattım,
Attım denize içimde esen rüzgârları.
Ben kendi su birikintilerimde boğulurken,
Kim durduracak gölgenden gelen fırtınaları?
İçimde biriktirdiğim hayallerimi ödedim sana,
Aldı gitti kasırgan, kimden aldığını bilmeden!
Keşke bilsen..
Keşke..
Söyleyemediklerim vurdu geçti içimden,
Keşke söyleyebilsem..
Keşke bilsen..
Kal diyemem ki yokluğuna,
Ama yine de gitme Sen.
Gitme ki bir şansım daha olduğuna inanabileyim,
Alma gölgeni de benden,
Ölmeden daha nasıl dayanabileyim?
Dünyam yıkılmasın ezelden.
Seninle kendime bir dünya kurdum,
Yalnızlığın üzerine.
Gölgenle el ele tutuştum,
Dünyam ağladı içimde.

5
Düşler Limanı / Yolsuz Bir Yolculuk
« : 26 Aralık 2009, 23:18:37 »


Yollardayım yine. Giderken bıraktığım hisler mi tüm duyduğum, fısıldanan kulağıma rüzgârla?

Hayal kırıklığı.

Endişe.

Söylenmemiş bir elvedanın umutsuzluğunu taşıyan omuzlarımda, yoktu hiç neşe.

Bir avuntu.

Belki de duyamadım bu yollardan geçerken. Yolların sessizliği bazen bir hain, bazen bir uğultu.

Geç kalmış bir itiraz. Üzgün biraz..

Nasıl duyamam o mağrur neşeyi, ne kadar hüzünle örtülmüş olabilirlerdi, söyle aklım.

Boş ver, boş verilenlerden bir yığın, bir matem ezgisi hayatım.

Yollardayım yine.

Hayallerimin kırıklarını topladım tüm gece, ve bavuluma sığmayanları arkamda bıraktım. Çektim gittim. Bu karanlık örtüye, bir günah da ben işledim. Rüzgâr yüzüme yüzüme vurdu ve kendimi teslim edilmiş buldum umutsuzluklara. Savruldu bir kaç dal, bir kaç gece. Saçlarımın arasından umutsuzluklarım akar sandım, ama yağmur sadece bir soğuk hediye etti bana. Yoktu feda edebileceğim hiç iyi bir şey veya satabileceğim herhangi bir rüya, uykusuzluğumu alamadım.

Hiçbir şey geçmedi aklımın yokuşlarından. Düşünecek pek az şeyim vardı, biraz da yalnızlığım. O da, terkedilmiş bir fikirdi bazen, bazense unutulmuş bir hatıra. Fark etmez, aldığım her nefese adını koysam, bitmemiş bir yazının son cümlesine saklasam da. İstemiyorum onu, hiç dinlemediğim masalların mutlu sonlarına özenen hiçbir şeyi istemediğim gibi. Ama o, omuzlarımdaki yüklerden biri, edilmiş tüm ihanetlerimin baş harfi olarak yanımda yürüyor. O yürüyor, ben tökezliyorum.

Yollardayım yine.

Bitmesi için önümde çok uzun cümleler var. Tamamlanmayacak bir yazının talihsiz serüvencileri. Yollarıma dizdiğim her hecenin tek anlamını ben biliyorum; ama itiraf edemeyeceğim kadar uzak olmalarının sebebini değil. Ben gittikçe, takip ediyor beni devrik cümlelerim.

Yollardayım, çoktan geceler kadar uzaktayım.

Yollardayım..

Sayfa: [1]