Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Herr Mannelig

Sayfa: [1] 2 3 ... 7
1
Düşler Limanı / Vampirler Sevişiyor
« : 27 Haziran 2010, 13:03:19 »
Bana zamanında "gün gelecek vampirlerle ilgili filmler ve kitaplar sadece kadınlara hitap edecek. Kan emmek, insanların etlerini yemek, dünyanın tek hakimi olmaya çalışmak gibi temalar ortadan kalkacak; daha ziyade göz göze bakışmalar, anlamlı sessizlikler ve çok üzülen, üzüntüsünden çok yakışıklı hale gelen vampirler olacak" deselerdi karşılık olarak "arkadaşı bir dışarı alalım, hava alsın" derdim. An itibari ile piyasada otuz kırk tane vampirli kitap var. Hepsinin kapakları aynı. Önde vampir sevgilisi kanını emmediği için üzülen kız, onun arkasında da kıza kıyamadığı için onun kanını ememeyen vampir sevgilisi var. 500 sayfalık kitabı dolduracak kadar çok üzüldükleri için normal durmuyorlar, metallica pozu veriyorlar.

İnsan ırkının kökünü kazımak, canlı canlı etlerini yemek mi daha ayıp bir şey; yoksa an azından 700 yaşındaki adamların 16-17 yaşındaki kızlara dadanıp serseri, it kopuk gibi lise çıkışında beklemeleri mi etik olarak daha yanlış bir şey? Sonuçta biz de insanoğlu olarak doğadaki bazı hayvanları yiye yiye bitirdik. İnanılmaz ama gerçek! O yüzden yemeyi, içmeyi falan anlıyorum. İhtiyaçtır, zaruriyettir. Ama yediğin hayvanın bir de dişisine dadanmak, etrafında anlamlı anlamlı dolaşmak, romantik bir ilişki yaşamak? İşte o biraz ağır geliyor bana. Aşağı yukarı özetlenebilecek bir konudan 500er sayfalık 30 kitap çıkarmak da bambaşka bir ayıp. En son erotik olanı bile çıkmış; genç kızların tümü aklını yitirdi onlar zaten elde, biraz da orta yaşlı tatilci bayanların parasını alalım hesabında yayınevleri. Vampirin kabaran erkekliği ve kadının şehvetle aralanan dudakları. Çirkin geliyor bana böyle şeyler.



Erman Çağlar, Uykusuz dergi

2
Şişedeki Mısralar / The Child
« : 23 Mayıs 2010, 20:10:23 »
Drown the child in your soul
With your tears
Or watch him to grow
By years

Pretend as he doesn't exist
Or break his shell
Send him to the sixth floor of hell

İf you don't reconcile the child
With your past
Misery and pain will last

Don't let him to take the control
Of your heart
Or prepare for a relationship
With a new start

In the republic of romance
Hide your fears and just dance
After the death of the child and his kind
Greet your new sire called mind

3
Düşler Limanı / Sıradanlaşıyorum Muntazaman
« : 08 Mayıs 2010, 19:32:42 »
Aya bakarken düşünüyorum bunları gece mavisi bir gecede. Muntazam şeklini henüz alamamış ama alabildiğine parlak, ilham verici bir ay… Yıldızsız gecenin yalnızlığını bulutlara örtünerek gidermeye çalışan bir ay, yazık onu bile becerememiş. Milyonlarca yıl geriden gelen küçük ışık parçacıklarına bakarken düşünüyorum, bırak öteki dünyaları kendi önünü zor aydınlatıyormuş gibi duruyorlar. Sadece gökyüzünü değil insanların içini de karartan koyu renk bulutlara bakarken düşünüyorum. Düşündükçe hüzünleniyorum, hüzünlendikçe sıradanlaşıyorum. Gariptir ki başka türlü de yaratamıyorum.

Yaratmaya çalışıyorum. Midemdeki kıpırtıyı, yüzlerce kelebeğin midemdeki hareketini kelimelerin dansına çevirmek istiyorum; kafamın bulanıklığını, kurşun kalemin izlerini elimin teriyle bulandırarak atmak. Boğazımdaki düğümleri, Norveçli balıkçılara çözdürecek değilim ya ne yapabilirim yazmaktan başka.

Esmer dilberler geliyor aklıma, sarışın afetler. Kovmaya çalıştıkça zihnimden, bir masa tutup bilincimin en ücra köşelerinde, mezeler ısmarlıyorlar; kafaya koymuşlar alem yapacaklar bu gece. Yazık bana ayıracakları boş sandalyeleri yok. İçmeye koyulduklarının rakının rengini alıyor ruhum. Sevgi dilenecek haldeyim hayalimdeki güzellerden.

Gözlerini seçiyorum, kahverengi, mavi… Kirpiklerini seçiyorum, uzun, gözlerinin güzelliğine güzellik katıyor. Burunlarını seçiyorum, İtalyan bir heykeltıraşın elinden çıkma bir mozole gibi dikiliyor güzel yüzlerinde. Dudakları kapalı, gururla kapanmışlar; geçit vermiyorlar arzuya.

Sevgiyi andıkça güzellik geliyor aklıma, güzelliği andıkça sevgi. Anıyorum, sıradanlaşıyorum…

4
Müzik / Omnia
« : 29 Ocak 2010, 11:07:41 »


Röportaj Alıntıdır

Yaptıkları müziği pagan folk olarak nitelendiren Omnia...Gerek şarkılarındaki karışım gerek sahnelerindeki canlılık ile dinleyenlerin sevgisini kazanan bu grubun müziğini anlamak adına birkaç satırda biz katkıda bulunmak istedik.Çeviri konusunda Cey'e yardımları için teşekkür edeyim önce. Yaptıkları müzik kadar kendileri de ilginçler,evrensel müziğin bu tip insanlara ihtiyacı var .Doğa ile yaşadıkları aşk ve kendilerine ait melodiler...Omnia sizlerle ....

1-Nasıl bir araya geldi Omnia ? Nerelere dayanıyor bu birliktelik? (Ksaca grubun geçmişinden bahsedelim.)

Bu oldukça uzun bir öykü. İşe 14 kişilik bir artist grubuyla beraber, tarihi bir tiyatro kurarak başladık. Ve dövüş grubumuz Celtik ve Gallo-Roman ritüellerinin oluşumuyla ilgili olduğu kadar kılıç dövüşü ve antik müziğin yeniden yapımıyla da ilgilendi.

Uzun bir öyküyü kısa tutmak için şöyle diyeyim , grupta 5 yıl birliktelikten sonra sadece Luka ve ben olarak kaldık (Artık gerçekçi bir dövüş sahnesiydi.Bir şey sahneleyemiyorduk ve 'antik' müzikten fena derecede bıkmıştık.)ve böylece ikimiz kendi müziğimize konsantre olduk.Neyse ki karım Jenny ile tanıştım; klâsik ve folk müzik, piyano , harp hakkındaki eşsiz bilgisiyle bize katıldı.Bu şekilde ‘prehistorik ve demir çağı' tarzı müziğimizi kendi tarzımızla birleştirdik ve gerçek OMNIA doğdu!


2-Yaptığınız müziği pagan folk diye nitelendiriyorsunuz. Nedir pagan folku neo folktan ayıran şey?

Pagan Folk bize göre genel olarak Celtik ve Avrupalı atalarımızın geleneksel müziğini, din ve kostümlerle zenginleştirilmiş şekilde birleştirmek ve çalmaktır. Bizler gerçek akustik enstrümanlarla müzik veyapan doğaya tapan paganlarız. Neo folk bildiğim kadarıyla biraz belirsiz bir tanım olmakla birlikte (müzik işinde çokça rastlandığı üzere) genellikle birkaç efekt vermek için kullanılmış bir iki enstrüman haricinde elektronik bir müzik türüdür. Pagan folk temel olarak dinsel bir müziktir gördüğümüz kadarıyla.


3-Çok sesli bir yapınız var.Bu armoniyi oluşturmak zor oluyor mu?

Evet…Bu genel olarak birçok insanın müzikal olarak anlamadığı birşey. Onlar sadece 'Ahh bu müzik çok hoş!' diye düşünüyor ama bu kullandığımız enstrümanlar ve vokallerin iç içe geçmesiyle oluşturulan bir yapı.(Bu özellikle sahnede soundcheck sırasında kendi sesinizi doğru şekilde ayarlamayı zorlaştırıyor, çünkü diğer sesleri ve enstrümanları mükemmel şekilde duymanız gerekmekte.Bu yüzden diğer birçok farklı rock gruna göre daha uzun bir soundcheck'imiz var.)

4-Beslendiğiniz kaynaklar neler? Şarkılarınızdaki havanın kökeni bu kaynaklardan mı geliyor?

Doğa … Her zaman doğa ve hayatın kendisi. Her zaman kişisel tecrübelerimize dayanarak yazıyoruz.

5-Şarkılarınız nasıl doğuyor? Önce müziği mi yapıyorsunuz? Nasıl bir ortamda oluyor bunlar?

Aslına bakılırsa bu her kompozisyona göre değişiklik gösteriyor , yine de en iyi şekilde herkesten uzak serin yeşil ormanda yazıyoruz. (Jenny ve ben bunu yapmak için yarın ufak bir yolculuğa çıkıyoruz ! )

6-Şarkılarınızdaki büyülü atmosferi sahneye aktarıyorsunuz. Masalları sahnede anlatıyorsunuz sanki,bu nasıl bir şey?

Biz sadece kendimiz oluyoruz ortada herhangi bir gösteri yok. Bu sanırım bizi diğer gruplardan ayıran başlıca özellik çünkü biz hayatımızı bir peri masalı olarak yaşamaya çalışıyoruz.


7-Sizin için özel olan albüm ya da şarkı var mı?

Hepsi çok özel çünkü her albüm geçtiğimiz bir gelişim sürecini temsil ediyor.Ama yinede en sevdiğim albüm son yaptığımız .("World Of OMNIA" bu durumda)


8-Kendinizi müzikle ifade ediyorsunuz. Bir anlamda yaşamınız müzik ya da müziğe göre şekilleniyor diyebilir miyiz?

Evet bir şekilde. Hayat sanattır , müziğin akışında ilerler , bazen bunları bir harmoni haline getiririm , bazen uyumsuz bir şekilde oluşur ama her zaman bir akış içinde …

9-Doğa ile müzik arasındaki ilişki nedir sizce?

Doğa ve ruhları ile sürekli iletişim halindeyiz.Doğanın bize anlattıklarını müziğe dönüştürüyoruz.Hissettiklerimizi ve duyduklarımızı sevenlerimize Omnia kompozisyonu ile sunuyoruz.

10-Yoğun bir konser temponuz var,Türkiye’ye gelmeyi düşünür müsünüz? (Bunu ben Herr Mannelig olaraktan da sormuştum ancak yanıt alamamıştım >.<)

Olabilir ,bunu isteriz.Türkiye'de konser vermekten keyif duyarım .



5
Şişedeki Mısralar / Haberiniz Olmadan Sevdim Sizi
« : 08 Ocak 2010, 22:44:10 »
Özür dilerim hanımefendi
Haberiniz olmadan sevdim sizi
Olsa ne olacaktı ya
Yoktan var mı edecektiniz sevginizi?

Çıkartamadım ancak sizi
Kestiremedim gerçek misiniz
Yoksa hayal mi?

Kimsiniz inanın tanıyamadım
Şu esmer kız mı iri gözleriyle
Yoksa sarışın olanı mı bütün güzelliğiyle?

Henüz tam kavrayamadım
İnsan mutlu olabilir mi
Sadece hayalleriyle?

Aşk tezahüründe mi haz verir, tasavvurunda mı?
Şu yalnız birey
Hep aşkın tezahürünü tasavvur etmek zorunda mı?

Özür dilerim hanımefendi
Haberiniz olmadan sevdim sizi
Lakin hesaba katamıyorum ki
Beni sevebilme ihtimalinizi

6
Sinema / The Big Lebowski
« : 26 Aralık 2009, 17:02:27 »




Filmin yönetmeni ve yapımcısı olan Coen Kardeşler (Joel Coen ve Ethan Coen) aynı zamanda senaryoyu yazıp filmin kurgusunu da yapmışlardır. Önemli rollerinde Jeff Bridges, John Goodman, Julianne Moore, Steve Buscemi, John Turturro, Philip Seymour Hoffman ve David Huddleston'un oynadıkları bu kara film parodisinin görüntüleri Roger Deakins'e aittir. Filmin özgün müziğini ise uzun süredir Coen kardeşlerle birlikte çalışan Carter Burwell yapmıştır.

Her şey Los Angeles'lı işsiz güçsüz, kaygısız ve miskin, bowling hastası "The Dude" (züppe) lakaplı Jeffrey Lebowski'nin (Jeff Bridges), kendisiyle aynı adı taşıyan bir milyonerle karıştırılmasıyla başlar. Tekerlekli sandalyeye mahkum milyonerin genç karısı kötü adamlara borçlanmış ve borcunu ödememiştir. Dude Lebowski'nin evine gelen iki ganster onu tartaklayıp çok kıymetli halısına çiş yapınca o da halısının parasını istemek için soluğu adaşının malikanesinde alır ve hiç ummadığı bir maceranın içine girmiş olur. Klasik hikâye anlatma tekniğinden uzak olan film, bir dizi acayip skeçin bir araya getirilmesiyle oluşmuş gibi duruyor.

15 milyon dolara malolan film 17 milyon dolar hasılat yaparak gişede pek başarılı olamadı (Belki de Fargo gibi bir filmden sonra çekildiği için), ancak eleştirmenlerden olumlu notlar aldı. Eksantrik karakterleri (özellikle de filmin anti-kahramanı Jeffrey "Dude" Lebowski), alışılmadık laubali diyalogları, gerçeküstü tarzda çekilmiş rüya sahneleri ve seçme müziği ile kısa sürede kült klasikler arasına girdi, hatta "İnternet çağının ilk kült filmi" olarak anılmaya başlandı. Daha da ileri giden filmin fanatik müritleri 2002'den itibaren bir "Lebowski Festivali" düzenlemeye bile başladılar.

Bu absürd komedi Coen Kardeşlerin 1940'ların kara filmlerine bir selam duruşudur (bunu diğer bazı filmlerinde de yapacaklardır), filmdeki karakterler bu kara filmlerdeki karakterlerin birer karikatürü gibidirler, özellikle de Jeff Bridges bir Raymond Chandler karakteri olan Philip Marlowe'ın uyuşturucu almışı gibi durmaktadır. Film de konusu ve adıyla bir bakıma Raymond Chandler'in romanından uyarlanmış Howard Hawks filmi (Büyük Uyku)'nun (The Big Sleep) (1946) bir parodisi gibidir, o filmde Philip Marlowe'u Humphrey Bogart canlandırıyordu.

Büyük Lebowski, ilk gösteriminin yapıldığı Berlin Uluslararası Film Festivali'nde Altın Ayı ödülüne aday gösterilmişti. Tek ödülünü ise Rusya'da film eleştirmenleri derneğinden aldı.




7
Şişedeki Mısralar / Kolej Hicviyesi
« : 25 Aralık 2009, 20:34:40 »
Elimden geldiğince okulumu hicvetmeye çalıştım:


Mektebi tenkit etmek asıl rızamdır
Ki burada her mevsim bize hazandır

Bir mektep ki diyar-ı İslam içinde
Sanarsın ki Garp-ül mektep-i azamdır

Etmişim demek ki bir denaet
Mektep-i alem-i dermande cezamdır

Yöneten peşinde talebenin muttasıl
Yöneten ki tek derdi nizamdır

Çevrili etrafı Şehr-i Sıtanbul gibi
İki adım ötesi gözümüzde Fizandır

Susturur mu sandınız tahakküm beni
Zulmeti fecre çevirmek benim gazamdır.

8
Düşler Limanı / Sen kimsin bilmiyorum
« : 30 Kasım 2009, 19:44:54 »
Sen kimsin bilmiyorum ama eminim ki yanakların bir yastık yumuşaklığında. Entelektüellikte dinlendirilmiş ruhun salaşlıkla pişirilip özgüven sosuyla servis ediliyor. Ellerin bir Fransız kibarlığında kavrar şarap kadehini. Benimki ise Norveç balıkçısı sertliğinde bira bardağında... Aramızdaki kilometreler yahut zaman iki farklı biyom uzaklığında. Farklı ekosistemdeki aynı canlılar... Dudakların kiraz renginde, betimleyemediğim bir yumuşaklıkta, onlara rengini veren arzuyla aralanmış. Sen kimsin bilmiyorum ama seviyorsun beni; benim seni sevdiğim derecede.

İkimiz de toplumdan bir o kadar uzak hissediyoruz kendimizi; içinde bulunduğumuz derecede. Her şey dereceyle nitelendiriliyor içinde bulunduğumuz senede. Benimkisi sarhoş duygusallığı, seninki ise romantizm. Lakin aynı derecede!

Gözlerin badem şeklinde, benimkinin sıradanlığının aksine. Rengini bilmiyorum aynı tenin gibi. Önemi de yok ya; halkların kardeşliği ne de olsa.

Üç noktalı edebiyat zırvalıkları, bol sanatlı falan. En içten ve en sanatlı bir; bir türlü beceremediğimden. Sen kimsin bilmiyorum ama bir sarhoşun sevebileceği ölçüde seviyorum seni. Bilmiyorum adın ne, nerdensin ama seviyorum seni; bir asinin sevmeyi sevebileceği ölçüde.

9
Şişedeki Mısralar / Civilian Disobedience
« : 18 Eylül 2009, 15:55:51 »
Uzun süren bir writers block'tan sonra bir şiirim:


We are here to undo
What has been done
God bless our comrades
Who was gone


The last, lost step of the stair
We are the judges who decide
What is fair
We are here to establish that step
The last step of the stair
Called evolution
A radical, certain revolution


O, the comrades with all their might
Fight for their right
From the day to the night
O, the comrades strike
With their pens and their paper
Which is -as their soul- white


From dictators only a weak soul fears
Taste like fear, your tears
Our cries you will hear
As "Civilan Disobedience"

10
Müzik / Fantastik İçerikli Gruplar
« : 06 Eylül 2009, 17:17:45 »
Sözleri, ilgili olmaları bakımından bir şekilde ya da tamamıyla fantastik kurgu ile bağlantılı müzik gruplarını paylaşabiliriz diye düşündüm. Bildiklerimi sayıyım ben:

Cruachan (Folk Rock diye tanımlayabilirim, A Druid's Passing, Celtic - Voice of Morrigan'ı öneririm)

Morrigan (Oldukça sert bir death metal grubu. Anam Cara şarkısıyla girebilirsiniz, Armour of Honor da güzeldir)

Manegarm (Morrigan'a ziyade daha yumuşak bir sound'a sahip death metal grubu. Pagan War, Skymningsresa şarkıları çok lezzetlidir)

Vangelis (bir tarza sokmakta zorlanıyorum ama Conquest of Paradise şarkısı çok meşhurdur ve bir çok filmde kullanılmıştır)

Tierra Santa (Rockvari bir şey yapıyorlar. Vikingos, Hijos Del Odio dinlenebilir)

Blitzkrieg (Senfonik Metal diye nitelendiriyorlar kendilerini Haggard'a benzer, Herr Mannelig coverları güzeldir)

Finntroll (Meşhur Folk Metal grubu Slaget vid Blodsalv harikadır)

Korpiklaani (Bir başka meşhur Folk Metal grubu, Hunting Song, Mother Earth, Shaman Drums ooo say say bitmez)

In Extremo (Ortaya karışık metal grubu. Neva Ceng i Harbie (Hücum marşı coverı), Liam, Vollmond, Villeman Og Magnhild fantastik içerikli şarkılarından. Herr Mannelig coverları da güzeldir)

Glorian (Knights of Honor isimli efsane diplomatik strateji oyununun müziklerini yapan grup. Fantastik sayılmaz aslında ama orta çağ müziği yaparlar. A Bard's Tale, Dove in the Sky, March of Honor güzeldir)

Faun (Alman Ortaçağ Folk Grubu, Zwei Falken, Tagelied, Rosmarin, Der Stille Grund, De Ques Duo lezizdir)

Omnia (Geleneksel Folk grubu. Çok çok lezzetlidir, kelt çizgisindedirler. Morrigan, Satyr Sex, Auto Launto, Pagan Folk, Fidhe Ra Huri...)

Daha klasik olarak Amon Amarth, Blind Guardian, Icead Earth, Demons and Wizards bazı bazı ManOWar falan da var tabi.

11
FRP Genel / Komik, Abzürd Frp Anıları
« : 28 Ağustos 2009, 22:10:47 »
Yaşadığınız, duyduğunuz ya da kaynak belirterek yapılabilecek frp oyunu sırasında yaşanan komik anılar burada paylaşılabilir diye düşündüm. Hemen başlıyım

Daha karakter yapım aşamasındayız. Bir oyuncu elf druid oldu animal companion, kendine eşlik edecek, telepatik ve ruhsal olarak kendine bağlı bir hayvan seçecek. Hayvanların olduğu listeye göz gezdiriyor Bizon alıyım mı lan acıktığımızda yiyecek bulamazsak keser yeriz eheh diyor. (Buraya günlük argoda birine sarkmak anlamında kullanılan bir fiilin sıfat haline gelmiş olan kelimeyi zarf olarak kullanıp bu şekilde gülüyordu yazıcam ama cezalandırılma çekincesi var tabi)

*           *             *

Oyun labirentte geçmektedir. Oyuncular yüzlerce mil tepip, bir kaç kez ölümden döndükten sonra bir çıkmaza rastlayıp yüzlerce mil geri gitmek durumunda kalır, tuzaklarla karşılaşıp mekanizmayı çözemeyip alternatif yollar aramaktadırlar, öyle ki bir oyuncu tuzağı kendi yönetimiyle aşmaya çalışırken bacağını kırmış, barbarın tedavi etme çabası durumu daha da kötüye götürmüştür oyuncu topallayarak yürüyebilmektir.

Anlayacağınız sinirler gergindir, bir kulübe bulurlar ve oranın güvenliği olduğunu anladıktan sonra orada konaklamaya karar verirler. Şömine başında otururlerken akşam vakti dışarıdan canhıraş bir feryat duyulur, camdan bakarlar. Manzara şudur:

Kemikleri sırtından fırlamış, eti çürümüş yer yer kemikleri gözüken, bir gözü olmayan ve kambur duran, pençeleri ve dişleri ay ışığında yansıyan, iğrenç kokusu eve kadar varan bir yaratık, ölü bir goblinin kafasını yarmış beynini yemektedir. Ağzında goblinin beyninden kalanlar sarkarken bir ara oyuncularla göz göze gelir. Goblini yeme işlemine döner, goblinin bağırsaklarını yarıp spagetti gibi fürplemektedir. Goblinin parmağını kırıp kemikle dişlerini temizler.

Grubun iyi kalpli rangerı bu manzaraya daha fazla dayanamayıp yaratığı okuyla indirmek üzere kulübenin tepesine çıkar. Yayını gerer ancak grubun fighterı kendini rangerın önüne atar ve bizleri gülmekten yere sermek üzere bağırır. "Dur vurma o zararsız bir yaratık".

Yaptığım tasvirler daha oyuncuların aklından çıkmamışken fighterın ağzından çıkan bu cümle bizleri yere serer. Fighterı oynatan eleman bize bir müddet bakar. "Yanlış kelime kullandım lan galiba" der. Yine güleriz...


12
Düşler Limanı / Otostop
« : 23 Temmuz 2009, 21:35:48 »
Üzerinden son hız geçip gitmekte olan arabalara, ağır kamyonlara ve otobüslere direnen bu yol tütüyor muydu ne? Aslında var olmayan su birikintilerinden buhar yükseliyor, ilerisi bulanık görünüyordu. Sırtımdaki ağır çantaya uzanıp bir sigara alıp yakarak buharlara karbonmonoksit yüklemeye koyuldum. Başparmağım havada, elim yumruk şeklinde uzana dursun, kimse almıyordu ki zaten beni arabalarına. Otobüs beklerken yaktığım sigarada hissettiğim tedirginlik hissi yoktu bu yüzden. Daha üç fırt çekemeden devemden, bir araba yanaştı kenara. "Olaya bak" dedim. "Talih mi talihsizlik mi karar veremiyorum". Söylene söylene arabaya yanaştım. Bu lüks, siyah BMW'nin içerisinde zebellah gibi, badem bayıklı, kumral bir lavuk oturuyordu.

"Nereye amca oğlu" dedi yayvan bir sesle

"Nereye gidiyorsan dayı" diye yanıtladım. Gel anlamında yaptığı el hareketinden sonra sigarama mahzun mahzun bakıp yere attıktan sonra lüks arabanın önüne atladım.

Arabayı hararetle çalıştırıp kısa sürede yüksek bir sürate ulaşana kadar ağzını açmadı lavuk. Ben de öyle. "Adın ne delikanlı?" diye sordu suratıma bile bakmadan, bir eliyle direksiyonu sıkıca kavramış, vites atmasını gerektirecek bir durum olmamasına rağmen vites kolunu da sıkıca kavramış durumda rahat, kendine güvenen bir adam portresi çiziyordu.

"Mikis" diye yanıtladım kısık sesle. "Mesut" diye tekrarladığını zannetti geri zekalı. "Ben de Nurullah. Ne o nereye gittiğini bile bilmeden yollara mı düştün" dedi bu sefer yan bir bakışla beni süzerek.

"He dayı, geziyorum öyle işte" dedim bu sefer biraz daha yüksek sesle.

İri parmaklarının biriyle sol tarafı gösterdi. "Çok güzeldir buralar, iyi ediyorsun aslında iyi." dedi. Kafamı sallamayı yeterli bir cevap olarak gördüm. "Bak şu adayı görüyor musun?" diye sordu yine sol tarafı göstererek. Yine kafamı salladım. "Yunan adası orası" dedi, sesindeki hiddet tınısı şok etmişti beni. "Memleketim" diye düşündüm yüksek sesle dile getirmeye çekinerek. "Güzel memleketim".

"Bu deyyuslar bu kadar yakın işte bize" dediğinde kafamdaki bütün barışçıl ve güzel düşünceler üzerine üflenen toz yığını gibi uçuştu, havada biraz dolanıp tekrar yere konmak yerine hiç konmamak üzere havada dolanmak üzere. "İsteseler işgal ederler buraları hep. Ama orospu çocuklarının götü yemez artık tabancaya tüfeğe. Bir kez analarını siktik ya." dedi. "Ne suçumu var lan anamın" diye haykırmamak için bir müddet savaştım kendimle. Bir düzine Karadenizli balıkçı boğazıma üşüşüp ardı ardına düğümler atmış gibiydi.

"Artık politik oyunlar dönüyor, yarrak dönüyor, kürek dönüyor. Hep gözleri güzel vatanamızda ama" diye ateşli konuşmasına devam etti. Aynaya asalı muska, arka koltuktaki dini içeriğiyle tanınan bir gazete ve üslubu tezatlar gösterisi sunuyordu bana. "Haklı değil miyim kardeş" diye onaylanmak istiyordu bir de, ağzıma gelen kelimeler düğüme takılıp mideme doğru düşüşe geçip midemi düğümlediler bu sefer de. Kafamı sallamakla yetindim.

Bir süre sessiz sessiz yola devam ettik, sağımdaki zeytin ağaçları, solumdaki eşsiz deniz ve bir dilberin sarı saçları gibi beni cezbeden kumsal, uzakta gölge şeklinde duran vatanımın görüntüsü sakinleştirdi beni. "En son hatırladığım aramız iyiydi be abi. Savaş geçti gitti, geçmişte yaşanan devletler arası olaylar yüzünden insanları yargılamamak lazım" dedim özgüven tınısı lüks arabada yankılandı.

"Yok kardeş öyle değil. Dış mihrakların oyunları bitmek tükenmiyor, bu vatanı parçalamadan rahat etmez bu gavur oğulları. Sadece dış mihraklar bile değil kendi içimizde bölücüler var be olur mu öyle şey. Hepsinin anasını sikeceksin aslında. Ta anasını avradını sikeceksin" dedi. Anamın badem bıyıklı bir lavuk tarafından sikilmesinden, yurdumun paranoyak düşünceler tüfeğinin mermileriyle taranması, çok sevdiğim bu memleketin insanı tarafından düşman bellenmek bir yana adamın üslubu sinirlerimi alt üst etmişti.

"Dayı, sen beni indir burada güzel buralar bir dolanayım" dedim. Sesim yine kısık çıkmıştı. "Bırakayım kardeş şehire daha var mundar olursun buralarda" diye yanıtladı. "Ben doğa aşığıyım, doğa mükemmel burada iniyim iki fotoğraf çekiyim" diye karşılık verdim yarı palavra yarı doğruları içererek.

BMW kalitesini konuşturarak sıkıntı yaratmadan sağa yanaştı ve asilce durdu. Kapıyı kapattıktan sonra, elimin ayasıyla kapıya iki kez vurarak "Sağol dayı, iyi yolculuklar" dedim. Kornasını şıkça öttürerek hızlıca uzaklaştı. Bulunduğum yere çömüp, gözlerim adaya dikili bir sigara yakarken "Amına kodumun herifi" diye söylendim, nefret ettiğim o üslubu kullandığımın farkında bile olmadan.

13
Şişedeki Mısralar / Ohne Titel
« : 22 Temmuz 2009, 23:36:27 »
Sie haben kein Wort geverstehen
Was Ich gesagt
Sie haben kein Wort geverstehen
Für kein Tag

Sie haben kein Wort geverstehen
Denn ich habe in anderen Länden gestehen

Kein heimat on wir gesein haben
Kein Ideenlehre wir nachfahren
Weil sie on dette lant stehen
Weil sie dette Ideenlehre unterstützen


Kısıtlı almancam ile yazmış olduğum bir şiir, almancası iyi olan bir arkadaşım yardımcı olursa sevinirim. İngilizce çevirisini de şey ediyim ama ahengi bozuluyor tabi.

They haven't understood a word
What I said
They haven't understood a word
For no day

They haven't understood a word
'Cuz I have stayed on other lands

We have been in no country
We don't follow any ideology
'Cuz they stay in that country
'Cuz they espouse that ideology

Bir de Türkçe

Bir kelime anlamadılar
Söylediğimden
Bir kelime anlamadılar
Bir gün bile

Bir kelime bile anlamadılar
Çünkü ben başka diyarlardaydım

Hiçbir ülke üzerinde değiliz
Hiçbir ideolojiyi takip etmeyiz
Çünkü onlar o ülkedeler
Çünkü onlar o düşünceyi benimsiyorlar.



14
Müzik / Baba Zula
« : 17 Temmuz 2009, 12:16:52 »




1996 yılında Levent Akman (vurmalı çalgılar, ritm makinaları, oyuncaklar), Murat Ertel (saz ve telli çalgılar, ses), Emre Onel (darbuka, sampler, ses) tarafından Istanbul'da kuruldu. 2002 yılında Oya Erkaya'nın (bas) gruba dahil olmasıyla grup son halini aldı.

Geleneksel Türk müzik aletlerinin kullanımını elektronik öğelerle birleştiren grup, değişik bir tını yaratarak Türk Halk Müziği'ne yepyeni bir soluk getirmiştir. Kayıdı alınan doğal seslerin, çalınan akustik ve elektrikli, geleneksel ve modern müzik aletlerinin çeşitli elektronik efektlerle zenginleştirilmesi Baba Zula müziği'nin temelini oluşturmaktadır. Müziği oluşturan tema, makam, usul ve ses gibi öğelerden biri veya birkaçının, kayıt ve prova yoluyla belirlenmesi ile doğaçlama yapmaya başlayan grup, bu yöntemi "Saptanmış Doğaçlama" kavramı altında, görselliğe de özel bir önem vererek konser, film, tiyatro ve albümlerine taşımıştır. Canlı etkinliklerde çekirdek kadroya eklenen elemanlar tarafından hazırlanan video, dia ve film gibi unsurların kullanımına da ağırlık vermektedir.

İlk albüm ve konserlerinden itibaren müzisyen ve oyunculara konuk sanatçı olarak yer vermeyi benimseyen gruba Trakya'lı Selim Sesler (klarnet ustası), Kanada'lı Brenna Mccrimmon (Rumeli türkücüsü), Fahrettin Aykut (davulcu), Tuncel Kurtiz (sinema ve tiyatro sanatçısı), Ahmet Uğurlu (sinema ve tiyatro sanatçısı), San Fransisco'lu Ralph Carney (saksofoncu) ve diva Semiha Berksoy (Türkiye'nin ilk bayan opera sanatçısı, ressam) gibi ünlü sanatçılar da katılmıştır.

Derviş Zaim'in, arabaları çalıp sonra tekrar yerlerine koyan ve daha sonra bir tavus kuşuna aşık olan araba hırsızının öyküsünü anlattığı ilk filmine yaptıkları özgün müziklerden oluşan " Tabutta Rövaşata" (Ada Müzik) adlı ilk albümlerini 1996 yılında kaydettiler. Film ile aynı adı taşıyan albümde, oyunculardan Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtiz ve Ayşen Aydemir'in seslerinin yer aldığı dört şarkı da bulunmaktadır.

Baba Zula, Antoine de Saint Exupery'nin "Küçük Prens", Arnold Lobel'in "Kurbağa Öyküleri" ve Perihan Mağden'in "Mutfak Kazaları" isimli tiyatro oyuncuları için yaptığı müziklerin toplandığı "3 Oyundan 17 Müzik" (Doublemoon) adlı albümünü 1999 yılında çıkartmıştır. Bu albümde pek çok sanatçının yanında Ralph Carney, Brenna Mccrimmon ve Selim Sesler de konuk sanatçı olarak yer almıştır. 2001 yılında Ahmet Çadırcı'nin yönetmenliğini yaptığı seks filmleri gösteren bir sinemanın makinistinin eski bir porno yıldızına olan tutkusunun öyküsünü anlatan "Renkli Türkçe" isimli filmini müzikleyen grup, Türkiye haricinde İngiltere ve Makedonya'da da konserler vermiştir. Topluluk, Haziran 2002'de, Efes Pilsen Summer Festivali "One Summer in Love"da Manu Chao konserini açtı.

Baba Zula elemanları Levent Akman ve Murat Ertel 6 ve 8 Aralık 2002 tarihlerinde Almanya'nın Köln kentinde gerçekleşen Akdeniz Film Festivali'nde Gerald Doecke ve Norbert Jorzik adlı iki alman müzisyenle konser verdiler.

27 Ocak 2003'te sonuçları açıklanan Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Türk Sineması 2002 ödüllerinde "En İyi Müzik" ödülüne, Ümit Ünal'ın "Dokuz" adlı filmine yaptıkları müzikleriyle Baba Zula elemanları Emre Onel, Murat Ertel ve Levent Akman'ın diğer grubu Zen layık görüldü.

Baba Zula'nın yeni albümü "Ruhani Oyun Havaları" ise Mayıs'da çıktı. Albümün miksajı ise Massive Attack , The Orb, Lee Perry gibi isimlerle çalışan İngiliz yapımcı ve müzisyen Mad Professor'a (a.k.a Neil Fraser) ait.

Ayrıca Baba Zula yönetmenliğini Yüksel Aksu'nun yaptığı ve daha vizyona bile girmeden İstanbul Film Festivali’nde "Özel Jüri Ödülü"nü alarak yılın en çok konuşulacak yerli filmi olmaya aday olduğunu gösteren Dondurmam Gaymak Rh Pozitif Müzik Yapım & Rh Pozitif Publishing işbirliğiyle müzik marketlerdeki yerini aldı..

Emre Onel-Darbuka, vurmalılar ve sampler

Levent Akman-Vurmalılar, makinalar ve oyuncaklar

Murat Ertel- Saz, sitargitar, teremin ve plaklar,ses

Oya Erkaya- Bas gitar, ses





Benden önce biri açmıştır zannediyordum hep. Kopuk herifler, tatlı adamlar, zevkliler. Siyasiyabend ile kardeş olarak görürüm ben hep bunları öyle olsalardı ya. Bu sene Kalfest'e gelmişler, "Türkler bunu selçuklu, osmanlı döneminden bu yana savaşlarda bile kullanmıştır. Türk kültürünün vazgeçilmez öğesidir. Nedir bu?" diye bağırmış vokal, herkes kılıç, kalkan, mızrak bağırmış. Bir eleman ordan Pırasa diye bağırmış (anlatan arkadaş Kadıköylü noluyo lan dedik orda diyordu). Vokal da Pırasaaaa diye bağırıp Pırasa adlı şarkıya girmişler felan. Eğlenceli adamlar yahu. Bi kere hippiler daha nolsun.

15
Müzik / Ahmet Koç
« : 17 Temmuz 2009, 12:07:54 »
Ahmet Koç, Türk bağlama sanatçısı, müzisyen. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Devlet Modern folk müzik topluluğuna bağlı müzikolog, aranjör ve bağlama sanatçısıdır.

1979 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi konservatuarına girdi. 12 yıl boyunca bu okulda Halk Müziği, Batı Müziği gibi çeşitli müzik dallarında eğitim gördü. 1995 yılında; klasikleşmiş Anadolu ezgilerinin yeniden yorumlanmasıyla oluşan ve toplamda 8 albümden oluşan Yedi Karanfil adlı seri albümlerin üçüncüsü olan "Yedi Karanfil 3" adlı albümünün aranjörlüğünü yaptı. Daha sonra sırasıyla Yedi Veren ve Yol Türküleri adlı albümleri çıkardı.

1997 yılında Şebnem Paker'in "Dinle" adlı şarkısıyla üçüncü olarak o güne kadar Türkiye'nin en iyi sonucu aldığı Eurovizyon Şarkı Yarışması'nda bağlamasıyla yarışmaya katılmış ve Paker'e eşlik etmiştir. Tarkan, Zülfü Livaneli, Nazan Öncel, Mikis Theodorakis ve Maria Farandouri gibi pekçok sanatçıya eşlik etmiştir.

2005 yılında çıkardığı Pardoks adlı albümle klasik batı müziği ve yabancı pop şarkılardan oluşan şarkıları bağlama ile
yorumladı ve bu albümle dikkati çekti.





Bağlama ile ilgilenen, çalan, dinleyen arkadaşların dinlemeden geçmemesi gereken kişi. Hasta Siempre, Boat on the River, Kalashnikov, My Way, Hotel California, Godfather, Mission İmpossible Theme gibi parçalara elektro bağlama yorumu getiriyor ve ortaya çıkan sonucu görmelisiniz. Bunun dışında Kürdili Hicazkar Longa, Hekimoğlu, Çarşamba'yı Sel Aldı, Nihavend Longa gibi klasikleri de sazından dinleseniz fena olmaz :D

Albümleri

    * Yedi Karanfil 3 - 1995
    * Yedi Veren - 1996
    * Yol Türküleri - 1998
    * Paradoks - 2005
    * Sağanak - 2006
    * Sözün Bittiği Yer - 2008
    * Koleksiyon - 2008

Sayfa: [1] 2 3 ... 7