Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Gimilzagar

Sayfa: [1] 2
1
Şişedeki Mısralar / Yıldızları Eyledim Temaşa
« : 31 Aralık 2017, 11:37:46 »
Yıldızları eyledim temâşâ
Camehâbı nûrun etti ifşâ

Girdimse de vâdi-i kemîne
Sen cismini serdikçe zemîne

Her bûsede sînen anber-âgin
Hurşîd-i dırahşânı sipihrin

Peyveste karanlıktı hıyâbân
Yıldızları eyledim temâşâ
Camehâbı nûrun etti ifşâ
Emyah kamerin saçtığı efsunla hüveydâ.

(Seyrettim yıldızları
Nurun açığa çıkardı yatağı

Girdimse de o küçük vadiye
Sen cismini serdikçe zemine

Her öpüşte sinen amber kokulu
Göğün ışıldayan güneşi

Daima karanlıktı ağaçlı yol
Seyrettim yıldızları
Nurun açığa çıkardı yatağı
Sular ayın saçtığı sihirle aşikar.)

2
Kurgu İskelesi / Vrdn
« : 23 Eylül 2017, 23:36:25 »
Asagidaki satirlar, Abbasiler devrinde yedi iklimi gorup ahvalini kaydetmis buyuk Arap seyyah Ebu Habbeza'nin seyahatnamesinin Nuruosmaniye Kutuphanesi'nde bulunan, Sultan Ibrahim devrinde kopya edilmis bir nushasindan Turkceye tercume edilmis bir bolumudur:

"Tenha koylarda, ugursuz magaralarda, aman vermez daglarin eteklerinde yasayan, hastalikli bir sariya calan kahverengi benizli, hayvansi yabanillardan biriydi o. Ne yasadigi yorenin, ne civarindaki nesnelerin, ne de kendisinin bir adi, bir sifati vardi. Hayat, anlarin durmak bilmez oruntusunden ibaretti onun icin.

Kirk sene diyardan diyara seyahat ettikten sonra Sam'daki konaginda inzivaya cekilen ihtiyar bir tacirden ve Bahr-i Ahmer'de firtinaya yakalanip o vahsi sahillere suruklenen bir geminin tayfasindan hayatta kalmayi basaran, Tuba agacina benzer agac govdelerinden yaptiklari salla yillar sonra memleketlerine donen ve bir gun ansizin cildiran, simdilerde Bagdat sokaklarinda aglayarak dilenen iki denizciden neredeyse cocuk yasta isittigim esrarli ve masalsi hikayeler haricinde bu bolge ve sekenesi hakkinda hicbir bilgiye sahip degildim, ta ki onu tanidigim gune kadar.

Kafirlerin, musriklerin, mulhitlerin ve dahi zindiklarin aksine, bu makuleden mahlukatin ne bir mabudu vardir, ne de ilahi addettikleri bir kudret. Yemis toplayip avlanirlar, tabiata bes yilda bir kurban sunduklari seytani ve kanli rituelleri vardir; buyuculukten baska is tutmazlar. Boluk boluk yasar bunlar; ufacik bir meseleden harbe tutusur, harp zamani da uruklarinin yarisini kirarlar.

Ey kari, vazih olmustur ki bu taife ne lisan bilir, ne de yazi sanatindan haberdardir. Meramlarini magara duvarlarina cizdikleri ecis bucus sekillerle, dallardan yontup camurla sivadiklari ufacik, igrenc heykelciklere atfettikleri ilkel manalarla anlatmaya calisirlar.

Simdi, bunca yildan sonra, bunca san sohretle teserruf ettikten sonra, neden tekinsiz dag baslarina, perilerin ugragi nehir kiyilarina kacip insanlarla tek kelime konusmadigimi, tek bir harf yazmadigimi aciklamanin zamanidir.

Bir gun mevali bir alim, Bagdat'a dondu. Halifemiz, Allah ondan razi olsun, kendisini Cermen casarina hediyelerini sunmakla vazifelendirmisti. Belagatta ve dahi felasifede onun mertebesine yanasabilen yoktu. Birkac gun sonra kendisinin hastalandigi, hatta kafir elinde cinlerce efsunlandigi dedikodusu, sehirde yayildi. Babamin eski bir dostuydu, beni de pek severdi. Ziyaretine gittigimde pirinc mangaldaki kozler sonmeye yuz tutmustu, gunesin son isiklari pencerelerden iceri siziyordu. Bir dehsetle carpilmis yuzunde deliligin izlerini secebilmek hic de zor olmamisti. Hic konusmadan yanina yaklasmami isaret etti. Doseginin basucunda bagdas kurdum. Titreyen bir sesle konusmaya basladi:

-O diyarda oyle acayip bir sey gordum ki ogul... Kiyamet vakti yakindir.

Kafir padisahinin kiyametin habercisi Yecuc Mecuc milletinden bir mahluku tutsak ettigini yasli dostumdan ogrendigimde Cermen diyarina gitme arzusu, aklimi kemirmeye basladi. Nice mihnet ve eziyet dolu bir yolculuktan sonra kafirlerin baskentine vardim. Sehrin kapilarinda muhafizlar, beni atimdan indirdiler; aradigimi bulana dek sokaklarda isitmedigim hakaret kalmadi, bazilari ustume tukurduler, daha curetkarlari ise muhafizlar onlari siritarak uzaklastirana kadar sirtima ve bogrume yumruklar savurdular.


Sur duvarlarini andiran duvarlarla cevrilmis, azametle goge yukselen bir yapinin kapilarina vardigimizda muhafizlar bana selamet dileyip gittiler. Geldigim yer, kesislerin kapandigi, manastir nam fucur meskeni imis. Kafasinin tirasli tepesi ayna gibi parildayan, kara cuppeli bir ihtiyar kapiyi acarak beni iceriye buyur etti. Bana temiz esvaplar verdi, karnimi doyurdu, maruz kaldigim muameleden oturu af diledi. Ismi Astolfo idi. Enduluslu oldugu icin bizim lisanimizi konusabiliyordu. Bu unu bizim diyara ulasmis mahlukun zuhuruyla beraber onlarin da bir felaket bekledigini ve din-i mubin-i Islam'in muazzez alimlerinden bazilarini bu habis ruhtan korunmak amaciyla halifemiz hazretlerinden buraya gondermesini rica ettiklerini, bekledikleri sahsin da ben oldugumu soyledi. Hayretle teserruf ettim.


Gunes butun azametiyle gokte parildiyordu. Etrafta manastira ait, ucube, ice bunalti veren, kerpicten yapilar vardi. Hepsinin ortasinda beyaza boyali kerestelerden catilmis bir carmih yukseliyordu, carmiha asilmis bir balik lesi curumeye yuz tutmustu; uzerinde sinekler vizildiyordu. Onu gordugumde boynundan zincirlenmis, camurun icinde, citlerle cevrili bir sahada debelenerek hiriltiya benzer sesler cikariyordu. Genc bir kesis hem suratina tukuruyor, hem de bir degnekle domuz guder gibi orasina burasina vuruyordu.

Kuruyup kalmis, cuvala benzer, pislige ve cerahat suyuna bulanmis bir kiyafetin icinde, tiksinti uyandirici bir adam yanimiza dogru segirtti. Efsun sozcukleri mirildanarak eliyle canavara dogru bazi isaretler cizdi. "Hint diyarindan gelen bir hekimdir kendisi, ilminde Bukrat'i dahi asmistir," diye tanitti onu bana kesis dostum. Adam, elindeki kirbadan uzerinden dumanlar tuten, sari, igrenc bir siviyi bakir bir masrapaya bosaltti. Yaratigin suratina boca ederek mirildanmaya devam etti, yaratigin aci dolu bogurtuleri onu susturmadi.

-Ne yapiyor?
-Onun ruhundaki sonsuz laneti kaldirarak bu iblisi ehlilestirmeye calisiyor.

Karsisina comeldi ve alfabesindeki butun harfleri yuzune derin derin bakarak tekrarladi. Bulutlari, kuslari, agaclari, bizleri isaret ederek Hint lisaninda ona kavratmayi denedi. Yaratik ellerini yuzune kapamis, hic orali olmuyor, homurdanarak sallaniyordu coktugu yerde.

Boylece aylar boyu suren hummali bir ugras basladi benim icin. Hint kavminden olan adam durmadan iksirler hazirlayip sihirlerini icra ediyor, kesisler safak sokene dek Incil'i hatmediyor, ben ise Kuran-i Azimussan'dan ayetler okuyordum.

Gece olmustu. Ellerimizde mumlar, citin etrafinda siralanmistik. Hekimin ihtiyar yuzunun konusurken sanki kemiklerinden yukselen citirtilar esliginde kimildandigini fark ettim birden.

-Artik onun da bir adi var, dedi dissiz agzini acarak gulumserken, adini ogrendi. Sen de duymak ister misin, dostum?

Basimi sallayarak onayladim.

-Baslangicta, dedi, cinlerin eziyet ettigi sefil ruhu, bizim pak dileklerimize direnebiliyordu. Artik butun laneti kaldirdim.

Citlerin kiyisina yurudu. Sonra uzun bir sessizlik oldu.

Mirildanan dudaklarindan dokulen cumleler, hepimizi cilginca bir sarhoslugun kollarina surukledi. Cariyelerimin sicakligini, gundogumunun titrek alevlerini, ruzgarin urpertici temasini, Allah'i yuregimde hissettim o kisacik anda.

-Vrdnnnn, diye kukreyip titremeye basladi yaratik. Agzindan kopukler sacarak, gogsunu tirnaklariyla parcalayarak, kasilmalarla camurlara yigildi.

-Hicbir kelimenin yeterince anlami yok, degil mi, dedi hekim.

Bana donerek gulumsedi."

3
Düşler Limanı / Manken
« : 09 Eylül 2017, 15:09:54 »
Bi manken. Bi manken alip koymak istiyorum penceremin onune. Butun gun  gizlice bakicam ona.

Babamla konustuk. Madem o kadar istiyorsun, buluruz dedi. Bi magazaya gidip sorucaz, vitrindekiler satilik mi diycez. Kiz manken olsun ama. Siz nerden aldiniz. Manken atolyesi mi. Dolapdere'de var mi. Sag ol.

Yine tuvaletin yerini unuttum. Boyle zamanlarda bez baglayip yatagima uzandiktan sonra yorganin altina saklanarak iserim. Haminnem bok icinde olmeden once hep degistirirdi altini bakicisi. Onlari anahtar deliginden izlerken ogrendim.

Bezleri duvar dibinde sakliyorum, cok kotu kokuyolar.

Dun ablamin odasina girdim, yere firlattigi islak donunu caldim. Pas gibiydi tadi. Olsun. Mankenime giydiricem. Hep opucem onu. Gece de opucem sarilicam. Sonra da uyurum.

Bi keresinde beni gezmeye goturmuslerdi. Vapura binmistik. Cisimi tutamamistim, ablamin kocasi adam bana sen delisin diye bagirmisti.

Dedeme de soyledim. Tamam evladim dedi. Manken alicaz bana.

Gecen gun ablamin donunu indirdim limonlukta uyurken. Ablamin kocasi beni cok dovdu, sen delisin dedi, aksama babama da sikayet edicekmis.

Annem cok gunah yaptigin dedi, cehennemde cayir cayir yanarmisim filan, dedem beni kucagina aldi, uslu ol dedi oglum, sana manken alacagiz bak. Evlenicem ben guzel mankenimle.

Dugune ablamin kocasini cagirmiycam. Pasta yemesin. Limonata da icmesin.

Bi manken istemistim, bi tane manken, bembeyaz, almiyolar hala. Peyker Kalfa'nin torununu okula giderken yakalayip goturdum izbelige. Ac lan orospu dedim orani bakicam nasil bi sey. Hungur hungur agladi, bey amca dedi, okula gec kalicam, birak da gideyim. Babam sana manken falan yok pezevenk dedi.

Bayramdan once badanaci ciragi geldi evimize. Guzel guzel sivasin duvarlari. Temiz olsun. Abi bana bi manken alir misin. Parasini vericem. Delisin sen deli dedi bana hahhah. Gulup durdu.

Yemekte konusuyolardi fisildayarak. Biz buna bakamayiz daha fazla. Evden kaciyo surekli. Sokaklarda surtuyo. El aleme rezil olduk vallahi. Annemin sesi. Nereye kadar sakliycaz bunu.

Nereye gidicez diye sordum babama. Gezmeye gidiyoruz dedi. Tabancasini doldurup koydu kemerine. Talikayi hazirlatti. Pasa dedenin yanina goturucem seni Karacaahmet'e dedi yolda. Manken alicak sana dedi. Hep opucem guzel beyaz mankenimi. Hic uzulmesin.

4
Gaspard de la nuit, siir bicimini sarsarak degistiren bir eserdir. Mensur siirin, poeme en prose, ilk ornegidir. Baudelaire, Rimbaud, Mallarme ve niceleri, Bertrand'in actigi yoldan ilerlemistir. Ulkemizde yabanci edebi eserler cogunlukla tercumeler vasitasiyla taniniyor, fakir de tercume faaliyetlerini pek yavan bulan biri olarak bu kitabi cevirme karari aldim. Daha evvelden Ozdemir Ince tarafindan dilimize cevrilmis, bu ceviriyi okumadim, fakat kendisi sembolist Rimbaud'u oy vay nidalariyla, aleksandren veznini hece olcusuyle karsilama cabasiyla Karacaoglan'a donusturen bir cevirmen oldugundan vasat bir ceviri oldugu kanaatindeyim. Elimden geldigince butun kitabi cevirerek burada paylasmaya calisacagim. Kullandigim kaynak, kitabin 1920 edisyonudur.

5
Düşler Limanı / Ayrilik
« : 31 Ağustos 2017, 17:17:57 »
Bahar gelmisti, her zaman yaptigimiz gibi okuldan cikar cikmaz bir seyler icmek icin Carsi'ya yuruyorduk agir agir, ikimizin de konusmaya mecali yoktu, belki yorgunluktan, belki de iliskimizin yipranmisligindan.

Dakikalarca susup oturduktan sonra kararli bir bicimde konusmaya basladi. "Benden sikildiysan bunu saklamana gerek yok, seninle cok mutluydum ama seni mutlu edemiyorsam eger artik..." Gozlerim dolmustu. Beraber gecirdigimiz onca aydan sonra geldigimiz nokta bu mu olmaliydi? Aslinda icimden gecirdigim seyler tam olarak bunlardi, fakat simdi yuzunun cizgilerine sinen dayanilmaz huzunle nasil da guzellestiginin farkina varip yaptiklarimdan dolayi sucluluk duymaya baslamistim. "Her seyi yapabilirsin, ama beni aldatmana katlanamiyorum daha fazla. Seninle yemek yemek icin her gun firsat kolluyorum, ac olmadigini soyluyorsun hep, ama sonra iskeleye giderken goruyorum ki baskalariyla Mekdo'dasin... Bu saatten sonra sahtekarlik, yalan filan istemiyorum hayatimda."

Kucuk, tatlis, siyah dosyasini koltugunun altina sikistirip masadan kalkmak icin davrandi. "Birakma beni, sensiz ne yaparim ben... Hata yaptigimin farkindayim ve bu yuzden cok pismanim. Bir sans daha ver bana. Hayallerimizi bir cirpida silip atamazsin. Degisecegim, soz veriyorum." Sanirim yine gonlunu celmistim, cunku yavas yavas yanima oturmustu tekrar, narin omuzlarindaki ellerim vucudunda hinzir oksamalara donusup gezinmeye baslarken cebinde sert bir nesne tasidigini hissettim. Icimden bunun dusundugum sey olmamasi icin dua ediyordum ama gorunen o ki maalesef beni aldatan oydu asil. "Ulan masanin uzerine Monte Carlo koyuyorsun, cebinde Gurcu Marlboro'su var. Hayat musterek degil miydi? Iki dal cozsen olur muydun? Ben... ben bu iliskiyi daha fazla surduremem Kazim," diyerek hizla kalktim.

Iste Kazim'la boyle ayrildik.

6
Düşler Limanı / Adagio Lamentoso
« : 22 Ağustos 2017, 05:38:11 »
Sivasi dokulmus okulun agir, demirden kapisini guclukle itip nihayet bahcenin disina adim attiginda kravatini gevseterek onca otomobilin arasinda sanki bir utancla bekleyen Trabant'ina dogru yurudu, kapiyi acti, koltuguna yerlesti, anahtari cevirdigi an ihtiyar motor once hastalikli bir hirilti, sonra zangir zangir titremesine neden olan istahli bir homurtu kopardi. Cadde boyunca siralanmis, batan gunesin altinda yapraklari kizara kizara altin rengine calan, endamli cinarlar boyunca otomobilini surdu, Kor Kamil'in onunde park ederek otomobilinden indi.

"Ah, azizim! Kadri Bey, burada sizi gormek... Teserruf ettim efendim."

Camekana yaslanmis, piposundan cektigi dumanlari goge ufleyen adam, kollarini iki yana dogru acarak ona yurumustu sevecenlikle. Hevesle el sikistilar, memurca meraklarini giderdikten, yani eslerinin, cocuklarinin vaziyetleri ve calistiklari yerlerde katlanmak zorunda kaldiklari zahmetler konusunda yeterince malumat edindikten sonra iceri girmeye karar verdiler.

"Vay, hos geldin hocam!"

Tezgahin arkasinda kocaman bir kupayi sanki asindirmak istercesine elindeki bezle silen Kamil, dudaklarinda taskin bir gulumsemeyle selamladi onu. "Buyur!" Tezgahin hemen onune dizilmis sandalyeleri isaret etti iri, dolgun cenesiyle.

"Hos bulduk, Kamilcigim." Gulumseyerek evrak cantasini tezgahin uzerine birakti. Sucluluk duyuyormus gibi etrafini kolacan etti, sonra zorlukla duyulan bir tonda "Her zamankinden," dedi. Kamil, ficinin gobegindeki muslugu acti, parildayan sivi bardagi usulca akarak doldurdu, tezgahin uzerinde kayan bardak, Kadri Bey'in kemikli ellerine ulasti. "Sag ol, ee... Siz ne icerdiniz? Kamilcigim, beyefendiye de..."

Kamil'in urkek bakislariyla karsilasinca sustu, gozu once yaninda dizilmis bos sandalyelere kaydi. Ardindan butun barda gezdirdi manasiz bakislarini. Bir tek kisi dahi yoktu.

"Bu aralar bir hayli yoruluyor olmaliyim," diye dusundu.

Park halindeki aracina dondugunde ve otomobilini calistirdiginda bile ne kadar yorulmakta oldugundan baska bir sey yoktu aklinda. Paltosunun ic cebinde tasidigi pas kokan, emektar Browning'ini cikardi. Titreyen agzinin icine soktu namluyu. Ve bum. Hepsi bu kadar.

7
Düşler Limanı / Pera Masali
« : 21 Ağustos 2017, 04:30:23 »
Kusluk vakti sallak mallak, bir hirsla evden firladim, girtlagima kadar dalgalanarak yukselen bir bulanti karnimda; bizim Rasim'den methini sikca isittigim kizlardan birini bibliyotekin onunden aldim, tozlu ve yumusak yuzu, iri incir yapraklarini andiriyor, mektebe gitmesine musaade edermis ailesi aslinda, fakat birkac kaldirim iti, birkac sene evvel kaldirdiklari bir kayikhanede bizim yosmayi leylunehar, cani cikasiya utuledikleri icin dusmus guya bu bataga, orospunun gevezesine de hic katlanilmiyor, eh, ne olursa olsun, canimi sikarsa Novotni'ye gider, arkadaslarla, tanidiklarla laflar, sirin Macar dilberlerinin raksini seyreder, teganni edislerini dinlerim, sermayeler de coktan sinmistir birahanenin kuytularina, esasen vaktizamaninda, ben mektepten cikmadan isiltili Viyana kahvelerine benzerdi, kac defa tombul yanaklarinin ardina yigdigi jambonlari sanki bir hiddetle oguturken bir yandan da piyrim piyrim kitabini okumakla mesgul pirimiz Yahya Kemal Beyefendi'nin elini opmek istiyakiyla masasinin kiyisina dek yanasip dizlerimin baginin cozulmesine tahammul edemeyerek suklum puklum geri donmusumdur masama, senelerden beri bambaska bir yer haline geldi iste, mantarli kofte, gulas, incirli kaburga dolmasi, sosis, katik olarak bir de patates puresi yenilen, kara, kapkara bira icilen bir yer, bir gece Musavvir Izzet biraderimle gec saate kalmistik, bulut gibiydik, af buyurun korpecik sermayelerden biri kirita kirita geldi, masanin uzerine kazurat gibi coreklendi, nerede gavurun nazende kurtizani, nerede bizim bes paralik kizismis kopek, o an bunlari dusunemedim tabii, leyl icinde ah ederken nevbaharin bulbulu filan diye ellerine yapisiyorum, kaknem kari kadehteki akcinnuyu uzerime dokup avaz avaz cigiriyor, ne demek ulan leyl icinde bilmem ne, kufur mu yoksa. Bir gece yine Novotni'de bizim Sekip'le bulustuk, Sekip, Schiele tablolarindan firlamis gibi ecis bucus, hastalikli bir oglan, ama agzini acmayagorsun, sanirsin Mephisto irat ediyor mubarek, o gece paralar suyunu cekince Madam Hayganus'a ciktik, ispirto gibi aci, agir, kulcelesmis bir sarabi kulpsuz fincanlara doldurup icerek sabaha kadar konustuk, Hayganus frengili, zebellah gibi bir kari, limandaki isciler filan geliyor ziyaretine, safak sokun ederken hemsirelerinden biri tuttu elimden, Klodya miydi, yukari cikardi beni, sipirdayan sabolariyla gelip Sekip de coktu yatagin ucuna, kocam ol dedi, nasil yani, ulan erkege koca mi gerek, tepem atti, ceplerimi karistirirken bir sigara buldum, bunda bir fenalik yok ki dedi, bir sey istemiyorum, yalnizca kocam ol dedi, kocam ol, butun servetim senin, sinemalara gideriz, tiyatrolara, Cenevre'ye filan, dedesi sivil pasalardandi, defterler dolusu icli Fransizca romanlar yazardi, gulerdik, teres, Halit Ziya takimindan diye. Siktir lan deli kulamparaci dedim, bize lazim degildir, gun isisin diye bekledim, Sekip odeyecek dedim Hayganus'a, bir hirsla evden firladim, itiraz edemedi, pis orospu diye bagirdi Klodya'ya, bu herifin de gevregini yiyemedin mi, tu sana, kacirdin gitti, Allah belani versin, ayaklarimi suruye suruye bibliyotekin onune gittim, on bes paraya kizla anlastik, fasadi gunesin altinda piserek curumus bir eve soktu beni, sokak kapisini sifreli caldi, actilar, bir kosusturmaca, les gibi rutubet kokan bir odaya girdik, soyundu, ben soyunmadim, uzandik yataga, sarildim, kirik cami yamayan gazete kagitlari ruzgarda hisirdiyor, gomlegimin dugmelerini cozerken acin ulan orospular diye bagirdi disaridan biri, polis, erkekleri salonda topladilar, kizlar gulusup sakalasiyor, ayakta durmaya mecalim yok, memurindenim demeye ise yuzum, adresleri toplamaya basladilar, agabey buyur diye kolonya getirdi gencten bir polis, is adresimi versem hangi cehenneme surulecegim mechul, ev adresimi soylesem karidan bosanmasi, nafakasi, mahallelinin tefe koymasi... Sekip'in adresini verdim celp icin, arayan soran olmadi.

8
Kurgu İskelesi / Siyavuş Birdenbire Geberdi
« : 11 Haziran 2017, 11:54:27 »
İki delikanlı, İstanbul'da bir çuha fabrikasında çalışmaktadırlar. Bunlardan birine -adına Memduh diyelim- her ay neredeyse kilolarca mektup geliyor memleketinden, ama Siyavuş diye isimlendireceğimiz diğer gence hiç mektup yollanmıyor.

Bir gün Siyavuş, dostunun mektuplarından birini satın almak için bir lira teklif ediyor ona.

Teklifi seve seve kabul eden Memduh, o ay hiç açmadığı bütün mektupları döşemenin üzerine saçıyor.

"Haydi, seç bakalım."

Siyavuş, zarfları uzun uzun inceleyerek içlerinden birini alıyor.

Gün boyu meraktan çatlayan Memduh, akşam işten döndüğü vakit, arkadaşına mektupta ne yazdığını soruyor.

"Bu seni alakadar etmez, dostum," diyor Siyavuş.

"Kimin gönderdiğini söyle en azından," diyor Memduh. Siyavuş bunu da reddediyor.

Şiddetle tartışıyorlar ama Siyavuş kararından dönmüyor.

Bir hafta sonra Memduh, mektubu iki katı para ödeyerek geri almak istediğini söylüyor. "Mektup bana ait ve ben de onu satmaya hiç niyetli değilim," diyor Siyavuş.

Memduh, ekmek bıçağını kaptığı gibi arkadaşının gırtlağına saplıyor. Çaresizce hırıldayan Siyavuş'un koynundan zarfı çıkarıp hınçla parçaladıktan sonra nihayet okumaya başlıyor.

"Kuaförlerinizin dahi ısrarla arayıp kullandıkları yegane briyantin. Necipbey briyantini."

Bir gülümseme yayılıyor kanla ıslanan dudaklarına.

9
Kurgu İskelesi / Intihar Uzerine Cesitlemeler
« : 16 Mayıs 2017, 21:43:43 »
I. BULVARDA OLUM

Her zaman oldugu gibi gec uyanmis ve her seye karsi siddetle duydugu o gecikmislik hissiyle dolmustu, apartmanin demir kapisi gicirdayarak, rahatsiz edici bir yavaslikla kapanmisti ardindan. Metalik, cansiz bir istirabin belirteci olan bu sesin, birkac adim attiktan sonra gitgide yukselmesi, her seferinde canini sikiyor, dislerini hincla kenetlemesine sebep oluyordu. Toz ve pislik icindeki sokagin bittigi yerde yolun karsisina gecerken, tavuklar gidaklar ve tiksinti uyandiran bir umutla otlari eselerken, aslinda kendine uygun bir muhitte yasamadigini dusundu, bodur ve seyrek camlarin siralandigi yola saparak suyun kiyisina yurudu, bulutlar, boslukta olmanin verdigi tembel bir neseyle dallara dogru surukleniyordu, kopruden sonra sola dondu, ilk banki atlayarak ikincisine oturdu, yuzunu avuclarina yaslayip suyu seyretti, suda kurbagalar cigiriyordu, bir topun sektigini isitti, birkac afacan arkasindan gecti, gozucuyla sivasi dokulmus duvarlardaki celimsiz harfleri okudu, gece yine uyuyamayacagini anladi. Bulvara cikip tramvay raylarinin uzerinde kosmaya basladi.

II. BALKONDA OLUM

Berbat bir kis aksamiydi. Bir ayagi zangir zangir titreyen bir sandalyeye oturmus, ruzgardan, camurdan, zifostan, karanliktan yayilan sogugu hissetmemeye calisiyordu. Karni aclikla buruluyor, solugunu kesen havaya lanet ediyordu. Uzun suredir balkondaydi ve son yarim saattir ayaklarinin dibinde bir kan birikintisi vardi. Iyice yaklastigini gosteriyordu bu. Anlamak istiyordu. Her sey bunun icindi.

Ter icinde kalmisti. Dogruldu, bir sure gozlerini ovusturdu, yatagindaydi. Kalkti ve odanin sonuna kadar yuruyup kapiyi araladi, balkonun curumus, kararmis korkuluklarinda gezdirdi ellerini. Korkuluklarin ardina sicradiginda kaslarinda biriken elektrik, bacaklarinda ve kollarinda bir cirpintiya donustu. Etrafindaki boslugun da bir vusati oldugunu duydu o an.

10
Kurgu İskelesi / Ruya
« : 16 Mayıs 2017, 21:21:53 »
Otomobillerin hic dinmeyen ugultusu altinda icli bir yakaris isitir gibi oldu. Kapiya dogru cevirdi basini. Alisveris merkezinin isiltili tabelasi, minicik bir figuru golgelerle bezemisti. Titreyip duran bu sekle dogru yaklastikca masum bir yuzun dehsetle puslandigini, gozyaslarinin altinda islandigini gordu. Tiksinti duyar gibi olduysa da simdi cocugun bakislari ona donmus, dogrudan gozlerine odaklanmisti, ufacik bir cocuk olmasaydi bu, neredeyse israrla onu cagirdigini, davet ettigini dusunecekti. Bugulu ifadesinde, tuhaf bir sekilde, bir panik degil, kesin bir kararlilik vardi.

"Eh, gidelim bakalim," diye mirildandi,
Cocuk bes yasinda ya var, ya yoktu. Tabelalardan sicrayan isiklar cocugun saclarinda sicak kivilcimlari andiran bir sekilde oynasiyor, bembeyaz kesilmis, hickirmaya devam eden suratta hicbir huzun anlatimi okunmuyordu. Muhtemelen fazlasiyla korktugu icin tepki veremiyordu, donakalmisti oylece.

Fakat ne ilginctir ki cocuk yanindan gecip gidenlere aldirissizdi, yalnizca ona bakiyordu bunca kisi arasinda, isi daha da garip kilan, insanlar da sarsila sarsila aglayan bu kucuk cocugu gormezden geliyor gibiydi. Babasini veya annesini kaybetmis gibi endiseli degildi, alisveris merkezinde yolunu yitirmise de benzemiyordu, fakat kahrolasi sey aglamaya devam ediyordu hala.

Butun bu dusunceleri aklindan silip gulumseyerek cocuga dogru egildi. Oglanin dudaklari da bir tebessumle kivrilir gibi olmustu. Yaslarla dolu gozlerinde trafik isiklarinin yansilari dalgalaniyordu. "Merhaba dostum, birini mi kaybettin?" diye sordu.

"Babayi," dedi burnunu cekerek. "Babayi kaybettim."

Etraftaki insanlar bu trajik sahneyi hic umursamiyordu. Elini sefkatli gorunmek istercesine cocugun basina koydu.

"Telaslanmana gerek yok," dedi. Ayaga kalkti ve elini cocugun omzuna atti. "Babani bulabiliriz." Kapidaki guvenlik gorevlisi ne halt yemeye orada duruyordu? Kaybolan bacaksizlari toplamak icin para alan kendisi miydi sanki? "Ah, nereden bulastim bu ise," diye ic gecirdi. Guvenlik gorevlisi hic de orali degildi.

"Oradaki amcayla konusalim haydi."

"Hayir, beni onun yanina goturme," diye mizmizlandi cocuk. "Ben zaten babanin nerede oldugunu biliyorum."

Bu da neydi boyle?

"Beni babaya goturur musun?"

Lanet olsun. Masum yuzuyle ona bakiyor, caresiz bir sekilde gozlerini siliyordu. Lanet olsun. Neden kimse umursamiyordu bu cocugu?

"Beyefendi, iyi aksamlar," diye yaklasti guvenlik gorevlisine, fakat adam sesini duyar duymaz iceriye yonelince carpilmisa dondu. Lanet olsun. Ufaklik paltosunun etegine yapismisti.

"Beni babaya goturur musun?"

Otomobilinin kapisini actigini fark etti korkuyla, ne zaman olmustu bu? Cocuk teklifsizce koltuga atladi ve ellerini cirpti. "Iyi adam beni babaya goturecek!" Simdi ona bakarak gulumsuyordu, butun o durgunlugu kaybolmus, yerini coskulu bir sevinc almisti. O da cocugun bu haline gulmeden edemedi ve otomobile bindi.

Otomobili park alanindan cikarip cadde boyunca surdu. Yanindaki
koltukta oturan cocuk, hizla silinip giden sokak lambalarini, titresen farlari, yanip sonen neon tabelalari seyrediyordu.

"Ee, kucuk dostum, baban nerede?" diye sordu.

"Suya gitmemiz gerek. Oradaymis."

"Suya mi?"

"Evet, suya. Su var ya hani!"

Derin derin icini cekerek sikintiyla nefesini saldi. Lanet olsun. Bu velet, bir baliktan daha aptaldi. Tulomsas binasini gecerek Vali Ali Fuat Guven Caddesi'ne dondu. Bu sehirde su olarak nitelendirilebilecek yalnizca tek bir sey vardi, ve cocugun kastettigi suyun aklindan gecen sey olmasini diliyordu.

Porsuk'a vardiklarinda cocugun yuzu neseyle aydinlandi, az onceki dusunceleri icin kendinden utandi bu sevinci gordugunde. Iskeleye birkac metre uzaga park etti.

"Eh, vardik sanirim."

Oglan yavas yavas ona dondu. Gozleri parildiyor, gulumsemesi gitgide genisliyordu. Sonunda o minik agiz aralandi, ustura gibi disler belirdi, agiz buyudu, buyudu, kipkizil, korkunc bir hal alarak o masum yuzu tamamen kapladi ve hiriltilar, salyalar esliginde isildayan disler koluna saplandi; eti, kaslari ve kemigi yardi.

Bogazini parcalayan bir ciglik, girtlagindan disariya savrulur savrulmaz, aniden gozlerini acti. Uzerinden kayip yere dusen yorganini ararken, uyku mahmurlugu icinde, sag kolunun bulunmasi gereken yerden sicacik kanlarin muthis bir tazyikle duvara bosandigini fark edemedi.

11
Şişedeki Mısralar / Korint'te
« : 15 Ocak 2017, 15:57:15 »
"Lugete, o Veneres Cupidinesque..."*

Kıyıda uzanmış boylu boyuna
Dalmakta o gümüş sulara başı.
Kovuğun içinden fısıldar ona
Bir peri... Dallarda güneşin na'şı.

Tasta ışıldayan Pirene suyu...
Kucağında uyur baygın çiçekler.
Ve harap camlara sinerken buğu
Yüzünü tükenmez bir melal süsler.

*"Yas tutunuz, ey Venüsler, Küpidler..."
Catullus, 3

12
Kurgu İskelesi / Yazgı
« : 09 Eylül 2016, 05:20:20 »
Kasabanin biraz disinda, yosun tutmus mermer bir kaidenin uzerinde duran kapkara, puruzsuz yontunun yapicisi kimdi, ne zaman dikilmisti buraya, hic kimse bilmezdi. Ustunde tuhaf birkac sekil bulunuyordu, fakat bu isaretlerin ne manaya geldigini simdiye dek cozebilen olmamisti. Soguk kis gecelerinde, sominenin karsisinda yorgun kemiklerini isitan buyukbabalar tarafindan anlatilan hikayelerde, coktan dusmus bir medeniyete ait buyulu ve seytani bir hatira oldugu, artik yataga gitmesi gereken cocuklarin kulagina asirlardir fisildaniyorsa da, bu seyin hakikatte ne oldugu bilinmiyor.

Aslinda dedelerimiz, eskiye dair hadiselerden bahsetmeye pek de hevesli sayilmazlar ve bu nedenle kasabadaki insanlar, onlara en ilkel korkularini hatirlatan bu tuhaf kalintiya hic yanasmiyor. Oysa ben, cocuklugumdan beri, zamana ve tabiata direnen bu abideyi, meyve bahcelerini cevreleyen duvarlara oturup seyreder, onu uzaktan da olsa gorme firsatina erisebilmek icin saatlerce kirda gezinirim.

Kasabamizin sosesi, koruyu dolanarak nehre varir. Ucsuz bucaksiz bugday tarlalari, sessiz hoyukler, sosenin solundadir; sag tarafinda vahsi, moraran tepeler, tepelerin dibinde bakir, los camliklar, ulu agaclarin ortasindaki aciklikta ise O vardir.

Bu sene guz erken geldi. Camlikta aciyla inleyen ruzgari, damlara hevesle carpan damlalari isitiyorum.

Beni cagiriyor.

Toprak yoldan, kasaba tarafindan Baba'nin telasli sesi yukseliyor.

O, yagmurun altinda islanmis. Saf bir maden gibi pirildiyor. Gunesin sactigi dost isiga benzemiyor; atesin karanlikta ansizin belirip gunaha davet eden hasin ve lanetli isiltisi bu.

Herkesin unuttugu, mermerin kalbinden fiskiran kara yontu...

Ellerimi soguk, metalik simgelerin uzerinde gezdiriyorum urkuyle. O an kutsal bir isik seli, suyun altinda cagildiyor. Vucudumun muthis bir kuvvet ve istirap dalgasiyla sarmalandigini duydugumda "Hos geldin." diyor bana. Kizaran etin kokusu. Cizirti. Kan.

"Ben, Deeper Deeper Blue."

13
Petite perle cristalline
Trémblante fille du matin,
Au bout de la feuille de thym
Que fais-tu sur la colline ?

Avant la fleur, avant l'oiseau,
Avant le réveil de l'aurore,
Quand le vallon sommeille encore
Que fais-tu là sur le coteau ?

Işıyan, küçük inci,
Sabahın titrek kızı,
Kekik yapraklarıyla
O tepenin üstünde
Ne yapmaktasın, söyle!

Ah, çiçekler, kuşlar ve
Güneşin uyanışı...
Vadi aydınlanırken
Hala o tepelerde
Ne yapmaktasın, söyle!

14
Ko-jin goes west from Ko-kaku-ro,
The smoke flowers are blurred over the river.
His lone sail blots the far sky.
And now l see only the river,
The long Kiang, reaching heaven.

Ko-jin, batıya gidiyor, Ko-kaku-ro'dan,
Duman çiçekleri titriyor nehrin üstünde.
Salının yelkeni sanki ufukta bir leke.
Ah, ama vechi şimdi gömüldü nehre,
Kiang'a, o ulu suya, semâya akan.

Not: Bu şiirde de Türkçeleştirmeyi uygun gördüm ve şiiri orijinalinden bir nebze farklılaştırdım.

     

15
I

Eğer yalnızsan
Ve semada parlayan
Bir hitodamaya rastladıysan
Durup düşüneceksin o zaman
Duyduğun bütün hüzünleri
Yağmurlu bir gece vakti.

II

Sık sık düşünüyorum seni
Muttasıl yağan karın altında
Ak yapraklı sedirler. Gel odama,
Bu gece, bir rüzgâr gibi.
Sevgilim, dokun bana.

III

Gözlerimi çevirdiğim vakit yukarı
Gördüm, solgun ayı.
Kalbimi kavuran ağrı
Bana bir zamanlar gördüğüm
O güzeli hatırlattı.

IV

Eğer âdemoğlu,
Yasak meyveye dahi uzanabiliyorsa
Ben niçin hâlâ
Bir başkasının âşığısın diye
Dokunamıyorum sana?

V

Erik çiçekleri
Örtülmüş bembeyaz karlarla
Avuçlarıma doldukça senin
Suretinin
Hayâli gibi kaybolup solmakta.

VI

Sabah, yastığıma dağılmış duran
Şu saçlarım için
Bir tarak istemem.
Yalnızca nazik dokunuşları yeterlidir,
Şimdi huzurla uyumakta olan efendimin.

VII

Bu güz günü, tarlalarda,
İnsanlar, hasat kaldırmakta.
Ben titreyerek duruyorum sundurmanın altında.
Boşuna. Sırılsıklam olmuşum çoktan bu yağmurda.

VIII

Baştan sona dolandım bu kıyıda.
Yürüdüm, yürüdüm Tago sahili boyunca,
Ve gördüm, ak, pırıldayan
Doruğu, Fuji’yi.
Dağılmaktaydı etrafa usul usul, kar taneleri.

IX

Evim başşehre yakındır.
Fakirhanemin duvarları çırılçıplaktır.
Güneydoğuda kulübem, Uji* Dağı’na dayanır,
Bu yüzden, dostlarım hep söylüyorlar,
Hayatımın bitmez tükenmez bir kaygı olduğunu.

*Pişmanlık.

X

Mina Suyu, Tsukuba
Dağı’nın göğsünden akar,
Benim aşkım kadar
Hararetle dökülür, yığılır
Geceden bile kara
Bir çukurun koynuna.

Sayfa: [1] 2