Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Darkness

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 19
16
Genel Kültür / Kola'nın vucudumuza Dakıka dakıka Etkılerı
« : 25 Haziran 2008, 17:27:27 »

Merak ettiniz mi hiç düşünmeden tükettiğimiz kolayı içtikten sonra vücudumuzda ne gibi değişiklikler olur? Prof.Dr.Ayşe Akın açıklıyor..
Prof. Dr. Ayşe Akın bir bardak Kola içtikten sonra vücudumuzda meydana gelen sürecin sağlığımıza etkilerini anlattı.

İlk 10 dakika:

10 çay kaşığı şeker vücudunuza girer (Günlük almanız gereken şeker
miktarının tamamı kadar). Fosforik asit tat alma duyunuzu keser ve aşırı şeker yüklemesinden dolayı kusmanızı engeller.

20 dakika:

Kan şekerinizde ani bir yükselme olur, yüksek miktarda insulin patlamasına neden olur. Karaciğeriniz vücudunuzdaki şekeri yağa çevirerek buna bir yanıt verir. Bu sadece bir kaç dakika içinde olur.

40 dakika:

Kafein emilimi tamamlanır. Göz bebekleriniz büyür, kan basıncınız
yükselir, karaciğeriniz kana daha fazla şeker pompalamaya başlar.
Beyninizdeki adenozin reseptörleri rehaveti önlemek için bloke olur.

45 dakika:

Beyninizde dopamin salgısı artar.Bu tıpkı eroinin vücuta yaptığı tepkimelere benzer.

60 dakika:

Kafeinin diüretik özellikleri baş gösterir (tuvalet ihtiyacı). Bu da
vücutta depolanmış kalsiyum, magnezyum ve çinko'nun da beraberce dışarı atılması demek.

Bir süre sonra şeker ihtiyacını tekrar duymaya başlayacaksınız, kendinizi halsiz ve bitkin hissedeceksiniz. Vücudunuzda kola ile aldığınız bütün su tekrar dışarı atıldığı için susuzluğunuzu tekrar hissedeceksiniz. Şeker ihtiyacını takiben, kafein isteği de başlayacak (sigaradaki gibi)

17
Eğlence & Mizah / Ynt: Şuan sizi ne mutlu eder ??
« : 24 Haziran 2008, 19:54:21 »
izmir e gidebilecgim uçak bileti

18
Güncel / Ynt: Denİz Altinda 7 Katli Otel
« : 24 Haziran 2008, 19:47:31 »
Haberlerde izlemiştim bunu ,çok ilginç bir fikir gerçekten.Turizme yararı dokunabilir ama sonuçta bu İstanbul denizi ve özel bi temizleme yapmadan da o muhteşemlik olmaz bence yani ne biliyim denizin altında ,resimdeki camdan bakarken önünden siyah bi poşetin geçmesi hoş olmaz ya da başka şeylerin ;D Her neyse eminim düşünülmüştür,şaka benimkisi,önemli bir proje kanımca ;)

sonuna kadar katılıyorum ıstanbul degılde karadenız bolgemızın herhangı bı ılınde olabılır hem balık secıtlılgı hemde tarıhı dogal guzellıgı yuzunden dusunsen sabhtan akşama kadar yeşilliklerin ıcınde yuruyor gezıyorsun akşamsa karadenızın mavılıgınde dınlenıyor uyuyorsun

gecelık ucretı ne olursa olsun ben kesınlıkle gıtmeyı dusunuyorum ınsaALLAH turkıyede olmazsa Fiji Adası'nada gıderım  :)
[/b]

19
Genel Kültür / Kennedy ve Lincoln
« : 24 Haziran 2008, 04:19:25 »

 
Abraham Lincoln 1846 yılında kongreye seçildi.


John F. Kennedy ise 1946 yılında kongre üyesi oldu.


*


Abraham Lincoln 1860 yılında ABD Başkanı oldu.


John F. Kennedy 1960 yılında ABD Başkanı seçildi.


*


Lincoln ve Kennedy isimlerinin ikisi de 7 harften oluşuyor.


*


İkisi de Beyaz Saray'da yaşarken birer evlatlarını kaybettiler.


*


İki başkan da bir cuma günü suikasta kurban gitti.


*


İki başkan da kafasından vurularak öldü.


*


Lincoln'ün sekreterinin adı Kennedy'ydi.


Kennedy'nin sekreterinin adı ise Lincoln'dü.


*


İkisi de birer güneyli tarafından vuruldular.


*


İkisinin ölümünden sonra da yerlerine bir güneyli başkan atandı.


*


Her ikisinden sonra başkan atanan kişinin adı Johnson'du.


*


Lincoln'den sonra başkan olan Andrew Johnson 1808 doğumluydu.


Kennedy'den sonra başkan olan Lyndon Johnson 1908 tarihinde doğmuştu.


*


Lincoln'ü vuran John Wilkes Booth 1839 yılında doğmuştu.


Kennedy'yi vuran Lee Harvey Oswald ise 1939 yılnda dünyaya gelmişti.


*


Her iki katilin de üç isimden oluşan adı vardı.


*


Her ikisinin isminde de toplam 15 harf var.


*


Suikasttan sonra Booth, tiyatro salonundan kaçmış ve bir depoda yakalanmıştı.


Oswald ise depodan kaçmış ve bir sinema salonunda yakalanmıştı.


*


Hem Booth hem de Oswald mahkemelerinden önce vuruldular

20
Genel Kültür / Fatih Sultan Mehmet in Vasiyeti
« : 24 Haziran 2008, 04:15:51 »
Fatih Sultan Mehmet in Vasiyeti


Fatih Sultan Mehmet,gerçek manada bir devlet adamıdır.Tarih kitapları onu,İstanbul'u fethetmesiyle yad eder.Oysa,arşiv belgeleri,onun çok farklı yönleri olan bir yönetici olduğunu ortaya koymaktadır.Ben burada sağlıkla ilgili olan vasiyetini aktaracağım.İşte vasiyetnamesi:

"Ben ki,İstanbul'u fetheden aciz bir kul olan Fatih Sultan Mehmet,bizzat alın teri ile kazanmış olduğum parayla satın aldığım,İstanbul'un Taşlık bölgesinde bulunan,sınırları belli 136 adet dükkanımı,aşağıdaki şartlar çerçevesinde vakfısahih eyledim.Şöyle ki:

Bu gayrimenkullerimden elde edilecek gelirlerle İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin ettim.Bunlar,ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu kömür külü olduğu halde günün muayyen saatlerinde sokaklarda gezecekler!Yere tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökecekler.Bu işi yapacak olanlar günlük yirmi akçe alacaklar!

Ayrıca,on cerrah,on hatip,üç de hasta bakıcı hasta tayin ettim.Bunlar,ayın muayyen günlerinde İstanbul’u gezecekler!İstinasız her kapıyı çalacak ve içeride hasta olup olmadığını soracaklar;var ise, hastanın şifa bulmasını sağlayacaklar!Durumları ciddi ise hiçbir masraf ettirmeden hastaneye kaldırıp tedavi ettirecekler!

Allah korusun! Herhangi bir gıda maddesi buhranı yaşanabilir.Böyle bir durum yaşanırsa,bırakmış olduğum yüz silah,usta avcılara verilecek.Bunlar,hayvanların yumurtada veya yavruda olmadığı zamanlarda,ormanlara ava çıkacaklar ve hastaları gıdasız bırakmayacaklar!

Ayrıca,külliyemde inşa ettirdiğim imarethanede şehitlerimizin aileleri ve İstanbul’un fakirleri yemek yiyeceklerdir! Yemek yemeye veya almaya gelemeyen olursa ,bizzat görevliler ,yemekleri hava aydınlanmadan,kimsenin sokaklarda olmadığı zamanlarda,kapalı kaplarla evlerine götüreceklerdir! “

İşte Fatih’in,bundan beş yüz küsur önce kaleme aldırdığı vasiyetname…İdeal bir yönetici,milleti için kılı kırk yararcasına hizmet aşkıyla tutuşan bir zat…Vasiyetnamenin başında-kendi alın terimle-diyor, yani devlet hazinesi değil,bizzat elinin emeğinin kazandığı paradan bahsediyor!Padişahların her birinin bir mesleği vardı.Bu mesleklerle söz konusu şahsi gelirleri sağlardı.

21
Genel Kültür / Osmanlı topraklarındaki şu anki devletler
« : 24 Haziran 2008, 03:59:16 »
Osmanlı topraklarındaki şu anki devletler

Osmanlı topraklarındaki şu anki devletler

Osmanlı hakimiyeti ve himayesi altında kalmış ülkeler ve Osmanlı'ya bağlı kalma süreleri şu şekildedir:


Avrupa



1.Türkiye
2.Bulgaristan (545 yıl)
3.Yunanistan (400 yıl)
4.Sır***tan (539 yıl)
5.Karadağ (539 yıl)
6.Bosna-Hersek (539 yıl)
7.Hırvatistan (539 yıl)
8.Makedonya (539 yıl)
9.Slovenya (250 yıl)
10.Romanya (490 yıl)
11.Slovakya (20 yıl)
12.Macaristan (160 yıl)
13.Moldova (490 yıl)
14.Ukrayna (308 yıl)
15.Azerbaycan (25 yıl)
16.Gürcistan (400 yıl)
17.Ermenistan (20 yıl)
18.Güney Kıbrıs (293 yıl)
19.Kuzey Kıbrıs (293 yıl)
20.Rusya'nın güney toprakları (291 yıl)
21.Polonya (25 yıl)-himaye-
22.İtalya'nın güneydoğu kıyıları (20 yıl)
23.Arnavutluk (435 yıl)
24.Belarus (25 yıl) -himaye-
25.Litvanya (25 yıl)-himaye-
26.Kosova (539 yıl)
27.Voyvodina (500 yıl)

Asya



28.Irak (402 yıl)
29.Suriye (402 yıl)
30.İsrail (402 yıl)
31.Filistin (402 yıl)
32.Ürdün (402 yıl)
33.Suudi Ara***tan (399 yıl)
34.Yemen (401 yıl)
35.Umman (400 yıl)
36.Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl)
37.Katar (400 yıl)
38.Bahreyn (400 yıl)
39.Kuveyt (381 yıl)
40.İranın batı toprakları (30 yıl)
41.Lübnan (402 yıl)

Afrika



42.Mısır (397 yıl)
43.Libya (394 yıl)
44.Tunus (308 yıl)
45.Cezayir (313 yıl)
46.Fas (50 yıl) -himaye-
47.Eritre (350 yıl)
48.Cibuti (350 yıl)
49.Somali (350 yıl)
50.Kenya sahilleri (350 yıl)
51.Tanzanya sahilleri (300 yıl)
52.Mozambik' in kuzey toprakları (300 yıl)
53.Batı Sahra (50 yıl) -himaye-
54.Moritanya (50 yıl) -himaye-
55.Sudan (397 yıl)
56.Çad'ın kuzey bölgeleri (313 yıl)
57.Mali (300 yıl) -himaye-
58.Senegal (300 yıl)
59.Gambiya (300 yıl)
60.Nijer'in bir kısmı (300 yıl)
61.Etiyopya' nın bir kısmı (350 yıl)
62.Gine ****au (300 yıl)
63.Gine (300 yıl)

Hilafeten bağlı yerler



64.Hindistan Müslümanları -Pakistan-
65.Doğu Hindistan Müslümanları -Bangladeş-
66.Singapur
67.Malezya
68.Endonezya
69.Türkistan Hanlıkları
70.Nijerya
71.Kamerun

Osmanlı donanması'nın değişik sürelerde bulunduğu ülkeler



73.Fransa
74.İspanya
75.İngiltere
76.Monaco
77.Hollanda
78.Norveç
79.İzlanda
80.İrlanda
81.Cebelitarı k
82.Danimarka
83.İskoçya

Osmanlı ordusunun değişik sürelerde bulunduğu ülkeler

84.Almanya
85.Liechtenstein
86.San Marino

22
Güncel / Denİz Altinda 7 Katli Otel
« : 24 Haziran 2008, 03:54:09 »

 
 
Deniz altında 7 katlı otel, dünyada ilk kez İstanbul'da yapılacak. Tanrıverdi Holding tarafından yapılacak denizaltı oteline 100 milyon dolar bütçe ayrıldı. Proje, 2010 yılında tamamlanacak

2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul, yeni turizm projeleriyle dünya turizminin de başkenti olmaya aday.
Yeni Şafak gazetesinde yeralan habere göre, Tanrıverdi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Recep Tanrıverdi otelin 7 yıldızlı olacağını söyleyerek, “Anıtlar kurulu başta olmak üzere bütün ilgili yerlerden izin aldık ve Beşiktaş'taki Deniz Müzesi ile Dolmabahçe Sarayı arasındaki eski tütün binasını yıktık. Dünyadada ilk defa denizin altına 7 kat ineceğiz" dedi.


TÜTÜN DEPOSUNUN YERİNE

Otel yapılacak yerde, 1930'lu yılların başında Avustralyalı bir firma tarafından kurulan Astro Türk Tütün Fabrikası binası vardı. Tekfen Holding'ten Tanrıverdi Holding'e intikal eden bina, 24.04.2005 gün ve 2005/1464 sayılı Beşiktaş Belediye Başkanlığı onayı ve İstanbul III numaralı KTVK Kurulu'nun 13.12.2006 gün ve 2152 sayılı kararına dayanılarak geçtiğimiz günlerde yıkıldı. Her şeyin kanuna uygun olmasına özel önem verdiklerini belirten Recep Tanrıverdi, 3 yıllık bir süreçte bu izinleri alabildiklerini söyledi. Yatırımlarında ağırlık merkezinin tekstil olmaya devam edeceğini belirten Recep Tanrıverdi, enerji piyasasında büyümek istediklerini söyledi.

6 katlı modeli Fiji Adası'nda yapıldı

Deniz altında 6 katlı otelin yapımına ilk kez Fiji Adası'nda başlanmıştı. Amerikan şirketi Bruce Jones tarafından Fiji Adası açıklarına 160 milyon dolarlık bütçeyle yaptırılan Poseidon'un açılışı için geri sayım başladı. Dünyanın deniz altında 6 katlı ilk sualtı oteli bu yıl hizmete açılacak. Mercan kayalığı manzaralı Poseidon denizin 20 metre altında inşa ediliyor ve otelin odaları denizaltına benzeyecek şekilde yapılıyor.

23
Eğlence & Mizah / Ynt: Üstteki üyeye şarkı armağan etme
« : 24 Haziran 2008, 03:34:34 »
Haluk Levent\Ac Pencereni

24
Sinema / Definitely, Maybe 2008 (Kesinlikle,Belki)
« : 22 Haziran 2008, 06:21:19 »


Film Konusu

Tür : Romantik / Dram / Komedi
Gösterim Tarihi : 18 Nisan 2008
Yönetmen : Adam Brooks
Senaryo : Adam Brooks
Görüntü Yönetmeni : Florian Ballhaus
Müzik : Clint Mansell

http://www.imdb.com/title/tt0832266/


Yapım : 2008, ABD / Fransa / İngiltere , 112 dk.


Will Hayes karısından boşanma belgelerini yeni almıştır. 11 yaşındaki kızını okuldan almaya gittiğinde Maya cinsel eğitim dersi almaktadır. Maya'nın ona cinsellikle ilgili sorduğu soruları kaldıramaz ve konuyu değiştirerek annesine nasıl aşık olduğunu farklı hikayeler ve bir bulmaca şeklinde anlatmaya başlar.



Örnek Görüntü(CAPS)




,

Şunu soylemelıyımkı fılmın konusunun son zamanlarda yasadıgım dusundgum hayal ettıklerımle aynı paralelde olmsı benı cok etkıledı ve fılmın sonlarına dogru duygu yogunlugundan aglamamk ıcın kendımı zor tuttum ama yanklarımdan dusen bı kac damlaya engel olamadım

25
Sinema / Nims Island ( Macera Adası ) - ( 2oo8 )
« : 18 Haziran 2008, 21:31:46 »


http://www.imdb.com/title/tt0410377/

BİLGİ:

Tür : Macera / Komedi
Gösterim Tarihi : 18 Nisan 2008
Yönetmen : Jennifer Flackett , Mark Levin
Senaryo : Joseph Kwong , Paula Mazur
Yapım : 2008, ABD

Oyuncular

Abigail Breslin (Nim Rusoe) , Jodie Foster (Alexandra Rover) , Gerard Butler (Jack Rusoe / Alex Rover)

Nim’in Adasında her an herşey olabilir. Burası hayal gücünün coştuğu, maceraların hüküm sürdüğü egzotik bir adadır. Burada Nim adlı (Abigail Breslin) özgür ruhlu ve enerjik bir genç kız yaşar. Çevresi egzotik hayvan dostlarıyla doludur. İlhamını efsanelerden ve kitaplarından alır. Favori edebiyat kahramanı, dünyanın en büyük maceraperesti olan Alex Rover’dır. Yaşadığı tropik ada tehdit altına girince yardım etmesi için kahramanına başvurur.

Ancak Nim’in bilmediği bir gerçek vardır. Çok sevdiği Rover kitapları serisinin ünlü yazarı Alexandra Rover (Jodie Foster) aslında bir kadındır. Üstelik büyük kentteki apartman dairesinde doğadan çok uzakta tek başına yaşamaktadır. Korkak, çekingen ve yüreksiz bir insandır. Nim’den gelen mesaj üzerine dünyanın ücra köşesindeki bu adaya hiç istemeden gitmek zorunda kalır. Heyecanlı bir kişiliği olan Nim artık hayatının en büyük macerasıyla yüz yüzedir. Her ikisi aradığı cesareti Alex Rover karakterinin hayali yiğitliğinden alırken Nim’in Adasını kurtarmak için ihtiyaç duydukları gücü birbirlerinden alacaklardır.

26
Sinema / Su Dünyası (Waterworld) [ 1995
« : 18 Haziran 2008, 21:29:42 »


IMDB
http://www.imdb.com/title/tt0114898/

Tür : Dram / Macera / Bilim Kurgu
Yönetmen : Kevin Reynolds , Kevin Costner
Yapım : 1995, ABD
Süre :136 dk.



Oyuncular
Kevin Costner (Denizci) , Chaim Girafi (Serseri)
Rick Aviles (Kapıcı) , R.D. Call (İnfazcı) , Zitto Kazann
Leonardo Cimino (İhtiyar) , Zakes Mokae (Priam)
Jeanne Tripplehorn (Helen)


Filmin Konusu
Kutuplardaki buzların eridiği geleceğin dünyasındayız. Heryer sularla kaplı. Ayak basacak kuru bir kara parçası bulmak imkansız. Hayatta kalmayı başarmış olan insanlar suların üzerine inşa ettikleri bir araya tutturulmuş çelik yığını şehirciklerde, ilkel yaşamlar sürüyorlar.

Şehirler genellikle ihtiyar heyetleri tarafından yönetiliyor ve karaların suyla kaplandığına değil, su tarafından süpürüldüğüne inanıyorlar. Kendisine İnfazcı diyen bir adam kanunu temsil ediyor. İnsanların en büyük korkusu ise yağmacı çeteleri.

Bu yağmacılardan kaçan Denizci küçük yelkenlisiyle bu şehirlerden birine varmayı başarır. İhtiyar heyeti Denizci'nin şehrin kadınlarını hamile bırakmasını ister. Oysa Denizci'nin aklında sadece, varlığına bir gün her nasılsa ulaşacağına inandığı son kara parçası vardır. Yağmacıların saldırısı bu insanların kaderini birleştirecektir.

Kevin Costner'ın yapımcılığını üstlendiği Su Dünyası, ticari bir proje olarak, belki de Hollywood'un yakın tarihinde en çok kötülenmiş ve alaya alınmış projedir. Gerçekten 175 milyon dolara malolmuş ve gişede hüsrana uğramış olan bu filmin, sadece yanlış anlaşıldığına ve aslında kült mertebesine ulaştığına inanan marjinal bir zümrenin varlığını da kabul etmek gerekir.

Örnek Görüntüler




[/color]

27
Sinema / Ynt: Gelibolu belgeseli
« : 18 Haziran 2008, 21:20:06 »
anzak askerının destansı hıkayesını anlatan muthıs bı fılm

28
Sinema / Fidel’in Yüzünden & Blame It On Fidel (2006)
« : 18 Haziran 2008, 21:18:56 »
center]
Tür : Dram / Politik / Tarihi
Gösterim Tarihi : 1 Şubat 2008
Yönetmen : Julie Gavras
Senaryo : Arnaud Cathrine , Julie Gavras , Domitilla Calamai (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Nathalie Durand
Müzik : Armand Amar
Yapım : 2006, İtalya / Fransa , 99 dk.

Oyuncular

Nina Kervel-Bey (Anna de la Mesa) , Julie Depardieu (Marie de la Mesa) , Stefano Accorsi (Fernando de la Mesa) , Benjamin Feuillet (François de la Mesa) , Martine Chevallier (Bonne Maman) , Olivier Perrier (Bon Papa) , Marie Kremer (Isabelle)
1970 sonbaharında Anna dokuz yaşındadır. Gazeteci annesi Marie, zengin bir İspanyol aileden gelen avukat babası Fernando, kardeşi François ve her şeyini kaybetmesinden Castro'yu sorumlu tutan Kübalı dadısı ile Paris'te yaşar. Rahat ve huzurlu yaşamlarına düşen tek gölge, İspanya'da faşist Franco yönetimine karşı mücadele veren eniştedir. Komünist olması nedeniyle, evde eniştenin adı dahi anılmamaktadır.

Ailenin burjuva yaşamı, eniştenin öldürülmesi ve bu olayın ardından, eşi ve çocuğunun İspanya'dan kaçarak yanlarına sığınmasıyla altüst olur. O güne dek İspanya'daki duruma tepkisiz kalan Anna'nın babası, derin bir suçluluk duygusuna kapılır. Eşiyle birlikte Şili'ye ideolojik bir yolculuk yapar ve dönüşte geniş ve bahçeli evlerini bırakıp küçük bir apartman dairesine taşınırlar. Ateşli siyasi aktivistlere dönüşen anne-babasının yeni dünyası, Anna için farklı anlamlar taşır: Ev değiştirmek, düzensizlik, dadısını kaybetmek ve yeni yüzler...

Filmdeki dokunaklı öğe, küçük kızın alışık olduğu eski yaşam biçimini yenisi içinde eritmeyi başaramaması, hatta buna güçlü bir tepki sergilemesidir.

Film, Türkiye de dahil tüm Avrupa'yı derinden etkileyen 1970-71 arası dönemi ve yaşanan radikal değişimleri Anna'nın kişisel öyküsüyle bağdaştırıyor. Kadın hakları adına verilen mücadele, faşist darbeler, emperyalizm karşıtlığı... Bu olayların fon oluşturduğu film, çatışan ideolojiler[/color]

29
Mitolojiler / Kerem ile Aslı efsanesi
« : 18 Haziran 2008, 05:55:22 »
Bir zamanlar İran’ın güzel bir beldesi olan İsfahan şehrin­de çok adaletli, merhametli, güçlü, kuvvetli bir padişah var­mış. Hazineleri altınlarla dolu olan bu padişahın çocuğu ol­muyormuş. Gece gündüz evlat hasretiyle yanıp tutuşan bu padişah, derdini kederini biraz olsun unutabilmek için İsfa­han’ın en güzel yerine eşi benzeri olmayan bir saray yaptır­maya karar vermiş.

Hazinedarı olan Keşiş’i bir gün huzura çağırtmış. Bu Keşiş’in de hiç çocuğu yokmuş. Padişahla Keşiş aynı dertle ya­nıp tutuşurlarmış. Huzura gelen Keşiş’le birlikte sarayın pla­nını yapmışlar. Daha sonra zamanın bütün mimarlarını, usta­larını ve bahçıvanlarını saraya toplamış ve nasıl bir saray is­tediğini onlara da anlatmış.

İsfahan beldesinin en güzel yerine harikulade bir saray yapılmış. Sarayın bahçesi cennet bahçesi gibi olmuş. Bahçe­nin ortasına pembe mermerlerden bir havuz, havuzun o bil­lur sularında kumrular oynaşıp duruyormuş. Bülbüller gülle­rin etrafında şarkılar söylüyor, tavus kuşları ise dört bir yanı süslüyormuş. Yine bu bahçenin içine beyaz mermerlerden bir saray kurulmuş.

 Eşi benzeri olmayan bu sarayda padişah eğ­lenceler düzenleyerek kederini unutmaya çalışıyormuş.
Günlerden bir gün yine o güzel sarayda eğlence düzen­lenmiş. Padişahın karısı Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı da eğlenceye katılmak üzere yola koyulmuşlar. Tam saraya var­mak üzereyken karşılarına ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çık­mış.

Hanım sultana bir elma fidanı, Keşiş’in karısına da bir armut fidanı vermiş ve bunları sarayın en nadide köşesine dikmelerini söylemiş.
Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı hemen fidanları dikmiş­ler. Kendi elleriyle suluyor ve özenle bakıyorlarmış. Hanım sultan; dünyada bir evladım olmadı, bari dikili bir fidanım olsun, diye düşünüyormuş. Aylar geçmiş fidanlar ağaç olmuş. Yemyeşil yaprakları, güçlü dallan olmuş ancak hiç meyve vermiyoriarmış. Hanım sultan ağlamaya ve üzülmeye baş­lamış: Diktiğim fidan bile meyve vermiyor, ben ne talihsiz bir kadınım, diyormuş.


Bir gün yine böyle düşünerek ağlayan Hanım Sultan, sa­rayın salonunda uyuyakalmış. Rüyasında kendisine ve keşi­şin karısına fidan veren nur yüzlü ihtiyarı görmüş.
Gözyaşları içinde ihtiyarın ellerine sarılan Hanım Sultan:
- Ey mübarek insan! Ne olursa senin duanla olur. Yıllar­ca evlat hasretiyle yanıp tutuştum. Şimdi de bir fidan diktim, o bile meyve vermedi. Ne olacak benim bu hâlim, diye ağla­maya başlamış. Nur yüzlü ihtiyar:
- Sen hiç merak etme. Senin dualarının kabulü için ben de dua ettim. İnşallah duaların kabul olacak ve sen de mu­radına ereceksin. Senin ağacın meyve verdi. Eğer onu yersen dileğin kabul olur, demiş.


İhtiyarın bu sözlerinden sonra, korku ve heyecanla uya­nan Hanım Sultan, Keşiş’in karısını da yanına alarak bahçe­ye koşmuş. Gerçekten de kendisinin diktiği elma ağacının ü-zerinde bir tane ama çok güzel görünen bir elma varmış. Ke­şiş’in karısının diktiği armut ağacında ise hiç meyve yokmuş. Hanım sultan, Keşiş’in karısı üzülmesin diye elmayı ikiye böl­müş ve ona dönerek:
Bu elmanın yarısını sana veriyorum ama bir şartla. Eğer kızın olursa benim oğluma vereceksin. Yok eğer oğlun olursa benim kızımı alacaksın demiş. Keşiş’in karısı bu teklifi hemen kabul etmiş ve elmaları yemişler.


Bir süre sonra Keşiş’in karısı da Hanım Sultan da hami­le kalmışlar. Zamanları dolunca da Keşiş’in karısının bir kızı, Hanım Sultan’m ise bir oğlu olmuş. Oğlanın adını, “Ahmet
Mirza”, kızın adını ise “Kara Sultan” koymuşlar.
Aylar yıllar geçtikçe yavrular da büyüyorlarmış. Keşişin kızı bir ay parçası kadar güzelmiş. Kızını padişaha vermek is­temiyormuş. Çünkü padişahla aynı dinden değillermiş. Padi­şaha verdikleri sözden nasıl döneceklerini düşünmeye başla­mışlar. Keşiş:
- Eğer şehri terk etmezsek padişahtan bize rahat yok, de­miş. Fakat karısının aklına daha iyi bir fikir gelmiş. Keşişe dö­nerek:
- Bir süre sonra kızımızın öldüğünü söyleriz ve buralar­dan bu nedenle uzaklaşmak isteriz, demiş.
Aradan bir yıl gibi bir zaman geçince Keşiş hemen padi­şahın huzuruna varmış ve kızının öldüğünü, bu üzüntüyle ar­tık buralarda yaşayamayacağını anlatmış.



Bunun üzerine padişah keşişe biraz altın vererek azat etmiş.
Arzularına muvaffak olan Keşiş’le, karısı derhâl vakit ge­çirmeden İsfahan’a üç günlük uzaklıkta olan bir köye gitmiş­ler. Güzel bir köşk yaparak orada yaşamaya başlamışlar.
Diğer taraftan padişahın oğlu Mirza Bey 13-14 yaşlarına gelmiş. Babası onu en iyi hocalarda okutuyormuş. Mirza Bey’in çok kurnaz ve zeki bir arkadaşı varmış. Adı Sofi olan bu arkadaşı bir gün Mirza Bey’e:
- Bak Mirza Bey! Bu kadar okuduğumuz yeterli. Bu gençlik bir daha elimize geçmez. Biraz da eğlenelim, avlan­maya gidelim, seyahatlere çıkıp dünyayı dolaşalım, demiş.


Sofi’nİn bu söylediklerini haklı bulan Mirza Bey öncelik­le av hazırlıklarını başlatmış. Bu arada Mirza Bey bir gece rü­yasında “Kara Sultan”ı görmüş ve âşık olmuş. Uyandığında yüreğinin cehennem ateşi gibi yandığını hissediyormuş. Ye­rinde duramaz bir hâl almış. Ancak aşk şerbetini kimin elinden içtiğini bilmiyormuş. Hayalinde tek kalan ay kadar güzel bir simaymış. Kalbi aşk ateşiyle yanan Mirza Bey, babasından izin alarak arkadaşı Sofi ile birlikte avlanmaya çıkmış.
Gide gide Keşiş’in yaşadığı köye varmışlar. Padişahın oğ­lu Mirza Bey av sırasında çok güzel bir şahine rastlamış. Şa­hini yakalamaya karar vermiş. Atını arkadaşı Sofi’ye bırakmış ve şahinin peşinden gitmiş. Şahin çok güzel bir bahçeye gir­miş. Mirza Bey de peşinden girmiş. O güzel bahçede şahini ararken karşısına çok güzel bir köşk çıkmış. Mirza Bey gülle­rin, sümbüllerin ve yaseminlerin arasında kurulmuş olan bu muhteşem köşkün pencerelerine bakarken olduğu yerde do­nup kalmış. Aklını kaybetmek üzereymiş.


Çünkü tam karşı­sındaki pencerede ay parçası gibi bîr kız oturmuş, gergef dokuyormuş. Padişahın oğlu yalnız bir kez bakabilmiş bu güzel kıza. O anda aklı başından gitmiş. Rüyasında ona aşk şerbe­ti içiren dilberin o olduğunu fark etmiş. Ona doğru ilerlemiş ve ona hitaben:


Başı yastık göre mi? Gözü dilber görenin Gözüne uyku gire mi? Zülfüne berdar olanın
demiş ve kollarından yakalayarak kendine doğru çekmiş. Sonra da :
- Ey güzel, sen hangi bahçenin sümbülüsün, deyince,
- Babam İsfahan şahının eski hazinedarı Keşiş’tir. Kerem eyle… Görmesin… Beni salıver gideyim, diye yalvarmış.
Delikanlı:
- Aslı nedir, salıvereyim? Kız:
- Kerem eyle, diyerek yalvarmış.
Delikanlı aslı nedir? Derken birden bire aklına gelmiş ve kıza şunları söylemiş:
- Seni bırakırım ama bir şartım var. Benim adım Kerem, senin adın da Aslı olacak ve bundan sonra birbirimizi böyle çağıracağız, demiş.
Bunun üzerine güzel kız, Kerem’in ateş ve aşk dolu gözle­rine bakarak:
- Peki, kabul ediyorum. Bundan sonra benim adım “Aslı” senin adın ise “Kerem” olsun. Böylece kendi kendileri­ne isimlerini koymuşlar. Bu zaman içinde genç kızın kalbi de alev alev yanmaya başlamış.
Aslı’nın böyle yalvarmalarına dayanamayan Kerem onu bırakmış. Kerem’in kollarından kurtulan genç kız köşkün için­de kaybolmuş. Kerem de Aslı’nın işlediği gergefin üzerindeki çevreyi alıp koynuna koymuş ve koşarak arkadaşının yanına gitmiş. Arkadaşı Sofi ile birlikte İsfahan’a dönmüşler. Ama Kerem artık eski Kerem değilmiş. Hiç konuşmuyor ve hiç ye-miyormuş.


Oğlunun bu hâlini gören padişah bir gün Kerem’i karşısına alarak:
- Oğlum ben senin babanım. Niçin derdini anlatmıyorsun, diye sorunca Kerem:
- Baba benim derdim bu şekilde anlatılmaz. Bana bir saz getirin size derdimi anlatayım, demiş.
Bu söz üzerine padişah hemen bir saz getirmelerini em­retmiş. Kerem ise sazının tellerine dokunarak derdini dökme­ye başlamış.
Kerem bunları söyledikten sonra susmuş. Babası:


- Oğlum bu türkü bana bir şeyler anlattıysa da tam ola­rak ne demek istediğini anlayamadım, demiş. Bunun üzerine Kerem yerinden kalkmış ve bir tek kelime bile söylemeden odadan çıkmış. Onun bu hâli padişahı fena hâlde düşünceye salmış. Günler geçiyormuş ama Kerem hiç konuşmadan sa­rayın penceresinden etrafı seyrediyormuş. Padişah Kerem’in derdini anlayanı ödüllendireceğini bildirmiş. Nihayet bir gün uyanık bir kadın kurnazlıkla Kerem’in Aslı’yı sevdiğini öğre­nerek padişaha haber vermiş


Bunun üzerine padişah derhâl Keşiş’i çağırtmış ve ona kızının öldüğüne dair yalan söyleyerek hainlik yaptığını, an­cak ne olursa olsun kızını alacağını söylemiş. Padişahın, kızı zorla alacağını anlayan Keşiş bir kurnazlık daha düşünmüş ve beş ay süre istemiş. Bunun üzerine padişah beş ay bekleye­bileceğini ancak ilk önce onları nişanlayacağını söylemiş.
Keşiş padişahın elinden kurtulmak için kızının namına Kerem’e bir nişan yüzüğü bırakmış. Kızının takması için de padişahtan bir nişan yüzüğü almış ve sarayı terketmiş. Bu müjdeli haberi duyan Kerem bir deli gibi yerinden fırlamış. Duvarda asılı olan. sazını eline almış coşkulu bir sesle türkü söylemeye başlamış. Kerem’in günleri artık zevk ve sefa içinde geçiyormuş. Ancak bu beş aylık süre Kerem’e çok uzun gelmiş sazını eline alarak babasını huzuruna çıkmış ve bir türkü söylemiş.
Kerem’in böyle üzüldüğünü gören babası:



- Oğlum ben Keşiş’e beş ay süre verdim, bu süre de dol­du. Artık düğün hazırlıklarına başlayabiliriz, demiş.
Diğer taraftan Keşiş, padişahın yanından ayrıldıktan son­ra kendi köşküne dönmüş ve padişahtan kurtulma planları yapmaya başlamış. Bir gece yarısı kıymetli eşyalarını toplayıp köyünü terk etmiş, tabi bu olanlardan padişahın haberi yok­muş. O, düğün hazırlıklarını tamamlayıp büyük bir kafileyle yola çıkmış. Kafilenin en önünde olan Kerem köye yaklaşın­ca görmüş ki her kez köyü terk ediyor. Oradan geçen yaşlı bi­rine neden köyü terk ettiklerini sormuş. Yaşlı adam da köyde bulunan bilgili bir keşişin köyü terk ettiğini bundan korkarak onların da köyü terk etmeye karar verdiklerini söylemiş. Yaşlı adam sözlerini bitirince Kerem, Keşiş’in kızını alarak kaçtığını anlamış. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülmeye başla­mış eline sazını alarak bir türkü söylemiş.



Kerem gözyaşları içinde bunları söyledikten sonra doğru­ca Aslı Han ile buluştukları bahçeye girmiş. Ancak orada kı­zın işlediği gergeften başka bir şey kalmadığını görmüş. Yüre­ğinden aşkın alevleri yükseliyormuş. Gözyaşlarını Ash’nın el­lerinin değdiği gergefe dökerek bir türkü söylemiş.
Bunları ah vah içinde söyleyen Kerem şehrin içinde ge­zerken birisini Aslı Han’a benzetmiş ve eyvah sevgilim beni unutmuş, burada eğlenmekte, diyerek yine almış eline sazı ve bir türkü söylemiş.


Bu türküyü işiten kız:
Bak beyim, ben Aslı Han değilim sen beni ona benzet­miş olacaksın. Senin aradığın kız Hoy şehrine gitti demiş. Kerem arkadaşı Sofi’yi de yanına alarak Ash’nın peşine düşmüş. Gide gide Hoy şehrine varmışlar. Orada bulunan bi­rilerine bu taraftan bir keşişle ailesi geçti mi, diye sormuş, On­lar da:


- Geçti ama onlar Şuşi köyüne gitti demişler. Kerem ile Sofi ertesi gün Şuşi köyüne doğru yol almışlar. Yolda bip yaylada bulunan yolcuları görmüşler ve onlara Aslı’yi görüp görmediklerini sormuşlar. Onlar da, Aslı’yı gördüklerini an­cak bir türkü söylemesi karşılığında yerini bildireceklerini söy­lemişler. Kerem almış sazı eline ve bir türkü söylemiş.
Türküyü çok beğenen yolcular:

- Senin aradığın keşiş buradan geceli otuz gün oluyor. Onlar Kelb’e gitti, demişler.
Bundan sonra Kerem ile Sofi Kelb’e doğru yol almaya başlamış. Kelb’e vardıklarında bu defa da Kars’a gittiklerini öğrenmişler. Oradan tekrar Hoy’a gitmişler. Kerem Ash’nın peşinde perişan bir vaziyette iken padişaha haber gitmiş. Bu­nun üzerine padişah:
- Eyvah! Biricik oğlum mahvolacak, diyerek hemen Kerem’i aramaya koyulmuş. Nihayet onu Ash’nın bahçesinde ahvahlar içinde bulmuş. Koşarak Kerem’in yanına gelmiş ve ona:


-Ey oğul… Bu ne hâl? Hele sabret, bir çaresini bulacağız, diye teselli etmeye başlamış. Ancak aşk ateşiyle yanan Kerem eline sazını alarak derdini dökmeye başlamış.
Oğlunun üzüntüden öleceğini düşünen padişah onu Aslı’dan vazgeçirmeye çalışmış ama bağrı yanan Kerem bu sözleri dinlememiş. Anasıyla ve babasıyla helalleşerek tekrar So­fi ile birlikte Aslı’yı aramaya koyulmuş.


İlk önce Gence’ye o-radan, Revan’a, Çıldır’a, Ahıshay’a, Şerki’ye, Orhan’a, Ol­tu’ya, Narman’a, Bayat’a, Ürgüp’e, Tiflis’e, Ahlat’a, Muş’a, Malazgirt’e, Pasin Ovası’na, Uzun Ahmet’e, Hasan Kalesi’ne, Erzurum’a, Eşen Kalesi’ne, Varbik’e, Tercan’a, Cinci Beli’ne, Eşkat’a, İbrit’e, Ayaş, Zile, Sivas, Parmak Ovası, Kayseri ve Antakya’ya gitmişler.




Bu arada Keşiş Halep’e gelip bir Ermeni evine misafir ol­muş. Ev sahibi onun yabancı olduğunu anlayınca nereden geldiğini sormuş. O zaman Keşiş bir ah çekip:
- Hâlimi hiç sorma! Ne kadar kaçtıysam Kerem peşimi bırakmadı. Kaça kaça nihayet buralara geldim. Neredeyse burayı da bulur. Bir türlü elinden kurtulamıyorum, demiş, Ev sahibi:


- O gelmeden kızı buradan birine verelim, bakar ki kızı başkaları almış, o zaman vazgeçer, sen de kurtulursun, de­miş. Keşiş de hemen alelacele kızı nişanlayıp düğün hazırlık­larına başlamış.
Gelelim Aslı Han’a: Ah edip, gece gündüz:


“İlahî, babamın iki gözlerini kör eyle!” diyerek ağlayıp dururmuş. Kerem ile Sofi Halep’e varmışlar. Oradaki bir kah­veye oturmuşlar. Halep Paşası’nın külhanbeyi kol gezerken Kerem’i görmüş o da kahveye girmiş, bakalım Kerem külhan­beyine ne söylemiş:




Ela gözlüm sana meftun olalı, Benim çektiğimi bir Mevla bilir. Yay niçin açılmaz gülün dehan Gönül ne yaz bilir, ne şita bilir
Mecnun olur gezerim dağlar yolunu Deremedim şu cananın gülünü Aşık olan anlar aşkın hâlini Yalandır, doğrudur pek ala bilir

 Külhanbeyi:
- Ey âşık, hangi bağın gülü, hangi bahçenin sümbülü­sün? Nereden gelir nereye gidersin, demiş.
Kerem:
- Buralardan bir Keşiş geçti mi? Kendisi Isfahanlıdır, diye sormuş.


Külhanbeyi:
- Onlar buradadır, deyince, Kerem öyle bir ah etmiş ki ağzından alevler yükselmiş. Bu alevler neredeyse külhanbe-yini yakacakmış. Kerem’in derdini anlayan külhanbeyi:
- Sen merak etme, ben seni kıza kavuştururum; ama kız da seni istiyor mu, deyince Kerem “evet” demiş.
Bu arada Aslı Han’ın düğünü olmaktaymış. Külhanbeyi hemen bir kadın bularak Aslı Han’ın yanma göndermiş. Ka­dın Aslı Han’ı bulmuş ve Kerem’in geldiğini söylemiş. Gizlice birlikte Kerem’in yanma gelmişler. Uzun ayrılıktan sonra ka­vuşan âşıklar bir süre hasret gidermişler. Kerem’in geldiğini haber alan Keşiş:
- Bizi burada da buldu bundan kurtulmanın çaresi yok­tur. İyisi mi kızı vereyim; ama bir oyun edeceğim ki kıyame­te kadar söylensin, demiş. Kızı Kerem’e vermiş ancak kızının elbisesini kendisi yapmak istemiş. Elbiseyi yapmış, boydan boya sihirli düğmeler koymuş, kızına da:
- Bak kızım muradına ereceksin ama bir şartım var, eğer bu şartımı yerine getirmezsen hakkımı sana helal etmem, düğün gecesi bu elbisenin düğmelerini Kerem’e açtıracaksın demiş.

bır baska rıvayete gore Acem illerinde ne kadar kör, nekadar nankör varsa kınarlar Keremi. Ne kadar yordam bilmez, halden anlamaz, hayırsız, hakikatsiz, nekadar fodul, ne kadar densiz varsa yererler, taşa tutarlar, bühtan eylerler Kerem’e..
Aşktan nasip almamış hodkamlar ne anlasın Aşığın derdinden. Ve Gökçe Kerem çaresizlik içinde kavrula, yana döner yüzünü Diyar-ı Ruma. Ve yanında dert ortağı Sofu, yüreğinde Aslı Han’ın hasreti düşüp bitmez tükenmez yolları, çölleri ovaları geçe geçe. Dağları aşa aşa Aslı Hanı sora sora Erzincan üstünden Sivas a, Sivas üstünder Kayserinin yoluna düşerler.

Bir gece yarısı sabaha karşı Kayseriye ulaşırlar. Sokak sokak kapı kapı Aslı yı ararlar. Gelirler orta mahalleye…
Bir konak gösterirler ‘Aslı burada oturuyor’ derler. Girer konağa Kerem. Otuz iki dişini birden çektirir Aslıyı görmek için tabip anasına. Sevda dilden dile dolaşır. Ve çalkalanır Kayseri Keremin haberiyle. Beyler paşalar girer araya. Hatır korlar nam sürerler ağırlık verirler.. ‘Allahın emriyle derler’


Ve Aslıyı Kereme bitirirler.
Bir mübarek gecede Aslı ile Kerem’i gerdek odasına koy­muşlar. Kerem:
- Ey sevdiğim Hakk Teala’ya şükür bizi yine kavuşturdu, deyince Aslı:
- Ey sevdiğim, sana bir şey söyleyeceğim ama sakın gü­cenme. Babam yemin verdirdi, elbisemin düğmelerini sen çözeceksin, yeminimin yerine gelmesini isterim. Kerem düğ­meleri çözmeye başlamış; ama son iki tanesine gelince bak­mış ki düğmeler yeniden iliklenmiş. Yine çözmeye başlamış, yine son iki tanesine gelince hepsi iliklenmiş. Böylece devam etmiş. Nihayet sabah namazı olmuş.


 Muradına eremeyen Ke­rem bunun bir oyun olduğunu anlamış, öyle bir “ah” etmiş ki ağzından çıkan alevler tepesinden başlayarak onu yakmaya başlamış. Aslı Han bir de bakmış ki Kerem’i ateş bürümüş, yaptığına pişman olup:
-Vay baba, ocağım söndü, diyerek başlamış Kerem’in üstüne su dökmeye.
Ve dökülen ateşlerden uzun saçları tutuşur Aslı’nın. Aslının saçlarından da Kerem…

İki sevdalı büyülü alevler içinde döne döne savrulup birlikte yanıp, kavrulup bir avuç kül olurlar…


İki sevdalı büyülü alevler içinde döne döne savrulup birlikte yanıp, kavrulup bir avuç kül olurlar…
Sonra küllerini toplarlar Kerem ile Aslı nın. Götürüp serperler Erciyes in ulu bağrına. O gündür bu gündür ki her bahar yan yana iki gül açar Erciyes in eteklerinde. Biri beyaz biri al. Birine Aslı derler Birine Kerem…

Coşarak taşarak serpilip boy atarlar ve sarılmak ister gibi, birbirlerine doğru koşarlar.. Nevarki tamda kavuşacakları sırada kara bir çalı yükselir aralarında.. Ve iki gül boyunları büküm birbirlerine kavuşamadan ölüp giderler ince dalların üstünde.

Birine Aslı derler, birine Kerem..

Ve her seher; Kerem!.. Deyip inler koca Erciyes… Duyana! Anlayana dilinden!




30
Müzik / Güllerin İçinden - MFÖ
« : 18 Haziran 2008, 05:49:01 »




Güllerin içinden canim                                 
Kosarak kosarak gel bana gel                 
O güzel gözlerini canim       
Süzerek süzerek gel bana gel                     
Bu küskün yüzün gayri gülsün canim
Gülerek gülerek gel bana gel



Güllerin içinden canim                                 
Kosarak kosarak gel bana gel                 
O güzel gözlerini canim       
Süzerek süzerek gel bana gel                     
Bu küskün yüzün gayri gülsün canim
Gülerek gülerek gel bana gel
Dayanamadım gayri döndüm canım
Diyerek diyerek gel bana gel

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 19